176-
Eyke halkı da peygamberlerini yalanladılar.
177-
Hani Şuayb, onlara dedi ki; "Siz hiç Allah'tan korkmaz mısınız?"
178-
"Ben size gönderilmiş, güvenilir bir elçiyim."
179-
"Öyleyse Allah'tan korkunuz da çağrıma uyunuz."
180-
"Ben bu çağrı hizmetime karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum; benim
çabalarımın karşılığını verecek olan, âlemlerin Rabb'idir."
İşte Hz. Şuayb'ın kıssası,
bu surenin diğer kıssaları gibi ibret dersi bağlamında burada yer almaktadır.
Tarihi süreç içindeki yeri ise Hz. Musa'nın kıssasından öncedir.
Eykeliler-genellikle- Medyen halkıdır. Eyke; Sık birbirine girmiş (balta
girmemiş) ağaçlık demektir. Öyle anlaşılıyor ki, Medyen'in etrafı böyle uzayıp
giden ağaçlıklarla çevriliydi. Medyen'in coğrafi konumu ise, Akabe Körfezi
civarında Hicaz ile Filistin arasına düşmektedir.
Hz. Şuayb da bütün
peygamberlerin kavimlerine hitap ettiği noktadan çağrıya başlamıştır. İnanç
sisteminin temeli, ücret almaktan sakınma meselelerinden işe koyulmaktadır.
Daha sonra onların özel konumlarına ilişkin sorunlara yönelmektedir.
181-
"Ölçme işlemlerinizde dürüst olunuz, eksik ölçenlerden olmayınız."
182-
"Tartma işlemlerinde doğru ve duyarlı terazi kullanınız."
183-
"Halkın mallarına düşük değer biçmeyiniz, yeryüzünde kargaşa çıkarıp
dirliği bozmayınız."
Bu milletin karakteri de,
A'raf ve Hud surelerinde ifade edildiği gibi ölçüde ve tartıda hile
yapmalarıydı. Haklarından daha fazlasını zorla ve gasp ederek almalarıydı;
İnsanlara haklarından daha az vermeleriydi; ucuza alıp fahiş fiyatla
satmalarıydı. Öyle anlaşılıyor ki, onlar ticaret kervanlarının geçtiği bir
kavşakta bulunuyorlar, ticaret borsalarına hükmediyorlardı. Peygamberleri,
onlardan bütün işlemlerinde adalet ve doğruluğu ilke edinmelerini istiyordu.
Zira sağlam bir sistemin ardından iyi ilişkiler devreye girer. İnsan bu inanca
rağmen, insanlarla ilişkilerinde Hak ve adaletten sapamaz.
Sonra Hz. Şuayp, onların
içlerinde takva duygularını harekete geçirmeye çalışır. Onlara bir olan, bütün
kuşakları ve önce geçen toplumların hepsini yaratan Allah'tan korkmalarını
hatırlatıyor.
184-
"Sizi ve sizden önceki kuşakları yaratan Allah'tan korkunuz."
Onlar ise hemen kendisine,
karmakarışık, saçma sapan şeyler söyleyen, büyülenmiş biri yaftasını
yapıştırdılar.
185-
Eykeliler dediler ki; "Sen büyüye çarpılmış birisin."
Hemen peygamberliğini inkâr
ettiler. Sen de bizim gibi bir insansın dediler. Böyle bir insan, onların
anlayışında peygamber olamazdı. Bu nedenle söylediği şeyler konusunda onu
yalancılıkla itham ettiler.
186-
"Sen de sadece bizler gibi bir insansın. Senin kesinlikle yalan söylediğin
kanısındayız."
İddiasında doğru sözlü
biriyse kendilerini korkutup durduğu azabı hemen getirmesi, gökten parçalar
düşürmesi, göğü üzerlerine yığması, parça parça düşürmesi için kendisine meydan
okumaya kalktılar.
187-
"Eğer doğru söylüyorsan başımıza gökten parçalar yağdır."
Bu, aşağılayan, alaya alan
ve patavatsız hareket eden bir insanın meydan okuyuşudur. Peygamberimize meydan
okuyan müşriklerin tutumlarını andırmaktadır.
188-
Şuayb "Rabbim neler yaptığınızı herkesten iyi bilir. "
Anlatımda mesele
detaylandırılmadan, uzatılmadan hemen sonuca geçilmektedir.
