Böylece sizi insanlara karşı şahitler olasınız diye vasat (ifrat ve tefritten uzak) bir ümmet kıldık. Peygamberler de sizin üzerinize şahit olması için, Sen'in üzerinde bulunduğun Kabe'yi kıble yapmamız, Peygambere uyanlarla iki topuğu üzerine geri dönenleri ayırdetmek içindir. Şüphesiz bu büyük (bir olay)'dür. Ancak Allah'ın kendilerini doğru yola ilettiği kişilere değil. Allah imanınızı boşa çıkarmaz. Şüphesiz Allah insanlara şefkat eden ve esirgeyendir.
Bu âyet-i kerîmesinde'Allah (c.c.) bu Ümmet-i Muhammed'in orta bir ümmet olduğuna dikkatimizi çekiyor.
Efendimiz (a.s.v.) da; işlerin en hayırlısı orta olanıdır.
Hani yemeği çok yerseniz mideniz fesada uğrar. Mide rahatsızlığı geçirirsiniz. Yemeği az yerseniz yani çok az yerseniz yine vücudunun zayıf kalır hastalanırsınız. Çok yerseniz de hastalanırsınız, yemezseniz de hastalanırsınız. Ama orta halli yemek yerseniz sıhhatli olursunuz, güçlü kuvvetli olursunuz. Dinimizin emirlerini yerine getirme imkânını bulmuş olursunuz. Her şeyde orta olanı en güzel olanıdır. Bir toplumda da bakmışsınız ki, bir kısım insanlar pisliğin her çeşidini yapıyorlar ve ileriye doğru koşuyorlar. Yani hayallerinde geliştirdikleri her şeyi yapmaya yöneliyorlar, ama bir kısım insanlar da var ki, 300 sene evvelki babasının evine razı, bineğine razı, getirdiği metodlara razı, onları en iyi olarak kabul ediyor.
Geçen cemaatdan bir tanesi "hocam dinimizde ev iki katlı olmalıdır diyor. Hayrola nerden çıkardın bunu? Eskiden babalarımızın evi iki katlı değil miydi? diyor. Altı ahır üstü de evdi. Babasının adeti sünnet oluvermiş. Evet babaları kötü bir şey yapmıyordu. O günün şartları içerisinde babalarının da bulduğu güzel bir buluştur. O hayvanlarının ısıtma enerjisinden de yararlanıyorlardı onlar. Ama babasından gördüğünü din kabul ediyor. Biz öyle değiliz. Biz vasat ümmetiz. Biz geride kalanı beriye çekiyoruz. Ahlâksızlıkta ileri gideni de alıp kendimize çekiyoruz.
Yani topluca devlete, topluca Cennete gidiyoruz. Ahlâksızlığa gidipde berbat olup, perişan olanlarını da engelliyoruz. Geride kalıp sefil olmalarını da engelliyoruz.
Biz sizi böylece orta bir ümmet kıldık. Bir tarafta zulmeden insanlar var. Bir tarafta da kaderimiz buymuş diyen insanlar var bugün. Ben Fransa'da bir buçuk sene filan kaldım. İşçi olarak kaldım. Fabrikada Cezayirliler vardı. İşçi olarak. Altmışdan sonra dünyaya gelenler epeyce diriler, iyiler. Ama ellide, kırklarda dünyaya gelenlere hiç iş yaptırmak mümkün değil. Gelin şöyle şöyle yapalım. Böyle yapalım desen Fransız ne dese iyidir. Fransız ne yaparsa güzeldir diyor. Ama altmıştan sonra dünyaya gelenler ise dediklerimize katılıyorlar. Şöyle yapalım. Böyle yapalım dedik mi, onları yapıyorlardı. Yani bir tarafta zalimler var. Bir tarafta da zalimlerin gösterdiği her şeye kabul, bunlar bizim için de düşünürler. Kendileri için de düşünürler. Sağ olsunlar bizim için gecelerini dahi harcarlar. Bizim işlerimizi de onlar idare ediverirler, deyip boyun eğenler var.
Biz öyle değiliz. Biz mazlumlara diyoruz ki, haklarınızı alınız. Zalimlere de yardım ediyoruz. Efendimiz (a.s.v.); demiş ki zalim kardeşine de, mazlum kardeşine de yardım et.
