20 Mayıs 2009 Çarşamba

Bakara 164

164-Kuşkusuz, göklerin ve yerin yaratılışında; gece ile gündüzün birbirini takip edişinde; insanlara faydalı yüklerle denizlerde seyreden gemilerde; Allah'ın gökten indirerek onunla ölü toprağa can verdiği ve her çeşit canlının çoğalmasını sağladığı yağmurlarda; rüzgarların değişmesinde ve gökle yer arasında kendileri için tayin edilmiş belirli güzergahlarda akan bulutlarda, [bütün bunlarda] düşünüp akıllarını kullananlar için mesajlar vardır.

Bu ayet, Kur’an'ın, “akıllarını kullananlar”a, kainatı kuşatan bilinçli, yaratıcı bir Gücün birçok tezahürü olarak tabiatın her gün gösterdiği olağanüstülükleri ve insanın kendi yeteneğinin ürünlerini (“denizlerde seyreden gemiler” gibi) gözetlemeleri için yaptığı çağrılardan biridir.

Müşrikler Hz. Mûsa ve Hz. Îsâ (a.s.)’a verilen mûcizeleri öğrenip o kabilden olarak Safa tepesinin altın olmasını mûcize olarak istediler. Allah Teâla: “İstersen yaparım, fakat iman etmezlerse, hiç görülmedik şekilde azap gönderirim.” deyince Efendimiz: “O halde benimle halkımı baş başa bırak, onları yavaş yavaş dine dâvet edeyim.” demesi üzerine bu âyet indirildi. Demek ki bu âyette bildirilen gerçekler Safa tepesinin altın olması gibi harikalardan daha önemlidir. Bu, Kur’ân’ın din konusunda insan fikrini ne güzel eğittiğini göstermeye kâfidir.

Taberi diyor ki: "Eğer denilecek olursa ki: "Bir kısım kâfirler, göklerin ve yerin yaratılmasının ve âyette zikredilen diğer şeylerin, Allah tarafından meyda¬na getirildiklerini inkâr ederler. Allah´ın yaratıcılığını inkâr edenlere karşı Al¬lah´ın bunları yarattığnı söylemek, O nun varlığını ve birliğini gösteren bir delil olur mu? "Cevaben denilir ki: Allah´ın varlığını ve birliğini inkâr eden mülhid-lere doğrudan delil olmasa da, Allah´ın yaratıcılığın kabul eden fakat ona bir la¬kım putları ortak koşan müşriklere karşı, Allah´ın birliğini ispat eden kesin bir delildir. Zira Allah teala onlara: "Ben bu şeyleri yaratıyorum, sizin bana ortak koştuğunuz şeyler ne yapıyor? Hiçbir şey yapmıyor." diyerek onları sustunmıştur.

Geceyi gündüze katan Sen'sin. Gündüzü geceye katan Sen'sin.
Öyle bir ayarlı ki bizim saatlerimizin hepsi kendine göre. Kendi başı¬na hareket eder. Birbirine uymaz.
Ama Allah (cc), kâinatı yarattığından bugüne kadar bu saat düzenli işliyor. Bir saniye ileri gitmiyor, bir saniye geri kalmıyor Öylesine dü¬zenli hareket etmesi için her şeyi bilen ve onu ayarlayan âlim ve müdebbir birine ihtiyaç var ki o da Allah (cc) dür.

Yerin ve göğün yaratılışı diyor ki "ben Allah'ın varlığına ve birliğine şahitim." Denizlerde gemilerin yüzmesi Allah'ın varlığına ve birliğine şahitiir. Çünkü o denizde o suyun onu kaldırma kanununu yaratan Allah (cc) dür.
İlim adamlarının bulduğu ise mevcut bir kanunu keşfetmektir. Nasıl ki ben şu âyeti okuyup mânâsını size tefsir ediyorum. Bir tabiat bilimcisi de tabiat âyetlerine bakıyor. O kanunu bize keşfediveriyor. Keşif açmak manasına. Yani orada var olan bir şeyi bize açıveriyor. Onun içindir ki onu da yaratan denizlerde o gemiyi yürüten Allah (cc) dür. Çünkü kanu¬nu koyan O.

Mesela terzilerin pîri kimdir? İşte İdris (as) dır. Silah sanayiinin pîri kimdir? İşte Davud (as) dır, derler. Peki gemiciliğin pîri kimdir? Nuh (as) dur.
Dikkat ederseniz bütün meslek dallarının yani toplum için yararlı olan şeylerin öncüleri peygamberlerdir. Bu gerici, yobaz, din bilmez, di¬yanet tanımaz, Allah'a inanmaz grup, dinime sataşırken bunları bilmedik¬lerinden sataşırlar. Şu anda giydiği ayakkabıyı, giydiği elbiseyi, bindiği gemiyi, gemi insanların arabadaki ufkunu da açıvermiştir, bütün bunların öncülüğünü yapıveren yine peygamberlerdir. Teknolojinin öncülüğünü yapanlar peygamberlerdir.

