30 Aralık 2009 Çarşamba

Maun Suresi

Meal (Mustafa İslamoğlu)

1. Allah'a karşı borçluluk sorumluluğunu tümden inkar eden birini tasavvur edebilir misin!

2. İşte böyle biridir yetimi itip kakan, 3. ve yoksulu doyurmaya gayret etmeyen.

4. İşbu yüzden, olmaz olsun (böyle) ibadet edenler! 5. Bu gibiler, ibadetin hakiki amacından gafil görünmektedirler. 6. Bunlar öyle kimseler ki, (ibadeti) gösteriye dönüştürürler, 7. ama en küçük yardımı bile esirgerler.



Tefsir(Vehbe Zuhayli)

"Dini yalan sayanı gördün mü?" Ey Muhammed! Gördün mü o hesap ve cezayı yalanlayanı?

"İşte o yetimi iter kakar. Yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur." Odur yetimi hakkından dolayı şiddetle iten, kabaca azarlayan, hakkına zulme­dip ona iyilikte bulunmayan. Cahiliye Arapları kadınları ve çocukları mi­rasçı yapmazlardı.

Mala hırsından dolayı kendisini, ailesini ve başkalarını muhtaç olan miskini yedirmeye teşvik etmez: "Hayır. Siz bilakis yetime iyilik etmezsiniz. Yoksula yedirmek için birbirinizi teşvik etmiyorsunuz." (Fecr, 89/17-18).

"Şu namaz kılıp duranların vay haline! Onlar namazlarından gafil­dirler." Bazan göstermelik olarak namaz kılan ama, namazlarından gafil olan münafıklara yazıklar olsun, azap olsun! Onunla ilgilenmezler, kılsa-lar da namazlarından sevap beklemezler, terkedince de cezadan çekinmez­ler. Vakti geçse bile onlar önemsemezler. Müminlerle beraber oldular mı ri­ya için kılarlar, onlarla değil iseler kılmazlar.

Namazlarında gafildirler, dememiştir. Çünkü namaz içindeki kasten yapılmayan hata, mağfiret edilmiş, bağışlanmıştır. Vaktini bilerek geciktir­me veya ciddi bir şekilde kıhnmamasından dolayı ile namazlarından gafil­dirler, demiştir. Ayette de: "Onlar namaza kalktıkları vakit üşene üşene kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar." buyurulmuştur. "Namaz kılanlar" sözünün, onların da namazla mükellef oluş itibarı ile namazı terkedenlere de kullanılması caizdir.

"Onlar riyakârların ta kendileridir." O namazlarından gafil olanlar, kıldıklarında da insanlara riya yapanlardır. Veya, yaptıkları bütün iyi amellerde övülmeleri için insanlara riya yaparlar.

İmam Ahmed, Abdullah b. Amr'dan rivayet ediyor. Rasulullah (s.a.) buyurdular ki: "Kim amelini insanlara işittirirse Allah da onu halkının ku­lağına düşürür, onu hakir kılar, küçük düşürür."

"Maunu da menederler onlar." İnsanların gündelik hayatlarında bir­birlerine ödünç alıp verdikleri küçük şeylerdir.

O münafıklar Rablerine ibadeti güzelce yapmadıkları gibi, O'nun ya­rattıklarına da iyilik yapmazlar. Yararlanılıp iade edilecek bir şeyi vermek bile olsa yanaşmazlar.

Nesai ve diğerleri Abdullah b. Mesud'dan rivayet ettiler: Her iyilik sa­dakadır. Biz Rasulullah (s.a.) zamanında maunu kap ve tencerenin emanet verilmesi olarak sayardık.

28 Aralık 2009 Pazartesi

Tekasür Suresi

Bu sure de Mekke'de nazil olmuş, sekiz ayettir.


1- Çoklukda yarış sizi oyaladı.


Ayetteki çokluğa açıklık getirilmemiş. Neden? Her çağın çokluk an­layışı değişecektir de ondan. "Benim kabilem senin kabilenden çok. Öyleyse yönetme hakkı bana aittir, hükmetme hakkı da, üstünlük, şan, şeref hakkı da bana aittir" diyorlar.

Günümüzde insanların çokluğu kabileyle değil. İnsanlar; "Benim param senin parandan, Benim fabrikam senin fabrikandan çok, benim omuzumdaki yıldız, senin omuzundaki yıldızdan çok. Öyleyse ben haklıyım." diyor adam.

Benim unvanım seninkinden çok, ben profesörüm sen ise daha dok­torsun, benim tarlam seninkinden çok, benim yayın saatim senin ya­yın saatinden çok. Benim yayın alanım senin yayın alanından çok." di­yorlar.

Bu çoklukla Övünme kıyamete kadar devam edecektir. Şekli deği­şecektir yalnız. Onun için Allah (c.c); "bu çoklukla öğünmeniz, asıl yapmanız gereken şeyden sizi alıkoymuştur" diyor.

İbadetlerinizle, Allah'a hizmetinizle, mallarınızı ve canlarınızı Allah yolunda harcamakla geçirmeniz gerekirken, bu yolda birbirinizle yarış etmeniz gerekirken, siz çokluklarınızla öğünüyorsunuz.

2- Hatta kabirleri ziyaret ettiniz.

Kabir son durak değil. O da Ahiretle dünya arasındaki bir geçiş yeri.

Mekke inşamda senin kabilen benim kabilemden daha az, benimki daha çok diyorlar. Sayımı yaptıktan sonra işi mezarlığa kadar götürü­yorlar. Mezardakini de sayıyorlar.

Kendileri hiçbir başarı sağlayamayanlar, kabirdekini gündeme getirerek başarısızlığını kapatmaya çalışıyorlar.


3- Hayır, yakında bileceksiniz.

4- Sonra yine hayır, yakında bileceksiniz.

Mehmet Akif döneminde bir konuşmacı Fatih Sultan Mehmed'i anlatan bir konuşma yapıyor. Çok da güzel konuşma yapmış. Dinleyicileri heyecanlandıran bir konuşma yapmış. Recai Zade Mahmut Ekrem'den de takdir bekliyormuş.

Herkes tebrik etmiş ama konuşmacının gözü Recai Zade Mahmut Ekrem'de. O da bir şey söylememiş. Konuşmacı gitmiş ve "nasıl buldunuz efendim?" demiş.

Recai Zade; "çok güzel, sen ziraat mühendisi miydin?" demiş. Konuşmacı da; "hayır efendim değilim. Ne alakası var ziraat mühen­disiyle?" deyince,

Recai Zade; "Valla ben seni dinlerken öyle zannettim. Sen Fatih'i anlattın. Şimdi O nerde?" toprakta, torunları nerede, toprakta, yaptıkları toprakta, toprağın üzerinde olan biziz. Soğan da öyle, turp da öyle, kıymetli tarafı toprağın altında, purçu(sapı) yukarıda. Sen bize ne yapacağımızı, Fatih'ten örnekler vererek söylemedin. Bizim ne olmamız gerektiğini söylemedin. Onlar iyi insanlardı, iyi atlara bindiler gittiler. Biz neyiz? Biz ne yapalım?" demiş.

Yakında trilyonlarınızın fayda vermediğini göreceksiniz. Öyleyse fayda verecek şeyler yapınız, söyleyiniz ve biriktiriniz.



5- Hayır, eğer ilmi- (-yakin (kesin bir bilgi ile) bilseydiniz.

6- Elbette cahimi (cehennemi) göreceksiniz.

7- Sonra elbette onu cahimi aynel yakin göreceksiniz.

8- Sonra o gün bütün nimetlerden elbette sorulacaksınız.

Bir damla su, bir ekmek kırıntısının da hesabını vereceğiz. Bunu küçümsemeyin. Bir damla suyu, dünyanın bütün ilmi, teknolojisi bir araya gelse yaratamaz. Bir damla soğuk suyun değeri dünyalar değer.

Her nimeti kullanırken, onu Allah'ın rızası doğrultusunda değer­lendirecek olursak, Rabbimin koyduğu kurallar içerisinde kazanır, Rabbimin koyduğu kurallar içerisinde infak edecek olursak, hesabımızı kolaylaştırmış oluruz.

27 Aralık 2009 Pazar

Kevser Suresi

Bu sûre Kur'an-ı Kerim'in en kısa süresidir. Bu ülkenin 65 milyon in­sanının % 98i bu sureyi bilmektedir. Sure kısa olduğu gibi ayetleri de kısadır. Çocukluğumuzda ilk ezberlediğimiz surelerdendir. Mekke dev­rinde nazil olmuştur, üç ayettir.



1- Biz sana kevseri verdik.

2- Sende Rabbin için namaz kıl, kurban kes.

3- Şüphesiz sonu kesik olan sana kin tutandır.


Kelimelerdeki harfler birbirine o kadar uyumlu ki, bir kuyumcunun, en harika bir süs eşyasını en hassas aletlerle, en hassas bir şekilde işle­yişinden daha hassas.

Harfler dilimizde sanki bir şelalenin damlaları gibi. Cümle ise sanki bir nehrin etrafına hayat saçarken akışı gibi bir akış.

Dünyanın en harika çiçeklerinden bir demet yapılmış. İşte Allah (c.c) de kıyamete kadar gelecek olan insanların dillerinde virt olsun, zikir olsun, moral olsun, gönüllerim hoş tutsunlar ve ona bağlansınlar, hayatlarına hep dayanak olsun, ona güvensinler diye kısacık bir sure indirmiş.

Allah (c.c) Mekke'li müşriklerin bir iftirasına cevap veriyor. Onlar şöyle diyorlardı. "Muhammed bu kitabı kendisi uyduruyor." Allah (c.c) de Bakara Suresinde; "Eğer kulumuza indirdiğimiz ayetler ve sureler konusunda şüphe içerisinde iseniz, yani "Muhammed kendisi uyduru­yor" diyorsanız O zaman buyurun siz de bir sure getirin" diyor.

Siz de Arapsınız, Muhammed sizin aranızdan çıktığı için, o da Arap. Sizin bildiğiniz dili O biliyor, O'nun bildiği dili siz biliyorsunuz. Buyurun Mekke'nin bütün ediplerini, şairlerini, nesir ve nazm yazarlarını bir araya getirin ve onlar el birliği yaparak, Kur'ân'ın benzeri bir sûre ge­tirsinler. Kevser suresine denk bir sure getirsinler. Eğer gücünüz yet­mezse, Allah'tan başka ne kadar yardımcınız varsa onları da çağırın di­yor Allah (c.c). Aynı meydan okumaşimdiki kafirler için de geçerli.

Bu sûre şu olay üzerine nazil olmuştur. Peygamber Efendimiz (s.a.v)'in üç tane oğlu dünyaya geldi. Hepsi çocuk yaşta vefat ettiler. Bir rivayete göre oğlu Abdullah öldüğünde, bir başka rivayete göre oğlu İbrahim öldüğünde, Mekke'nin imansızları, her an Allah'ın nurunun sönmesini bekleyenler sevinivermişler. Efendimizin çocuğu öldüğü ve ondan sonra da erkek çocuğu olmadığı için, Peygamberimizin ölümü ile de bu davanın son bulacağını söylüyorlar. Araplar arasında da erkek çocuğu olmayanın neslinin tükeneceğine inanış vardır. Çünkü onlar bir ayet-i kerimede bildirildiği gibi şu inançtadırlar. "Kendilerine "kız çocu­ğun oldu" diye müjde getirildiğinde yüzü kararır, kinlenir."Yani kız çocuğunun olmasından memnun olmaz, bundan utanç duyar. Mekkeli müşriklerin durumu bu.

Günümüzde de aynı durumda olan insanlar var. Mekkeli müşrikler, başta As b. Vail, Efendimizin çocuğu ölünce sonu kesik anlamına gelen "Ebter" kelimesini kullanıyorlar. "Kendisinin de ölümü ile bu İslâm Davası da bitecek, İslâm nuru da sönecek böylece toprağa karışıp gi­decek" diye Mekkeli müşrikler birbirlerine müjdelemektedirler.

Efendimiz de bir insandır. Can, kan taşımaktadır. O da bu söz üze­rine üzülür. Üzüntüsü Rabbim tarafından bilinir. Allah (c.c) Cebrail'i gönderir. Cebrail ile beraber bu sûreyi gönderir. Cebrail bir gün gelir ve Peygamberimize bu sureyi indirir.

"Biz sana kevseri verdik."

Kevser; hayrın çok olması manasına geliyor. Allah (c.c) Peygamber (s.a.v)'e biz sana kevseri verdik diyor. Yani dünyada bir insana veri­lebilecek en değerli şeyi sana verdik. Bu dünyada bir insana verilebile­cek en değerli şey.nedir? O gün için sevgili Peygamberimize verilen en değerli şey "Peygamberliktir." Dünya bir tarafa o peygamberlik bir ta­rafa. Peki bu gün? Bu gün için de bize verilen en değerli şey Allah'a imandır. Dünya bir tarafa imanımız bir tarafa.

İşte Peygamberimize verilen o "peygamberlik" en büyük nimet. Ve o peygamberlikle beraber gelen Allah'ın ayetleri, en büyük hayırdır. En çok hayır işte ondadır.

