42-
Sen ve kardeşin ayetlerimle, mucizelerimle gidiniz. Bu arada Adımı anmayı hiç
ihmal etmeyiniz.
43-
Firavun'a gidiniz. Çünkü o gerçekten azıttı.
44-
Ona yumuşak sözler söyleyiniz. Belki aklı başına gelir ya da kötü akıbete
uğramaktan korkar.
Sen ve kardeşin
mucizelerimin itici enerjisinden güç almış olarak yola çıkınız. -Bilindiği gibi
Hz. Musa, bunlardan değneğin yılana dönüşme mucizesi ile ak parıltı saçan
el mucizesini gözleri ile görmüştü- Burada da Adımı anmayı hiç ihmal etmeyiniz.
Bu sizin cephaneniz, silahınız,
sırtınızı vereceğiniz sağlam dayanağınız, düşmez kalenizdir. Firavun'a
gidiniz. Ben seni vaktiyle onun kötülüğünden korumuştum. O zaman yeni doğmuş
bir bebektin. Bir sandukaya kapatıldın, sanduka nehre atıldı ve dalgalar onu
kıyıya bıraktı. Bu terör senin kılına dokunamadı, bu korkular sana hiçbir zarar
vermedi. Oysa şimdi eğitimlisin, donanımlısın, göreve hazırsın. Şimdikinden çok
daha kötü, çok daha büyük tehlikelerden kurtulduğuna göre artılı sana bir şey
olmaz.
Kardeşinle birlikte
Firavun'a gidiniz. Çünkü o iyice azıttı, gemiyi azıya aldı, zorbalığını ayrı
boyutlara vardırdı:
"Ona
yumuşak sözler söyleyiniz."
Çünkü yumuşak söz, karşı
tarafı kızdırmaz; onun günahla, kötülükle gururlanma damarını kabartmaz. Azgın
zorbaların başını döndüren kof bencillik kompleksini depreştirmez. Tersine
kalbi uyarır. Uyanan kalp ise öğüt alır, azgınlığın sonundan korkmaya başlar. .
Kardeşinle Firavun'a
gidiniz. Giderken doğru yola dönmez önyargısına kapılarak umutsuzluğa
kapılmayınız. Öğütlerinizi dinleyebilir, kötülüklerinden korkup vazgeçebilir
iyimserliği içinde olunuz. Çünkü eğer bir çağrı görevlisi, çağrısının etkisi
ile karşısındaki kimsenin doğru yola gelebileceğini ummazsa, coşku için çağrı
görevini yapamaz, karşı tarafın ayak diremeleri ve inkârcılığı ile yüz yüze
gelince tüm gücü ile davasını savunmayı sürdüremez.
Hiç kuşkusuz yüce Allah,
Firavun'un başına neler geleceğini, sonunun nasıl olacağını biliyor. Fakat her işte olduğu gibi, çağrı görevinde
de sebeplere yapışmak gereklidir. Yüce Allah, insanları yaptıklarına göre,
bu yaptıkları kendi dünyalarında meydana geldikten sonra, hesaba çeker. Gerçi
O, olup-bitenlerin öyle olacağını baştan bilir. Çünkü yüce Allah'ın olayların
geleceğine ilişkin bilgisi şimdiki zamana ve geçmişe ilişkin bilgisi gibidir,
O'nun bilgisi açısından zaman dilimleri arasında hiçbir fark yoktur.
Buraya kadar yüce Allah,
Hz. Musâ’ya sesleniyordu. Sahne çölde geçen bir "söyleşi" sahnesi
idi. Bu noktada ise mesafelerin, boyutların ve zamanların dürülüp aşıldığına
tanık oluyoruz. Bir de bakıyoruz ki, Hz. Musa, kardeşi Harun ile beraberdir.
İkisi birlikte Rab’lerine sesleniyorlar. Firavun ile karşılaşmalarına ilişkin
korkularını, kendilerine hemen işkence yapacağından, çağrıları karşısında öfkelenip
küplere bineceğinden endişe ettiklerini açıklıyorlar.
45-
Musa ve Harun dediler ki; "Ey Rabbimiz, korkarız ki, Firavun bize karşı
bir taşkınlık yapar, ya da azgınlığını artırır."
46-
Allah, onlara dedi ki; "korkmayınız. Ben sizinle beraberim. Ben her şeyi
işitir, her şeyi görürüm."
47-
"Ona varınız ve deyiniz ki; 'Biz Rabbi’nin sana gönderdiği elçileriz.