Gökyüzünden yağmurun yağması, yeryüzünde yağmurun yağmasıyla nebatatın dirilmesi otların, çiçeklerin dirilmesi de Allah'ın bu âyetlerindendir.

Suyun kanunu, yağmurun yağışının hesabını yapanlar diyorlar ki, yağmurun yağması taşın düşmesi gibi değildir. Yani eşyanın düşme kanununa tabi değildir suyun düşmesi. Bize hesap ettirmişlerdi, ortaokul, lisede iken. Şu kadar yükseklikten, şu kadar hacimde, şu kadar ağırlıkta bir madde düşerse, yeryüzünde ne kadar etki yapar? Ne kadar zamanda düşer? Hacmi ile özgül ağırlığını hesap ettiriyorlar. Şu kadar zamanda düşer gibi hesaplar yaptırırlardı. Fakat bu kanuna tabi değildir diyorlar yağmurun düşmesi. Eğer yağmur o kanuna bağlı olsaydı adamın tepesine vurdu mu bayıltırdı diyorlar. Ama rahmet melekleri indirdiği için yumuşacık iniyor insanın üzerine okşar gibi yağmur yağıyor. Dolu hariç.

Ve o tabiat üzerinde hareket edene. Dabbe diyor. Şöyle kıpırdayan canlıya Dabbe diyor Arap. Kıpırdamasından dolayı. Canlı varlıkları da yeryüzüne saçıveren Allah (cc) dür. Bu varlıklar Allah'ın âyetleridir. Denizin derinliklerindeki, dağların tepesindeki, karın içindekiler Allah'ın âyetleridir. Hani kar'ı çok yağan yaza kadar karların kalkmadığı, kar'ı bir iki sene duran yerde yaşıyan arkadaşlarımız bilirler ki, kar'ın içinde kurt olur. Kar için soğuktan içinde bir şey yaşamaz dersiniz ya. Kar'ın içinde kar kurdu olur, bembeyaz olur. Kar renginde olur. Kar'ın içinde Allah (cc) kurdu yaratıyor. Ateşin içerisinde de semenderi yaratıyor. O volkanların içersindeki lavların içinde semenderi yaratıyor.
Eskiden bizde tasavvuf edebiyatında kullanılırdı semender kelimesi. Yani aşk ateşinin içinden geçtim semender gibi filan derlerdi.
Bir gün televizyonda, bir belgeselde volkanı anlatırken işte bu lavların içerisinde de semender diye bir kuş yaşar diyor spiker. Ve onun da hareketini göstermeye çalışıyor.
Kar'ın içerisinde kurdu görüyoruz. Semerden bizzat görmedim. Televizyondaki hariç, ateşin içindekini görmedik. Yani böyle uzun müddet yanan bir ateşi görmediğimiz için görmedik. Fakat edebiyatımızda var semender. Nasıl ki suyun içerisindekine inanıyoruz onada inanıyoruz. Hiç deniz görmiyen bir adama suyun içinde canlı yaşar deseniz adam der ki gel senin kafanı suyun içine sokalım 5 dakika durabilirsen ben de ina¬nayım. Ama deniz kenarındakiler buna rahat inanırlar. Suyun içerisinde balık veya binlerce yaratık, karın içindeki kar kurdu, ateşin içindeki semender ve tabiatta rengiyle, kokusuyla, sesiyle birbirinden tamamen ayrı yapılarıyla ayrı olan Dabbe nin yaratılması ve yayılması da Allah'ın âyetlerindendir.
Bundan sonra canlılara bakarken Kur'ân âyetine bakar gibi bakacağız. Nasıl ki Kur'ân âyetlerine bakınca tefsir etmeye çalışıyoruz. Tabiat âyetlerine bakarken de ya Rabbi bunu. acaba hangi hikmete binâen, insanın hangi derdine deva olsun diye, ne için yarattığının araştırılması yönünde ibretle bakılması gerekir. Bunlar çünkü Allah'ın âyetleridir. Ama kime göre? Aklı olan toplumlar için Allah'ın âyetleridir bunlar.
Zamanla âlimlerimiz ikisini de yani Kur'ân âyetlerim tefsirle meşgullerken, tabiat âyetlerini de keşifle meşgullerdi. Şimdi onların çocukları Kur'ân'ı kapatınca beraber tabiata da gözlerimizi kapattık. Dergilerde, gazetelerde, surda burda efendim cebiri Cabir b. Hayyam bulmuştu. Efendim tıpla ilgili İbni Sina şöyle yapmıştı diye onlarla öğünmeye gidiyoruz. Bu öğünmeler bize fayda vermez ve bizi kurtarmaz.