Şöyle de anlaşılır ayet; "Sana diğer peygamberlerden daha fazla ümmet verdik." gerçekten de öyledir. 1400 seneden beri geçen milyon­larca müslüman Peygamberimizin adı anıldığında O'na "salat-u selam" getirirler. Bu gün de dünyanın her yerindeki 1,5 milyar müslüman Peygamberimizin adı anıldığında O'na salatu selam getirmektedir.

Rabbim ebter'e karşılık Peygamberimize "Kevser"i vermiştir. Cennetteki kevser ırmağını ve onun toplandığı Kevser Havzını vermiş­tir. Efendimize ebter diyenlerin sonu gelmiş, kendisine kevser verilen peygamberimizin davası ise yayılarak gelişmiş, günümüze kadar gel­miş ve kıyamete kadar da devam edecektir.

Ehl-i Beyt;

1- Soyundan gelenler

2- O'nun yolundan gidenler.

Hepimiz kendimizi ehl-i beyt sayabiliriz. O'nun yolundan gittiğimiz­den dolayı.

Mekkeli müşriklerin sonu gelmiştir. Bugün 20. Asırda "Ben As b. Vail'in torunuyum" diyen bir tek insan yok. Yolundan giden var, o ayrı. Ama soyundan geldiğini iddia eden yok. Ama Peygamberimizin yolundan giden milyarlarca insan var. Aynı zamanda soyundan olduğu için ifti­har eden milyonlarca insan var. Hangisinin sonu gelmiş, hangisinin sonu bitmiş?

Yani Hz. Fatırha validemizle Peygamberimizin soyu devam etmiş, ama erkek çocuklarıyla Ebu Cehil'in soyu gelememiş. Hatta Ebu Cehil'in oğlu İklime müslüman olmuş ve İslâm'ın yavuz bahadırlarından olmuştur.

Bu sure bugün bize şunu söyler. Dinime düşmanlık edenlerin sonu gelecektir. İslâm dinine diş bileyenierin sonu gelecektir. İslâm devam edecektir.

Öyle olunca, "Rabbin için namaz kıl ve Rabbin için kurban kes." Mekke müşrikleri de bir şeyler yapıyorlar. Kabeye gelip kendilerine göre birşeyler yapıyorlar, putlarının önünde kurbanlar kesiyorlar.

Bu sûre Mekke'de nazil oldu. Kurban bayramı Medine'ye hicret» edince ilan edildi. Öyle olunca Kurban bayramından önce de, tarih bo­yunca insanlar Allah için veya putları için kurban kestiler. Rabbimiz de efendimize; "Rabbin için namaz kıl, kurban kes." buyuruyor.

Rabbim diyor ki; "Sen büyüyeceksin, senin ümmetin büyüyecek, bu din dünyayı aydınlatacak. Öyleyse bu yolda yürürken namaza devam et, kurban kes." Biz de asırlardır namazımızı kılmaya, kurbanımızı kesmeye devam ediyoruz elhamdülillah.

25 Aralık 2009 Cuma

Kevser Suresi Meal (Mustafa İslamoğlu)

Adiyat suresinin M. İslamoğluna göre mealini verdikten sonra Kevser suresinin 3. ayetinin tefsirini de vermek istiyorum. Çünkü klasik tefsire ve meale göre anlayınca ne gibi sorunların ortaya çıktığını gördüm.

Klasik Meal:


1. Şüphesiz, biz sana Kevser'i verdik.


2. Şu halde Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.


3. Doğrusu, asıl ebter (soyu kesik) olan sana kin duyandır.



Mustafa İslamoğlu Meali

1. Gerçek şu ki, Biziz sana her hayrı cömertçe bahşeden:

2. O halde namazı da, kurbanı da yalnız Rabbine tahsis et!

3. Bir başka gerçek de şu ki; (hayırdan) tamamen kesilip kopmuştur senden nefret eden.


Surenin hepsinin tefsirini yazmaya gücüm ve zamanım yetmez, ancak 3. ayetin tefsrini yazmakla yetineceğim. Dileyen:
http://video.google.com/videoplay?docid=-5878547477543125804# linkinden izleyebilr, ya da tavsiyem tefsiri edilinilebilir:)


"...Ebter e kelimenin sonradan kazandığı "soyu kesik" manası verenler, Müşriklerin Hz. Peygamberin oğulları Kasım ve Abdullahın vefatının ardından "Onun soyu kesiktir" suçlamasından yola çıkarlar. Bu yoruma göre ayet bu suçlamayı kabul edip onu yapanlara iade etmiş olmaktadır. Oysa ki Kuran ın kendisi soy sopla, evlat ve oğulla övünmeyi şiddetle kınar. Kuran a göre çocuksuzluk bir eksiklik değil bir imtihandır..."

"...Eğer Ebter ile manevi soyun kesikliğinin kastedildiği söylenecek olursa, iman gibi küfrün de hep var olacağı bedihi bir hakikattir. Kafirler sadece dünyada var olmayacaklar, ahirette de var olacaklardır. Yani kafirin ve küfrün soyunun kesik olduğu şeklindeki bir anlayış da isabetli değildir..."

23 Aralık 2009 Çarşamba

Adiyat Suresi Meali(Mustafa İslamoğlu)

Tefsiri ve meali blogta mevcut olmasına rağmen bir de M. İslamoğlu nun mealini okuyun istedim. Neden ayetleri böyle meallendirdiğinin gerekçesi ve surenin tefsiri linkte mevcuttur. Umarım faydalı olur.

http://video.google.com/videoplay?docid=3715715606461016927#



1. Yazıklar olsun; (vahye) dinmez bir hınçla saldıranlara,

2. ve (içindeki) öfke ateşiyle etrafı tutuşturanlara,

3. ve sabah(lar)a kadar kıskançlıktan kıvrananlara,

4. sonuçta tozu dumana katarak ortalığı bulandıranlara:

5. nihayet bu düşmanlıkla toplumun ortasına dalanlara...

6. ki gerçekten de (bu) insan tipi Rabbine karşı çok nankördür;

7. üstelik insanın kendisi de buna şahittir;

8. zira o servete pek tutkundur!

9. O bilmez mi ki; kabirlerde bulunan herkes diriltilip ortaya çıkacağı zaman,

10. ve göğüslerde bulunan her şey ortaya serileceği (zaman):

11. Elbet Rableri, o gün onları (bekleyen akibetin) iç yüzünden bütünüyle haberdardır!

21 Aralık 2009 Pazartesi

Adiyat Suresi

Bu sûre Mekke'de nazil olmuştur. Medine'de nazil olduğunu söyle­yen sahabe de' var. Onbir ayettir. Mekke'de nazil olan surelerin ken­dine has özelliklen vardır. Cümleler kısa, manalar özlü daha çok ahiretin dehşeti ifade edilir. Akaid üzerinde durulur.

Çünkü ahirete inanmayan, Kur'ân'ın ifadesiyle "Mele1" tabir edilen ve Türkçe karşılığını Elmalılı Hamdi Yazır'ın; "Kodaman" diye ifade et­tiği, dünyevi nimetlerle şımarmış insanlar, cennet tasvirleri karşısında fazla ilgilerini çekmiyor. Çünkü zaten kendileri dünyada bir cennet ha­yatı yaşıyorlar. O yüzden Mekki surelerde cehennem sahneleri biraz daha fazla anlatılıveriyorki, adamda bir ürperme meydana gelsin.

Allah(c.c) bu sûrenin okunuşunda dahi insanın iç dünyasında bir ha­reketlenme, meydana getiriyor. Şair şöyle demiş; "söylediğin nedir bil­miyorum ama anlar gibiyim."

Arapçayi bilmeyen insanlarımız dahi Kur'ân-ı Kerim okunurken anlar gibidirler. İnsan bu sûrenin ilk dört ayetini okurken; sanki bir bölüğün, bir alayın cenge giderken çıkardığı, at kişnemeleri veya at nallarının sesini duyuyormuş gibi, sanki bin atlı akıncıların dünyayı aydınlatmak üzere vadilerde, ovalarda, dağ başlarında at koşturma seslerini duyu­yormuş gibi bir his veriyor.[1]



1- Harıl harıl koşanlara,

2- Çarparak ateş saçanlara,

3- Sabahleyin baskın yapanlara,

4- Orada tozu dumana katanlara,

5- Orada (düşman) topluluğun ortasına dalanlara yemin olsunki


Daha henüz cihad emri verilmemiş. Daha ziyade insanların gönülle­rine İslâmın ulaştırılması esas alınmıştır. Onlar vurmaya kalkarlarsa, müslümanların el kaldırmaması, şeklinde bir cihad faaliyeti var.

Yani harbe izin verilmediği bir dönemde nazil olan bu sure-i celilede, müslümanlara bir hazırlık emri var gibidir.

Atlar övülmüştürki böylelikle ayetin işaretiyle ashaba ata bakma­ları, at beslemeleri, at taşımaları ata binmeleri, at yarışları yapmaları, kısaca atlı bir eğitimden geçmelerine işaret vardır.

İleri de harb izni verildiğinde hazırlıklı olmalarına bir işarettir bu sure-i celile. Atla ilgili Peygamberimizin bir çok hadis-i şerifi vardır. İmam Buhari'nin Kitabu'l-Cihad da rivayet ettiği bir hadis-i şerifte; "at taşıyan insan; atını bir çayıra bağlasa, çayırda bağlandığı ipinin boyu oranında ne kadar yeri gelebiliyorsa, o kadar sevab, attığı adım kadar sevap, yediği ot kadar sevab, içtiği su kadar sevap vardır sahibine. Sulanmak için bir suya doğru koşsa gittiği yer kadar sevap vardır." Tabiki at beslemekte hedef o gün için Allah yolunda koşturmaktır.

Ata önem verilmesi konusunda da Allah (c.c) "......Güç ve kuvvet hazırlanmasını ve atlar bağlanmasını" emrediyor.Ayette "at" kelimesini de zikretmiştir. "Güç ve kuvvet" derken de, her çağın ken­dine has gücünün hazırlanmasına da işaret vardır. Zaten "veladiyat" derken bizzat atın ismi zikredilmeden ifade edilmiş. "Süratle koşan, gi­den, atlayan, sıçrayan" kelimeleriyle at ifade edilmiştir.

"At" kelimesi bizzat ayette zikredilmemiştir. Bundan dolayı Hz. Ali (r.a); bundan kasıt devedir demiştir. Abdullah ibn Abbas; bundan kasıt "at"dır demiştir. Öyle olunca "sesler çıkartarak koşanlara" derken buna uçak da diyebiliriz, tren de, vapur da diyebiliriz. Yani insanları bir yerden, diğer bir yere süratle taşıyan vasıtaların hepsine "veladiyat" denilebilir.

"Kıvılcımlar saçarak yürüyen." zaten her şey kıvılcım saçarak yürü­yor. At yürürken ayaklarından kıvılcımlar çıkarıyor. Arabalar da yürür­ken kıvılcımla harekete geçiyor ve kıvılcımla devam ediyor. Bu ayetten anladığımız kadarıyla, günümüzde de her müslümanımız gücü oranında çağının vasıtalarından edinmeye ve bunları da Allah rızası için almaya dikkat etmelidir.

Peygamber Efendimiz, at alan insanları sınıflandırıyor : "Biri kendi işlerini görmek için at bağlar. Birisi etrafa hava atmak için at alır. Birisi de var ki, Allah yolunda o atı cihad aleti olarak kullanmak üzere atı alır ve bağlar. İşte bu insanın aldığı o attan dolayı büyük sevaba ulaşacağını" ifade ediyor.

Onun için müslüman bisiklet aldığında bile niyeti "bu bisikletle Allah'ın dinine nasıl hizmet edebilirim?" Filan yerdeki sohbete bu bi­sikletle giderim, filan yerdeki insana İslâm'ı anlatmaya bu bisikletle gi­derim diyerek alırsa sevab kazanır.

Ayrıca bu ayetten, müfessirler şunu da anlamışlardır; Ayeti insan­lara yöneltmişler. "Fikir kıvılcımları saçan ve insanların yüreklerinden aydınlanmalar meydana getiren, bunu meydana getirebilmek için sesler çıkararak koşan, yani gittiği yerlerde İslâm'ın tebliğini yapan, bunu ya­parken de acele davranan insanlar" olarak ayeti yorumlamışlar.

İnsanlara aydınlığı verebilmek için, önce küfrün kenetlenmesine engel olunmalıdır. Kafir kafire baka baka kararıyor. Önce bir kere birbirlerin­den ayrılmaları lazım. Müslüman bunların arasına girmek suretiyle, ka­firin böylece kapkara olmasını engeller. Sonra yüreklerine İslâm'ın kı­vılcımı atılmak suretiyle orada bir nur harmanı meydana getirilmelidir.



6- Şüphesiz insan Rabbine karşı nankördür.

Genelde bu ayet "cimridir, nankördür" diye terceme edilmiş. Ancak pek ifade etmiyor bu kelimeler. Arap "Kenûd" kelimesini "Cahûd" "in­karcı" kelimesiyle de terceme etmiş, cimri kelimesiyle de ifade etmiş. Ama Arap bunu kullanırken; "yeryüzü mahsul vermedi." demek için bunu ifade edermiş. Yani yeryüzüne siz tohumu atıyorsunuz, çiftinizi sürüyorsunuz, sulamanızı yapıyorsunuz ama toprak mahsûl vermiyor.

