31 Ekim 2009 Cumartesi

Müzzemmil, 1:10

1- Ey ağır yük yüklenen (Nebi)!

2- Birazı müstesna geceleyin kalk!

3- Yarısı kadar yahut ondan biraz eksilt!

4- Yahut ona (biraz) ekle! Ve Kur'an'ı ağır ağır, düşüne düşüne oku!

5- Muhakkak biz sana ağır bir söz vahyedeceğiz.

6- [ve] gerçek şu ki, gece vakti zihin daha zinde ve güçlü olur ve okuma daha da berraklaşır,

7- Çünkü gündüzün senin için uzun uzun meşguliyetler vardır.

8- Rabbinin ismini an ve yalnız O'na yöneldikçe yönel!

9- Doğunun da, batının da Rabbidir. O'ndan başka hiçbir ilâh yok­tur. O halde yalnız O'nu vekil tut.

10- Onların söylediklerine katlan ve onlardan güzel bir şekilde ayrıl.



Biz bu ayetleri okuduğumuzda bizim de kalkmamız gerekiyor. Oturarak, yatarak, bütün ömrünü çay sohbetlerinde geçirerek ve çay sohbetlerinde devletler kurup, devletler yıkarak veya hükümetler kurup hükümetler yıkarak bir ömür geçirmenin anlamı yok. Allah (c.c), hem bu Müzzemmil Suresinde, hem de bu sureden sonra gelen Müddessir Suresinde de "kalk ve insanları uyar" demektedir.

Günümüzde bizim eksikliklerimizden bir tanesi de başta şahsım olarak gece ibadetlerimizin az olmasıdır. Allah (c.c) Rasûlüne, bu ka­inatın Efendisine, bu kafirlere karşı verilecek mücadelede, başarılı ol­manın yolunu gösteriyor. Gece ibadetinde Rabbiyle beraber olup güç­lenmesini istiyor.

Boşalmış bir aküyü nasıl şarj yaptırılıyorsa insanlar da gündüzleyin iş nedeniyle, dolaşma nedeniyle, tebliğ nedeniyle, cihad nedeniyle, ba­sın yayınla uğraşmak nedeniyle, dairede, askeriyede, karakolda sarfettikleri enerjilerini toplamaları için geceleyin Rabbin huzurunda, Rabbin kelamanı okuyarak, O'nun ayetlerinden ilham ve taktik alarak iç dünyasını kuvvetlendirmesi ve Rabbin ayetlerinden şarj olması gerek­mektedir. Onun için Allah (c.c), Peygamber efendimize gece ibadetini emrediyor.

Hz. Aliye sorulmuş! "Ya Ali! Tertil üzere okumak nedir? Bize anlatır mısın?" Hz. Ali; "Kur'ân-ı Kerim in harflerini tecvid kaidelerine göre vedurak yerlerini bilerek okumak," buyurmuş. Yani Peygamberimizin ağzından nasıl çıkmışsa öyle okumaya çalışmak. Yeterli mi? Değil. "Durak yerlerini bilerek okumak" demek manasını anlayarak okumak demektir.

Bizim bu gün okumakta olduğumuz mushaflarda durak yerleri belir­tilmiştir. Mim, ta, cim, za, sad duraklan gibi. Bunları Secavendi koymuştu. Daha önce bunlar yoktu. O zamanlar durak yerlerini bilmek için mananın bilinmesi gerekiyordu. Allah (c.c) Kur'ân-ı Kerim'i manasım bilerek okumamız gerektiğini bu ayeti kerimeyle ifade ediyor.

Günümüzde insanlarımız şöyle sorular soruyorlar. "Namaz kılarken iki rekat mı, üç rekat mı kıldım şaşırıyorum.Veya iki rekat namazda 10 defa esniyorum, bu kabul olurmu?" Bunun temelinde, okumakta olduğumuz ayet-i kerimelerin manasını düşünmemek yatmaktadır.

Dilimiz Namaz Sureleri diye bilinen surelere, alıştığı için otomatik olarak "Allahû Ekber" diyerek başlıyoruz, sonunda da "esselamu aley-küm verahmetullah" diyerek namazı bitiriyoruz. Kalıbımız namazda ama kalbimiz ise işinizde oluyor. Şair öyle diyor: , Leb zikirde, gönül fikri cihanda Arada kaldı Subha-i Mercan mütereddid.

Adamın mercandan yapılma tesbihi varmış, onunla zikir yapıyor­muş. Ancak dili Allah, Allah diyor ama gönlü ise başka yerde dolaşı­yor.

Bunu önlemenin yolu, namazda okuduklarımızı düşünerek okuma­mızdan geçiyor. "Onlar Kur'ân'm hakkını vererek okurlar" ayetinin manası Abdullah İbn. Abbas'a sorulmuş, O da şöyle cevap vermiş. "Harflerin mahrecine dikkat ederek okumak, manasını anlayarak okumak, anladığı mana ile amel etmektir." Biz bu üçüne dikkat edersek, Kur'ân okumanın hakkını vermiş oluruz.

Kur'ân'm iniş gayesi bizim bu dünya hayatımızı düzenlemektir. Öyle olunca okuyup, anlayacak ve anladığımızı hayatımıza tatbik edeceğiz.

Türkçemizde bir ifade vardır. "Yükte hafif, paha da ağır." İşte Kur'ân-ı Kerim de öyledir. Alıp tartsanız, çok hafiftir. Ancak ifade ettiği mana, kıyamete kadar gelecek olan insanların ihtiyaçlarını karşılayacak derecede güçlü, büyük ve de­ğerli. İşte böylesine değerli, böylesine ağır bir sözü sana bırakıyoruz. Buna karşı dayanıklı olmak lazım. Kur'ân-ı Kerim'e gönül bakımından da, kalp bakımından da hazırlıklı olmak gerekiyor.

Gece ibadeti, gece kalkması, gece Kur'ân okuması, insanların üze­rinde daha etkilidir. İnsan gece okuduğu Kur'ân-ı Kerim'den daha çok etkilenir.

Gece kalkıp Kur'ân okumak ve manasım düşünmek gündüzden daha farklı olmaktadır. İnsanların uyuduğu, hayvanların yuvalarına çekildiği, sessizliğin hakim olduğu, rahmet meleklerinin, gece meleklerinin iba­det edenlere Allah'ın rahmetini saçtığı bir anda, Allah'ın ayetleri oku­nacak olursa, insan ufkunun daha geniş bir şekilde açılmasına vesile olur.

Rabbinin ismini zikret ve tamamıyla diğerlerinden alakayı keserek Allah'a yönel.

Yani tamamiyle ve her şeyinle Allah'a teslim ol. Kültür yapını Allah'ın ayetleriyle doldur. O'nunla dopdolu oldun mu, halkla ilişkilerin dosdoğru olacaktır. Gönül aynamıza Kur'ân'm ışığını alacak yerde in­sanların ışığını yansıtırsak yanlış yaparız.

Günümüzde insanlar yollarını aydınlatmak için bir nur arıyorlar. O nur da Müslümanların elindedir. O da Kur'ân-ı Kerim'dir. İnsanlardan endişe edip korkmayacağız.