Sormuşlar "Ya Rasûlellah, mazluma yardım edelim de, zalime nasıl yardım edelim?" "Zalimi de zulmünden vazgeçirerek yardım edin." buyurmuş. Zalimi zulmünden vazgeçirmeli. Bir tarafta zalim bir tarafta mazlum. Biz de ümmeti vasatız. Zalimi de çekiyoruz, mazlumu da çekiyoruz ve ikisini kardeş yapıyoruz. İşte orta ümmet bu. Yoksa zalimin yanında yer alıp, mazlumu ezmek veya mazlumun yanında kalıp boyun eğmek bize yaraşmaz.
Niçin, insanlara şahit olasınız diye. Yani ümmeti vasat kılması insanlara şahit olasınız için. Şahit olan ne yapar? kulağını açar, gözünü açar. Ne oluyor? Ne tür dalavereler dönüyor bu memlekette? Bu âyet-i kerîmeye göre şu İstanbul şehrinde hangi taşın altında bir karınca hareket ediyorsa, bir solucan hareket ediyorsa Müslüman bilmelidir. Hangi imansız hangi mahfelde ne çeviriyorsa onu bilmelidir. Hangi Allah'ın velisi hangi yerde bir iş yapıyorsa onu da bilmelidir. Yani ikisinin de şahidi oluvereceğiz biz. Ve Allah'ın Rasûlü de sizin üzerinize şahit olsun için. Allah'ın Rasûlü kendine nazil olan âyet-i kerimeleri sonuna kadar mü'minlere duyurmuş. En sonunda sahabeyi Arafat'ta bir araya getirmiş. Orada bazı şeyleri yine duyurmuş. Ve sormuşda: Allah'dan getirdiklerimi size ulaştırdım mı? Tebliğ edebildim mi? Hepsi bir ağızdan bağırmışlar: Tebliğ ettin Yâ Rasûlellah!!! O da şahit ol Yâ Rab, şahit ol Ya Rab diye Allah'ı, Rabbini şahit yapmış. Ya Rabbi ben tebligatımı yaptım. Yarın kıyamet gününde "ben duymadım, ben gelmedim, ben görmedim" diyenlere Allah'ın Rasûlü diyecek ki, Ben bu insanlara bu Kur'ân'ı eksiksiz verdim.
Bu dünyada, sorumluluğu yerine getirmek önemlidir. Ya Rabbi 1990 yılında İstanbul şehrinde Cağaloğlu'nda, Cezeri Kasımpaşa Camii'nin alt tarafında ben tebligatımı yaptım desem melekler dinlemezler ve şöyle derler; İstanbul şu kadar metre kare idi. O kadar metre karenin içerisinde sen yüz metre karelik veya yüz elli metre karelik bir alanda mı anlattın? Geri kalanlar ne olacak? Şurada 300 tane adama anlattın da, 8 milyon nüfus ne olacak? Onun için şahitliğimizi biz doğru yapamıyoruz. Öbür dünyada ayrıca hesaba çekileceğiz.
Onun için oraya buraya koşturuyoruz. Şurada da konuşalım, burada da konuşalım, diyoruz Gazetenin biri demiş ki, fazla konuşuyor. Ama konuştuğumuzu yazmış. Bak o arkadaşın kulağına da erişmiş. Oradakiler de Müslüman çocukları genelde. Yani onların da kulağına erişmiş. Demekki faydası var. Aleyhime konuşmuş, konuşsun varsın. Ama erişmiş bir şey iyidir.
Tefsire devam edelim: Daha önce Kudüs'e dönüyorlar. Daha sonra Mekke'ye dönüyorlar Bir kısım Araplar orada Kabe dururken niye biz Kudüs'e dönüyoruz demişler. Onlar burdan kaybetmişler. Şimdi ilk defa Kudüs'e dönülüyor ya. Ama Mekke'deki bir kısım imansızlar var ya itirazlarını yapmışlar. Yahu şurada Hz. İbrahim'den beri yıllardır Kabe'ye dönülüyordu. Şimdi Kudüs'e dönülüyor. Şimdi niye Kudüs'e dönülüyor? Damarları kabarmış adamların. Arab'ın ırkçılık damarları kabarmış. Olmaz böyle şey demişler.
Dikkat ederseniz günümüzde Türkiye'de de aynen cahiliye dönemi insanlarının yaşadığı haleti ruhiyye vardır. Ebu Cehil gelmiş bir gün Peygamber Efendimiz'e demiş ki, bu Bilal'a söyle bir daha eşhedü, meşhedü demesin. Niye? O Habeşli olduğundan eshedü diyemiyormuş da, eshedü diyormuş. Yani şını güzel güzel söyliyemiyormuş. Peygamberimiz demiş ki, Bilal'in şını senin şınından hayırlıdır.