189-
Eykeliler, Şuayb'i yalanladılar. Bunun üzerine "Yakar bulut günü"nün
azabı yakalarına yapıştı. O gerçekten müthiş bir günün azabı idi.
Rivayete göre, nefesleri
tıkayan, göğüsleri daraltan aşırı, boğucu bir sıcaklık kendilerini yakalamıştı.
Sonra bir bulut göründü kendilerine. Onun gölgesine sığındılar. Orada serinlik
gördüler. Sonra birden bu bulut, her tarafı titreten, her yanda yankılanan
çığlığa dönüştü. Bu çığlık onları ürküttü ve yerle bir etti. İşte buna
"Yakar bulut günü" adı verildi, işte gölgelik bu bilinen günün temel
özelliği oldu!
Sonra bu surede yer yer
tekrarlanan yorum cümlesi geliyor.
190-
Kuşku yok ki, bu olaydan alınacak dersler vardır. Onların çoğunluğu inanmamış
kimselerdi.
191-
Ve yine kuşku yok ki, senin Rabb'in üstün iradeli ve merhametlidir.
Bu suredeki kıssalar
böylece sona eriyor. Hemen ardından son yorum geliyor. Kıssalar sona erdi.
Bunların hepsi de peygamberlerin ve peygamberliklerin kıssasını: Yakalanma ve
yüz çevirme, meydan okuyuş ve ceza kıssasını sunmaktadır.
Bu kıssalar surenin
girişinden sonra başlamışlardı. Giriş bölümünde Hz. peygamberin -salat ve selam
üzerine olsun- ve Kureyş müşriklerinin özel durumu ele alınıyordu. Onlardan söz
ediliyordu:
Ey
Muhammed, onlar mümin olmuyorlar diye neredeyse canına kıyacaksın. Eğer dilesek
onlara gökten bir mucize indiririz de karşısında boyunlar eğik kalır.
Onlar son derece
merhametli olan Allah'ın kendilerine gönderdiği her yeni uyarıya burun
kıvırarak sırt çevirirler.
Onlar yalanladılar. Fakat
alay konusu ettikleri gerçeklerin somut olayları ile yakında yüz yüze
geleceklerdir. (Şuara suresi, 3-6)
Sonra kıssalar anlatıldı.
Bunların hepsi de kendilerine gelen haberleri alaya alan bir topluluğun tipik
örnekleriydi!
Kıssalar sona erdikten
sonra, anlatımın seyri, surenin giriş bölümünde ele alınan konuya tekrar döndü.
Bu son yoruma yer verildi. Burada Kur'an'dan söz ediliyor. O'nun Âlemlerin
Rabb'i olan Allah tarafından gönderildiği pekiştiriliyor. Asırlar önce meydana
gelen bu kıssalar da bu gerçeği pekiştirmektedir. Kur'an onları Âlemlerin
Rabb'i olan Allah'tan alıp getirmektedir. İsrailoğulları (Yahudi) bilginlerinin
bu peygamberin ve onun okuduğu Kur'an'ın haberini biliyorlardı.. Zira bu konu
hakkında eski kutsal kitaplarda bilgi verilmişti. Ancak müşrikler apaçık
delillere karşı inat ediyorlardı. Onun bir büyü veya şiir olduğunu iddia
ediyorlardı. Eğer Arapça konuşmayan yabancı birine bu Kur'an inseydi, o da
tutup bunu onların diliyle kendilerine okusaydı yine iman edecek değillerdi.
Zira onları imandan alıkoyan delil yetersizliği değil inatlarıydı! Bu Kur'an'ı
Hz. Muhammed'e -salat ve selam üzerine olsun- getiren, kahinlere haber getiren
şeytanlar değildi. Kur'an aynı zamanda şiir de değildi. Çünkü bunun değişmez
bir yolu (uslubu) vardı. Hâlbuki şairler tepkilerine ve arzularına göre her
sahada dolaşırlar. Bu Allah tarafından müşriklere bir hatırlatma, bir öğüt
olarak gönderilen Kur'an'dan başkası değildi. Yüce Allah onları cezalandırmadan
önce böylece kendilerini uyarıyordu. Kendisi ile alay ettiklerinin haberi
gelmeden önce onlara öğüt veriyordu. "Zalimler ne acı bir akıbetle
yüz yüze geleceklerini yakında anlayacaklardır.” (Şuara suresi, 227)