Nur suresi 35. ayetinde de geçtiği gibi; bizim mesajımız doğuya da batıya da ait değildir. Hem doğunun, hem de batının Rabbi olan Allah'ın kelamına sahibiz biz.

Güneşin doğulusu batılısı olmadığı gibi Allah nur diye isimlendirdiği Kur'ân-ı Kerim'inin de, doğulusu batılısı olmaz. O bütün insanlar içindir. O'ndan başka yaratan, yaşatan ve yöneten yoktur.

Efendimiz İslâm'ı tebliğe eşinden başlıyor. Sonra yeğeni Hz. Ali, sonra diğerleri dalga dalga devam ediyor. Biz de insanlara, az veya çok oluşuna bakmadan, en güzel şekilde İslâm'ı tebliğ edeceğiz.

Onlar ne söylerse söylesinler sen sabret. Güzel bir şekilde onlar­dan uzaklaş. Hicretle ilgili ilk kelime. Yani dönüpte sizin aleyhinizde laf eden insana cevap yetiştirmeye çalışmayın. Siz iş yapmaya devam edin. Eğer size hakaret eden insanlara laf yetiştirmeye kalkışacak olursanız, yolda kalırsınız.

25 Ekim 2009 Pazar

Kalem; 34-52

34- Müttakiler için Rablerinin katında, nimeti bol cennetleri var­dır.

35- Müslümanları suçlular gibi yaparmıyız?

Muttaki insanlara Allah katında naim cennetleri vardır. Cenneti görmedik. Allah (c.c) bize tarif etmiş. Şu tarif de güzel bir tariftir;

"Gözlerin görmediği, gönüllerin hayal etmediği, kulakların işitmediği bir cennet." Bu cenneti Allah (c.c) muttaki insanlara vereceğini bildiriyor.

Muttaki kimdir? Bunu Hz. Ömer Sahabeden birine sormuş. O da demişki: "Efendim hani dikenli bir arazide ayakkabısız bir şekilde yü­rüdüğünde ne yaparsın? Ayağına diken batmaması için yere çok dik­katli basarsın. İşte bu yer yüzünde de öyle bir yürüyüşe takva denilir. Bakışlarınızın günaha girmemesi, kulaklarınızın günah duymaması, yü­rüdüğünüz yerler günah sokakları olmaması, elinizin, gönlünüzün gü­nahla kirlenmemesi için dikkat etmeye takva denir. Bunu yapan kişiye de muttaki deniliyor. Muttaki insanlar cennete alınıyor. Çünkü; "Temiz insanlar, temiz yerlere layıktır."

Avrupalının İspanya'da Öldürdüğü müslüman sayısınca, müslümanlar kıyamete kadar kafir öldüremezler. Çünkü müslümanın hedefi öl­dürmek değildir. "Biz müslümanlarla, suçluları bir tutamayız?" diyor. Allah.(c.c).



36- Size ne oluyor? Nasıl hükmediyorsunuz?

Siz nasıl batılla hücüm verirsiniz. Allah'ın hak olan kelamı var iken, o doğrultuda hareket etmeniz gerekirken, Allah'ın dediğine uymanız gerekirken, sizin vücudunuzu yöneten, sizin hayatınızı devam ettirmek için her şeyinizi veren Allah'a itaat ve ibadet etmeniz gerekirken, O'na şükretmeniz gerekirken nasıl olurda Allah'ı inkar, Rasûlünü inkara yö­nelirsiniz?

Yoksa elinizde kitap mı var? Allah'tan söz mü aldınız. Allah size kı­yamete kadar bir fırsat mı verdi? Böyle kötü hükmedesiniz diye Allah size bir berat mı verdi? Karşılıklı yeminleştiniz mi siz?

Yoksa onların ortakları mı var? Eğer doğru söylüyorlarsa ortaklarını getirsinler, şirk koştuklarını getirsinler, Allah'a karşı ilah diye ortaya sürdüklerini getirsinler.

Kur'ân-ı Kerim'de, en çok sakınılması gereken şeyin "şirk" olduğu belirtilmektedir. Çünkü en büyük zulüm şirktir. Şirk nedir? Şirket keli­mesiyle aynı kökten gelmektedir. Şirket'te nasıl ortakların hisseleri oranında, sözleri geçiyorsa, şirkte de bu yeryüzünde, gök yüzünde, in­sanların yönetiminde, tabiatın yönetiminde Allah'tan başka birinin var­lığını kabul etmek demektir.



37- Yoksa size ait bir kitap varda oradan mı okuyorsunuz.?

38- Sizin için istediğiniz herşey, onun (kitabın) içinde var (öyle mi?).

39-Yoksa, ne hükmederseniz sizin lehinizedir diye, sizin bizim üzerimizde kıyamet gününe kadar geçerli yeminler(iniz) mi var?

40- Sor onlara: Onların hangisi bunu savunacak?

41-Yoksa onların ortakları mı var? Eğer doğru iseler ortaklarını getirsinler.

42- O gün baldır açılır ve secdelere da'vet olunurlar, fakat (secdeye) güçleri yetmez.


43- Gözleri (öne) düşmüş, kendilerini zillet sarmışken (secdeye da'vet olunurlar ama yapamazlar) Halbuki sapasağlam iken (dünyada) secdelere da'vet olunmuşlardı.

44- Bu sözü (Kur'ân'ı) yalanlayanları bana bırak. Bilmedikleri yerden biz onları (azaba) yaklaştıracağız.

45- Onlara mühlet veriyorum. Şüphesiz benim tuzağım sağlamdır.


46-Yoksa sen onlardan ücret istiyorsun da onlar ağır bir borç altında mı kalıyorlar?


47- Yoksa gayb onların yanında da onlar yazıyorlar mı?

Kıyamet günü geldiğinde, insanlar paçaları sıvadığında, yani zor bir işe giriştiğinde onlar secdeye varmak isterler, Allah'ın huzurunda; "Ya Rabbi biz dünyadayken sana secde etmedik, ama bu gün secde etmek istiyoruz, affet bizi diye secdeye kapanmak isterler ama secdeye kapanamazlar.

Gözleri yerde donuk bir vaziyette ama, yüzleri kirli ve kara bir vazi­yette. Çünkü işledikleri bütün günahlar sebebiyle iç dünyaları dış dün­yalarına çıkıvermiş, içi dış olmuş. "O benim kelimemi yalanlayanları bana bırak" diyor Rabbim. Yani Kur'ânı yalanlayanları bana bırak.



48-Rabbinin hükmüne sabret. Balık sahibi (Yunus) gibi olma. O üzgün olarak Rabbine dua etmişti.

49-Eğer Rabbinden ona bir nimet erişmeseydi, kınanmış olarak sahile atılıverirdi;


50- Rabbi onu (Peygamber olarak) seçti ve onu salihlerden kıldı.

Ahirette, içimiz dış olduğunda yüzümüzü karartmayacak işler yapa­lım. Rabbim bu yolda yürürken sabretmemizi istiyor. Bir örnek veriyor. Yunus gibi olma. Yunus (a.s.) kavminin bela ve musibetlerine bir gün sabredemez, hicret eder. Halbuki Peygamberler hicret için dahi Rablerinden izin almaları gerekir.