İşte o zaman Arap bunu ifade etmek için "kenede" kelimesini kullanırmış. Yine nankörlük manası var bunun içerisinde. Allah (c.c) insan­lara kendisine ibadet yapacak itaat edecek özellikleri ve güzellikleri vermiştir. Zikretsin diye dil vermiş.

Ama kafir, o zikretsin diye verilen dili, Allah'ı inkarda kullanıyor. Peki bu insanın ıslahı mümkün değil mi? Mümkündür, Allah (c.c), her insana has özellik vermiştir. Her İnsan kendisine verilen bu Özelliği keşfetmelidir. Ondan sonra da kendisine bu özelliği veren Allah'a iba­det etmeli ve "kenûd" olmamalıdır.



7- Muhakkak O'da buna şahittir.


Buradaki "Hu" zamiri Allah manasına da gelir ki, o zaman mana şöyle olur; "O Allah (c.c), insanın bu nankörlüğüne, bu cimriliğine biz­zat kendisi şahittir. Veya "hu" zamiri insan manasına da gelir ki, o zaman mana şöyle olur; "O insan kendi nankörlüğüne kendisi de şahit­tir." Öyle ya inkarcı bu işin farkında. Şu anda ben ataistim, koministim, bilmem ne istim!!? diyen insanlar işin farkındalar.

Çünkü peşinden gittikleri o put adam bunların dilini yaratamazki. Adamın kendisi Ölmüş. Marks'ın peşinden binlerce adam gitmişti bu memlekette. Ama o da ölmüş. Onun peşinden giden bu insanlar, Marks'ı da getiren ve götüren birisinin olduğunun farkındalar...

Bu dilleri Allah yaratıyor. Ancak bu nankör insanlar, bu dil ile Allah'a harb ilan ediyorlar. Bunun da farkındalar. Bir çıkmazın içerisin­deler. Bunları uyarmakta fayda vardır.



8- Şüphesiz O, mal sevgisinde çok katıdır.

Yani çok fazla mal toplama meyli vardır bu insanlarda. Hatta Peygamberimiz (s.a.v)bunu ifade etmiş; "Bir vadi dolusu altını olsa, ikinci bir vadiyi ister insan." Peygamberimiz burada öyle bir söz kul­lanmış ki, kıyamete kadar gelecek olan insanların hayalinin dahi erişemiyeceğı bir ifadeyi kullanmış. Yani insanın Marmara denizi dolusu altım olsa," ona gözü alıştıktan sonra, "Ege Denizindeki niye benim olmasın?" der. Bunu Yavuz Sultan Selim çok güzel ifade etmiş; "Dünya bir kişiye bol, iki kişiye dar." demiş.

Müslüman toprak için, altın için, zevklerini tatmin için cihad etmez. Müslüman dünya üzerinde en değerli şeyin insan olduğunu ve bu in­sanın imansız giderse, ahirette yanacağını bildiğinden, onu kurtarmak için cihad eder. Cihad, insanla islam arasındaki engeli kaldırmaktadır. Bunun için at koşturur, kıvılcım çıkarır, tozu dumana katar, cemaatleri yarar, koşturur ve gittiği yerleri ısıtır.



9- O bilmiyormu ki, kabirlerdeki çıkartıldığında,

10- Göğüslerdeki toplandığında

Kıyamet gününde kabirlerden cesetler çıkar ama cesedlerden de in­sanoğlunun yaptıkları çıkar. Kıyamette hiçbir şey gizli kalmayacaktır. Büyük küçük her şey orada ortaya konulacaktır. Çünkü her şeyimiz melekler tarafından kaydedilmektedir. Onun için gönül defterlerimizi temiz tutmaya gayret edelim. Çirkin, hoşa gitmez kelime ve davranış­ları oraya kaydettirmemeye gayret edelim. Fotoğraf çektirir gibi yaşa­maya gayret edelim.



11- Şüphesiz o gün Rableri onlardan haberdardır.

Allah (c.c) her şeyden haberdardır. Bir ismi de "Habîr"dir. Onun için her şeyden haberdar olan Allah'ın hoşuna gitmeyecek şeyleri yapmak­tan kaçınalım.

20 Aralık 2009 Pazar

Asr Suresi

Bir çoğumuzun ezberinde olan, Kur'ân-ı Kerim'in en kısa surelerin­den birisi olmakla manası Kur'ân'ın bir özeti durumundaki ve Asr Suresi diye isimlendirilen bu sûre Mekke'de nazil olmuş, üç ayettir.



1- Asra yemin olsun ki,

2- Şüphesiz insan zarardadır.

3- Ancak, iman edip ameli salih işleyenler, hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadırlar.


İki dünyada Allah'ın rızasına nail olabilmek için neler yapmamız ge­rektiğini özet bir şekilde formüle etmiş bu sure. Biz de bu sureyi dili­mizle okuyor, kalbimizle tasdik(iman) ediyoruz. Eğer bunları yaşaya­cak olursak, iki dünyada da mutluluğa ereceğimizi, zarardan kurtula­cağımızı Allah bize haber veriyor.

Rabbim bu sureye de yine yeminle başlıyor. Ve Asr'a yemin ediyor.

"Asr"ı, kelime olarak biz Türkçemizde kullanırız. Hepimiz Peygamberimizin yaşadığı çağa "Asr-ı Saadet" diyoruz. Öyle bir asır ki, şairin dediği gibi;

-Gül alırlar, gül satarlar,

-Gülden terazi yaparlar,

-Gülü gül ile tartarlar,

-Çarşı-pazarı güldür gül.

Bütün mutlulukların birlikte olduğu Efendimizin çağına, bu ismi kul­lanıyoruz. Asr; "çağ" manasına geliyor, ikindi vakti manasına geliyor, bir insanın ömrü manasına geliyor, topyekün çağlar manasına geliyor. Hangi manaya alırsak alalım Asr kelimesi her halükarda zamanla ala­kalı bir kelimedir. Yani Allah (c.c) zamana yemin ediyor. Bir başka ifa­deyle Allah (c.c) hem bir asra, hem de bütün zamana yemin ederek zamanın değerini bize anlatmış oluyor.

Ömür, Rabbimizden bize verilen bir sermayedir. Bu sermayenin sa­yısı da Rabbimizin katında bellidir. İnsana verilen en değerli sermaye­dir. Ama insanoğlunun da en az değer verdiği sermayedir. Aldığımız her nefes ömrümüzden bir şeyler alıp götürmektedir. Öyleyse serma­yeyi bize veren Allah, verdiği bu sermayeyi geriye alıyor. Rabbim ver­diği bu sermayenin kârını bize bağışlıyor.

Yani beş dakikalık zaman içerisinde Allah'ın rızası için neler yapmışsak, o bizim kârımız olarak kalacaktır ve Rabbim katında o değer­lendirilecektir. Rabbimin ne kadar "Latîf," ne kadar "Rauf," ne kadar "Rahîm" olduğunu böyle anlıyoruz. Zaten Rabbim şöyle buyurur; "İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır" Biz zamanımızı çok iyi değerlendirmeliyiz.

Fahreddin-i Razi (Rahmetullah'ı aleyh) tefsirinde diyor ki; "ben za­manın değerini pek anlıyamazdim. "Vel-Asr " suresini okurdum da manayı gönlüme yer ettiremezdim. Bir gün çarşıda buz satıcısı gördüm. Şöyle bağırıyordu; "sermayesi her an eriyen bu zata acıyın." Ömür sermayesi her nefeste eriyor. Nasıl ki buzun üzerine sıcak nefesinizi üfürdüğünüzde buzu eritiyorsunuz, aynı şekilde çıkan ve giren her ne­feste siz de eriyorsunuz. Öyleyse bu nefesler boşa gitmemeli. Bu ne­feslerle bir şeyler kazanılmak ve ahirette Allah'ın (c.c) huzurunda bu nefeslerle kazandığımız sevabın mükafatını görmeliyiz. Ziya Paşa'da;

-Dehrin ne safa var sim üzerinde -İnsan bırakır hepsini hıyn-i seferinde demiş.

Yani bu çağın içerisinde altın kazanmışsın gümüş kazanmışsın, ipekler giymişsin ne fayda var. Bir gün bir sefer başladığında bunların hepsini geride bırakıp gideceksin diyor.

Ahirete doğru bir gün bir sefer başlayacak. Öyleyse bu yolculuğa hazırlıklı olalım. Mehmet Akif de şöyle demiş.

-Neden geçsin sefaletlerle, hayketlerle ezmanın

-Neden azmin süreksiz, yok mudur Allah'a, imanın?

Yani zamanın boş şeylerle, sefaletlerle, insanı yarın pişman edecek şeylerle niye geçsin. Eğer Allah'a imanın varsa azmedeceksin, azimle bir şeyler yapacaksın. Zamanı sefaletle değil ibadetle, itaatla Hakka ve halka hizmetle geçireceksin.

En değerli sermayemiz zamanımız. Milyarları kaybetseniz geriye kazanabilirsiniz. Ancak hiçbir insan, milyar veya trilyonlarını verse, ömründen bir saniyeyi geriye getirebilecek durumda değildir. Onun için her anınızı ayrı değerlendireceksiniz.

Değerli ilim adamlarından birisinin yanına bir başkası ziyarete gel­miş. Demiş ki, "Efendim sizinle görüşmek, konuşmak, hoşça vakit ge­çirmek istiyorum." O da demiş ki; "Dışarıya çık, güneşi durdur sonra gel, seninle hoşça bir vakit geçirelim." Her anın her zamanın kendisine has işi vardır. Şimdi sen geleceksin beni meşgul edeceksin, meşgul et­tiğin zaman içerisinde okuyacağım kitabı bir daha okuyamam." Ama efendim ben gittikten sonra okursun" Sen gittikten sonraki zamanın kendine has işi var," diyor.

Atalarımız da, "bu günün işini yarına bırakma" demişler. Niye? Yarının kendine has bir işi vardır da ondan. O zaman sen bu günü zayi etmiş oluyorsun. Çünkü yaşla beraber iş de büyür. İlişkiler çoğalır, va­kit azalır. Yaşlandıkça gücün azalır ama yükün çoğalır. Bazıları der ki; "40 yaşma geldikten sonra ben ibadetlerimi yaparım." Peki 40 yaşına geleceğinin garantisi ne? 40 yaşının kendine has görevlerinin olduğunu niye unutuyorsun? Onun için Arab şairlerinden Ahmet Şevki şöyle demiş;

Dekkatü Kalbi'l-Meri kailetün lehü

İnnel hayate dekaiku ve sevânî

Ferfa' li nefsike bade mevtike li zikraha

Fe zikrun lil insani umrun sânî

Kalbinin tiktaklarını dinle, o sana şöyle söylüyor. Diyor ki; ey insan hayat dakikalardan ve saniyelerden ibarettir. Kendin için ölümünden sonra nefsinin zikrini yükselt.

Çünkü insan için anılmak ikinci bir ömürdür. Yani öldükten sonra da anılacak işler yapmalıyız. Sana hayır dua ettirecek işler yaparsan ikinci ömre geçmiş olursun. Bunu İbrahim (a.s) da Rabbinden istiyor zaten; "Ya Rabbi! Benden sonra gelecekler katında benim adımı yükselt. Ben hayırla, doğrulukla yad edileyim." Yani benden sonra gelen in­sanlar arasında iyilikle anılan bir insan olayım. İkinci bir ömre geçeyim diyor. Hz. İbrahim ikinci bir ömrü hak eden insanlardandır. Biz hergün namazımızda "Allahümme salli barik" dualarında onu hayırla yad edi­yoruz.

Peygamberimiz bir hadislerinde ne güzel ifade etmiş; "Allah'ın in­sanlara lütfettiği iki nimet vardır ki, bir çok insan bu nimeti değerlendir­mede aldanmışlardır. O nimetler de sıhhat ve boş zamandır." Sıhhatinin değerini ancak hastalandığı zaman anlıyor insanlar. Boş zamanlarını da değerlendiremiyor.

Malımızı alıp-satarken aldanmıyoruz. Çünkü buna dikkat ediyorsunuz. Doların, markın fiyatlarını takip ediyorsunuz. Peki burada aldansanız ne olur? Sermayeden zarar etmiş olursunuz. Ama o sermayenin telafisi mümkün. Fakat o dükkanınızda otururken geçirdiğiniz boş za­manınızın yok olup gittiğinin farkına varıyor musunuz?

İmam Buhari'nin hadis rivayet ettiği şeyhlerden Muhammed b. Dîkendî'nin hayatını anlatırken, Aynî diyor ki; "Muhammed hadis ya­zardı. Yani kendi şeyhinden hadis yazardı. Hadis yazarken kalemi kı­rıldı. Kaleminin ucunu düzeltmek için bıçağını çıkarıp düzeltmeye kalksa zaman geçecek ve üstadının rivayetine yetişemiyecek. O anda demiş ki; bir kalem verene bir dinar vereceğim. Yani çok değerli bir paraya bir kalem veriyor. Bunu anlayabilmek için kolej veya üniversite imtihanındaki çocuğunuzun durumunu göz önüne getirin. Yanında ye­dek kalem bulunduruyor, çünkü soru çok ve zor ama zaman dar.