İsrailoğullarının bizimle birlikte Mısır'dan ayrılmalarına izin ver. Onlara
işkence etme. Sana Rabbi’nden, doğru söylediğimizi kanıtlayacak mucizeler ile
geldik. Doğru yola girenler esenliğe ereceklerdir."
48-
"Bize gelen vahye göre Allah'ın ayetlerini yalanlayarak gerçeğe sırt
çevirenler azaba uğrayacaklar."
Hz. Harun'un, uzun "söyleşi"
olay sırasında Hz. Musâ'nın yanında olmadığı kesindir. Bu söyleşi yüce Allah'ın
sevgili kulu Hz. Musâ ya özgü bir lütfudur Yüce Allah bu söyleşiyi uzatmış, bu
konuşmayı geniş tutmuş, onu çeşitli son ve cevaplarla zenginleştirmiştir.
Buna göre Hz. Musa ile Hz.
Harun'un "Ey Rab’imiz, korkarız ki, Firavun bize karşı bir taşkınlık
yapar, ya da azgınlığını arttırır." şeklindeki sözleri
"söyleşi" sırasında söylenmemişti. Fakat ayetler hikâyelerin canlı,
duygulandırıcı, dokunaklı ve vicdanları etkileyici sahnelerine bir an önce
ulaşabilmek için zaman ve yer boyutlarını dürüp aşıyor ve olayların arasında
sözün akışından yararlanılarak doldurulabilecek boşluklar bırakıyorlar.
Buna göre Hz. Musa ile Hz.
Harun, başkahramanımız Tur dağı yakınlarındaki "söyleşi"den döndükten
sonra buluşmuş olmalıdırlar. Yüce Allah, Hz. Harun'a, Firavun'u hakka çağırmaya
kardeşi ile birlikte gitmesini vahyetmiştir. İşte bunun üzerine ikisi birlikte
korkularım, kaygılarını yüce Allah'a duyuruyorlar:
"Musa
ve Harun dediler ki; 'Ey Rab’imiz, korkarız ki, Firavun bize karşı taşkınlık
yapar, ya da azgınlığını arttırır."
"Taşkınlık" ilk
aşamada hemen yapılan kötülük anlamına gelir. "Azgınlık" ise
taşkınlıktan da işkenceden de daha geniş kapsamlı bir kavramdır. O günlerin
zorba Firavunu bu kötülüklerin herhangi birini ya da her ikisini birlikte yapmaktan
çekinmeyecek derecede azıtmış bir canavardır.
Yüce Allah hemen onlara
kesin cevabını yetiştiriyor. Her türlü korkuyu ve endişeyi silen bir cevaptır
bu:
"Allah
onlara dedi ki; 'Korkmayız, Ben sizinle beraberim; Ben her şeyi işitir, her
şeyi görürüm."
Ben sizin yanınızdayım. Ben ki, güçlü, kahredici, yüce ve uluyum.
Ben ki, kullarımın üzerinde ezici bir egemenliğe sahibim. Ben ki bütün evreni,
canlıları, fertleri ve nesneleri sadece bir "ol" direktifi ile
yaratanım. İşte bu sıfatlarımla sizin yanınızdayım. Aslında bu kısa ve kesin
güvence yeterlidir. Fakat yüce Allah onların güvenini pekiştirmeyi uygun
görüyor. Bunun için desteğini somut bir gerekçeyle perçinliyor:
"Ben
her şeyi işitir, her şeyi görürüm."
Firavun sizi karşısında
görünce istediği kadar parlasın, taşkınlık yapsın, azıtsın; ne yazar, ne
yapabilir, elinden ne gelir? Her şeyi işiten, her şeyi gören yüce Allah onlarla
birlikte olduktan sonra o kim oluyor?
Bu güven verişin ardından
çağrıyı nasıl yapmaları gerektiğine, nasıl bir tartışma yolu izleyeceklerine
ilişkin bir talimatla, bir taktik dersi ile karşılaşıyoruz:
"Ona
varınız ve deyiniz ki; 'Biz Rabb'inin sana gönderdiği elçileriz. İsrailoğullarının
bizimle birlikte Mısır'dan ayrılmalarına izin ver. Onlara işkence etme. Sana Rabbi’nden
doğru söylediğimizi kanıtlayacak mucizelerle geldik. Doğru yola girenler
esenliğe ereceklerdir."
"Bize
gelen vahye göre Allah'ın ayetlerini yalanlayarak gerçeğe sırt çevirenler azaba
uğrayacaklardır."