Yunus (A.S) Rabbinden izin gelmeden hicret eder. Efendimiz Mekke'den Medine'ye Rabbinden vahiy aldıktan sonra hicret etti. Rabbim Peygamber Efendimizi uyarıyor. "Sakın o balık sahibi gibi olma. Belalara diren, belalara sabret" sabırla ilgili ilk emirdir bu. Sabır çok önemlidir. Sabredeceğiz, sabırla yürüyeceğiz, hiçbir zaman bir adım geriye gitmiyeceğiz.



51- Kafirler zikri (Kur'ânı) işittiklerinde, nerdeyse seni gözleriyle kaydıracaklardı ve "şüphesiz o deli" diyorlar.

52- Halbuki o (Kur'ân) bütün alemler için bir zikir (öğüt, şan, şe­ref) dir.


Kafirler, gözleriyle bile Peygamberimizi yok etmek istiyorlardı. Bu Kur'ân'ın ayetlerini işittiklerinde gözleriyle Peygamberimizi yemek is­tiyorlardı.

Bu gün de aynısı değil mi? Allah'ın kelamı her yerde okunmaya baş­lıyor. Karakollarda, kışlalarda, üniversitelerde kısaca her yerde okun­maya başlayınca, birilerinin gözleri belermeye başlamıştır. Gözleriyle müslümanları yok etmeye yöneliyorlar ama Allah (c.c) diyor ki; bu be­lirli gurubun, belirli yörenin, belirli bir ırkın kitabı değil, bütün alemlere indirilmiş bir zikirdir, bir nasihattir, bir yol göstericidir. İnsanların gö­nüllerini etkileyecek kelimeler ve iman'esasları bizim elimizde oldu­ğundan, bu yeni dünya düzenini kurmak bize nasib olacaktır.

23 Ekim 2009 Cuma

Kalem 15-33

15 Karşısında ayetlerimiz okundu­ğunda: "Bunlar öncekilerin masalla­rıdır." der.

16 Onun burnuna (zillet) damgasını çıkmaz bir şekilde vuracağız.


Tefsir:

"Karşısında ayetlerimiz okunduğunda: Öncekilerin masallarıdır der." Böyle birisine Kur'an ayetleri okunacak olursa bunların yalan olduklarını, eskilerin kıssalarından ve batıl hikayelerinden alındığını, bunların Allah tarafından gönderilmemiş olduğunu ileri sürer.

Bu da Yüce Allah'ın azgın ve zorba kişi tarafından söylediği belirtilen şu buyruklarına benzemektedir: "Başbaşa bırak beni; tek başına yarattı­ğım, kendisine bir hayli mal verdiğim ve (yanında) hazır bulunacak oğullar ve kendisine alabildiğine nimetler verdiğim kimseyle. Sonra daha da arttır­mamı umar. Asla! Çünkü o ayetlerimize karşı çok inatçıdır. Ben onu sarp yokuşa sardıracağım. Çünkü o düşündü, ölçtü, biçti. Kahrolası ne biçim ölçtü, biçti. Tekrar tekrar kahrolası! Ne biçim ölçtü, biçti. Sonra baktı, son­ra kaşlarını çattı, yüzünü ekşitti, sonra yüz çevirip, büyüklük tasladı ve he­men dedi ki: Bu nakledilegelen bir büyüden ibarettir. Bu insan sözünden başka bir şey değildir." (Müddessir, 74/11-25)

Daha sonra Yüce Allah sözü edilen bu kimsenin dünyada ya da ahiret-teki cezasını söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır:

"Biz burnu üzerinden damgalayacağız onu." Yani burnu üzerinde kara bir leke bırakacağız. Bedir günü savaştı, savaşta burnu kılıçla kesildi. Mü-berred dedi ki: Burada (ayetteki lafzıyla) "hurtûm" burun demektir. Onu alçaltmak, hafife almak ve tahkir etmek için bu lafız kullanılmıştır. Çünkü genelde yüz ya da burun üzerindeki alâmet, eksiklik ve kusurdur. Bir top­luluğun açıklamasına göre: "onu damgalayacağız" buyruğundan kasıt, ce­hennemliklerin damgasını vuracağız demektir. Yani kıyamet gününde onun yüzünü karartacağız. Yüzü anlatmak için de hurtûm (burun) lafzı kullanılmıştır. Daha cehenneme girmeden önce yüzü ateşle kararmış ola­caktır. Böylelikle onun ya da burnunun üzerinde bir alâmet olacaktır.


17 Ve Biz o [günahkar]ları [sadece] sınayacağız,tıpkı ağaçtaki meyveleri ertesi gün kesinlikle toplayacağına yemin eden bazı bahçe sahiplerini sınadığımız gibi; ve onlar [Allah'ın iradesi ile ilgili] hiçbir istisnaî kayıt da koymamışlardı:

19 bunun üzerine, onlar uykudayken Rabbinden (gelen) bir salgın o [bahçeyi] sarmıştı,

20 ve ertesi gün (bütün bitkiler) sararıp kurumuştu.

21 Sabah erken kalktıklarında birbirlerine seslendiler:

22 “Meyve toplamak istiyorsanız erkenden tarlanıza gidin!”

23 Derken yola koyuldular, giderken fısıldaşıyorlardı:

24 “Bugün hiçbir yoksul, bahçeye girip [siz habersizken] yanınıza [sokulmayacak]!”

25 ve amaçlarına ulaşmaya kararlı bir şekilde erkenden kalkıp gittiler.

26 Ama bahçeye bakıp onu [tanınmaz halde] görünce: “Herhalde yolumuzu şaşırmış
olacağız!” diye bağırdılar;

27 [ve sonra da] “Hayır, galiba elimizden çıkmış!” (dediler).

28 Aralarındaki en akl-ı selim sahibi olanı, “Ben size, Allah'ın sınırsız şanını
yüceltmelisiniz demedim mi?”diye sordu.

29 Onlar: “Rabbimizin şanı yücedir! Doğrusu biz zulüm işliyorduk!” diye cevap verdiler;

30 ve sonra dönüp birbirlerini suçlamaya başladılar.

31 [Sonunda] “Yazıklar olsun bize!” dediler, “Gerçekten biz küstahça davranmıştık!

32 [Ama] belki Rabbimiz yerine daha iyisini bize bağışlayacak:Biz de ümitle O'na yöneleceğiz!”

33 İŞTE [bazı insanları bu dünyada denemek için verdiğimiz] azap böyledir;ama öteki dünyada [günahkarların uğrayacağı] azap daha şiddetli olacak; keşke bunu bilselerdi!


