23 Mayıs 2009 Cumartesi

Bakara 165;166

(165) İnsanlar arasında Allah'tan başkasını O'na ortak koşanlar ve onları Allah'ı sever gibi sevenler vardır. İman edenlerin Allah'a sevgisi ise daha kuvvetlidir. Zalimler, azabı görecekleri zaman bütün güç ve kuvvetin şüphesiz Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın gerçekten çetin azaplı olduğunu keşke bilselerdi.

İnsanlardan bir kısmı, Allah'tan başka Allah'a eş ilah edindiler. O or­tak edindikleri ilahı seviyorlar. Allah'ı sever gibi seviyorlar. İman edenle­re gelince onların Allah'a olan sevgileri daha şiddetlidir.

Şimdi burada dört türlü mana vermek mümkün ve hepsi doğrudur. Mealler fazla faydalı olmaz diyoruz ama tefsir okumak faydalıdır. Tefsir­ler daha açık bilgi verir. Yani dört yönünü de verir.

Meal; Allah'dan başka ilah edinenler onları Allah'ı sever gibi sever­ler der, bitirir.

Halbuki o ilahlarını severler. Allah'dan başka filan adamı ilah edini­yorlar. Onu seviyorlar. Ne gibi? Allah'ı sevdiği gibi. Yani bu adamlar Allah'a da iman ediyorlar. Onun için Allah kelimesi kullanmış yani Al­lah'a inanıyorlar, Allah'ı seviyorlar. Ama filanı da sevsek olmaz mı diyor­lar, ikisini beraber götürme tarafına gidiyorlar. Yani eşit seviyede tutu­yorlar. Allah ile Allah'ın kanunlarına zıt kanun koyan kişiyi ilahî aştırıyor. Ona da sevgisi var. İkisini beraber seviyorlar. Onu sevdiği gibi seviyorlar diyor Rabbim.

Mü'minlere gelince, mü'minlerin ise Allah'a olan sevgileri daha şid­detlidir. Neden yine iki türlü mâna. Onların putlarını sevdiklerinden daha fazla severler Müslümanlar Allah'ı.

Günümüzde "yahu şu adamın batıl yolda mücadelesini Müslümanlar yapıverse" diyoruz. Seviyemiz o kadar düşükki kendi aramızda. Adam kendisi gibi bir insanın koymuş olduğu kuralların insanlar üzerinde ha­kim olması için malını veriyor, canını veriyor. Müslüman da beri taraftan diyor ki, "Yahu bizim de imanımız, bizim de gayretimiz şu imansizınki kadar olsaydı."

Rabbim öyle demiyor. Sizin Allah'a olan sevginiz, onların putlarına olan sevgisinden daha şiddetlidir diyor. Eğer şiddetli değilse imanımız­dan şüphe etmemiz gerekiyor. Veya zayıf olduğunu kabul etmemiz gere­kiyor.

Tabiatta sevgi hakimdir diye bir söz vardır, doğrudur. Çocuğumuzu sevdiğimiz için bağrımıza basıyoruz. Annemiz ve babamız yatalak hale gelseler, sevdiğimiz için onların her türlü zahmetini rahmet biliyoruz. Onlar da bizi çocukken aynı şekilde yemezken yediriyorlar, giyemezken giydiriyorlar, temizliğimize dikkat edemezken bizi temizliyorlar. Bir gün tam tersine dönüyor. Onlar yiyemezken biz yediriyoruz, giyemezken biz giydiriyoruz, onlar temizliğine dikkat edemezken biz dikkat ediyoruz.

Burada bu işe bizi teşvik eden onlara olan sevgimizdir. Eşlerimize olan sevgimiz, dostlarımıza olan sevgimiz bizi bir araya getiriveriyor. Birbirimizin işini gördürüyor.

Şimdi burada insan annesini sever, babasını sever. Bu dinidir ve sev­mesi gerekir. Ancak anneyi, babayı, eşi ve çocukları yaratan Allah'dır. Öyleyse Yaratanı daha fazla sevmek gerekiyor. O yaratmamış olsaydı ol­mayacaktı bunlar.