Şimdi Ebu Cehil Arab dilciliğini, ırkçılığını yapıyor. Günümüzde televizyonda biri çıkıyor, dinime sövüyor ama dinime söverken olanak olasılık gibi kelimeler kullanıyor.Sağcı bazı yazarlar,alıyor elîne kalemi yazıyor aklına geleni. Vay efendim devletin televizyonunda sen olanak, olasılık, ulusallı, mulusalh kelimeleri nasıl kullanırsın diyor. Asıl çatılacak yer adam dinine sövüyordu. Oradan gitmesi gerekirken yine sövmesine laf etmiyor da, Türk dili bozuluyor diye çatıyor. Bu aynen Ebu Cehil mantığıdır.
Hem dinime çattığından dolayı hem Türk dilini bozduğundan dolayı müdahale etmek gerekiyor. Önce din sonra dil müdafaa edilmelidir.
Mekke'de de bir kısım insanlar efendim burada Kabe dururken niye biz Kudüs'e dönüyormuşuz, itirazında bulunuyorlar. Rabbim de, peygambere tabi olanlarla, peygamberin çizgisinden Ökçeyi döndürüverip gidenleri ortaya çıkarmak için diyor. Allah (c.c.) orada Efendimize emretmişki Kudüs'e doğru döneceksin! Müslüman sahabiler derhal ve itirazsız gönüllerinde şüphe olmadan dönüvermişler. Derken Medine'ye hicret etmişler ve Medine'de Kudüs'e doğru yönelirken bir emir gelmiş ve emri aldıkları an Peygamberimiz namazda iken dönmüş, ama öbür sahabelere de ilan edilmiş ey ahali duyduk duymadık demeyin dünden itibaren yani dün öğle namazından itibaren Allah Rasûlüne âyet nazil oldu. Bundan sonra Kabe'ye yöneleceğiz denilmiş. Ve Kabe'ye yönelivermişler. Cemaatin içinde Yahudi olan da var. Yalnız müslüman olmuş Yahudi. Kudüs'e dönüyordu. Eskiden beri döndüğü yer. Müslüman olan bu Yahudi, emir geliyor Mekke'ye dönün ve Mekke'ye gönlünde bir şek ve şüphesi olmadan yine dönüveriyor. Ama bir kısım Yahudiler bu sefer yahu anlıyamadık bu da ne demektir? Dün o tarafa dönüyorlardı. Bugün bu tarafa dönüyorlar, diye mırın kırın ediyorlar. Bunları yani bu gönlünde hastalık olanları ortaya çıkarıvermek için Allah (c.c.) bunu yapıverdiğini söylüyorlar. îşte bu bir kısım insanlara gayet ağır geliyor. Ama Allah'ın kendilerine hidayet verdiği kişilere bu ağır ve zor geliniyor.
Şimdi Yahudiler ve bir kısım Müslümanlar şöyle bir şey soruyorlar. Kudüs'e doğru namaz kılan bu insanlar, bu döneme erişemiyen yani hep Kudüs'e doğru namaz kılmış ve ölmüş sahabeler var bunlar ne olacak? Yahudiler bu lafı yayıvermişler, sahabeler arasında. Bu güne kadar yaptıklarınız boşa mı gitti? Peygamberiniz bu tarafa döndü. Geçmişte ölenleriniz ne olacak? Allah (c.c.) hiç bir boşluk bırakmıyor:
Allah sizin imanlarınızı zayi edecek değildir. O gün için Kudüs'e yönelmek iman idi. Ve o iman üzere amel ettiler. Onların o imanları zayi olmayacaktır. Allah insanlara karsı gayet merhametlidir, gayet şefkatlidir.
Aslında Peygamber Efendimiz (a.s.v.) Kudüs'e dönerken de gönlünde hep şunu arzu edermiş. Ne olurdu Ya Rabbi kıblemiz olarak Kabe olsaydı?! Temenni edermiş.
Abdullah ibn Abbas(r.a)hazretleri,Efendiler Efendisinin şöyle buyurduğunu nakleder:
YanıtlaSil"İnsanların çoğunun kıymetini bilmedikleri ve aldandıkları iki nimet vardır ki,bunlar sıhhat ve boş vakittir."