13 Mayıs 2009 Çarşamba

Bakara; 153

(153) Ey iman edenler, sabır ve namazla yardım isteyin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.

Ey iman edenler, sabır ve namazla Allah (c.c.)'deh yardım talebinde bulununuz buyruluyor. Böyle bir âyet-i kerîme daha önce de geçti. Bakara sûresi 45. âyet-i kerimede buyuruyor Allah (c.c); Benî İsrail'e vermiş olduğu nimetleri hatırlatıyor Rabbim. Nimete nankörlük yaptıklarını da hatırlatıyor Rabbim. Sonra da bize, sabır ve namazla Allah (c.c.)'tan yardım talebinde bulununuz buyuruyor.

Peygamber Efendimiz (a:s.v.) sıkıntılı günlerde, sıkıntılı olaylarda rahatlamak için hemen abdestini alır, namaza dururmuş. Hatta bazen Hz. Bilal-i Habeşi (r.a.)'e dermiş ki, Bilal kalk ezan oku da rahatlayalım veya bizi rahatlat buyururmuş. Ezan okununca namaza geçecekler ve namazda huzura kavuşacaklar. Peygamber Efendimiz huzura kavuşma yeri olarak namaza yönelirmiş. Allah (c.c.) de, sabır ve namazla Allah (c.c.)'den yardım talebinde bulununuz buyurmaktadır.

İnsanoğlunun dünyasıyla ilgili müracaat edebileceği en güçlü yeri sabrıdır. Dış dünyaya karşı da müracaat edebileceği yani fiili olarak yapabileceği şey de namazdır.

Günümüzde namaz kılamayan, Rabbime inanamayan, ahirete inanamayan insanlar da streslerini atabilmek için yol arıyorlar. Hani Batı'nın stresi var da, doğunun da stresi var kendine göre. Meselâ Japonya'da, ayakta uyuyan adamlar var. Teknolojide fevkalade iyi gelişme var ama, adamlar uyumaya, ekmek yemeğe ve de yatmaya zaman bulamıyorlar, yer de bulamıyorlar. 50 santim genişliğinde, 70 santim yüksekliğinde, 190 santim uzunluğunda otellerde, çekmece usulü yataklar yapıvermişler. Yatacak sabahleyin işine oradan gidecek. Bir kısım sömürgecilerin çıkarlarına daha fazla hizmet edebilmek için adamlara uyuyacak, evlenecek, gülecek, eğlenecek zaman bırakmamışlar. Ve bu adam bir gün geliyor yeter be yeter demeye başlıyor. O anda da tam sibobun patlayacağı sırada, sizin bu streslerinizi gidermek için Hindistan'dan getirdiğimiz bilmem ne metotları vardır diyorlar. Türkiye'de de var bu türden oyunlar. Köpeğinin açlığından veya köpeğinin mama yememesinden şikâyetçi olan, bundan dolayı da sinir krizleri geçiren kadın veya erkeklerin de sinirlerini, sıtmalarını atabilecekleri yerler icat edilmiş durumda Türkiye'de de. Bunlardan biri benim yakın tanıdıklarımdandır. İlk kurucularından bir adam. Evime ziyarete geldi. Dedim ki, neden ihtiyaç hissettiniz? Şöyle dedi: bu insanların bu stresinin içerisine bu sanayi ve bu teknolojiyle girebileceğini batılı dostlarımız daha önceden keşfetmişler. Buna çıkış yolları aranmış. Çıkış yolu olarak da Hint yogizminin bütün dünyaya tanıtılması istenmiş. Biz de benimsedik, gittik gördük. Altı ay orada kaldım. Türkiye'de de bu işin okulunu kurduk. Ve çalışmalarımız devam ediyor.

Hastalarından dinledim bazı şeyleri; "Gözlerimizi yumduruyor" diyor bir bayan. Gözlerimizi yumduruyor ve işte şöyle havalardan geçiyorsunuz, şöyle rüzgârlar esiyor, şöyle bir beyaz buluta rastladınız. Ve böylece dünyayı unutturuyormuş. Ve tam o esnada rastgele bir kelime veriliyormuş bu kelimeyi de günde 100 defa söyleyeceksin diyormuş. Böylece eli teşbihte, dili de, zihni de o kelimeyle meşgul olduğundan, dünya ile meşgul olduğu o pisliklerden arınma dönemi oluyor. Ne kadar? Beş dakika. Günde beş dakika veya on dakika. Bunu yapıyorlar.

