25 Temmuz 2009 Cumartesi

ALAK/96

İnsanı bir yumurta hücresinden yaratan Rabbin adına oku!
Oku, çünkü Rabbin Sonsuz Kerem Sahibidir,
O, [insana] kalemi kullanmayı öğreten
İnsana bilmediğini belletendir!
Gerçek şu ki insan ne zaman kendini yeterli görse fütursuzca azar,
Oysa, herkes eninde sonunda Rabbine dönecektir.
Hiç düşündün mü şu [Allah'ın] bir kulu(nu) namazdan engellemeye kalkışanı?
Hiç düşündün mü o doğru yolda mıdır,
Ya da Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle yüklü müdür?
Hiç düşündün mü onun hakikati yalanla[ma]yabileceğini ve sırtını [ona] dön[mey]ebileceğini?
O bilmez mi ki Allah [her şeyi] görür?
Hayır, eğer vazgeçmezse, onu alnından tutup sürükleyeceğiz;
O yalancı, isyankarın alnından!
Bırak, kendi aklının [asılsız, düzmece] tavsiyelerini [yardımına] çağırsın,
[O zaman] Biz de semavî azap güçlerini çağırırız!
Hayır, ona kulak verme, ama [Allah'ın huzurunda] yere kapan ve [O'na] yakınlaş!

24 Temmuz 2009 Cuma

Bakara; 283-286

(283) Eğer yolculuk halinde olur, katip de bulamazsanız o zaman rehin almanız yeterlidir. Eğer birbirinize güvenirseniz (rehine gerek yok), güvenilen kişi Allah'tan sakınsın emanetini versin. Şahitliği giz­lemeyiniz. Kim şahitliği gizlerse kalbi günahkar olur. Allah yaptıkla­rınızı bilmektedir.



(284) Göklerde ve yerdekiler Allah'a aittir. Siz nefislerinizdekini açıklasaniz da gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çeker. Dilediğini afveder, dilediğine azap eder. Allah herşeye gücü yetendir.

Bir önceki ayette yapılan borçlanmaların yazılmasına dikkatimizi çe­kerken bu ayette ise yazacak bir durum olmazsa, yazışmanın fayda ver­meyeceği durumlarda alacaklara karşılık rehin alınması tavsiye edilmek­tedir.

Rehin: Bir hak karşılığında, kendisinden o hakkın alınması mümkün olan bir malı tutmaktır.

Rehin verene "Rahin" denir. Rehin alana "Mürtehin" denir. Tarafla­rın rızasıyla rehin akdi gerçekleşir. Rehni teslim almasıyla tamamlanır. Borçlara karşılık rehin alma emir değil tavsiyedir. Taraflar birbirlerine güvenleri tam ise rehin almayabilirler. Borç emanettir. Emanete hıyanet edenin önce kalbi; günahla kirlenir. Günümüzde Özellikle devletten borç alarak köşeyi dönenlerin kalplerinin kirini gazete sahifelerine sıçrayan pisliklerinden anlıyoruz.

Bildiğiniz bir konuda şahitliğinize müracaat edildiğinde sakın şahitli­ği gizlemeyin, "paran çoksa borç ver işin yoksa kefil ol veya şahitlik yap" gibi sözler islami değildir. Biz insanların haklarıyla ilgili konularda şa­hitlikten kaçınmadığımız gibi üniversite kürsisinde, parlamentoda, kışla­da, karakolda, bakanlıklarda insanın olduğu her yerde "Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Abdühü ve Rasulüh" diyerek Hakkın hakimiyetine şahitlik yapacağız. Yapmazsak kalp kararır. Hem içimizdeki doğruları söylemeyi bastırırsak islami şahsiyetimizi yiti­rir silik bir insan olur çıkarız.

Yer ve gökler onun olunca ondan gizli bir şey yapmamız mümkün değil. Toprak onun. Ayakları elleri O yarattı. Gözü gönlü o donattı. On­dan habersiz bir şey yapmak veya düşünmek mümkün değil. Öyle ise içimizi de güzelleştirip güzel planlar, güzel hayaller, iyi niyetler kuralım, içimizde ne varsa dışımıza o sızar.



(285) Peygamber ve mü'minler Rabbinden ona indirilene iman ettiler. Hepsi Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve rasullerine iman et­ti. Allah'ın rasulieri arasında ayırım yapmayız. "Ey Rabbimiz, işittik ve itaat ettik, afvını isteriz, dönüş sanadır" dediler.



(286) Allah kişiye ancak gücünün yeteceği kadarını teklif eder. Kişinin yaptığı iyilik kendinedir, isteyerek yaptığı kötülükte kendi aleyhinedir. Rabbimiz eğer biz unutur veya yanılırsak bizi cezalan­dırma. Ey Rabbimiz, bizden öncekilere yüklediğin gibi bizede ağır yük yükleme. Rabbimiz, gücümüzün yetmeyeceği şeyi bize yükleme. Afvet bizi günahlarımızı gizle. Bize merhamet et. Sensin bizim mevlamiz. Kafirlere karşı bize yardım et.