Tefsir:

"Gerçek şu ki; biz o bahçe sahiplerini sınadığımız gibi, bunları da sına­dık. Hani sabah vaktinde onu mutlaka devşireceklerine yemin etmişlerdi. İstisna da yapmıyorlardı." Yani bizler Kureyşlilerce durumları bilinen bah­çe sahiplerini sınadığımız gibi; Mekke kâfirlerini de Rasulullah (s.a.)'m dua etmesi üzerine açlık ve kıtlıkla imtihan edip sınadık. Bu bahçe sahip­leri sabah vakti erkenden bahçelerinin mahsullerini devşireceklerine ye­min etmişlerdi. Böylelikle fakirler durumu bilip daha önce aldıklarını al­maya gelmesin istemişlerdi. Bu yolla mahsulün ve ekinin tamamını kendi­lerine saklamaya çalışmışlardı. Bunu söylediklerinde de inşaallah deme­mişlerdi. Çoğunluğun kanaatine göre onlar yemin edip inşaallah, diyerek işi Allah'ın iradesi şartına bağlayıp, istisna yapmadıkları kanaatindedirler. Çünkü onlar bu işi kesinlikle yapacaklarından emin idiler. Başkalarının görüşü de şöyledir: Bundan maksat; onların ekinin tamamını toplayacakla­rını, yoksullara paylarını yahutta babalarının vaktiyle yoksullara verdiği kısmı istisna etmeksizin bunu yapacaklarnı anlatmaktır.

Maksat, durumlarının ortaya çıkarılması için Mekkelilerin sınanması-dır. Allah'ın üzerlerindeki nimetlerine şükredip, Allah'ın kendilerine müj­deci ve uyarıcı olmak üzere göndermiş olduğu Allah Rasulüne iman mı ede­ceklerdi, yoksa onu yalanlayarak risaletini kabul etmeyip Allah'ın üzerle­rindeki hakkını inkâr mı edeceklerdi? Böylelikle bahçe sahipleri cezalandı­rıldığı gibi, kendileri de lâyık oldukları cezaya çarptırılacaklardı. İşte Yüce Allah'ın şu buyruğunda haber verdiği husus budur: "Onlar uyurlarken he­men onu Rabbin tarafından dört bir yanından bir belâ sardı da kapkara kesiliverdi." Yani o bahçeyi Allah tarafından gelen bir ateş çepeçevre kuşat­tı ve onu yaktı. Yani bu bahçeye semavi bir afet gelip isabet etti ve simsi­yah bir gece gibi kapkara kesiliverdi. Benzetme yönü şudur: Bahçe kurudu, yeşilliği kayboldu ya da ondan geriye hiçbir şey kalmadı.

İbni Ebi Hatim'in rivayetine göre İbni Mesud dedi ki: Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: "Masiyetlerden olabildiğince sakınınız. Çünkü kul bir günah işlediğinden ötürü kendisi için hazırlanmış bir rızıktan mahrum bırakıla­bilir." Daha sonra Rasulullah (s.a.): "Onlar uyurlarken hemen onu Rabbin tarafından dört bir yanından bir belâ sardı da kapkara kesiliverdi" buyru­ğunu okudu. İşte onlar günahları sebebiyle bahçelerinin mahsulünden mahrum bırakıldılar."

Fakat onlar olup bitenin farkında değillerdi. Maksatlarını gerçekleş­tirmek üzere kararlılıkla yola koyuldular. Yüce Allah buyuruyor ki: "Sabah erkenden birbirlerine seslendiler: Eğer devşirecekseniz erkence mahsulünü­zün başına gidin, diye." Sabah vakti mahsulleri toplamak için birbirlerine seslendiler: Haydi sabahın erken saatinde meyve ve ekinleri toplamaya gi­diniz, eğer mahsullerinizi toplamak istiyorsanız, dediler. Mücahid dedi ki: Onların mahsulleri üzüm idi.

"Birbirleriyle gizlice konuşarak gittiler: Sakın bugün hiçbir yoksul kar­şınıza çıkıp oraya girmesin diye." Mahsullerinin yanına hızlıca gittiler. Bu arada gizlice konuşuyor ve birbirlerine şöyle fısıldıyorlardı: Yanınıza bir fa­kirin dahi girmesine imkan vermeyiniz. O takdirde sizden daha önce baba­nızın verdiğini kendisine de vermenizi isteyecektir.

"Alıkoymaya güçleri yetiyormuş gibi erkenden gittiler." Yani mahsulü toplamaya, yoksulları engelleyip onları mahrum bırakmaya güçleri yeti­yormuş kanaatiyle sabah erkenden gittiler. Bu buyruktan onların fakirleri mahrum bırakmak istedikleri, fakat maksatlarının aksi ile karşı karşıya bırakıldıkları anlaşılmaktadır.

"Fakat onu gördüklerinde dediler ki: Muhakkak ki biz yolumuzu şaşı­ranlarız." Yani bahçelerine ulaşıp, onu yanıp karardığından ötürü insanın içini sızlatan o halini gördüklerinde birbirlerine: Biz yanlış geldik. Bahçe­mizin yolunu kaybettik. Bu bizim bahçemiz değildir, dediler.

Daha sonra dikkatle bakıp kendi bahçeleri olduğunu ve Yüce Allah'ın bahçelerindeki mahsul ve ekini yok ederek kendilerini cezalandırdığını an­ladıklarında şöyle dediler:

"Hayır, aksine biz mahrum bırakılanlarız." Hayır, gerçekte Allah bizi bahçemizin mahsulünden mahrum bıraktı. Buna sebep ise bizim yoksulları bu bahçenin mahsulünden mahrum bırakmak isteyişimizdir. İşte bizim en ufak bir payımız kalmadı. Fakat yaptığımıza da pişman olduk. Nitekim Yüce Allah bundan sonra şöyle buyurmaktadır:

"Ortancaları: Ben size demedim mi? Allah'ı teşbih etmeli değil miydi­niz, dedi." Yani onların en akıllıları, itidalli olanları, görüşü ve dine bağlılı­ğı itibariyle en iyileri dedi ki: Allah'ı teşbih etmeli, O'nu anmalı, size ver­diklerine ve bağışladığı nimetlerine karşı şükretmeli, yaptığınızdan dolayı Allah'tan mağfiret dilemeli ve verdiğiniz karar ile ilgili niyetinizden de tev-be etmeli değil misiniz?

Acı hakikat ile karşı karşıya kaldıklarında Allah'ı andılar ve şu sözle­riyle günahlarını itiraf ettiler:

"Rabbimiz münezzehtir. Gerçekten biz zalimlermişiz dediler." Yani Al­lah bahçemize bu yaptıklarıyla bize zulmetmiş olmaktan münezzehtir, de­diler. Asıl yoksullara haklarım vermemekle kendi kendimize biz zulmettik.

Fakat onlar itaatin fayda vermediği bir zamanda itaat ettiler, pişmanlığın işe yaramadığı bir zamanda pişman olup kusurlarını itiraf ettiler.

Daha sonra Yüce Allah'ın buyurduğu gibi birbirlerini kınamaya koyul­dular:

"Karşılıklı olarak birbirlerini kınamaya başladılar." Yani mahsullerin toplanmasında yoksulların haklarını vermemekteki ısrarları sebebiyle bir­birlerini kınamaya başladılar. Günahlarını, kusurlarını itiraf etmekten ve kendi elleriyle helak edilmek üzere beddua etmekten başka bir yol da bula­madılar. Yüce Allah buyurdu ki:

"Dediler ki: Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz azgınlar imişiz." Yani ey ölüm gel de bizi yakala, dediler. Çünkü bizler haddi aşan, azgın kimseler­dik ki bu işler başımıza geldi.

