30 Mayıs 2009 Cumartesi

Bakara, 175,176,177

175-İşte onlar hidayet karşılığında sapıklığı ve mağfiret karşılığında azabı satın almışlardır: oysa ateşten ne kadar az korkar görünüyorlar!

Katade, Hasan-I Basri, Mücahid, Said b. Cübeyr ve Rebi1 b. enes bu ifa­deyi "Onlar, kendilerini ateşe sürükleyecek ameli işlemeye nasıl cesaret eder­ler?" şeklinde izah etmişlerdir. Taberi de bu görüştedir.

Mücahidden nakledilen başka bir görüşe göre, o bu âyeti şöyle izah et­miştir: "Onlara cehennemlik amellerini işleten şey nedir?"

Allah teala bu âyet-i kelimesiyle, Hz. Muhammed´in sıfatlarını Tevratta gizleyen ve bunun karşılığında faiz, rüşvet gibi şeyleri yiyen Yahudilerin du­rumlarına dikkatleri çekmekte ve bunların yaptıklarına şaşılması gerektiğini be­yan etmektedir.

Onların ticareti ise, işte onlar yani Allah'ın âyetlerini gizleyenler, Al­lah'ın âyetlerini para karşılığında satanlar, onlar hidayeti verip sapıklığı satın alanlardır. Allah'ın mağfiretini affını verip, azabı satın alan kişiler­dir onlar. Ne kadar da ateşe karşı sabırlıdırlar. Veya ateşe karşı ne kadar cüretkârdırlar. Yani Cehenneme doğru bir gidiş var onlar bu gidiş esna­sında da pazarlıktalar. Alış veriş yapıyorlar. Hidayet verip dalalet satın alıyorlar, mağfireti verip azabı satın alıyorlar. Ve azabı Cehennemin aza­bını, kendilerine doğru yaklaştırıyorlar.

Sabır kelimesini daha önce izah etmiştik. Bakara sûresinin 153. âyet-i kerîmesinde. Orada sabrın bir mânâsı da cesaretli olmak, metin olmak mânâsına geliyordu. Bu âyet-i kerîmeyi misal vermiştik.Ateşe karşı ne kadar sabırlılar mânâsı olduğu gibi ateşe karşı ne kadar cür'etkârlar diyor Allah (c.c).


176-İşte böyle: ilahî kelâmı, hakikati sergilemek için indiren Allah olduğundan, Ona karşı kendi görüşlerini dayatanlar derin bir açmazdadırlar.

Lafzen, “indirmekte olan”. Nezzele formu, vahiy sürecindeki tedricîlik ve sürekliliği yansıttığından en doğru şekilde geniş zaman kipi ile çevrilebilir.


Ayet-i kerimenin başında geçen "Bu" işaret zamirinden neyin kastedildiği hakkında Müfessirler çeşitli görüşler zikretmişlerdir.

Bazılarına göre "Bu" zamirinin mânâsı şudur: "Yahudilerin, Allah´ın emirlerine karşı gelerek Hz. Muhammed hakkındaki sıfatlan gizleyip cehennem ateşine girmeye cesaret etmelerinin sebebi, Allah tealanın hak olarak indirdiği kitabında, onların iman etmeyeceklerini, şu vb. âyetlerde bildirmiş olmasıdır: "Şüphe yok ki kâfirleri uyarsan da uyarmasan da birdir. Onlar iman etmezler. Evet, Allah teala bu gibi kâfirlerin, iman etmeyeceklerini kesin olarak bildiğinden, bunların, hidayetin karşıhğnda sapıklığı, affedilme karşılığnda da azabı tercih etmekten başka bir seçenekleri yoktur.

Diğer bir kısım âlimler ise buradaki zamirini şöyle izah etmiş­lerdir: Onlara vaadedilen bu azabın onlar için olduğu muhakkaktır. Zira Allah teala hak olarak indirdiği kitabında azabın onlar için hak olduğunu beyan etmiş­tir. Onun beyanları kesindir.

Başka bir kısım âlimlere göre zamirinin izahı şöyledir: Kâfirlere cehennem azabı vermemizin sebebi, Bizim, kitabı hak olarak indirmemiz, onların da bunu yalanlamalarıdır.

Taberi diyor ki: "Buradaki zamiri, bundan önce zikredilen âyetin tümüne işarettir. Allah teala: "Ben, şöyle şöyle yapan Yahudileri cehen­nem azabıyla cezalandırdım. Çünkü ben, kitabı hak olarak indirdim Onlar da bunu yalanladılar vç bu azaba layık oldular." buyurmaktadır.