Biz zamanlarımızı çok iyi değerlendirecek ve iflas etmemeye gayret edeceğiz. Peygamberimiz; Müflis kimdir? demiş. Sahabede; "Ya Rasulallah; Müflis mal alıp-satarken sermayesini de kaybeden insandır." demişler. Peygamberimiz ise şöyle cevap vermiş: "Kıyamet gününde iyi amelleri kötü amellerinden az gelen, haklarını yediği insanlar gelip hak­larını aldığında, kendisinin iyi amelleri kalmayan insandır."

İman edenler de ömürlerini kaybediyorlar, onlar da ölüyorlar. Ancak iman eden bu can ve tenini bu değersiz dünyadan değerli bir yere nak­letmek suretiyle kazanıyor. Bunlar kazançlı tacirlerdir. Kur'ân'ın tabi­riyle "Allah ile alış-veriş yapan" insanlardır.

Herkes Allah'a iman ediyor. İnkâr ediyorum diyen bir avuç insan var bu memlekette. Ama onlar da kendilerine göre bir ilah buluyorlar. Allah'a iman etmek; Allah'ın Kur'ân'ında ve Peygamberimizin sahih sünnetinde açıkladığı şekilde olur. Ama bakıyoruz ki; bazı insanlar di­yorlar ki; "biz Allah'a iman ediyoruz. Allah yeri ve göğü yaratmıştır, bizi de yaratmıştır. Ancak Allah gök işlerine karışır, yer işlerine biz karışırız. Allah bizim vücudumuzu yönetir ama Allah'ı bizim sosyal ha­yatımıza müdahale ettirmeyiz" demek Allah'a inanmamak demektir.

Mekke müşrikleri Allah'ın varlığına iman ediyorlardı. Peki niye kafir oluyorlardı? Allah'ın varlığına iman eden bu insanlar yönetimlerine Allah'ın müdahalesini kabul etmiyorlardı. Peygamberin (s.a.v) getirdiği Kur'ân'a göre yaşamak istemiyorlardı. Neden? Çünkü çıkarları zedele­niyordu.

İmandan sonra amel. Ayet imanın yeterli olmadığını ifade ediyor. "İman ettik deyivermekle bırakılıvereceğinizi mi zannettiniz?" diyor Allah (c.c). İman ettikten sonra imanın gereğini de yapmak gerekiyor. Amel-i salih nedir? Allah'ın kitabında ve Peygamberin sahih sünnetinde ifadesini bulan ibadetler ve muamelattır. Bunu yapanlar za­rardan kurtulmuşlardır diyor Allah (c.c). İman bir çekirdektir ama amel de onun çiçeğidir.

İman ettik deyip de imanın gereği olan ibadet ve muamelatı Kur'ân'a ve sünnet-i seniyyeye göre yapmazsanız kimseyi kandıramazsınız. Ne melekleri kandırabilirsiniz, haşa ne de Allah'ı kandırabilirsiniz.

Kurtuluşun üçüncü reçetesi de; hakkı tavsiye etmek. Hakkı tavsiye edenler de zarardan kurtulmuşlardır. Hüsran içerisinde değillerdir diyor Allah (c.c). Hakkı tavsiye eden kişinin, onu yapması gerektiğini ifade etmek için önce iman, sonra ameli salih, sonra tavsiye denmiş. Kişi kendisinin yapmadığı bir şeyi tavsiye ederse faydası az olur.

Hak; Cenab-ı Hakk'ın isimlerinden birisidir. O zaman mana şöyle olur. Allah (c.c)'ı tavsiye edenler kurtuluşa erenlerdir, zarardan kurtu­lanlardır. Emri tutulacak biri varsa, O Allah (c.c)'dır. Yasaklarından kaçınılacak birisi varsa, O Allah (c.c)dır. Yolunda ölünecek biri varsa, O Allah (c.c)'dır. Sevileceklerin başında Allah vardır. Sonra Peygamber Efendimiz.

İnsanlar mutlak surette bir tavsiyede bulunurlar, Allah'ı tavsiye edemeyenler, insanı tavsiye ederler. Filanı çok iyi tanı, filanın yolundan yürü, filanın emirlerine dikkat et, yasakladıklarından sakın. Filansız olmaz diye birilerine gönderiyorlar. Peki nerede O filan? Diyor ki, "Öldü." Ölen insan, hastalanan insan tavsiye edilmez.

Hak; bir de Kur'ân'ın adıdır. "Rabbinizden gelen bir Hakk'dır" buyu­ruyor Allah (c.c). Öyle olunca mana şu şekilde olur. "Kur'ân'ı tavsiye edenler."

Hak; doğru anlamına da gelir. "Allah'ın va'di haktır yani doğrudur" diyor Allah (c.c). O zaman mana "birbirlerine doğruyu tavsiye edenler kurtuluşa erenlerdir" şeklinde olur.

Hak; bir de adalet manasına gelir. "İnsanlar arasında adaletle hük­met" diyor Allah (c.c). Yani insanlar kendi aralarında birbirle­rine adaleti tavsiye ederler.

Allah'ın haklarını tavsiye etmek gerekir, kul haklarını tavsiye etmek gerekir. Kul hakkıyla Rabbim huzuruna varmamak konusunda insanlar birbirlerini uyarmalıdır. Nefsinin de haklarını insanlar birilerine hatır­latmalıdırlar.

Sabrı tavsiye edenler kurtulmuşlardır. Allah'ı tavsiye ederseniz, yani "bir tek Allah'a kulluk edeceksiniz" derseniz, birileri karşınıza dikilecektir. Sizi yerinizden, yurdunuzdan edebilir ve sürgüne gönde­rebilir. Sizi hapse atabilir. Sizi şehit edebilir, size işkence yapabilir, size her türlü dünyevi azabı tattırmaya yönelebilir. Ama bütün bunlara sabredenler, karşılığında cenneti göreceklerdir.

İbrahim (a.s) alevi göklere varan ateşi gördüğünde Allah'a sığınmış, Allah'a güvenmiş, Rabbim de O'nun ateşini gülistana çevirivermiştir. Bu bir sabırdır.

İbadet karşısında sabır, yasaklara karşı sabır, kafirin bütün zulmünü gördüğü halde, Allah'ın cennetini ve rahmetini görerek, O'nun zulmüne sabretmek. Sabretmek demek, zillet içerisinde yaşamak, boyun eğmek, sünepe sünepe dolaşmak değildir. Sabır, izzetini korumak demektir.

Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurur; "cihadın en efdali zalim sulta­nın karşısına geçip hak sözü söylemektir."

Sabrı ben şöyle özetliyorum: Timur'a demişler ki; "yahu her harbi kazanıyorsun. Bu ne iştir? Yıldırım Beyazıt'ı mağlub ettin. Bu ne haldir?" demişler. Timur, soruyu soran adama demiş ki; "parmağını ver" Adamın parmağını alıp kendi ağzına götürmüş, kendi parmağını da adamın ağzına götürmüş. İkimizde ısıracağız. Harb bir ısırma sanatı­dır." demiş. Ve ikiside ısırmaya başlamışlar.

Bir süre sonra Timur'un karşısındaki adam dayanamayınca "aaaü" demiş ve bağırmak için ağzını açmış. Timur elini adamın ağzından çekmiş. Ama adamın parmağını ısırmaya devam etmiş. Bir müddet daha bağırttıktan sonra bırakıvermiş.

Demiş ki; "İşte sabır budur. "Aaa" demek sana fayda vermez, bana fayda verir. İşte sabır budur. Yani belalara karşı, ibadetlere karşı sabır, haramlara karşı sabır, helallara karşı sabır. İşkenceye karşı sabır, Allah'ın lütfettiği nimetlere karşı da sabır. İlim öğrenmeye karşı da sa­bır. Üniversite öğretim üyesi bir dostum; "İngiltere ve Amerika'daki profösörlerin yarısından fazlası geri kalmış ülkelerin insanlarından oluşuyor" demişti. Çünkü bütün sosyal ihtiyaçları, devlet tarafından ga­ranti altında olan bir ingiliz delikanlısı gençliğinin baharında gönlünce eğlenmek varken, kütüphane köşelerinde binlerce kitap ve arşiv belge­lerinden doktora tezi çıkarmaya yöneltiliyor. Çünkü o bir sabır işidir.

Öğretmek, öğrenmekten daha çok sabır isteyen bir iştir. Siyasette sabır, çünkü hasımlarınız her türlü yalanı, iftirayı atacaklar. Sizi siyaset sahnesinden atacaklar. Efendimize yapılan iftiralardan birini Nur suresi haber veriyor. Efendimiz sabırla yoluna devam ediyor.

Bir insan iman eder ve bu imanı; amel halinde elinde, gözünde, gön­lünde bütün azalarında çiçek açacak olursa, her yerde Allah'ı insanlara anlatır, hak olan Kur'ân'ı öğretir ve İslâm'ı yaşamak için insanlara tav­siye ederse ve bu yaşantı içerisinde helalları yaşamaya, haramlardan kaçınmaya, ibadetleri hakkıyla yerine getirmeye, yasaklardan kaçın­maya sabredecek olursa,işte bu insan hayatını kurtarmış, Allah'ın naim cennetlerini kazan­mış, dünyada izzet ve devlet, ahirette de cenneti hak etmiş olur.

19 Aralık 2009 Cumartesi

İnşirah ; 1-8

1- Biz senin göğsünü genişletmedik mi?

2- Senden senin yükünü kaldırmadık mı?

3- O (yük) ki belini büküyordu.


Bütün insanlara yapılan işkencenin yükünü kendi üzerinde hissedi­yor Peygamber Efendimiz, insanların imana giden yolunu Ebu Cehil ve Ebu Leheb engelliyor. Ama Efendimiz iki yükü birlikte hissediyor.

1. Bir tarafta Ebu Leheb ve Ebu Cehil'in yanmasından dolayı üzüntü duyuyor.

2. Bunların engellemesi nedeniyle imansız kalan binlerce insanın üzüntüsünü duyuyor.

Yani Peygamber Efendimiz hem zalime acıyor hem de mazluma acıyor.

Böylesine bir aşkı, böylesine bir merhameti, dünya tarihinde bir filozofun veya bir şairin veya bir başka insanın gösterdiği görülme­miştir.

İşte Peygamber Efendimiz bütün bu acıları, ruhunun en derin ye­rinde hissediyor. Peygamber Efendimiz dağlardan daha ağır kabul ettiği bir yükün altındadır. Allah (c.c), Rasulü'nün gönlünü genişleti­yor. Onun yüklerini hafifletiyor.

Ders yaptığım üniversite öğrencilerine bazen derim ki; "Hep alıcı ol­mayın, aldığınız gibi verici de olun. İslâm'dan öğrendiğiniz şeyleri öğrenmeyenlere öğretin." Bu konuda denemeler oldu. Bazıları neticeyi bana da bildirdiler. "Hocam makam olarak yüksek yerlerdekilerin ya­nına vardığımızda elimiz ayağımız titriyor, dilimiz tutuluyor." diyorlar. Bu hal, günümüzde bizim neslimizin en fazla sıkıntı duyduğu bir olay­dır.

Eğer biz gönlümüzü geniş tutar, karşımızdaki kişinin insanlık dere­cesinden hayvanlık derecesine düşmüş biri olduğunu kabul edersek ve onu insanlık derecesine çıkarmak için gayret sarfedersek, o zaman gönlümüz daralmaz, dilimiz tutulmaz. Bu da önce Allah'a tam anla­mıyla iman etmek ve O imanın verdiği gönül genişliğiyle sağlanacaktır.

Mü'minin gönlü, bütün insanları ve bütün yaratılmışları sevebilecek kadar geniş yaratılmıştır. Buhari'nin bed-il halk'da, Müslim iman'da, Nesai'nin salatta, Tirmizi'nin Tefsir'de naklettikleri bir hadiste; Efendimizin göğsünün yarıldığı, zemzemle yıkandığı, iman ve hik­metle doldurulduğu haber verilir.


4- Senin zikrini (şanını) yüceltmedik mi?

1400 sene öncesine gidin. Çöl denizinin ortasında, ot bitmeyen va­disinde, etrafa bağırsanız çöl denizi içinde kaybolup gidecek. Öyle bir ortamda, Mehmet Akif Ersoy'un deyimiyle; dünyanın en sapa yerinde gönderilen sevgili Peygamberimize (s.a.v) Rabbim "senin adını yü­celttik" diyor.

Yani Himalaya'nın tepesinde de, Japonya'nın Tokyo kentinde de müezzin, günde beş defa "Eşhedü enne Muhammeden Rasulullah" diye bağıracak. Bu ayet indikten sonra Hassan b. Sabit (r.a) şöyle di­yor; "Allah Peygamberinin ismini kendi ismine ilave etti, ardarda getirdi ve müezzinler beş vakit "Eşhedü" dedi."

Peygamberimizin yükselen adını indirmeye hiçkimsenin gücü yet­mez. Beş vakit okunan ezanımızda ve namazımızdaki tahiyyatımızda Peygamberimizin adını Allah (c.c)'in adıyla okumaya devam ediyoruz. Bunu engellemeye hiçkimsenin gücü yetmez.


5- Şüphesiz zorlukla beraber kolaylık vardır.

6- Elbette zorlukla beraber kolaylık vardır.