Ondan sonra Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'i sevmemiz gerekiyor ki, bir hadis-i şerifte: Bir kişi beni anne ve babasından daha fazla sevmedik­çe iman etmiş olmaz diyor. Alimlerimiz bir parantez arası yapar orada/gerçekten imanı kâmille kemâl bir imanla iman etmiş olmaz. Hadisin metninde bu yok aslında. Yani kâmil bir imanla iman etmiş olmaz diye bizi kurtarmak için terceme yapanları­mız bir ilave koyuyorlar orada.

Birinci derece Allah (c.c.)'ü, ikinci derecede Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'i seveceğiz.

Allah yarattı diyelim anamızı, babamızı, eşimizi, çocuğumuzu. Peki peygamberi niye sevelim? Çünkü anaya itaati de o öğretti. Eşe olan say­gıyı ve sevgiyi de o öğretti. Ve şu anda halkı müslüman olan ülkelerde, müslüman insanların hanımlarının temiz kalması fuhşa bulaşmaması, er­keklerinin temiz kalıp zinaya bulaşmaması, o peygamberin sünnetine bi­raz olsun sarılmamızdan kaynaklanmaktadır. Yoksa bizim kan olarak, can olarak, ten olarak bir Alman'dan veya bir İngiliz'den veya Amerikalı'dan farkımız yok. Bu imana sahip olmamış olsaydık Almanya'da bir Hıristiyan olarak dünyaya gelmiş olsaydık eşlerimizin ve çocuklarımızın başkalarıyla gezmesinden zevk alır hale gelebilirdik maazallah.

Onun için Peygamberi seveceğiz. Yani bize 1400 sene evvelinden vermiş olduğu talimatla çocuklarımızı tuttuğu için, temiz kalmasını sağ­ladığı için O'nu da seveceğiz. Rabbimden sonra seveceğiz yalnız. Kul ol­duğunu da hiç unutmayacağız.

Hristiyanların Hz. İsa'yı sevdiği gibi sevmiyeceğiz. Kul olduğunu fakat Allah (c.c.)'ün rasûlü olduğunu ve bize her şeyimizi öğrettiğini bile­rek seveceğiz Efendimiz (a.s.v.)'i.

Muhabbet kelimesini çok kullanırız. Muhabbet kelimesi Arapça bir kelime. Türkçe karşılığı sevgi olarak terceme edilmiş güzel bir kelime yani Türkçe'si de güzel.

Arabın dilinde Hubab demişler. Yağmur yağıp seller aktığında o yağmur suyunun üzerindeki kabarcıklara Arap diyor.

İnsan da sevince diyor kalbi kabarır. Bir yere doğru meyleder ya. İşte ondan dolayı muhabbet demişler buna. Muhabbet kelimesini kullanmış­lardır. Yani kalbim kabardı. Ona doğru meyletti kelimesini ifade etmek için muhabbet kelimesi kullanılmış.

Veya suların en derin yerine Habab der Arap. İnsanın da sevgisi gön­lünün en derin yerinde olmasından dolayı o kelimeden türeterek muhab­bet kelimesini söylemişler.

Veya Türkçe'de de kullanırız bunu. Habbe kelimesi dane mânâsına geliyor. Dane, yani buğday danesi, arpa danesi veyahutta herhangi bir bitkinin tohumu dediğimiz şeye bir tanesine habbe diyoruz. O habbe top­rağa düşüyor ve orada yeşeriyor. Meyve veriyor, sebze veriyor, çiçek ve­riyor. Habbe toprağın derinliklerine düşünce çiçeğe dönüşüyor.

Sevgi de insanın yüreğine düşünce, dışarıya çiçekleniyor. Eli merha­metle, gözü şefkatle ve bütün davranışları iffetle çiçekleniveriyor. Ondan dolayı Allah (c.c.)'ü birinci derecede her şeyden şiddetli olarak sevmemiz isteniyor.