Âyet-i kerimede zikredilen ve Allah´ın kitabı hakkında ihtilafa düştükleri beyan edilen kişilerden maksat, Yahudi ve Hıristiyanlardır. Yahudiler, Hz. İsa ve annesi hakkında, zikredilen hususlarda ihtilafa düşmüşler Hıristiyanlar da bu hususlardan bir kısmım inkâr etmislerdir.Fakat hem Yahudi hem de Hnistiyanlar, Hz. Muhammed hakkındaki bütün hükümleri inkâr etmişlerdir. Bu bakım­dan Allah tealanın indirdiği kitap hakkında büyük bir ihtilafa düşmüşlerdir.

177-Gerçek erdemlilik, yüzünüzü doğuya veya batıya çevirmeniz ile ilgili değildir; ama gerçek erdem sahibi, Allah'a, Ahiret Günü'ne, meleklere, vahye ve Peygamberlere inanan, servetini -kendisi için ne kadar kıymetli olsa da- akrabasına, yetimlere, ihtiyaç sahiplerine, yolculara, (yardım) isteyenlere ve insanları kölelikten kurtarmaya harcayan; namazında devamlı ve dikkatli olan ve arındırıcı [malî] yükümlülüğünü ifa eden kişidir; ve [gerçek erdem sahipleri] söz verdiklerinde sözlerini tutan, felaket, zorluk ve sıkıntı anlarında sabredenlerdir: İşte onlardır sadakatlerini gösterenler ve işte onlardır Allah'a karşı sorumluluklarının bilincinde olanlar.

Böylece Kur’an, yalnızca görünür/dış biçimlere uyum sağlamanın erdemliliğin gereklerini yerine getirmek için yeterli olmadığı ilkesini vurgulamaktadır. Kişinin namazda yüzünü şu veya bu yöne çevirmesine değinilmesi, biraz önce kıble konusunu ele alan ayetlerin devamıdır.

Birçok müfessire göre “vahiy” (kitâb) terimi, bu anlam örgüsü içinde genel bir muhteva taşımakta: ve genel olarak ilahî vahiy gerçeğine işaret etmektedir. Meleklere imanın burada zikredilmesinin sebebi ise, Allah'ın iradesini peygamberlere ve dolayısıyla bütün insanlığa izhar etmesinin, ğayb âlemine, yani, insan idrakinin ötesindeki bir gerçeklik alanına ait olan bu ruhsal varlıklar veya güçler aracılığıyla gerçekleştirilmesindendir.

Rakabe (çoğulu rikâb), lafzî olarak, kişinin “boyun”unu ifade eder ve aynı zamanda bir insanın bütün kişiliğini anlatır. Mecazî olarak fi'r-rikâb ifadesi, “insanları zincirlerinden kurtarmak yolunda” anlamına gelir ve hem esirleri fidye karşılığı bırakmayı hem de köleleri özgürlüklerine kavuşturmayı ifade eder. Kur’an, bu tür harcamaları erdemliliğin temel şartları arasına dahil etmek suretiyle insanları zincirlerinden kurtarmanın -ve böylece köleliği ilga etmenin- İslam'ın sosyal amaçlarından biri olduğuna işaret eder. Kur’an'ın nüzulü döneminde kölelik, bütün dünyada yerleşik bir kurum idi ve onun birdenbire ilga edilmesi ekonomik olarak imkansızdı. Bu zorluğu aşabilmek ve aynı zamanda köleliğin nihaî olarak tamamen ortadan kaldırılmasını sağlamak amacıyla Kur’an, 8:67'de, artık yalnızca haklı bir savaşta (cihâd) alınan esirlerin köle olarak tutulabileceklerini emreder. Ama bu yolla veya -8:67'nin nüzulünden önce- başka herhangi bir şekilde köle edinilmiş kişiler için bile Kur’an, köleleri salıvermedeki büyük erdemi vurgular ve onu çeşitli günahlar için bir kefaret aracı kılar (bkz. mesela, 4:92, 5:89, 58:3). Ayrıca Hz. Peygamber, insanları kölelikten şartsız olarak kurtarmanın, Allah katında bir Müslümanın ifa edebileceği en övgüye değer fiil olduğunu çeşitli vesilelerle vurgulamıştır.

"İyilik, yüzünüzü doğuya ve batıya çevirmeniz değildir." ifadesinden maksat, Abdullah b.Abbas, Mücahid ve Dehhaka göre şu demektir: "Ey Mü­minler, iyilik yapmak, kıblenin çevirilmesinden önce Kudüse, çevirilmesinden sonra da Kâbeye doğru namaz kılmak değildir. İyilik şunlardır:...." Bu hususta Abdullah b. Abbas diyor ki: "Bu âyet Resulullah´ın Mekke´den Medineye hicret etmesinden, bütün farzların ve cezaların inmesinden sonra nazil olmuştur. Bu bakımdan Allah teala, sadece namazın değil bütün farzların eda edilmesini em­retmiştir.