Bu ayetler burada tekrar eden marş gibidir. Müfessirlerimiz şunu söylemişlerdir: "El-yüsr" marifedir. "El-usr" nekredir. İkincisinde de aynıdır. Yani "bir zorluğun karşılığında iki tane kolaylık vardır" diyor Allah (c.c). Zoru görünce kaçmak yok. Şair öyle demiş;

Kaçarken vurulup yere düşenin,
Bir kanına tükür, bir leşine tükür.

Yani arkadan vurulmak doğru değildir. Eğer eceliniz gelmişse ve kurşundan gidecekseniz, şehid olmayı tercih etmelisiniz. Nasıl olsa ölünecek. Kaderde ölmemiz kurşundan olacaksa, Allah'ın yolunda mü­cadeleden kaçarken vurulursak, cehennemlik oluruz. Allah yolunda yürürken vurulursak şehid oluruz.

Bir zorluğun karşılığında iki kolaylık vardır. Bir dağın tepesine çıktığınızda bir çıktığınız yerden iniş vardır, bir de diğer tarafından.

Zorlukları görüp de büyütmeyelim. Dizlerimizin dermanı kesilebilir ama gönlümüzün dermanı kesilmesin.


7- O halde bir işi bitirince hemen (başka işe) sarıl.

Durmak yok, yorulmak yok, başardım deyip bayram etmek yok. "Bir işi başarınca hemen yeni bir hizmete kalk" diyor Allah (c.c). Şahsınla ilgili dünyevi zaruri ihtiyaçlarını bitirdin mi, hemen islami hizmetlere koş, manası da vardır.


8- Ancak Rabbine rağbet et.

Yorulduğunuzda yürüyerek dinleneceksiniz veya koşarak dinlene­ceksiniz. Yalnız Rabbimin rızasını isteyiniz, O'na karşı gelmekten, O'nun sevgisini yitirmekten endişe ediniz, O'nun sevgisini isteyiniz, O'nun yardımını isteyiniz, O'na tevekkül ediniz, O'na kavuşmak iste­ğinde bulununuz diyor Allah (c.c).

Ecdadımız İstanbul'u fethetmiş, bayram etmemiş ama Allah'a hamdetmiştir. Viyana'ya varmış şımarmamış. Başarısı az olanlar, hedefi olmayanlar, küçük başarılarını büyüterek övünürler. İnsan bir işten yorulunca bir başka işe başlarsa dinlenir. Gönül yorgunluğu en kötüsüdür.

Çocuklarımız oynarken kilometrelerce yol alır da yinede yorul­duğunu bilmez. Ama istemediği bir yere gönderecek olursanız, hemen yorulur. Büyüklerde de öyle değil mi? Bir ata sözümüzde "Gönülsüz yol kocatır" denilmiştir.

16 Aralık 2009 Çarşamba

İnşirah (Şerh) Suresi Meali

1. BİZ kalbini aç(ıp ferahlat)madık mı,



2. ve üzerinden yükü kaldırmadık mı,



3. o belini büken (yükü)?



4. Şerefini ve itibarını yükseltmedik mi?



5. Elbette her güçlükle birlikte bir kolaylık vardır:



6. Şüphesiz, her güçlükle bir kolaylık!




7. Öyleyse [sıkıntıdan] kurtulduğun zaman sağlam dur,



8. ve yalnız Rabbine sevgi ile yönel.

14 Aralık 2009 Pazartesi

İnşirah Suresi ; Giriş

Halkımızın çoğunun ezberinde olan, bir çok müslümanımızın zik­rine ve virdine başlarken okuduğu bir suredir "inşirah suresi." Mekke devrinde nazil olmuş, Sekiz ayettir.

"Şerh" kelimesini biz Türkçemizde de kullanıyoruz. "Bana bu cüm­leyi bir şerhet bakalım" diyoruz. Veya "Buharı Şerhi Aynî'de şöyle di­yor" diyoruz. Yani bir cümleyi, bir sözü genişçe açıklamaya şerhetmek diyoruz.

Hukuk dilinde de kullanılır bu. "Bu konu da şerh gerekir. Bu mad­denin şerhinde şöyle diyorlar" diyerek bu kelimeyi kullanırız. Türkçe karşılığı "genişletmek, herkesin anlayabileceği şekilde açıklamak "tır.

Şerh suresi ise; Peygamber Efendimiz (s.a.v)'m gönlünün genişle­tilmesi, açılması, topyekün insanlığı kuşatacak bir hale gelmesi konu­sunu anlatan bir surenin ismidir.

Hemen hemen bütün tarikatlar zikirlerine, sayılı olan virdlerine başlamadan Önce, -yine Kur'ân-ı Kerim bir zikir olarak kabul edildiğin­den,- bu İnşirah suresini de okurlar.

Gönlümüzü geniş tutmak, Rabbimizin ayetlerine karşı gönlümüzü, açık bırakmak ve Rabbimizin ayetleriyle gönlümüzü genişletmek için bu sureyi okuruz biz.

Kainatın Efendisi olan Peygamber Efendimizin sahip olduğu o gö­nülden bize de verilmesi için bu sureyi okuyoruz.

Bu günlerde insanların, rahatsız olduğu birbirlerine kem gözlerle, asık suratla bakmaları, birbirlerini hafife almaları veya hakaret etme­leri, birbirlerine karşı tahammülsüz olmaları; gönül genişliğine sahip olmamalarından kaynaklanmaktadır.

İnsanlığı kuşatacak ve kainatı içine alacak bir gönüle sahip olama­manın neticesidir. Allah (c.c) Musa (a.s)'in hayatını bize anlatırken; Musa (a.s)'ın dilinden olayı bize naklediyor.

Musa (a.s); "Ya Rabbi! gönlüm daralıyor, dilim tutuluyor." diyor. "Ya Rabbi! Gönlümü geniş eyle, Ya Rabbi! Dilimin bağını çöz ki benim söylediklerimi insanlar anlayabilsin. Ben bütün işlerimi Allah'a havale ettim." diye Allah'a dua ediyor.

Firavun gibi dünyanın gelmiş geçmiş bütün imansızlarının, filozoflarının, en katı kafir yöneticilerinin bütün özelliklerini kendinde toplayan ve Kur'ân-ı Kerim de hemen hemen baş kafir olarak bize ta­nıtılan bir adamın yanına giderken, Musa (a.s) Rabbine dua ediyor. Gönlünün geniş tutulmasını istiyor.

Demekki bir insanın en çok sahip olması gereken özelliği geniş bir gönüle sahip olmaktır. Eğer gönlümüz geniş olursa imansızın yanına vardığınız zaman; imansızın gücü, otoritesi, bilgi birikimi, ekonomik, askeri gücü ve size karşı yapabileceği plan ve programlar ne kadar büyük ve güçlü olursa olsun, onun karşısında heyecan duymayacak, diliniz tutulmayacak ve hiç endişeye kapılmayacaksınız. Niye? Çünkü siz Allah (c.c)'a güvenmişsiniz, kendinizi O'na teslim etmişsiniz. Siz kendinizi Allah'a teslim edince, Allah'ın yarattıklarından endişe duy­mazsınız.

Bu şuna benzer: İki kişi denizde yüzme öğreniyor. Öğretici diyor ki; kendinizi denize bırakınız, teslim ediniz." Kendisini denize teslim eden yüzmeyi çabuk öğrenir. Kendisini denize teslim eder ve denizde de yüzmenin kurallarına uyarsa o insan denizde rahat yüzer, kendisini de kurtarır denizin de keyfini çıkarır. Ama gönlü daralır, vücudunu ka­sar ve çabalamaya başlayacak olursa çabaladıkça batar.

Günümüzde bu İnşirah Suresini okuyan ve ona iman eden bir mü-min, İslâmi mücadelesini verirken hep imansızın gücünü gözünde bü­yütür ve ona karşı kalbini kasar, kalbini daraltır, kaslarım kasarsa, işte o insanın da iyilik yapacağım, gayret göstereceğim derken ve 'çırpınırken boğulma ihtimali büyüktür. Mücadelemizi verirken bir kere şuna inanacağız; "Allah vardır, birdir, şeriki, ve nazırı yoktur, her yerde hazır ve nazırdır."

Bir düşman karşısında kalıyorsunuz, ruhunuz çırpmıyor, gönlünüz daralıyor, endişeye kapılıyorsunuz ve'O anda Allah'ı hatırlıyorsunuz. Allah'ı hatırlamakla, kalbiniz huzura kavuşuverir.

"Allah var keder yok" demiş ecdadımız. Allah'ın ayetlerine ve pey­gamberimizin hadislerine uygun bir sözdür bu.

Allah(c.c) Mekke'nin ilk yıllarında Peygamber Efendimize indirir bu sureyi. Duha Suresinden sonra nazil olmuştur. Duha Suresinde Rabbim Peygamber Efendimizi teselli ediyor. Rabbin seni bırakmadı, Rabbin sana kızmadı. Senin geleceğin geçmişinden daha hayırlı ola­caktır.

Yani gelecekte güzel günler göreceksin. Ahirette bu dünyadan gü­zelini göreceksin. Bu dünyanda da bu günün, geçmişinden iyi olacak müjdesini veriyordu.

Rabbim Ne zaman vermişti bu müjdeyi? Kafirler ekonomik boykot uyguladığında, en yakın arkadaşları işkenceyle öldürüldüğünde, her türlü kötülük yapıldığında, iftiraların diz boyu Mekke sokaklarını ve çevreyi kuşattığında, çevreden gelen insanlara Peygamber Efendimiz en kötü bir şekilde tanıtıldığında, bu sure indirildi ve bu müjdeler ve­rildi.

Aleyhimize bir tek kelime sarf edilse kızıyoruz. Kanımız beynimize sıçrıyor. Ailemize iftira yapılsa yerimizde duramaz hale geliyoruz. Çocuğumuz döğülse feveran ediyoruz, arkadaşımıza bir hakaret olsa kızıyoruz. Bütün bunlar hakkımız. Ama Peygamber Efendimize yapı­lanlar bizim başımıza henüz gelmemiştir. Binde biri dahi gelmemiştir.

Kendisine iman etmiş, kölelikten kurtulmuş ama fakirlikten kurtu­lamamış insanlara işkencenin en kötüsü yapılıyor ve elimizden bir şey gelmiyor. Böyle bir durumda duyulan ızdırabın ölçüsünü ölçecek alet dünyada yapılmamıştır. O ızdırabı ve acıyı taşıyacak yeryüzünde taş olsa erir.

Allah (c.c) Kur'ân-ı Kerim'de, kafirlerin kalplerini anlatırken, onları taşa benzetiyor, hatta taştan bile katı olduğunu ifade ediyor. Bir tarafta taşlardan bile katı yürekli insanlar diğer tarafta bütün in­sanlara yapılan işkence ve zulümlerin acısını kalbinde taşıyan Peygamber Efendimiz (s.a.v). İşte böyle bir ortamda Allah (c.c) bu sureyi indiriyor.

12 Aralık 2009 Cumartesi

Duha; 1-11

1- Andolsun kuşluk vaktine

2- Andolsun sükûna erdiğinde geceye ki

3- Rabbin seni bırakmadı ve darılmadı.


Yani 3 gün vahiy kesilmiş ise, bu kesilme Allah'ın sana kızması veya Allah'ın seni terk etmesi anlamında değildir. Burası bize anlatılacak ama ondan önce; Allah (c.c) yeminle başlıyor.

Yemin için, Niye gecenin en sessiz ve karanlık zamanı "Kuşluk Vakti" seçilmiş? Zulmün de bir sınırı vardır. Yani aşağılara doğru indiği, karanlığının katılaştığı bir anı vardır. Aydınlığın da bir sınırı vardır. Gündüzün en parlak anı kuşluk vakti imiş. Geceyi karartan Allah (c.c), gündüzü aydınlatan Allah (c.c).

Peygamberimize de bir mesaj var burda. Bunların küfrü ne kadar ka­im ve kara olursa olsun, geceyi aydınlatan Allah, güneşle ısıtan ve ısı­tan Allah, senin getirdiğin bu nur ile onların karanlığını da aydınlatır.

Gecenin karanlığı bir müddet hakim olsa da, senin ardından getirdiğin güneşin gelişi gibi toplumu aydınlatacaktır. Biz de günümüzde bütün dünyadaki özellikle bilgili siyaset yapan batı da ve doğudaki insanların birleşmiş Milletlerde, Natoda ve diğer kuruluşlarda bütün güçlerini İslâm'a karşı yöneltmesi müslümanlarm zafere doğru yürümelerinin alametidir. Neden? Eğer bizde bir bereket bir hareket görmemiş olsa­lardı, ellerindeki bu kadar askeri ve siyasi güce rağmen, bir devletin . gücü yetecek iken (bu kendilerinin ifadesidir) hepsinin birleşmesi Kork­malarının ifadesidir. Öyle olunca, karanlık gece gibi hepsi küfrünü bir 'araya getirseler Allah (c.c) bir güneşi doğdurmakla onların karanlıklarını boğuverir.

Biz Allah'a yöneleceğiz, biz imansızların bizden alakayı kesmesine değil, Allah'ın bizden alakayı kesmesine üzüleceğiz. Allah bizi terk et­mesin yeter. Biz de o rahmet peygamberinin izinden gidecek olursak, ahlakımız O'nun ahlakı gibi olacak olursa, Kur'ân'la alakamızı 3 günlü­ğüne dahi kesmeyecek olursak, Allah (c.c) bu ümmeti de bırakmaya­caktır. Allah bu ümmete de kızmayacaktır. Allah'ın rahmetini çekmenin en kestirme yolu da O'nun kitabını çokça okumaktan geçiyor.