Dedim ki, yahu bunu böyle yapacağınıza keşke insanlara namazı tarif etseydiniz. Yani günde on dakika öğlede, yine on dakika ikindide gelseler belirli bir mekânda ki, sizin bulduğunuz, beğendiğiniz mekanlar ki, sesten uzak olsun diyorsunuz. Camilerimiz de bu şehrin sesten en uzak yerleridir. Hatta ecdadımız caminin dışına da genişçe bir duvar yapmış, yani gürültü duvardan içeriye avluya girmez. Bir de iç mekân var orası da camidir. Oraya geliyor ondan sonra da dünyayı arkaya atıyor. Ve bu adam zikrine devam ediyor. Bedeni badetle meşgul. Dili Rabbimin kelimeleriyle meşgul (sen uydurma bir kelime veriyorsun.). Ve kalbi de Rab-bine bağlılıkla meşgul. Böylelikle mümkün mertebe kötülüklerden, stresinden, sıtmasından bu adam arınmış oluyor deyince keşke bunu yirmi sene önce tavsiye etseydin dedi o bey. Adam da haklı bir yerde. Yani imansızın haklılığı olmaz ama öyle çevreler var ki, çocuğun dünyaya geldiği aile ateist, öğretmeni ateist, bulunduğu semt ateist. Ateist demeyelim, yani gavur. Gâvurluğun da kendine göre bir mantığı var. Bu adamlar öylesine o mantığı benimsemişler ki, onların içinde de iyi kalpler bize acıyor. Yazık yahu 1400 sene evvelin inancıyla hâlâ meşgul oluyorlar. Yani bunu çok iyi niyetlerle yapıyor. Şeytan rızası için yapıyor adam.

Nasıl ki, siz Allah rızası için yapıyorsunuz bir işinizi, aynı şekilde adam şeytan rızası için bunu düşünüyor. Çok iyi niyetlileri size yakınlık göstermek ve sizi bu işinizden kurtarmak için, şeytan rızası için gayret edenler de var. Bunlar kendi mantıkları içinde kendileri haklılar. Yani biz onlara İslam'ı götüremedik, sabırla yürüyemedik onların üzerine. İçimizi kuvvetlendirecek olan sabır. Tabi bu sabır, kapıları kapatıp, perdeleri kapatıp ondan sonra da ya sabır çekme değildir. O kabirdir. Bunun sabırla ilgisi yoktur.

Ragib'in Müfredatında, Ragıb-ı İsfahanî diyor ki, sabır, kişinin kendi nefsini tutması yani kötü isteklere karşı alıkoyması. Sabır budur. Allah'ın emirlerini yerine getirmede, eğer nefsin yapmamak isterse yine nefsine hâkim olup emirlerini yerine getirmesi, yasaklara karşı nefsi böyle sineğin bala düşüşü gibi veya sineğin pisliğe düşüşü gibi nefsi düşüyorsa, yine nefsini düşmekten alıkoymasına sabır deniliyor.

Bir de, Bakara sûresinin 175. âyet-i kerîmesinde belirtildiği gibi; Ateşe karşı ne kadar da cüretliler buyuruyor Rabbim.

Yani Allah (c.c.) burada sabrı: tutmak manasında alacak olursak, Allah'ın emirlerini tutunuz, yasaklarına karşı nefsiniz hücum ederse yine nefsinizi de tutunuz ve bir de cesur olunuz. Cesaretinizle Allah'tan yardım isteyiniz. Yani kâfire karşı sabrediniz, cesur olunuz ve Allah (c.c.)'tan sabır talebinde bulununuz.

İbadetlere karşı sabır da Meryem sûresinin 65. âyet-i kerimesinde;

Allah'a ibadette sabretmemizi istiyor. Zor bir iş aslında. Yukarda, Bakara sûresinin 45. âyet-i kerimesinde: Bu sabır veya bu namaz, bu büyük bir şeydir, büyük bir meseledir diyor Allah (c.c.) ...Ama Allah'tan korkanlar için de zor bir mesele değildir.