Daha sonra Rablerine kaybettiklerinin yerini tutacak bir başkasını ih­san buyurması için dua ederek dediler ki: "Rabbimizin bize ondan hayırlı­sını ihsan etmesi umulur. Muhakkak ki biz Rabbimizden dileyenleriz." Yani belki Rabbimiz Allah bize bahçemizden daha hayırlısını verir. Biz çok affe­dici olan Rabbimizden ümit ediyoruz, hayır da ondandır. Mücahid dedi ki: Onlar tevbe ettiler ve onlara eski bahçelerinden hayırlısı verildi.

Daha sonra Yüce Allah bu kıssadan alınacak ibreti söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır: "Azap işte böyledir. Ahiret azabı ise elbette daha bü­yüktür, eğer bilselerdi." Yani işte dünya azabı, da bahçe sahiplerinin mah­sulden mahrum bırakmaları ve Mekkelilerin kıtlık ve öldürülme azapları gibidir. Allah'ın emrine muhalif hareket eden ve Allah'ın verdikleri ile ih­san ettiği nimetlerde cimrilik ederek yoksulun ve fakirin hakkını vermeyen herkesin azabı budur. Ahiret azabı ise dünya azabından daha çetin, daha büyük ve daha ağırdır. Eğer müşrikler bunu bilselerdi akıllarını başlarına alır ve Muhammed Mustafa (s.a.)'nın davetine iman etmeye koşar, azgınlık ve sapıklıklarından vazgeçerlerdi. Fakat onlar bilmiyorlar. Bu da onların ne kadar gafil ve cahil olduklarına, haktan ve doğrudan ne kadar uzak ol­duklarına bir delildir.

19 Ekim 2009 Pazartesi

Kalem Suresi 7-14

7- Şüphesiz Rabbin, yolundan sapanı iyi bilir. O, hidayette olanı da iyi bilir.

Kimin doğru yolda olduğunu, kimin sapık yolda olduğunu Allah en iyi bilendir. Sırat-ı müstakim üzerine de olduğunu, dünyada devlete, ahi­rette cennete gitmenin yolunun, İslâm yolu olduğunu Allah bildirdiğine göre, bunun dışında olanlar, sapık yoldadırlar.

İslâm dışı hayat yaşayanların sapıklıklarına bizim aklımız yetmiyor ve bunu da görüyorsunuz. Saymaya kalkışsak, sapıklığın çeşidini sa­yabilecek durumda değiliz. Her gün basın yoluyla, sapıklığın bir başka çeşidini insanlara takdim ediyorlar. Bu sapıklıklara düşmemek için bi­zim, yolumuzu iyi seçmemiz gerekiyor ki; O yolda Allah'ın belirttiği yoldur.[11]



8- Artık yalanlayanlara itaat etme.

"Yalancılara ve dini yalanlayanlara itaat etme" diyor Rabbim. Dini yalanlayanlar kim? Günümüzde bunlar iki türlüdür. 1. Biz Kur'ân'a da, Allah'a da inanmayız diyenler. Bunlar dini temelden yalanlayanlardır. 2. Kur'ân'a inanırız, Allah kelamıdır ama, 1400 sene öncesinin şartlan için inmişti. Zamanın değişmesiyle ahkam değişti. Allah bu günler için bizi, bize bırakmıştır diyenler.[12]



9- (Önce) senin yağcılık yapmanı (davandan dönmeni) isterler. Ardından onlarda sana yağcılık yapsınlar.

Kafirlerle karşı karşıya geldiğinizde, sizin her geçen gün biraz daha güçlendiğinizi gördüklerinde, onlarda da yumuşama meydana geliyor. Peygamber efendimize karşı da yumuşuyorlar.

Vücudumuzun bir parçasını verirsem ne olur diyor muyuz? Demiyoruz. Aynı şekilde de dinimizden taviz verecek bir tek emrimiz, bir tek yasağımız, bir tavsiyemiz yoktur.

Mevlana taviz meselesini güzel hikaye ediyor. Diyor ki; "dövme yaptırmak isteyen biri dövmeciye gidiyor. (İslâm'da bu iş yasaktır.) Diyor ki; benim göğsüme bir aslan resmi yap. Adam, yaparım ama şu kadar paranı alırım diyor. Parasını alıyor, adamı yatırıyor ve döğme yapmaya başlıyor. Dövmeci iğneyi bir batırıyor adam bağırıyor, ikinci­sinde yine batırıyor, yine bağırıyor. Dayanamayınca sormuş. Orası as­lanın neresi?, Kulağı demiş. Yahu kulağı görülmese de olur demiş. Başka tarafa geçmiş, yine sormuş, yahu orası neresi? Ayakları. Yahu ayakları gömleğin altında kalacak, orayı geç. Kuyruğu görülmez orayı geç, sırtı geç demiş. Dövmeci demiş ki; kalk! Aslan ortadan uçtu gitti." Yani en küçük şeyleri terk edecek olursanız. Onun büyüğü de bera­berinde gider. Onun için Allah (c.c) İslâmî çizgide yürümeye adım atan bu müslümanlar topluluğuna, en önemli tavsiyelerinden birini veriyor. Taviz vermek yok.,Bir adım geriye atmak yok. Allah'ın dediğinden dönmek yok.[13]



10-Devamlı yalan söyleyen aşağılıklara itaat etme.

11- Hep ayıplayan, laf getirip götürene.

12- iyiliği engelleyen, haddi aşan, devamlı günah işleyene.

13- Zorbaya, bunlardan başka soysuzada (itaat etme).

14- Mal ve oğulları var diye (itaat etme).

Alçak, çok yemin eden insanlara itaat etme. Laf getirip götüren ve insanlarla alay eden, insanları hafife alan, insanlara hakaret eden in­sanlara itaat etme.

Küçücük kelimelerle ifade edilmiş. İnsanları alaya alan, kaş göz işa­retleriyle, çeşitli kalem oyunlarıyla, insanların şahsiyeti" ile oynayan ve onları hafife alan, hakaret eden insanlara itaat etme.

İnsanların arasını dedikodu yoluyla bozacak, söz getirip-götüren, müslümanları rencide eden insanlara itaat etme.

Şimdi bunu büyük çaplı organize güçler yapıyor. Basın yayın organ­larıyla müslümanların aleyhine, insanların aleyhine cürümler, suçlar işleniyor. İnsanlar hafife alınıyor. Bir insanı hafife alan, hakaret eden» şahsiyyeti ile oynayan, bütün insanlığın şahsiyyeti ile oynamış gibidir. Onun için daha ilk ayetlerde, insanların şahsiyyeti ile oynayan ve on­lara hakaret eden, onlarla dalga geçen ve insanlar arasında bozucu sözleri yayan insanlara itaat etme diye uyarılıyor. Bizde uyarılıyoruz.

Haddi aşmış, çok günah işleyen ve cimrilik yapan insanlara da itaat etme. Cimri insanlar. Elinden hiç hayır gelmeyen insanlar, yaptıkları işler, çıkardıkları kanunlar, vermiş oldukları emirlerde insanlığın sela­meti, saadeti değil, kendi çıkarları olan insanlara itaat etme. Cennete giden yola engel koyanlara itaat etme.

Ahlaksızca yaşayan, haddi aşmış insanlara da itaat etme. Ahlaksız bir nesilden dünyaya gelmiş insanlara da itaat etme. Yani nesli bozuk insanlara da itaat etme. Kendi nesli bozuk bu insanların, yaptıkları kö­tülükler nedeniyle gelecek nesli de bozacaklarından, bunlara da itaat etme!