Peygamber Efendimize sorulmuş; "Ya Rasulallah! En efdal ibadet hangisidir?" Peygamberimiz cevap veriyor; "Namaz içerisinde Kur'ân okumaktır." Namaz içerisinde Kur'ân okumak, namazın dışında Kur'ân okumaktan efdaldir. Namazın dışında Kur'ân okumak, teşbih ve tekbir getirmekten efdaldir.Bu teşbih çekilmeyecek anlamında değildir. Namazlarımızdan sonra teşbih­lerimize devam edeceğiz.


4- Son (ahiret) senin için önden (dünyadan) daha hayırlıdır.

Rabbim Peygamberimize müjde veriyor; yarının bu gününden daha hayırlı olacak. Sonun evvelinden hayırlı olacak. Yani, "Ya Muhammed! (s.a.v); sıkıntılı günler geçiriyorsun, arkadaşlarına zulmediliyor, sana hakaret ediliyor, hafife alınıyorsun deli diye arkandan bağırıyorlar. Seni ekonomik baskı altında tutuyorlar, psikolojik baskı altında tutuyorlar, if­tiralar atıyorlar, ama iyi bilki sonun önünden daha hayırlı olacak. Allah (c.c.) sana ileri de çok güzel günler gösterecek, çok hayırlı işler yapa­caksın. Bu topluma çok büyük hizmetler yapacaksın." diye müjdeler ver riyor Allah (c.c).

Ahiretin dünyadan hayırlı olacak. Dünyada peygamberlik risalet ve yönetim verilmiş Peygamber Efendimize (s.a.v). Ama O hep vefatı anında bile Allah'ın kendisine hazırladığı O yüce makamı istiyor. Dünyada yaşıyor ama hep Refiku'l-A'layı istiyor.


5- Yakında Rabbîn sana verecek ve sen razi olacaksın.

Bu ayetler iki şekilde anlaşılabilir. Bu dünyada öyle şeyler verecek ki, sen bunlara sevineceksin, hoşnut olacaksın, gönlün hoş olacak.

Allah'ın o sevgili Rasulü bakmış Mekke'de en etkili iki insan var. Birisi Ebu Cehil, birisi Ömer. Efendimiz dua ediyor; "Allah'ım Ömer veya Ebu Cehille müslümanlan kuvvetlendir." buyurmuş. Arkasından bir çok istekleri var. Ya Rabbi, fi­lanı da, filanı da İslam'a kazandır diye istekte bulunuyor. Allah (c.c) da; "Mutlaka, yakında Allah (c.c) sana verecek verdiğinden de sen razı ola­caksın." diyor.

Allah (cc), vermiş de, Mekkeyi vermiş, Medineyi vermiş ve Arab Yarımadasının tamamını vermiş. Peygamberimizin bir duası var; "Ya Rabbi! Cehennemde bir mü'min kaldığı sürece razı olmayacağım" diyor. Rabbîm bu aye­tinde açık çek veriyor; "Muhakkak Rabbin sana verecek ve seni razı edecek."

Hz. Ali Irak'taki müslümanlara sormuş. "Kur'ân-ı Kerim'de insana en çok ümit veren ayet hangisidir?" Ben de bu ayetin tefsirini okuyuncaya kadar diğer ayeti biliyordum: O ayette şu: "Ey kendi nefislerine canla­rına yazık eden kullarım. Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz." Iraklılar da bu ayet diye cevap vermişler. Hz. Ali (r.a) de-mişki, doğru, O da ümit veren bir ayettir ama; Duha Suresinin bu beşinci ayeti ondan daha fazla ümit verir." O Allah'ın Rasulü isteyecek ve Allah (c.c) da O'nun istediğini verecek.

Peygamber (s.a.v)'de; -bu ayetin tefsirinde rivayet edilmiş- "Ya Rabbi ümmetimden bir tek kişi cehennemde kaldığı sürece ben razı ol­mam, gönlüm rahat etmez." diyecektir. Ve Rabbim de ona verecektir. Cennete gitmenin kestirme yolu Allah'a kul, Resulüne ümmet olmaktan geçiyor. Eğer Peygamberimize (s.a.v) ümmet olmayı başarabilirsek, Cenneti de başarmışız demektir.

Bu sureden itibaren, sure okunup diğer sureye geçmeden tekbir ge­tirilir. Neden? Peygamberimiz, Duha Suresi kendisine nazil olunca se-vinivermiş. Rabbinden 3 gün ayet gelmeyince daralmış Peygamber Efendimiz. Sure Cebrail tarafından kendisine okunup kendiside bu su­reyi okuyup bitirdiğinde sevincinden Allah'u Ekber demiştir. Hafızlarımızın bu sureleri okurken tekbir getirmeleri, Peygamberimizin sevinci bize nakletmeleridir. Biz de sevineceğiz. Çünkü bu. sûre, sevinç dolu, ümit doludur.


6- Seni yetim olarak bulup barındırmadı mı?

Allah (c.c.) bu ayette Peygamberine verdiklerini hatırlatıyor. Onu hiç yahnız bırakmadığını hatırlatıyor. Annesinin karnında 6 aylık iken ba­bası vefat ediyor Peygamber Efendimizin, Annesinin kucağında büyü­yor. 6 yaşma geldiğinde annesi de vefat ediyor. Dedesi Abdulmuttalibin yanında kalıyor. 8 yaşma geldiğinde dedesi de vefat ediyor, çok sevdiği amcası Ebu Talib O'nu himayesine alıyor. Baba şefkatiyle Peygamberimizi seviyor, okşuyor, bağrına basıyor, diğer çocuklarından hiç ayırt etmediği gibi hatta biraz daha fazla seviyor. Bu sevgiyi veren Allah (c.c)'dır.


7- Seni kaybolmuş bulup yol göstermedi mi?


Ta İbrahim (a.s)'dan beri yanlış da olsa Mekke müşrik Arap toplu­munda bir Allah inancı var. Peygamber Efendimiz de Allah O'nu korudu­ğundan dolayı fıtraten putlardan nefret ediyor. Kötülükleri sevmiyor, Peygamber olmadan önce haram işlememiş, zina etmemiş, içki içmemiş. Allah O'nu korumuş. Bir ay toplumdan uzaklaşıyor ve orada kendine göre tefekküre dalıyor. Böyle bir ortamda Peygamber Efendimiz bir çıkış yolu arıyor. Ama yok. "Seni ne yapacağını bilmez bir halde iken Rabbin buldu ve sana yol gösterdi." diyor Allah (c.c). Yani bu insan­ların yaptıkları kötü. Peki ama bu kötülüğü önlemenin yolu ne? Yolun en doğrusu ne? İşte sen böyle bir şaşkınlık içerisinde iken, Rabbin seni aldı ve en doğruya götürdü yani İslâm hidayetini verdi.

Ayrıca "Daallen" kelimesi arabın dilinde çölün ortasında yeşermiş ve yapa yalnız kalmış bir ağaç için de kullanılırmış. Sonu gelmez bir çöl var ve çölün ortasında yemyeşil bir ağaç. Bir su birikintisi ve onun yanında bir ağaç. O ağaç bir ağaç büyüklüğündeki altundan değerlidir çöldeki adam için. Yapayalnızdır ağaç. Yalnızlığın verdiği bir vahşette vardır.

İşte Peygamber Efendimiz (s.a.v) böyle tertemiz düşünürken ve bu insanları kurtarmak için çareler ararken, o toplumun içerisinde yalnız kalmış bir ağaç gibidir. Ancak O'nun yanına, yemyeşil bir ağaç gibi iman etmiş Hz. Hatice (r.anha), sonra Hz. Ali (r.a), Hz. Zeyd, Hz. Ebu Bekir ve diğerleri gelmiş. Böylece bir arslanlar ormanı oluşmuştur. Onlar çölü yeşertmişlerdir.


8- Seni fakir bulup zengin etmedi mi?

Peygamber Efendimiz yetim olarak büyüdü. Hz. Hatice validemizle iş ortaklığı kurdu. Sonra onunla evlendi. Beraber kazandıkları ve bir de Hz. Hatice validemizin sahip olduğu malla maddi olarak zengin oldu. Ama kendisine Peygamberlik verildiği andan itibaren cömertliğine bir kat daha cömertlik katıyor ve Hz. Hatice validemizle mallarını Allah yo­lunda harcayıvermişler.

Bu ayet iki türlü anlaşılabilir. İslama girmekle gönül zenginliğinde de bir artma meydana geldi. Peygamber Efendimizin hadislerinden ifade edildiği gibi zaten en büyük zenginlik gönül zenginliğidir. Eğer bir insan gönül zenginliğine ermemişse dünyanın bü­tün serveti kendisinin olsa, diğer bir dünyayı ister. Ayakkabı dar olunca, ovanın genişliğinin ayağa faydası yoktur.


9- Öyle ise sakın yetime zulmetme

10- İsteyeni sakın azarlama


İsteyenden kasıt, maddi olarak bir şeyler isteyen, para isteyen, giye­cek, içecek isteyeni de geri çevirme azarlama ilim isteyeni de azarlama.

Adam sabah namazında çıkıp gelir, "hocam bu kitabı bana okut" diye. Öyleyse hocalarımız bu istekde bulunanları geri çevirmiyecekler. 1981 yılından beri İstanbul'dayım o yıldan beri üniversite gençliğinin hizme­tine "hayır" dememeye riayet ettim. Ama o kadar çok istek oldu ki, ye­tişemediğimde mazeretimi mutlaka ifade ettim.

Peygamberimizin torununu överken bir şair öyle diyor; "hayatında başka'hiç birşeye "Hayır" demedi." Biz de istenenlere hayır dememeye, hizmet istendiğinde hayır dememeye kendimizi alıştıralım.

11- Amma Rabbinin nimetini daima anlat.

1- Allah'ın bize verdiği ilim nimetini anlatacağız.
2- Allah'ın bize ver­diği mal nimetini dağıtacağız. .

Peygamberimiz (s.a.v) "Allah'ın verdiği zenginlik üzerinde görülsün," diyov.(Ebu Davut Libasl4) Yani giyiminde, içiminde ve etrafına yaptığın cömertliğinde görülsün, zaten "tahdis" başkasına bildirmek demektir. Bildirmenin yoluda;

1- Vermekle olur, söylemekle olur.

2- Nimet aynı zamanda Kur'ân için de kullanılmıştır. ".... Bu gün nimetimi tamamla­dım." buyuruyor Allah (c.c). Yani Kur'ân-ı Kerimi'ni tamamla­mış.

En büyük nimetimiz Kur'ân-ı Kerimimiz'dir bizim. Yani insanlara Allah'ın kitabı Kur'ân-ı Kerim'i anlat, konuşurken Kur'andan konuş, bu nimetten onlar da faydalansınlar. Nasıl ki, soframıza diğer insanları ça­ğırıyoruz, İslâm sofrasına da insanları çağıralım. Gıdalarımızı alıp nasıl ki dostlarımızla beraber bedenlerimizi besliyoruz, Allah'ın bütün insan­lığa açmış bu Kur'ân sofrasından da bütün insanların yararlanması için onları da davet edelim, Allah'dan gelen canlarına Allah'tan gelen bu Kur'ân ayetlerini anlatıverelim.

Ayrılıktan değil, birlikten dem'vuralım. Zarardan değil, varlıktan anla­talım. Yıkmaktan değil, yapmaktan konuşalım. Hastalıklardan değil, sıhhatten afiyetten bahsedelim. Ve Allah'a çokça şükredelim.

9 Aralık 2009 Çarşamba

Duha Suresi Meali

Giriş:

Bu sure de Mekke devrinde nazil olmuş, onbir ayettir. Allah (c.c) bir topluma nelerin daha öncelikli olarak, verilmesi gerektiğini Peygamber (a.s)'a indirdiği ayetlerle bildirmiş oluyor. Allah (c.c) bir toplumun ısla­hının eğitimden geçtiğini ifade etmek üzere ilk emrinin "Oku" olduğunu ama okunması gerekenin birinci derecede kainatı yaratan Allah'ın ke­lamı olduğunu, sonra "yazmaya" dikkat çektiğini, daha sonra Allah'la ir­tibatın nasıl sağlanacağını, yani kişinin namazını kılması gerektiğini, Allah'a başkaldıran insanlara itaat, edilmemesi gerektiğini, Allah'a baş-kaldıran insanlara "yağ" dahi çekilmemesi gerektiğini, karşılıklı birbirle­rini yağlamamaları gerektiğini, doğruların olduğu gibi anlatılması ve bü­tün insanların yanlışlarından uzaklaştırılması gerektiğini, yağ çekmenin hem kendisine hem de yanlış üzerinde olanlara zarar vereceğini, bütün bu işlemleri yaparken kişinin iç dünyasının ve dış dünyasının temizli­ğine dikkat etmesi gerektiğini ifade eden ayet-i kerimeler ve sure-i celi-leler ard arda inmeye devam ediyor. Bu arada da müslüman olanların sayısı Hz. Ömer'le beraber 4O'ı bulmuş.