Bazı şeylerin zorluğu kişinin kendisini şartlandırmasıyla ilgilidir. Mesela üç yaşında ve dört yaşında oğlunuz, kızınız var. Mahallede oynayacakları bir yer var. Kendi yaşlarında çocuklar da var. Akşama kadar oynarlar. Bilemiyorum bir çocuk akşama kadar oynarsa kaç kilometrelik yol yapmış olur. Ama oyunda yorulmaz, yorulduğunu akşam gelip yatarken anlarız biz onun, oyun esnasında yorulmaz. Fakat annesi onu, sevmediği bir yere götürmeye kalkarsa yolda 2 km.lik falan olursa, yolun yarısında yorulur. "Anne yoruldum, anne yoruldum" demeye başlar. Kendi oyununda olsa 2 km 'i değil 20 km 'i koşacak ve yorulmayacak. Ama kendi istemediği yerde çocuğu koşturacak olursanız bu sefer o yorulaca­tır. Gerçekten yorulur.

Mesela sizin kendi hayatınızda da olur. Bir yola gidiyorsunuz veya bir iş yapacaksınız. Kendinizi şartlandırırsanız mesela 10 km yürüdükten sonra arkadaşın evine varacağım dediniz, 10 km 'i normal yürürsünüz. Tam vardınız bir sordunuz ki, daha 5 km. var. Ayaklarınızın her tarafı yorulur. Halbuki başlangıçta kendinizi 15 km' e ayarlamış olsaydınız normal giderdiniz aslında . Yani kişinin kendisini kurması diye bir şey var. Mutlaka fizikî yorgunluk var, etki var. Fakat fizikî yorgunluk veya etkilerden ziyade kişilerin hissî yorgunlukları etkileri vardır.

Onun için bu namaz veya sabır, insanlara ağır gelir ama Allah'tan korkan insanlara ağır gelmez diyor Allah(c.c). Eğer bunu yapacak olurlarsa, Allah da onlara yardım eder. İlk nazil olan âyet-i kerîmelerde, Müzzemmil sûresi 1, 2. ayetlerde, Geceleri Peygamberimizin kalkmasını emrediyor Rabbim. Namaz için geceleri kalkmasını. Peygamberimiz Mekke'de, peygamberlikle görevlendiriliyor. Ve insanları İslâm'a davetine başlıyor. Mekke insanı, Medine insanı, o günün İran'ı, o günün Bizans'ı da bu emre bu dine muhatap. Peygamber bunları başaracak. Nasıl başaracak? Geceleri ibadet yapmak ve Kur'ân okumakla. Kur'ân ona yol gösterecek. Tebliğ için belli bir şekilde davranmış peygamberler. Sen de o peygamberlerin davrandığı gibi davranacak olursan o peygamberlerin vardığı yere varırsın. Peki, bu taktik nereden alınacak? Kur'ân-ı Kerîm'den taktik alıyorsunuz.

Demek ki, insanın iç dünyasının güçlü olması lâzım. O gücü de sağlayabileceği yani aküsünü en iyi şekilde doldurabileceği yer namazıdır. Ona biraz ağırlık verelim. Bu günden itibaren biraz daha bu gücü almaya çalışalım. Ben kıldım da hiç bir şey alamadım demeyin. Hani akünüzü götürdünüz adama doldur bunu dediniz, boş götürdüğünüzde tarttınız şu kadar kilo ve gram. Onu doldurdunuz tarttınız yine aynı kilo ve gram. Değişen bir şey yok. Şimdi adama dermişiniz ki, bunu doldurmamışsın. Adam der ki, doldurmamışsam koy bakalım arabana çalıştır, bak nasıl çalışacak. Hakikaten arabaya koyuyorsunuz arabanız çalışıyor. Bir enerji koyulmuş demek ki:

Günümüzde bir kısım insanlar da hocam biz namaz kılmıyoruz ama sporumuzu yapıyoruz diyor. Yani müslümanlar spor yerine namaz kılıyorlarsa biz de sporumuzu yapıyoruz. Bu da onun yerine sayılmaz mı? Bazıları derki; Dinimiz güzelmiş de maşallah 1400 sene evvel insanları hareketsiz halde bırakmamak için jimnastik yerine namazı koymuş. Bizim de hareketlerimiz, sporumuz namaz yerine geçmez mi? Buna şöyle cevap verelim, sizi askere çağırıyorlar, iki sene veya 18 ay askerlik yapacaksın diyorlar. Peki, gitseniz de orada askerlik yapmasanız kışlanın önünde iki sene değil de, dört sene kendi kendinize talim yapsanız, komutan; «sen dört senedir burada talim yapıyorsun gel seni terhis edelim» der mi? Demez. Onun kuralına uygun iş yapacaksın.