Bunlar mal sahibidir, çocuk sahibidir diye itaat etme. İnsanların ekonomik, siyasi, askeri gücüne bakarak onlara itaat etme..[14]

18 Ekim 2009 Pazar

Kalem Suresi; 1-5

1. Nûn. Kaleme ve (kalem tutanların) yazdıklarına andolsun ki,

2. Sen -Rabbinin nimeti sayesinde- mecnun değilsin.

3. Hiç şüphesiz senin için bitip tükenmeyen bir mükâfat vardır.

4. Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.

5. (Sen de) göreceksin, onlar da görecekler,

6. Hanginizde delilik olduğunu yakında .



Allah (c.c), mü'minleri anlattığı bir ayet-i kerime'de; "Onlar her sözü duyarlar, en güzeline uyarlar" buyuruyor. Mü'minler bu dünya yolculuğu içerisinde, doğumlarından Ölümlerine kadar her söze kulak verirler ama en güzeli nedir? En güzel sözü Allah(cc), kendisinin in­dirdiğini ifade ediyor. Bu sûre, Mekke devrinde nazil olmuş, 52 ayettir.

Yani yeryüzünde söylenmiş ve de söylenecek olan en güzel kelam Allah kelamıdır. O'nun içindir ki, hatib efendiler, Cuma günü hutbele­rinde; "En güzel sözün Allah'ın kelamı olduğunu" insanlara duyururlar,

Biz de, Allah'ın (c.c) indirdiği, Kalem Suresi diye isimlendirilen, Nûn sûresi diye de bilinen, bu sûrenin manasını vererek insanlara duyur­maya çalışacağız. Sûre Kalem'e yeminle başlıyor.



1- Nun. Kaleme ve yazdıklarına yemin olsun ki,

Harflerle ilgili, alimlerimiz birçok şe'yler söylemiş ama efendimizin dilinden bir açıklama olmadığı için, bütün müfessirlerimiz bunların üze­rinde fazla durmamışlar. Manasını Allah bilir demişler. Biz de aynı şekilde söyleyip harfe mana vermeden devam edeceğiz.

"Kalem'e ve kalemin yazdıklarına yemin olsun ki" diyor Rabbim. Rabbim bir şeye yemin etmekle o şeyin değerini bize anlatmış oluyor.

"Alak" suresinden sonra ikinci olarak bu sure nazil oluyor. İlk yemini de kalem üzerinedir. Öyleyse kalemin hakkını vermemiz gerekiyor. Bu kalemle Allah'ı inkar eden yazılar değil, Allah'ın varlığını bütün gönül­lere, çiftçinin sabanıyla veya pulluğuyla yerin derinliklerine daneleri ektiği gibi, yerleştirmek ve oradan şirki söküp atmak gerekir.

"Kalem ve yazdıkları" derken her çağın kendine göre kalemi ve yazı­larının olduğunu da hatırımızdan çıkamayacağız. Bir zamanlar kurşun kalemler, dolma kalemler varsa, şimdi de bilgisayarlar var. İleride neler olacağını hayal bile edemiyoruz şimdiden. Ama her ne olursa olsun; yazan, yazıyı yayan ve insanlara duyuran her türlü vasıta kalem ve yazdıklarınının içerisine girmektedir.



2- Sen Rabbinin nimeti ile mecnun değilsin.

"Sen Rabbinin nimetiyie deli olmuş değilsin." Yani Allah (c.c) sana bu nimeti verdi. Bu nimet ki, Peygamberliktir, imandır, Kur'ân'dır. Yani Allah sana bu Kur'ân'i indirmeye başlamış ye bu nimetleri vermeye başlamışsa, sen bunlardan dolayı deli olmuş değilsin. Bu nimetler se­nin Peygamber olduğuna işarettir.

Bizler de günümüzde; herkesin aklına geleni söylediği ve her akıl sayısınca sapıklığın arttığı bir dönemde, bütün insanların aklına hitab edecek ve bütün insanların aklını kendisine çekebilecek kelimeleri, -ki onlar Allah'ın kelamıdır- manasıyla, insanların anlayabileceği bir dille anlatmaya çalıştığımızda, bazı yerlerde size, "deli" diyebilirler, desin­ler. "Bu söz Peygamberimize de söylenmiş" deyip tebliğe devam diye­ceğiz.



3- Şüphesiz senin için kesintisiz mükafat vardır.

"Senin için hiç ardı, arkası kesilmeyecek mükafatlar vardır." Yani sen İslâm yolunda yürür, bu Allah'ın kitabını insanlara anlatmaya devam eder ve bu insanların İslâm'a girmesine sebeb olursan, ardı arkası kesilmeyen mükafatlar, sevablar senin içindir, diyor Allah (c.c).

Aynı ayet bize şöyle hitab eder. Bu yolda yürür, insanlara İslâm'ı anlatır, insanlar senin anlatman sebebiyle hidayete gelir ve senin öğ­rettiklerinle amel edecek olurlarsa, onların her amel edişinde, sana da sevab vardır. Çünkü bir hayra delalet eden, öncülük yapan, o hayrı işle­miş gibidir deniliyor.



4- Hiç şüphesiz sen büyük bir ahlak üzeresin.

Efendimiz (s.a.v.) 1400 sene önce insanları sapıklığın her çeşidin­den, sırat-ı müstakime çağırması için görevlendirildiğinde, Allah (c.c) önce onu güzel ahlak ile donatmış. "Sen mutlaka büyük bir ahlak üze­resin" demiş.

Hz. Aişe validemiz de diyor ki: "O'nun ahlakı Kur'ân'dı." Yani bütün hal ve hareketlerini, şekillendiren Kur'ân'ın emir, yasak ve tavsiyeleri idi. O, Kur'ân'ın yaşayan hali idi. Kur'ân, okuduğumuz ve anlamaya ça­lıştığımız bir kitaptır. Peygamber efendimiz (s,a.v.) de Kur'ân'ın yaşanan hali idi diyor Hz. Aişe validemiz.

Bu ayetten biz ne dersi alıyoruz? Biz bu çağda, bu insanların öncüsü olmaya namzet olmuşuz. Allah böyle buyurmuş. Allah (c.c), "Siz kötülükten insanları alıkoymak, insanlara iyilikleri emretmek üzere çı­karılmış en hayırlı ümmetsiniz" buyurmuş.

Böyle bir görevi mü'min olma şerefine erişenlere vermiş Allah (c.c) Mü'minlik rütbesi dünyanın en büyük rutbesidir. Mü'min olarak bizler, kılavuzluk görevini üstlenmişiz. Öyleyse bizim hal ve hareketlerimiz, davranışlarımız, elimiz, ayağımız, gözümüz, kulağımız, bütün insanlara bakan ve bakmayan varlığımız, Kur'ân'a göre şekillenmesi gerekiyor.

İnsanlar örnek arıyorlar. Biz İslâm'ı anlattığımız da, bazı insanlar, "çok güzel" diyorlar. Ama yaşanması gerekiyor. Yani Allah (c.c) biz­den, Kur'ân-ı Kerim'in yaşanır hale gelmesini istiyor. Siz insanlara örnek olacaksınız. Bütün hareketlerinizi Kur'ân yönlendirecek. Böyle davranırsanız ne olacak?