Yahudiler batıya , Hıristiyanlar da doğuya doğru namaz kılıyorlardı. Bu âyet nazil oldu ve Allah teala, iyilik ve hayınn, sadece yüzün doğuya ve batıya çevrilmesiyle olmadığını; iyiliğin, Allah tealanin beyan ettiği, imanı gösteren şu özelliklerde olacağını açıkladı. O özellikler de: Allah´a, kitaplara, Peygamber´ine iman etmek, Allah yolunda harcamak, onun yolunda cihad etmek ve diğer amellerdir. Taberi de, bundan önceki âyetlerin de Yahudiler hakkında olma­sı hasabiyle bu görüşü tercih etmiştir.

Ayet-i kerimede "Sevdiği mallardan veren kimse "zikredilmektedir. Ab­dullah b. Mes´uda göre bu ifadeden maksat, "Mala çok düşkün ve cimri olduğu, zengin olacağını ümit edip fakirlikten korkar olduğu bir halde onu harcayan" demektir.

Şa´bi bu âyet-i kerimeye dayanarak Müsümanın mallarında zekatın da dı­şında hak olduğunu söylemiştir.

Süddi de bu âyette zikredilen "İnfak"m, mal sahibinin, malı üzerinde bir-hak olduğunu söylemiştir. "Mal sahibi zekatın dışında bunu da vermekle yü­kümlüdür." demiştir.

Bu âyet-i kerimede bir çok sıfat birlikte zikredilmektedir. Arapçada cüm­lede çokça sıfat bulununca, sıfatların bazıları özellik arzetsin diye dilbilgisi kai­delerine göre bulunduktan halden ayrılarak başka bir halde kullanılırlar. İşte bu­rada "Sabredenler" kelimesi, diğer sıfatların bulundukları "Ya­lın" halden ayrılıp ismin "İ" halinde kullanılmıştır, Arapçada buna "Mensub" denilir. Buna göre mânâ şöyledir: "İyilik Allah´a, âhiret gününe , meleklere, ki­taba ve Peygamberlere iman edenin, .sevdiği mallardan akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kal an a, d ilendi ere ve köle azad etmeye verenin, namazı kıla­nın, zekatı verenin, söz verdiklerinde sözlerini yerine getirenlerin yaptıklarıdır. Sıkıntı, hastalık ve şiddet zamanında sabredenlerin sabretmelerin üe netice iti­bariyle bir iyilik ise de ben, özellikle bu sabredenleri daha çok takdir ederim."

Âyet-i kerime, iyilikte bulunan takva sahibi kimselerin sıfatlarını veciz bir şekilde özetlemiştir. Bunlar, iman etmek, malını Allah yolunda intak etmek, namaz kılmak, zekat vermek, verdiği sözü yerine getirmek ve sıkıntılara karşı sabretmektir. Bu sıfatları kısa olarak şu şekilde izah etmek mümkündür.

a- İman etmek: İmanın, herşeyin başında geldiği muhakkaktır. Kâfirlere dini vazifeler yüklemek söz konusu değildir. Kur´an-ı Kerim tek bir yerde kâfirlere hitabetmekte ve onları uyararak: "Ey kâfirler, bugün mazeret gös­termeyin. Sizler ancak dünyada yaptıklarınızla cezalandırılıyorsu­nuz? demektedir. İmanı olmayandan iyilik beklemek boştur.

b- Allah yolunda infak etmek: Peygamber efendimiz bir hadis-i şerifin­de, cimri ile, malını Allah yolunda harcayan kimseyi karşılaştırarak buyuruyor ki:

"Cimri insan ile malını Allah yolunda harcayan insan, üzerlerinde , göğüslerinde köprücük kemiklerine kadar uzanan demir yelek bulunan iki kişiye benzerler. Malını Allah yolunda harcayan kişi, her harcadığında bu demir yelek genişler ve bütün vücudunu kaplar. Öyle ki parmak uçlarını dahi örtüp ayak izlerini yok eder hale gelir. Cimri ise harcamak istemediği her an, demir yelekte bulunan halkalar, bulundukları yerlere yapışıp kalır­lar. Cimri bu yeleği genişletmeye çalışır fakat yelek genişlemez.