165- Öyle insanlar vardır ki, Allah'tan başkasını Allah’a denk tutar, tıpkı Allah’ı severcesine onları severler. Müminlerin Allah’a olan sevgileri ise her şeyden daha ileri ve daha kuvvetlidir. Böyle yaparak kendilerine zulmedenler, azabı gördükleri zaman anlayacakları gibi, bütün kuvvet ve kudretin yalnız Allah’a ait olup, Allah’ın azabının pek şiddetli olduğunu, keşke şimdiden bilselerdi!

Bu âyet, ulûhiyyetin en önemli hususiyetlerinden birinin muhabbet yani sevilmek olduğunu gösterir. Bundan dolayıdır ki Kur’ân ıstılahında insan, daha çok “kul” vasfıyla anılır. Kulluk, kendisine kul olunan varlığa karşı beslenen sevginin en ileri derecesini ifade eder. Bu âyet gösteriyor ki, Allah’tan başka herhangi bir şeyi veya kimseyi Allah’ı severcesine seven kimse, Allah’tan başka nid (yani O’na denk tutmuş), sayılmaktadır. Bu, sevgide ortak yapmaktır, yoksa yaratma ve Rab olma vasfında denk saymak değildir. el-Vedûd Allah’ın güzel isimlerinden olup “Yaratıklarını çok seven ve onlar tarafından çok sevilen” demektir.

Taberi, bu âyetin mânâsının şöyle olduğunu zikretmiştir: "Ey Muhammed, sen zalimlerin, azabı gördüklerini bir görmüş olsaydın. O zaman bütün kuvvetin yalnız Alîaha ait olduğunu ve Allanın, azabı şiddetli olan Rab olduğunu görmüş olurdun. Taberi sözlerine devamla diyorki: "Burada hitap her ne kadar Resulullaha ise 6e asıl kastedilen, onun dışındaki insanlardır. Zira Resulullahın, bütün kuvvetin Allaha ait olduğunu ve Allanın, azabı şiddetli olan rab olduğunu bildiğinde şüphe yoktur. Bu âyete, şu âyete benzemektedir? "Bilmez misin ki, göklerin ve yerin mülkü Allah´a aittir?

4 yorum:

  1. Ensar,cuma günü 165. ayetin tefsirinden başla, bugün fazla uzun olmasn diye sadece mealin açıklamalarını koydum.

    Diğer okuyucular; perşmbe maçımz olduğu için bugnden koydm tefsirimi.

    YanıtlaSil
  2. Rezzak : Rızık ihsan edici, tekrar tekrar, bol bol rızık veren.
    Kuluna karşı çok şefkatli ve merhametli olan Allah, insanları içinde sayılamayacak kadar çok nimetle dolu olan topraklarda yaşatır. Öyle ki insan toprağı ekip biçmeden bile toprak yemyeşil ürünler ve başaklar verir. İçinden sarı, kırmızı, yeşil, turuncu meyve ve sebzeler çıkar. Masmavi denizlerin içi ise yine binlerce çeşit ve lezzette balıklarla doludur. Bütün bunların yanında Allah insanlara hem yerdeki hayvanların etini, hem de gökteki kuşun etini yedirir, hayvanların içinden tertemiz süt çıkarır, arılara bal yaptırır... Bütün bunları insanlara Allah bağışlamaktadır.

    YanıtlaSil
  3. - Ebuzer, Hz. Peygamber’e
    “Ey Allah’ın Rasûlü! Bir kişi kavmi sever fakat onların amelleri gibi amel yapmaya gücü yetmez. Durumu ne olacaktır?” diye sordu. Hz. Peygamber “Sen, ey Ebazer, kimi seversen onunla berabersin” dedi. Ebuzer “Allah’ı ve O’nun Peygamberi’ni severim” dedi. Hz. Peygamber “Sen sevdiğinle berabersin” buyurdu. Ebuzer bu sözü tekrar tekrar söyledi. Peygamber de tekrar tekrar cevab verdi.

    YanıtlaSil
  4. “Oysa kendilerine yalnızca Allah’a ibadet etmeleri, bütün içtenlikleriyle yalnız O’na iman ederek batıl olan her şeyden uzak durmaları, namazlarında dikkatli ve devamlı olmaları ve mallarının bencillik kirinden arındırılması için karşılıksız harcamada bulunmaları emrolunmuştu. İşte dosdoğru din de budur.” (Beyyine: 98/5)

    YanıtlaSil