5- Yakında sende göreceksin, onlarda görecekler,

Daha Mekke'de nübüvvetin başlangıcında efendimize müjdeler veri­liyor. Peygamber efendimiz nübüvvetle görevlendirildiğinde Hz. Hatice validemiz O'na iman ediyor ve ikisi elele yeryüzünü ıslah etmek üzere yürüyüveriyorlar. Sayılarının azlığından endişe etmiyorlar. Çünkü Allah onların yardımcısı, koruyucusu.

Yürüdüler, derken küçük bir delikanlı, Hz. Ali (R.A) iman ediyor Üçü yürüdü: Bu üçünün yürümesi hala devam ediyor. Şimdi sizler ve bizler de katıldık bu kervanın içerisine. Kıyamete kadar bu yürüyüş de­vam edecek. Zira bunun startını veren Allah'dır (c.c).

Allah (c.c); "Allah'ın rahmetine ve cennetine doğru yarış yapınız" di­yor. Bu yarıştaki ödül, altun kupalar filan değil, ödül cennet.

Rabbim bu dünya da müjdeyi veriyor. Sende yakında neticeyi göre­ceksin, onlar da görecek diyor. Yani dünyada devlet, ahirette de cen­net var. Dünya da mü'minin olacaktır. Çünkü mü'minler her gün, "Rabbena duasını okurlar. "Ya Rabbi! Dünyamızı güzel eyle, dünya­mızı cennet eyle, ahiretimizi de cennet eyle, bizi,ateşin azabından koru."


6- Delilik hanginizde imiş.

Yakında göreceksiniz. "Kim fitneye tutulmuş?" kim delirmiş?, kim çıldırmış?, kim din dışı kalmış? Onları siz göreceksiniz. Yani kim hak yolda? kim batıl yolda? olduğu yakında ortaya çıkacak diyor Allah (c.c).

12 Ekim 2009 Pazartesi

Kadr Suresi

"Kadr gecesinden" bahseden bu sûre, Mekke'de nazil olmuş, beş ayettir.

1- Biz Onu (Kur'ân'i) kadir gecesinde indirdik.
2- Kadir gecesinin ne olduğunu sana ne bildirdi?
3- Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır.
4- Rablerinin izniyle o gecede melekler ve Ruh (cebrail) her türlü iş için artlarda iner.
5- Tan yeri ağarıncaya kadar bu gece selamettir.

Bakara sûresinin 185'nci ayetinden anladığımıza göre, Kur'ân-ı Kerim Ramazan ayında indirilmiştir. Kur'ân'ın Kadir gecesinde indiğini bildiren bu sureye göre de Kadir gecesi Ramazan ayı içindedir.

Peygamber Efendimiz: "Kim Kadir gecesini iman ve ihlasla ihya ederse, geçmiş günahları afvolunur" buyurmuştur.

Ramazan ayının son günlerinde inzivaya çekilmek cahiliye döne­minde de biliniyordu. Ancak "Kadir gecesi" ifadesi ilk defa bu süreninin inmesiyle bilindi.

Rabbimiz bu geceyi kıyamete kadar gelecek insanlara yol gösteren kitabı indirdiği için bu gecenin değerinin bin aydan = (84 yıldan) daha hayırlı olduğunu bildirir.

Dünya koministlerinin fikir babalarından, Fransız Koministlerinin başkanlarından Roqer Garodi ömrünün son yıllarında Kur'ân'ı okur, müslüman olur ve "yıllardır aradıklarımı topluca buldum" der..

Bir insanın seksen yılda aklıyla bulamadıklarının tamamını kadir ge­cesinde inmeye başlayan bu Kur'ân'da bulur. Onun içindirki Kadir ge­cesini ihya etmek demek insanlığın hukukda, siyasette, ticarette, öz­gürlüklerini korumada, hak ve sorumluluklarını belirlemede en doğru kuralları koyan Kur'ân'ın iniş gecesini anmak, yeniden Kur'ân'ı okuyup yeni inmiş gibi ona sarılmak demektir.

Bize ışık veren, ısı veren güneş olmasa bu dünya hayatımızda be­denimiz zarar görür. Ama O, Allah'ın nuru Kur'ân, Kadir gecesinde doğmasaydı insanlık hala cehaletin karanlığında debelenir olacaktı.

Kur'âm indiren Allah (c.c)

Kur'ân'ı getiren Ruh-ül-Kuds = Cebrail

Kur'ân'ı alan Mühammed (s.a.v)

Kur'ân'ı etrafa yayan Ashabı güzin (r.a)

Bir ismi "Nur"'olan insanlığı aydınlatan Kur'ân, Allah'dan, Cebrail aracılığıyla Hz. Mühammed (s.a.v)'in gönlüne, O'nun dilinden ashabın gönüllerine nur halinde akıveriyor. Nur alıyorlar, Nur veriyorlar, Nurlu gözlerle bakıyorlar.

İşte böyle bir geceyi şuurlu bir şekilde ihya etmek şuurları nurlandırmak demektir.

"Biz O'nu Kadir gecesinde indirdik" buyuruyor.

O, dediği Kur'ân'dır. Dühan sûresinin ilk ayetlerinde O'ndan kasdedilenin kitap olduğu açıklanmıştır. Bakara suresinin ilk ayetlerinde "işte kitap" denilmektedir.

Bundan sonra "Kitap" denildiğinde akla ilk önce Kur'ân gelmelidir. Diğer kitaplar Hadis kitabı, fıkıh kitabı, matematik kitabı, fizik kitabı, şiir kitabı v.s. gibi ilave kelimelerle açıklanmalı. Kitap denilince Kur'ân akla gelmelidir.

Bu sureyi, Kadir gecesinin değerini bildirmek için indirdik manası da anlaşılabilir.

Geçmiş ümmetlerin mücahidlerinin bin ayda kazandığı sevaba bu ümmet kadir gecesini ihya etmekle erişecektir. Çünkü geçmiş peygam­berler ve ümmetler belirli zaman, mekan ve kavim için gönderilmişlerdi.

Bu Kur'ân kıyamete kadar gelecek bütün insanlığa gönderilmiştir. Bu ümmette Bu Kur'ân'ı taşımakla, indiği geceyi ibadet taat ve Kur'ân okumakla geçirdiği için, kendinden sonra gelenlere Kur'ân'ı taşıdığı için, bir gecesi bin aydan hayırlı olmuştur.

Peki bu gece Ramazanın hangi gecesidir? Pek çok rivayet vardır. Ramazanın yirminci gecesinden sonuna kadar bütün gecelerdedir. Ancak bu ümmetin çoğunluğu yirmi yedinci gecesini benimsemiştir ve inşaallah öyledir.

Ancak Abdullah b. Mesud'un; "bir senenin her gecesini ibadetle geçi­ren Kadir gecesini ihya eder" sözü daha garantilidir.

Atalarımızda; "Her geceyi kadir bil" demişler. Her gecenin hakkım verelim. "Her geleni Hızır bil" demişler herkese İslâmi kurallara göre davranalım.