Ama bu arada Allah (c.c) ayetlerini bir kaç gün Peygamber Efendimize indirmeyi geciktirmiş. Hikmetini bilemiyoruz. Tefsircilerimizin ifadesine göre Peygamber Efendimiz (s.a.v) bçdeni olarak hastalanmıştı. Hasta olduğu günlerde, Kur'ân'ın ifadesiyle; "ağır bir yük" olan Kur'ân ayetlerinin indirilmesi geciktirildi. Yeryüzündeki topyekün insanlığın huzurunu sağlayacak, barışını getirecek topyekün insanlığa hidayet rehberi olacak Allah'ın ağır ayetleri, Peygamberimizin hasta olduğu bu dönemde biraz geciktiriliyor. Ne kadar geciktirilmiş? 3 gün, 15 gün, 40 gün diye çeşitli rivayetler var. Ancak 2 veya 3 gün ge­cikti rivayetleri biraz daha ağırlıklı. Ama kesin olan biraz gecikmenin ol­duğu. Bu sureden de anlaşılıyor.

Bu arada Mekke'li müşrikler Peygamberimize sataşmaya başlıyorlar. Başta Ebu Cehilin hanımı Ümmü Cemil. Peygamberimize 3 gün vahiy gelmeyince Mekkeli müşrikler rahatsız oluyorlar, istiyorlar ki, yeni bir ayet nazil olsun da dalga geçsinler. Bunu bekleyenler kaybediyor de­mektir. Peygamberimizden bir hareket, bir söz, bir mesaj bekleyen ve bu bekleyişini haince yapanlar dahi kaybederler.

Çünkü O, O'nun etkisi altına girmiştir. 3 gün Peygamberimize ayet nazil olmayınca müşrikler;-"Muhammed'in Allah'ı Muhammedi bıraktı" diye bir yaygara koparıvermişler. O güne kadar nazil olan ayetler hemen Peygamberimizin ashabına okunuyor, onlar ailelerine, ailelerde mahalle­lerine, nıahalledekiler de şehirlerdekilere okuyorlar, böylece bütün halk akşama kadar ayetler üzerinde konuşma yapmış oluyorlar. Aleyhde ko­nuşanda yardım ediyor, lehde konuşanda yardım ediyor.

Önemli olan İslâm'ın konuşulmasıdır. Allah'a şükürler olsun ki, son günlerde İslâm konuşulmaya başlandı.

Böyle bir ortam da Allah (c.c) Cebrailine vahyediyor, Cebrail de Peygamber Efendimize O vahyi getiriyor ve O'na okuyor.

Mahmut Toptaş


Meal:

1. Sabahın berrak aydınlığını temsil eden kuşluk vaktini düşün,


2. karanlığın dibini bulup sakinleşen geceyi düşün


3. ki; Rabbin seni ne unuttu ne de darıldı:


4. öteki dünya senin için [hayatının] bu ilk bölümünden mutlaka daha iyi olacak!


5. Ve zamanı geldiğinde Rabbin sana [kalbinden geçeni] bağışlayacak ve seni hoşnut kılacak.


6. O seni yetim olarak bulup bir sığınak vermedi mi?


7. Ve yolunu kaybetmiş görüp seni doğru yola ulaştırmadı mı?


8. İhtiyaç içinde bulup seni tatmin etmedi mi?


9. Öyleyse yetime haksızlık yapma,


10. yardım isteyeni asla geri çevirme,


11. ve [her zaman] Rabbini(n) nimetlerini an.

6 Aralık 2009 Pazar

Fecr Suresi; 15-30

15- Amma insan, Rabbi onu denemek için ne zaman iyilik yapıp, ona nimet verse, "Rabbim bana iyilik yaptı" der.

16- Amma onu denemek için rızkını daraltsa "Rabbim bana ihanet etti" der.

Bu ayet-i kerime insanoğlunun fıtratını bize, öğretiyor. "Efendim psi­koloji ilmi batıda 19. yüzyılda ortaya çıkmıştır.11 gibi bilgileri kitaplardan okuruz. Kur'ân-ı Kerim'de en çok tekrarlanan Allah (c.c)'tır. İkinci sırada ise insandır. İnsanoğlunun her türlü hal ve hareketleri, insan psikolojisinin en ince detayları Kur'ân-ı Kerim'le ifade edilir. Burada iki özelliğine dikkat çekiliyor.

İnsana, Rabbim bolca nimetler verecek olursa adam sevinir, "Rabbim bana ikramda bulundu servetler verdi" der. Bunu Allah'ın kendisine iyi olduğu için verdiğini düşünerek şımarır. Ama Rabbim onun rızkım biran daraltı verince de "Rabbim bana ihanet etti" der.

Verince Rab'dan bilmez, kendinden bilir, "layık olmasaydım bana bunu vermezdi, ben layıkım ki bana verdi." der. Ama elden çıkıverecek olursa; "valla ben üzerime düşeni yapmıştım da, kader böyle imiş, beni mahvetti zalim felek." der. Böylece isyan ediyor. Ama mü'min öyle de­miyor. Yunusun diliyle;

-Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim -Aşkın ile öğünürüm, bana seni gerek seni.



17- Hayır! yetime ikram etmiyorsunuz.

18- Miskini doyurmaya teşvik etmiyorsunuz.

Günümüzde de teşvikler fakire verilmiyor. Sırtı kaba olanlara verili­yor, yağlı kazanı taşmakta olanlara veriliyor, tuzu kuru olanlara veriliyor. Fakirler de kimlere ne kadar verildiğinin lafını ederek çenesini yor­maya, açlığını artırmaya devam ediyor. Allah (c.c) da İslâmi çizginin dı­şında olan insanların karakterini bize anlatıveriyor. Yetime ikram etmi­yorlar. Biz mü'minler olarak yetime de, fakirlere de önce gönlümüzü sonra kesemizi açacağız.



19- Mirası toplarcasına yiyorsunuz.

20- Malı çok seviyorsunuz.


Malı değil, malı yaradanı çok sevmemiz gerekiyor.



21- Hayır! yer yarılıp parça parça olduğunda,

22- Rabbin ve melekler saf saf geldiğinde,

23- O gün cehennemde getirilir. O gün insan hatırlayacak ama ha­tırlamanın ona ne faydası olur.

24- "Keşke hayatım için (önceden iyi ameller) takdim etseydim" der.


Ahirette, bu dünyada iken topladıklarınızı bulacaksınız. Ne vermişseniz onu göreceksiniz, kimlerle dost olmuşsanız onlarla yanyana olacak­sınız, kimin arkasından gitmişseniz onun bayrağı altında toplanacaksı­nız. Peygamberimizin (s.a.v) izinden yürüyenler, O'nun "livau'1-hamd" sancağı altında toplanacaklar. Allah (c.c) "O gün bütün insanları önder­leriyle beraber çağırırız" buyuruyor. Bu dünyada önderimizi seçerken iyi dikkat etmeliyiz. Allah (c.c) tarafından sevilen, kabul edilen insanları seçelim ki, O da Peygamber Efendimizdir,



25- O gün onun azabı gibi kimse azab edemez.

26- Onun bağı gibi kimse bağlayamaz.


Ahirette yanmamamız için bu dünyada gönüllerimiz yansın. Bu dün­yada Allah'ı tanımayanlar, O'nun emrine uymayanlar, ateşten direklere bağlanacaklar. Yürekleri yandığında vücutlarından çıkan irinler ağızla­rından içirilecek, bağırsakları dökülecektir.



27- Ey huzura eren nefis!,

Huzura ermiş nefis: Huzura ermek ne ile olur? Rabbim bunun ceva­bını da vermiş; "Uyanık olun iyi bilinki kalpler ancak, Allah'ın zikri ile mutmain olur." buyurmuştur. Allah'ı hatırlamakla mutmain olur.

Kafirin gücüne bakıyorsunuz korkuyorsunuz ama onun ilacı da "Hasbuna'llah ve ni'me'l vekil" "Allah bize yeter" hapını yuttunuz mu, o korku gider. Kaynayan bir kabın içine bir bardak soğuk suyun döküldü­ğünde'o suyun kaynamasının durduğu gibi, bir gün yürekler kabardığında "Allah" diyecek olursanız kalbiniz mutmain olur, huzura erer.



28- Sen Rabbinden hoşnut, Rabbin de senden hoşnud olarak Rabbine dön.

29- Gir kullarımın arasına,

30- Gir cennetime.


Batılı bir Hristiyan; Peygamber Efendimizi anlatan bir kitap yazmış. Amerika da 500. baskısını yapmış. Kitabı yazdıktan sonra Vatikan tara­fından yazarı afaroz edilmiş. 1932 yılında Amerikada bir otel odasında açlıktan ölmüş.

Adam kitabında diyor ki; "Çok değerli bir tarikat lideri, çok değerli bir talebesini hristiyanlar ülkesine, İslâm'ı tebliğ etmek için göndermiş. Delikanlı o kadar güzel şeyler anlatıyormuş ki, Hristiyan köylüleri sa­bahlara kadar gözlerini kırpmadan, onun sohbetini dinliyorlarmış. Bir köyden öbür köye ata bindirip götürüyorlarmış.

Yine bir gün, bir köyden öbür köye at üzerinde götürülürken dağın te­pesinde bir manastır görmüş ve yanındakilere sormuş; "orası nedir?" Demişler ki; "efendim orası manastırdır, bizim şehrin azizi 13 senedir orada kalır. Allah'ın rızasını arar. Biz ona günlük bir tas çorba ve bir bar­dak su götürürüz. O dünyanın herşeyini terk etti, kadın sevmedi, gül koklamadı, yalınız Allah'ın rızasını aradı."

Bizim o İslâm mücahidimiz, alp erenimiz demiş ki; "Onun yanma tek­rar gittiğinizde ona söyleyin, eğer O gerçekten Allah'ın rızasını arıyorsa yanlış yerde arıyor. Oradan insin, insanların arasına girsin, düğün evinde oynasın, ölü evinde ağlasın. Rabbin rızası insanların arasında­dır." demiş.

Bu hikaye, bu iki ayeti ifade ediyor. "Gir kullarımın arasına, gir cen­netime" diyor Allah (c.c). Bu ses, aşığa sevgilisinin "Gel" sesinden, bapishanedekine "serbestsin" sesinden, çölde "su" sesinden bize daha tatlı geliyor.

Peygamberimizde bir hadisinde; "müslümanların arasına katılan, on­ların eza ve cefalarına katlanan bir müslüman, insanların arasına katıl­mayıp, eza ve cefalarına katlanmayan müslümandan daha hayırlıdır." di­yor. Yani uzlete çekilen bir müslüman­dan, toplumun tam ortasına giren ve onlara yol göstermeye çalışan bir müslüman daha hayırlıdır.

5 Aralık 2009 Cumartesi

Fecr; 1-14

1- Tanyerinin ağarmasına andolsun.

"Rabbim fecre yemin olsun ki" diyor. Destanlarımız hep gurubun manzarasını çizerler. Çok değerli fotoğrafçılarımız hep gurub vaktini, yani hep güneşin batım anını çekerler.

Ama şafağı pek fazla çizmezler veya çekmezler. Neden? Çünkü in­sanlarımızın geceleri ile gündüzlerini değiştirdiler. Bir kültür değişiminin nerelere kadar varabileceğini bu örnekten görüyoruz. Batıya takvim ayarlayan yöneticilerimize göre gündüzümüz, geceleyin 24'ü bir gece başlıyor. Ancak daha önceki dönemlerde akşam gün batımı ile başlı­yordu. Şimdi geceleri 2'ye kadar oturanların bir çoğu güneşin doğu­munu seyredemiyorlar.

Çok haşmetli bir olaydır güneşin doğuşu ve yeni bir günün aydınlığı. Tan yerinin ağarmasına Rabbim yemin ediyor. Dünyadaki bütün ilim adamları, dünyanın bütün hazineleri bir araya gelse güneşin doğmasını temin edemezler. Böyle bir aydınlığı sağlayamazlar. İşte böyle bir aydınlığa Rabbim yemin ediyor. Yani bu tan yerini siz ağartamazsınız değil mi? Mümkün değil. Ancak bir kağıt üzerine çizebilirsiniz. Canlılık yine yoktur. Ama şafakta canlılık vardır. Daha önce Tekvir Suresinde geçmiştir. "Nefes alan sabaha yemin olsun ki" diyor Allah (c.c).

İnsan Allah'ın ayetlerini okuyunca hayretler içerisinde kalıyor. Sabahı, tan yerinin ağarığını, "nefes almak" diye ifade ediyor Allah (c.c). Yani bir canlılık vardır. Üzerimize bir canlılık esiyor. Bir canlılık veriliyor ki, çiçekler, papatyalar gözlerini açıveriyorlar sabahın teneffüsü ile be­raber. Akşam kapatıyorlar, sabahleyin şafakla beraber gözlerini açıveri­yorlar. İşte böyle bir anlık zamana Rabbim dikkatimizi çekiyor. Biz, ba­tan güneşe ağıt yakmayalım, doğacak olanlara bakalım.


2- On geceye andolsun.