Diğerlerini ise babalara merhametle, rahmetle, çocuklara şefkatle ha­nımlara şehvetle sevgi, yani eşimize şehvetle sevgi haram değildir. Ayıp da değildir ve Rabbimin çizdiği kurallar içerisinde olduğu müddetçe bu sevgiden dolayı da insanlara ayrıca sevap vardır.

Bu âyet-i kerîmeye uygun olarak, kâfirlerin kendi liderleri kendi yö­neticileri, kendi kanun koyucuları yolunda verdikleri mücadeleye denk mücadele vermeyeceğiz.

Onların verdiği mücadeleden üstün bir mücadele verirsek Müslüman olduğumuzu ortaya koyuyoruz biz. Yoksa denk olmak bile bizim için de­recenin düşmesine sebep oluyor.

"Keşke o zalimler azabı gördüklerinde yani Cehennem azabını gör­düklerinde bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu anladıklarında yani zalimler o günün Allah'a ait olduğunu, bütün gücün Allah'a ait olduğunu, herkesin onun huzurunda toplanacağını, Cehenneme atılacaklarını bilmiş olsalardı bu dünyada bilir gibi görmüş olsalardı ve Allah'ın azabının mut­laka daha şiddetli olduğunu bir biliverselerdi bu dünyada iken" diyor Al­lah (c.c).

Ben ilah derken genelde insan kelimesini kullanıyorum. Yani insana tapınmaya Kur'an'da çokça yer veriliyor. Ayrıca putlara tapınılmış. An­cak o putları gerçek put diye diktikleri adamlar ortaya dikmişler. Asıl Kufân'in vermek istediği putlar canlı insanlar. Yani Ebu Cehil, Ebu Leheb gibi insanlardır. Yani Rabbimizin kanununa karşı kanun koyan insan­lardır. Bu âyet-i kerîme onu daha açık veriyor bize. Yukarda onlar Allah'ı sever gibi ilahlarını da severler deniliyordu.

Şimdi bunu bir kısım insanımız şöyle açıkîayıveriyor: Efendim put­ları, taşları dikerlerdi. O taşlara olan sevgileri, Allah'a olan sevgileri gi­biydi. Ama bakınız şu âyet ne diyor;


(166) O zaman kendilerine uyulanlar azabı görünce kendilerine uyanlardan uzaklaşacaklar. Ve aralarındaki bağlar kopacaktır.

Tâbi olunanlar yani liderler, tâbi olanlardan yani halktan kaçıverdiklerinde, kıyamet gününde o milletlerin lider diye peşinden gittikleri, Allah'ı bırakıp da peşinden gittikleri adamlar, kendisine uyanların böy­le dizildiğini görünce onlardan kaçıverecek. Yani ben kendi azabımı çe­keyim; ama bir de bunlarınkini yüklenmeyeyim diye kaçıverecek. İşte o zaman ve azabı da görüverdiklerinde, yaptıklarının cezasının ne olduğu­nu da" görüyorlar. İkisi arasındaki bütün sebepler de ortadan kesildiğinde, ipler de kopuverdiğinde, tabi olanlarla tâbi olunanlar arasındaki ipler de makam, mevki, para, rüşvet, şan, şöhret gibi şeyler de kopuvermiş. O zaman bu hale düşüverdiklerinde ;


(167) Ve uyanlar "Keşke dünyaya tekrar dönüş olsaydı da onla­rın bizden uzaklaştığı gibi biz de onlardan uzaklaşsaydak" derler. Böylece Allah onlara amellerini pişmanlık halinde gösterir. Ve onlar ateşten çıkamayacaklar.

2 yorum:

  1. Saffan İbnu Assal el-Muradi (ra) bize, Resulullah (sav)`in şöyle söylediğini rivayet etti: "Mağrib cihetinde bir kapı vardır. Bu kapının genişliği veya bunun genişliği binekli bir kimsenin yürüyüşüyle kırk veya yetmiş senedir. Allah o kapıyı arz ve semaları yarattığı gün yarattı, işte bu kapı, güneş batıdan doğuncaya kadar tevbe için açıktır."

    YanıtlaSil