"Benimle, bir yetimi gözetip koruyan kişi cennette işte şu iki parmak gibi birbirimize yakın olacağız. Resulullah (s.a.v.) yoksulun kim oldu­ğunu beyan edip ona yardımda bulunmanın önemine işaret ederek te buyuruyor

"Aslında yoksul, insanları gezip dolaşan, kendisine verilen bir lok­ma veya iki lokma yahut bir hurma veya iki hurmanın geri çevirdiği kişi değil dir. Yoksul, kendisine yetecek kadar bîr şey bulamayan ve bu hali anlaşılamadığı için kendisine sadaka verilmeyen ve kalkıp ta insanlardan bir şey istemeye girişmeyen kimsedir.

Dilenen kimselere gelince, bunlar da azarlanıp boş çevrili meni el i az veya çok bir şeyler verilmelidir. Bu hususta âyet-i kerimede buyuruluyor ki: ""Di­lenciyi azarlama. Bu konuda Hz. Hüseyin (r.a.) Peygamber efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
"Dilencinin hakkı vardır, ata binerek gelse dahi.

d- Zekat vermek: Zekat, mali ibadetlerin başında gelir. Müslüman, tam bir hesap yapmak suretiyle zekatını vermek zorundadır. İslam Devleti, zekatını vermek istemeyen müslümandan bu zekatı zorla alır. Nitekim Hz. Ebubekir(r.a.v) Resulullah´ın vefatından sonra zekatı vermek istemeyenlerin üstüne gitmiş onlarla savaşmış ve onlar hakkında şöyle demiştir:

"Allah´a yemin olsun ki namazla zekatı birbirinden ayıranlara karşı mutlaka savaşacağım. Zira zekât, malın üzerinde bir haktır. Allah´a yemin olsun ki Resulallah´a vermiş oldukları bir yuları dahi bana vermekten ka­çınırlarsa bundan dolayı onlarla savaşırım.

e- Verdiği sözü yerine getirmek: İslamda çok önemli ve Müslümanın mutlaka yerine getirmesi icabeden hususlardan bir tanesi de, verilen sözün yeri­ne getirilmesidir.Bu hususta Allah teala şöyle buyuruyor: "Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen sözde mes´uliyet vardır. Peygamber efen­dimiz de, münafıkların sıfatlarını sayarken, verdiği sözden dönmeyi de bunlar­dan saymıştır: "Münafıkın alâmeti üçtür, konuştuğunda yalan söyler, ver diği sözden cayar, kendsine emanet edilen şeye hıyanet cder.

f- Sıkıntılara karşı sabretmek: Sabır, müminin sığındığı iki kaleden bi­ridir. Bu hususta Allah teala şöyle buyuruyor: "Ey iman edenler, sabırla ve namazla yardım dileyin. Şüphesiz ki Allah, sabredenlerle beraberdir.", "Şüphesiz ki sizi biraz korku, açlık, mal, can ve ürün eksikliği ile imtihan edeceğiz. Ey Muhammcd, sabredenleri müjdele."

2 yorum:

  1. Kahhâr : İsyankarları kahreden, hiç bir şekilde mağlub edilemeyen, üstün gelinemeyen.

    Mülkün, üstünlüğün, güç ve kuvvetin tamamı tek ve kahhâr olan Allah'a aittir. O'nun dışındaki her şey, mağlub ve yeniktir. Zalim ve zorbaların belini kıran, isyankar ve haddi aşanların boyunlarını büken, dünyadaki emellerine kavuşmalarına mani olan Allah'tır. Varlıların dilek ve istekleri dahil O'nun dilemesi altındadır.

    Allah insanlardan nasıl sıkıntıyı giderme gücüne ve onların kalplerine ferahlık vermeye kadirse, onları büyük bir azapla kahretmeye de kadirdir.

    Allah'tan yüz çevirip başkasına dayanan mutlaka mağlup olacak, şeytanın elinde birer oyuncak olacaklardır.

    Fakat bütün bu sayılanlar Allah'ın dünya hayatında insanlara tattırdığı acılardır. Ve onları yaptıklarından dolayı dünyada yaşarken kahretmesidir. Ama asıl olan, insanın cehennemde görülmemiş bir azapla kahredilmesidir. Allah'ın sonsuz rahmetine karşılık O'nun kadrini takdir edemeyen ve nankörlük eden insanlar ahirette cehennem azabıyla karşılaşacaklardır. Dünyada işledikleri suçların tam karşılığı ahirette kendilerine verilecektir.

    YanıtlaSil
  2. Uzun oldu biraz, kusura bakmayın.
    M.İslamoğlu nun da düşüncelerini belirtmek istedim.

    mst.

    YanıtlaSil