Bu on gece ile ilgili müfessirlerimiz çok söz söylemişler. Hepsi de doğrudur ve isabetlidir. Demişler ki; bu on gün zilhicce ayının ilk on gü­nüdür. Veya gökyüzünde gördüğümüz hilâlin ilk on günüdür. Bu ilk on günün de hep büyüyor. İşte bu hep büyüyen ilk on güne yemin olsun ki.

İlk on günden 20 güne kadar hep dolunay şeklinde görüyoruz. 20'sinden sonra tekrar küçülüyor. Her on gününe yemin olsun ki, derken dikkatimizi yine hilale çekiyor. Zilhiccenin ilk onu da olsa, onu da bize bildiren hilâldir. Şu anda kullandığımız takvimlerin de ana kaynağı yine ay ve güneştir.

Kur'ân'ın eğitiminde topyekûn tabiat bir sınıf gibi. Allah (c.c), Bu gün yeryüzündeki 5 milyar insanın bazen gökyüzüne bakmasını ister. Yıldızlara güneşe ve aya bakmalarını ister. Bazen güneşin batışına, ba­zen doğuşuna dikkatimizi çeker. Bazen ellerimize, bazen gözlerimize dikkatimizi çekiyor. Yani bizim araç ve gereçlerimiz, dünyadaki yara­tılmış olan topyekün mahlukâtın hepsidir. Allah (c.c) bunlar içerisinden bize dikkatimizi çekecek bazı şeyleri önemine binaen yemin ederek tekrar hatırlatıyor.


3- Çift ve Tek'e andolsun.

Çift olanlar... Yeryüzündeki her şey çift yaratılmıştır. Acı-tatlı, gece-gündüz, artı-eksi, erkek-dişi gibi. Tek olan yalnız Allah (c.c) dır.

Bir kısım müfessirimiz şöyle tefsir etmiş. Yaratılmışlara ve de yaradana yemin olsun ki.


4- Gelip geçen geceye andolsun.

Geçen gecenin sonunda bir sonraki güne Allah'a hamd ederek başla­dık. Bundan dolayı sevinmemiz, mutlu olmamız ve beş milyar insanın içerisinde "tan yerini ağartan Allah'ı biz tanıdık", o tanla biz kalktık, el­lerimizi bağladık, "Elhamdulillahi Rabbil alemin" diyebilen bir insan ola­rak Allah'a hamdü senalar etmeliyiz. Kalbine iman ışıklan, tan yerinin ışıkları gibi doğmamış insanların da iman etmesi için çalışmalıyız.


5- Bunlarda akıl sahipleri için and var mı?

"Hicr" Arabın dilinde "Akıl" manasına geliyor. "Akıl" kelimesi de za­ten Arapça. Akıl da Arabın dilinde; A-ka'le kelimesinden "bağlamak" manasına geliyor. İnsanın kötülüğe gitmesine engel olan, önünü kesen, bağlayan manasına gelir akıl. İnsanı kötülüklerden alıkoyan bir meka­nizmayı Allah (c.c) bizim içimize yerleştirivermiştir,

"Hıcr" de "Akıl" manasına geliyor. Neden "Hıcr" denilmiş? "Hıcr" da yine "engelleme" manasına geliyor. Yani insanları kötülüklerden engel­leyen şey olduğundan dolayı akıl yerine "Hıcr" kullanılmıştır. Akıl sahip­leri için yemine gerek var mıdır? diyor Allah (c.c). Yani akıl sahipleri aslında yemin etmeden de bu işin inceliğini anlayabilirler.


6- Rabbin Ad (kavmine) neler yaptı görmedin mi?

7- Direkler sahibi İrem (halkına ne yaptığını),

Ad kavminin bir ismi de İrem. İrem'in Nuh (a.s)'ın torunlarından biri­sinin adı olduğu ifade edilir. Sonra da bu ad kabileye verilmiştir. "İrem Bağlan" meşhurdur. Onlar dünyevi saltanata ve güce sahip, en güçlü devletlerden biriydi.

Kur'ân-ı Kerim'de bu Ad kavmi bir kaç yerde zikredilmiştir. Yapmış oldukları evler, bahçeler, bağlar, şehirler anlatılmıştır. Günümüzün baş problemi olan çevrecilik problemi dahi Ad kavmi tarafından çözülmüştür. Bunların kaldığı ülkede havayı kirletmesin diye odun yerine, öd ağacı yakılmıştır. Hem ısıtsın hem de havayı güzelleştirsin diye öd ağacını yakmışlar ama çevreyi yaratan Allah (c.c)'ı tanımamakta ısrar etmişler.

Bunlar neden Hud (a.s)'ın mesajına karşı çıkıp, ellerini yaratan Allah'a isyan ediyorlar? Dünyevi çıkarları zedelenecek diye böyle yapı­yorlar. Bir çok zulmü yapamayacak hale geliverecekler. Özellikle Kur'ân'm ifadesiyle "Çekirdek" kadro yani yönetici kadronun çıkarları ellerinden gidecek, normal halk seviyesine gelecekler. Halk seviyesinde de yaşamak istemiyorlar. Onun için Hud (a.s.)'a karşı geliyorlar.


8- Ki ülkeler içinde benzeri yaratılmadı.

O Ad kavmi ki, kayaları delerek mermerlerden sütunlar yapmakta, fevkalade bahçeler inşa etmekte, güzel mutantan şehirler kurmakta ve o şehirlerinin havasını dahi kirletmesin diye öd ağacını yakmışlar. O gü­nün şartları içerisinde, o dünyanın hiçbir yerinde bir benzeri olmayan bir ülkeye sahib olan çiçeği koklayan ama çiçeğin gerisinde o rengi ve ko­kuyu, kimin verdiğini düşünmeyen bu insanları o nimetlerin içerisinde helak edivermiştir. Bizler böyle insanlar gibi olmayalım.


9- Vadilerde kayalar kesen Semud'a (ne yaptığını gördün mü?)

10- Kazıklar sahibi Firavun'a (ne yaptığını gördün mü?)

Salih (a.s)'a isyan eden, Allah'ın mucize olarak gönderdiği deveyi ke­sen bu insanlara da; Rabbin neler yaptı görmedin mi? diyor Allah (c.c).

Şöyle uzaktan bakıldığı vakit, sanki yeryüzünü kazıklarla donatmış gibi zannedilen Firavun'a Rabbin neler yaptı. Nil vadisinde Firavuna ve onun askerlerine Rabbin neler yaptı? Bunları görmedin mi? diyor Allah.

Günümüz insanına da bir mesaj vardır bu ayette; "Efendim gökyü­zünde uydularımız var, yeryüzünde CIA mız var ve dünyadaki bütün in­sanların cebinde dolarlarımız var, askeri gücümüz var, her ülkede asker­lerimizin konuşlandırıldığı yerler var ve biz dünyanın en güçlü devletiyiz diyenlere biz, Fil Sûresini okuyoruz. Bir de bu ayetleri okuyacağız.


11- Onlar ki ülkelerde taşkınlık yapmışlardı.

12- Oralarda çok bozgunculuk yapmışlardı.

Allah (c.c); Bütün ülkelerde taşkınlık ve tağutluk yapanlara Rabbin neler yaptı görmedin mi? diyor.

Rabbim diyor ki; "Çok iyi niyetli olsa bile, kim tağutluk yaparsa, yer­yüzünde bozgunculuk yapar." Yani; "Dünyanın en iyi insanı benim, in­sanları da çok seviyorum, onlara da bir kötülük yapmam, ama Allah'ı da yönetime karıştırmam" dese, çok iyi niyetlerle kanunlar yapsa, o koy­duğu kanunlar, hiç hesap etmediği yerden bir değil, binlerce pisliği sızdırıverecektir.


13- Bunun üzerine Rabbin onlar üzerine azap kamçısını dökü verdi.

Bu azan insanların bir kısmını rüzgarla birlikte yerle bir etti, bir kıs­mını ise denizin içerisinde boğdu, denizin çamuru ile ölümlerini gerçek­leştirdi.


14- Şüphesiz Rabbin gözetlemededir.

Allah (c.c)'in herkesi gözetlediğini ifade ediyor bu ayet-i kerime. Herkes gözetim altındadır. Allah (c.c) dünyanın her tarafındaki insanla­rın ve herşeyin kendi tarafından gözetlendiğini ifade ediyor.

Biz her an gözetlendiğimizin şuurunda hareket edersek, gözlerimiz güzeli görür, dillerimiz güzel şeyler söyler, ellerimiz dövmez, sever, di­lenmez, sever. Yani her hareketimizi kontrol altında tutarız.

3 Aralık 2009 Perşembe

Fecr Suresi Meali

Giriş:

Bu sûre Leyl suresinden sonra Mekke'de nazil olmuştur. 30 ayettir. Ma'lum "leyl" sûresinin ilk kelimesi gece manasına gelmektedir. "Fecr" ise şafağın atmasından itibaren meydana gelen parlaklıktır.

Karanlıklardan sonra aydınlık geliyor. Mekke döneminde de müslü-manlara yapılan zulümler, işkenceler ve hayatı karartan o karanlık gece­lerden sonra mutlak bir aydınlığın geleceğini müjdeler gibidir.

Leyl Suresinden sonra bu surenin gelmesi bu müjdeyi veriyor. Bu müjdeyi Mekke insanına veriyor da bize vermiyor mu? Tefsir usulü ki­taplarımızda genel bir kaide vardır. "Sebebi nüzul ayeti tahsis etmez." Yani o günün ortamını açıklayan ayetler, yalnız o güne ait veya yalnız o olaya aittir anlamına gelmez.

Kıyamete kadar gelecek olan müşlümanlara bu ayetler yol göstere­cektir. Onların durumlarına açıklık getirecektir. Bulundukları durumdan çıkış yollarını gösterecektir.

Günümüzde de bizler, çölde karanlıklar içerisinde nereye gideceğini bilemez durumda idik ama şafak attı; yol göründü, istikamet belli oldu. Kıbleye doğru yürüyüş dünyanın her tarafından başladı. Aynı yöne, günde beş defa güne bakan çiçekleri gibi dünya etrafında daire haline gelerek, kıbleye dönmek ve hacda bir araya gelerek şeytana attığımız taşlarla, düşmanın bir olduğunu ve Kabe-i Muazzama'nın etrafında tavaf ederek, hacerü'l-esvedi tutarak, tavaf edilen yerinde, tutulacak yerin de bir olduğunu öğrendi ve şuuruna vardı.

(Mahmut Toptaş)

Meal:


1. ŞAFAĞI düşün


2. ve on geceyi!


3. Çok olanı ve Tek olanı düşün!


4. Kendi yolunda akıp giden geceyi düşün!


5. Düşün bütün bunları; bunlarda, akıl sahipleri için hakikatin sağlam bir kanıtı yok mudur?



6. BİLMEZ MİSİN Rabbin neler yaptı ‘Âd [halkın]a,


7. çok sütunlu İrem [halkına],


8. ki bütün o topraklarda bir benzeri inşa edilmemişti?


9. Ve vadide kayaları oymuş olan Semûd [halkın]a?


10. Ve [pekçok] çadır direğine (piramide) sahip Firavun'a?


11. [Onlar] toprakları üzerinde hak ve adalet sınırlarını aştılar;


12. ve orada büyük bir yozlaşma ve çürümeye sebep oldular;


13. işte bu yüzden Rabbin onları azap kırbacından geçirdi;


14. çünkü Rabbin, şüphesiz, her zaman gözetleyip durmaktadır!



15. İNSANA GELİNCE, ne zaman Rabbin onu, cömertliğiyle ve hoşnut olacağı bir hayat bağışlamakla denese, “Rabbim, bana karşı [ne kadar] cömertmiş!” der;


16. ama geçim vasıtalarını daraltarak onu denediği zaman ise, “Rabbim beni küçük düşürdü!” di(ye sızlanı)r.


17. Ama hayır, hayır, [ey insanlar, bütün yaptıklarınızı ve yapmadıklarınızı bir düşünün:] siz yetime karşı cömert değilsiniz,


18. muhtaçları doyurmaya birbirinizi teşvik etmiyorsunuz,


19. [başkalarının] mirasını aç-gözlülükle yiyip bitiriyorsunuz,


20. ve sınırsız bir sevgiyle malı-mülkü seviyorsunuz!


21. Peki, [Hesap Günü nasıl davranacaksınız,] yeryüzü ardarda sarsılıp paramparça olduğunda,


22. ve Rabbin[in haşmeti] ortaya çıktığında ve melekler [gerçek hüviyetleriyle] saf saf olduklarında?


23. İşte o Gün cehennem [gözönüne] getirilip konacak; o Gün insan [yaptığı ve yapmadığı her şeyi] hatırlayacak: ama bu hatırlamanın ne faydası olacak ona?


24. O, “Âh, keşke [gelecek] hayatım için önceden bir hazırlık yapsaydım!” diyecek.


25. Hiç kimse Allah'ın o Gün [günahkarlara verdiği] azap gibi azap veremez;


26. ve hiç kimse O'nun gibi bağlarla bağlayamaz.


27. [Ama dürüst ve erdemlilere,] “Ey iç huzuruna ermiş olan insanoğlu!” [diye seslenecek Allah,]


28. “Rabbine O'ndan hoşnut kalmış ve [O'nu] hoşnut etmiş olarak dön:


29. gir, öyleyse Benim [öteki sadık] kullarımla birlikte,



30. gir cennetime!”