Rabbin rızası iyiliklerde gizlidir. Hangi iyilik yapılınca Rabbin rıza­sını kazanacağız onu bilemediğimizden, herkese ve herşeye iyi davra­nacağız. Karıncanın gönlünü alan Süleyman olur.

Allah'ın gazabı da isyanlarda gizlidir. O'nun için hiçbir zaman kim­seye kötülük yapmamaya ve Allah'a isyan etmemeye dikkat edeceğiz.

Kadir gecesi öyle değerliki, Melekler ve Cebrail O gece Rabbin iz­niyle yeryüzüne inerler, Müminlere selam verirler ve Rabbimizin bildiği "Levhi mahfuzda" yazılı olan bir senelik işleri, Rabbimiz görevli melek­lere Kadir gecesinde bildirir ve Melekler O bilgiyle inerler ve melekle­rin selamı tan yeri ağarıncaya kadar devam eder.

8 Ekim 2009 Perşembe

Alak Suresi

1. Oku yaratan RAbbin adına; 2. O insanı sevgi ve alakadan yarattı.
3. Oku! Zira Rabbin sonsuz kerem sahibidir; 4. O insana (bilgiyi) kalemle (kaydetmeyi) öğretti, 5. O insana bilmediklerini öğretti.
6. Evet, evet; insan mutlaka azar, 7. kendi kendine yettiğini sandığında. 8. Ne ki insanın Rabbine dönüşü muhakkaktır. 9. Ama (ey muhatap!) Baksana şu engel olamaya kalkışana, 10. ibadete kalkan bir kula!
11. (Ve ey ibadete engel olan!) Hiç o hidayet üzere midir diye geldi mi aklına? 12. Yahut da çağırmakta mıdır diye sorumluluğa?
13. Düşündün mü hiç: eğer o hakikati yalanlasa ve sırt dönmüş olsa Allah'a, 14. kendisi bilmez mi ki, Allah görür mutlaka.
15. Yoo!
Eğer o buna bir son vermediyse elbet perçeminden yakalyacağız; 16. o pek sahtekar, bir o kadar da günahkar perçeminden; 17. haydi o kendi örgütünü çağırsın, 18. Biz de zebanileri çağıracağız.
19. Hayır!
O (azgın) insana uyma, imdi (Rabbine) secde et ve yaklaşmaya gayret et.


Tefsir:

"Yaratan Rabbinin adıyla oku." Her şeyi var edip yaratan Rabbinin adı ile başlayarak veya Rabbinin ismine sığınarak oku. Nimetlerin ilkini ve en büyüğünü hatırlatmak için Allah Tealâ kendisini bize yaratıcı olarak vasf ediyor. Murad: Daha önce okur yazar olmadığı halde, onu yaratan Allah'ın kudret ve iradesi ile Peygamberinin okumasını emretmesidir. Ön¬ceden okuma ve yazmayı bilmese bile, evreni yoktan var eden Yüce Allah peygamberine okuma ve yazmayı öğretmeye kadirdir.

Burada şu husus dikkati çekmektedir: Allah Tealâ önce bütün mah-lukâtı kapsaması için yaratmayı mutlak olarak kullandı. Sonra da şerefi veya hayat veren yaratılışı ya da, ayet onun için getirildiğinden ötürü in¬sanı hususi olarak zikretti.
Besmelenin bilinen şekli olan "Bismillahirrahmanirrahim" deki "Al¬lah'ın adı ile" değil de, "Rabbinin adı ile" demiştir. Çünkü Rabb fiilî sıfat¬lardandır. Allah lafzı ise, zat isimlerindendir. Burada ibadeti emretmiştir. Zat sıfatı bir şey gerektirmemektedir. İbadeti fiilî sıfatlar gerektirmektedir. Bu, taate teşvikte daha müessir olmaktadır. Özet olarak: Rab lafzında "Seni terbiye eden, yararını gözeten" manası bulunduğundan Allah adını kullanmamıştır. Hitap, ünsiyet ve ihtisasa delâlet etmesi için gelmiştir. Yani, senin O'ndan başka Rabbin yoktur, demektedir.
"Rabbinin adıyla" diyerek zatını Resulü'ne izafe etmiştir. Kulun taatı Allah için bir yarar sağlamaz. Ondan istediği bir taat veya tevbeyi yap¬tığında, onu, ubudiyyet vasfı ile kendisine izafe eder. Nitekim "Kulunu yürüttü." (İsra, 17/1) buyurmuştur.

"Oku. Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir." Emredildiğin okumayı yap. Sana okumayı emreden Rabbin her kerimden daha kerem sahibidir. O'nun kereminden biri de, ümmi olduğun halde senin okumanı sağlamasıdır. "Oku" kelimesi tekid için tekrar edilmiştir. Okuma da, ancak tekrar ve iade ile tahakkuk eder. "Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir." sözü, engelin kaldırıl¬ması ve Peygamber (s.a.)'in Cebrail'e "Oku" emrinden sonra söylediği: "Ben okuma bilmem." sözü ile açıkladığı özrünün giderilmesi içindir.
Daha uygun olan görüşe göre: Birinci "oku" sözü ile okumak, ikincisiy¬le de Rabbinin ismine sığın, manası murad edilmiştir.

Bundan sonra da okumayı yazmayla bitiştirerek şöyle buyurdu:
"Ki O, kalemi (yazı yazmayı) öğretendir." İnsana kalemle yazmayı öğ¬retti. Bu ise, Allah azze ve celle'den büyük bir nimet ve dil ile ifade gibi in¬sanlar arasında anlaşma için bir vasıtadır. Yazı olmasaydı ilimler kay¬bolur, bir dinin izi kalmaz, yaşam sürmez, nizam yerleşmezdi.

Daha sonra ise, zenginliği durumunda azan insanı kınayarak şöyle buyurdu:
"Sakın! Çünkü insan muhakkak azar. Kendini ihtiyaçtan uzak gördüğü için." Ey insan! Kendini mal, güç ve çevren ile müstağni görüp de, Allah'ın sana olan nimetlerini inkârı ve isyanda haddi aşmayı bırak, kendine gel.
İnsanın durumu hayret vericidir. Fakir ise güçsüzlüğünü hisseder, ezilir. Eli genişler, gücü ve kudreti artarsa kibirlenir, isyan eder.
Daha sonra ise, zenginliği durumunda azan insanı kınayarak şöyle buyurdu:
"Sakın! Çünkü insan muhakkak azar. Kendini ihtiyaçtan uzak gördüğü için." Ey insan! Kendini mal, güç ve çevren ile müstağni görüp de, Allah'ın sana olan nimetlerini inkârı ve isyanda haddi aşmayı bırak, kendine gel.
İnsanın durumu hayret vericidir. Fakir ise güçsüzlüğünü hisseder, ezilir. Eli genişler, gücü ve kudreti artarsa kibirlenir, isyan eder.

"Dönüş muhakkak Rabbinedir." dönüş ve varılacak yer, başkasına değil yalnız Allah'adır. O, her insanı malını nereden toplayıp nereye har¬cadığı konusunda hesaba çekecektir. Bu cümlenin, tehdit ve azmasının akı¬beti konusunda uyarmak için insana hitaba dönüşen üslubuna dikkat edilmelidir.