Görüldüğü gibi bu taktik ile
ilk önce elçiliklerinin temel dayanağını vurgulamaları emrediliyor:
"Biz
Rabb'inin sana gönderdiği elçileriz."
Bu çarpıcı girişin amacı
Firavun'a evrende kendisinin ve bütün insanların Rabbi olan bir ilahın
varlığını duyurmaktır. Bu ilah o günlerin bazı yaygın putperest hurafelerinde
ileri sürüldüğü gibi sadece Musa ile Harun'un, ya da sırf İsrailoğullarının
ilahı değildir. Bu geleneksel hurafelere göre her oymağın ve her soy
topluluğunun bir, ya da birkaç ilahı vardı. Bunun yanı sıra Firavun'un, Mısır
da tapınılan bir ilah olduğu, çünkü ilahlar soyundan geldiği saplantısı da
asılsızdır. Bu saplantı çeşitli yüzyıllarda yaygın bir biçimde savunula
gelmiştir.
Arkasından Hz. Musa ile
Hz. Harun'un misyonları, elçilik görevlerinin içeriği açıklanıyor:
"İsrailoğullarının
bizimle birlikte Mısır'dan ayrılmalarına izin ver, onlara işkence etme."
Onların Firavun nezdindeki
elçilikleri bu misyonla sınırlı idi. Yani İsrailoğullarını kurtaracaklar,
Allah'ın birliği inancına döndürecekler ve yüce Allah'ın kendilerine yurt
olarak belirlediği "Kutsal Topraklar"a göç etmelerini sağlayacaklardı
(Sonradan bu yurtlarında kargaşa çıkaracaklar ve yüce Allah da onları toplu
biçimde yok edecektir.)
Arkasından "Allah'ın
elçileriyiz" derken doğru söylediklerine ilişkin kanıtlar gösteriyorlar:
"Sana
Rabb'inden doğru söylediğimizi kanıtlayacak mucizelerle geldik."
Bu mucizeler sana
Rabbimizin emri ile geldiğimizi, sınırlarını çizdiğimiz bu görevi bize verenin
gerçekten yüce Allah olduğunu kanıtlar.
Arkasından Firavun'a
özendirici, gönül alıcı bir söz söylüyorlar:
"Doğru
yola girenler esenliğe ereceklerdir."
Yani umutları odur ki,
Firavun, doğru yola girsin de esenliğe erenler arasına katılmayı hak etsin.
Bu özendirici cümleyi bir
tehdit ve korkutma ifadesi izliyor. Fakat okuyacağımız sözlerin içerdiği tehdit
ve korkutma direkt değildir, dolaylıdır. Çünkü Firavun'un kof büyüklük
kompleksini ve azgınlığını depreştirmekten dikkatle kaçınıyorlar:
"Bize
gelen vahye göre Allah'ın ayetlerini yalanlayarak gerçeğe sırt çevirenler azaba
çarpılacaklardır."
Umutları odur ki, Firavun,
Allah'ın ayetlerini yalanlayanlardan, gerçeğe sırt dönenlerden olmaz:
İşte yüce Allah, Hz. Musa
ile Harun'un kalplerine böylece güven aşılamış, onların yolunu çizmiş ve
işlerini programlamıştır. Artık ne yapacaklarını bilerek, adımlarını nasıl
atacaklarının bilincinde olarak, kendilerine güvenerek yola çıkabilirler.
Bu noktada sahnenin
perdesi iniyor. Bu perde tekrar kalktığında Hz. Musa ile Hz. Harun'u, azgın
zorba ile karşılıklı konuşurken, hararetli hararetli tartışırken göreceğiz.
Hz. Musa ile Hz. Harun,
Firavun'un yanına vardılar. Ayetler onun yanına nasıl gittiklerini anlatmıyor.
Her şeyi işiten ve gören Rab’leri yanlarında olduğu halde o zorbanın yanına
vardılar. Adına konuştukları, sözcüsü oldukları bu güç, bu otorite ne büyük bir
güç, ne ezici bir otoritedir. Bu yüce otoritenin yanında Firavun gibi bir
zorbanın lafı mı olur? Varsın, kim olursa olsun! Yanma girince Rab’lerinin
kendilerine duyurmayı emrettiği mesajı duyurdular ona. Şimdi karşısında
durduğumuz sahne Hz. Musa ile Firavun arasında geçen bir karşılıklı konuşma ile
başlıyor.