Allah (c.c.)'ün kuralına göre iş yaparsanız makbuldür. Yoksa Allah'ın kuralına göre iş yapmadığınız takdirde kendi halinize ne yaparsanız yapın o makbul değildir. Yani sporu ayrıca namazını kıldıktan sonra bedenini güçlendirmek için yapacak olursan ayrıca sevabını alırsınız. Ya Rabbi güçlü bir bedene sahip olmalıyım. Bu güçlü bedenle senin dinine hizmet etmeliyim derseniz onun da sevabını alırsınız.

O Musa'nın sabrettiği gibi sabret. O ki, Allah (c.c.) O'nun önüne denizi çıkarıverdiği halde, Rabbimin yolunda yürümek, O'nun çölünde Rabbime itaat ve ibadet etmek için denize atını sürmüş bir peygamberdir.

O Firavunun zulmüne sabretti. Firavunun sarayında bir eli yağda bir eli balda yaşıyordu Peygamber olmadan önce peygamberlik verilince o nimetleri terk etmek bir sabırdır o ayrı. Onlara sabretti. Onun işkencesine sabretmek ayrı bir sabırdır, onlara da sabretti. Denize at sürmek de ayrı bir sabırdır. O'nun sabrından siz de sabredin diyor Rabbim.

İbrahim ki, Nemrud'a boyun eğmemişti. O da put bakanının oğlu idi. Put bakanlığını yapan bakanın oğlu Yani devletin bütün imkânlarından yararlanan bir delikanlı iken, ona itaat etmemek üzere orayı terk ediyor.

Allah (c.c.) da, o peygamberlerin sabrettiği gibi sabrediniz buyuruyor. Sabredince ne olur? İbrahim (a.s.)'nin devleti gibi bir devlet, Musa (a.s.)'nin devleti gibi bir devlet kurulur. Arkasından da o ulül-azm pey­gamberlerinin gittiği cennete mü'minler de varırlar.

Hz. Ömer (r.a.) diyor ki, zorluklara sabretmeyi bildik ama bolluğa sabredemedik. Allah (c.c), insanları bollukla da imtihan ediyor, zorlukla da imtihan ediyor.

Timura sormuşlar: “Başarılarının kaynağı nedir?” Timur, soruyu soranın parmağını kendi ağzına almış. Kendi parmağını da soranın ağzına vermiş ve “ikimizde ısıracağız, başla”demiş. Karşılıklı ısırmaya başlamışlar. Biraz sonra soran adam Aaaa diye bağırarak ağzını açar. Timur elini kurtarır ama Timur ısırmaya devam eder. Az sonra Timur adamın parmağını bırakıverir ve “Aaaa diye bağırmak sana fayda vermez karşı tarafa fayda verir. Sana ancak sabır fayda verir” der.

3 yorum:

  1. Resulullah (sav) buyurdular ki: "Kul hastalandığı zaman Allah Teala hazretleri ona iki melek gönderir ve onlara: "Gidin bakın, kulum yardımcılarına ne diyor bir dinleyin!" der. Eğer o kul, melekler geldiği zaman Allah`a hamdediyor ve senalarda bulunuyor ise, onlar bunu, her şeyi en iyi bilmekte olan Allah`a yükseltirler. Allah Teala hazretleri, bunun üzerine şöyle buyurur: "Kulumun ruhunu kabzedersem, onu cennete koymam kulumun benim üzerimdeki hakkı olmuştur. Şayet şifa verirsem, onun etini daha hayırlı bir etle, kanını daha hayırlı bir kanla değiştirmem ve günahlarını da affetmem üzerimdeki hakkı olmuştur."

    YanıtlaSil