Müslümanların yüzde doksanının ezbere okuyabildiği bu iki ayeti kerime imanın altı esasını kendinde toplamaktadır. İman ve dua bir arada. Allah'a İman, meleklere, kitaplara, peygamberlere var. "Dönüş sanadır" cümlesiyle ahirete iman vardır bu ayette. Kadere iman ise Allah'a imanın içindedir. Çünkü Allah olmuş ve olacak her şeyi bilmektedir. Müslüman­ların peygamber efendimizin "Kim Bakara suresinin sonundan iki ayeti, gece okursa o ikisi ona yeter," hadisine uyarak bu iki ayeti okuyarak uyuması imanla yatmasını sağlar

Sabahleyin kalkınca Peygamber efendimize uyarak:

"Lailahe illallahü vahdehü la şerike leh. Lehül mülkü ve lehül hamdü ve hüve ala külli şey'in Kadir"

"Allah'tan başka yaratan, yaşatan ve yöneten yoktur. Mülk onundur, ortağı yoktur, övgü de ona aittir. O herşeye gücü yetendir" diyerek uyanan , müslüman her sabah kendisini hayata karşı bileyerek uyanır. Mülkün ona ait olduğunu eldeki tapuların bir zamanlar başkalarına ait olduğunu ölün­ce başkalarına geçeceğini, inanır ve söyler. İslami çizgide yürürken karşı­sına zorba zalimler çıksa bile birşeyin değişmeyeceğini, çünkü Allah'ın herşeye gücü yettiğini söyleyerek hayata atılır. Akşama kadar islami çizgide helal ve temiz rızık kazanır ve yatsı namazından sonra bu iki ayeti okuyarak imanın altı şartına iman ettiğini ikrar eder ve duayla uykuya da­lar.

"Peygamberler arasında ayrım yapmayız" çünkü hepsi Allah tara­fından gönderilmişler. Aynı kaynağın suları gibidirler. Farklı büyüklükte­ki sürahilere konulan aynı kaynağın suları gibidirler. Birine inanıp da di­ğerlerini inkar etmeyiz. Günümüz yahudi ve hristiyanlar gibi değiliz el­hamdülillah. Biz hepsine iman etmişiz. Ancak kendilerine kitap verilme­si, Allah'la konuşması, gösterdikleri mucizelerle birbirlerine üstün kılmış­tır Allah (c.c.)

işittik ve itaat ettik" derken imanımızı dille ikrar ederken bedenle de tatbikatını yaparak amele dönüştürdüğümüzü söylüyoruz. Gönüldeki iman amel suyuyla sulanmazsa kuruma tehlikesiyle karşı karşıya kalır.

Amele dönüşmeyen imanın altı şartı altı mermili tabancaya benzer. Şeytanı korkutabilir. Ama şeytan saldırıya geçerse tabanca durduğu yer­den iş yapmadığı gibi amele dönüşmeyen müminin imanına şeytan zarar verebilir. Rabbimin Kur'anında ehli kitap bilginlerini sırtında kitaplar ta­şıyan eşşeğe benzetir,, sırtında silah taşıyan eşşeği kurtlar yer de silahın ona bir faydası olmaz. Biz iman ettiğimiz Kur'anın emir ve yasaklarını hayatımızda yaşayarak canlılık kazanacağız.

Bu emir ve yasaklardan hiçbiri bizim yapamayacağımız şeyler değil. Allah kişilerin gücü oranında teklifte bulunur. Halter sporunda sporcula­rın kilosuna göre ağırlık kaldırmaları istendiği gibi kişiye Alîah tarafın­dan verilen akıl, bedeni kabiliyet, mali güç, makam, mevki, diploma gibi nimetler oranında dine hizmet beklenir.

Mesela iki dirhemi olan kişi birini sadaka olarak vermiş. Onu gören bir zengin yüzbin dirhem sadaka vermiş. Bu olayı gören Peygamberimiz "Bir dirhem yüzbin dirhemi geçti" buyurdu.

Nesei kitabü-z zekatın yetmiş dördüncü sahifesinde tek hurmasının yarısını vererek cennetin kazanılabileceğini Efendimizin dilinden haber vermektedir. Mealde "Kişinin yaptığı iyilik kendisinedir. İsteyerek yaptı­ğı kötülük de kendi aleyhinedir." diye terceme ettiğimiz ayette geçen Kesb ve iktisap kelimelerinin tercemesinde Türkçe meal yazan bir çok insanımız dikkat etmemiş ikisine de aynı manayı vermişler. Halbuki "İktisab" Mutavaat içindir. Kötülüğü isteyerek yaparsa günaha girer. Yoksa tabancayı şakağına dayasalar bir müslümanın ve şarap içmesini isteseler, O müslüman da kurşunu yememek için şarabı içse günaha girmez: İnsan iyiliği isteyerek veya istemeyerek yapsa iki haldede az veya çok sevap alır. Ama kötülüğü isteyerek yaparsa günaha girer. Arapçanın incelikleri­ni bilmeden mealle hareket eden kardeşlerimiz o meali yazan muhtere­min anlayışı doğrultusunda hareket etmiş sayılırlar.

Akşama kadar islami mücadelesini veren mümin yatmadan önce bu iki ayeti okuyarak önce imanını tazeliyor. Sonrada dua ediyor. Yarabbi akşama kadar yapmamız gerekenlerden unuttuklarımız varsa afvet. Yap­tıklarımızda hata etmişsek afvet. Geçmiş ümmetlerin hataları yüzünden düştükleri zorluklara bizi düşürme. Gücümüzün üstünde yük yükleme. Bize güç ver. Afvet, Günahlarımızı ört. Bize merhamet et. Sensin bizim dostumuz. Kafirlere karşı bize yardım et. AMİN......

23 Temmuz 2009 Perşembe

Bakara; 276-282

(276) Allah faizi yok eder, sadakaları artırır. Allah kafirlerin hiç birini, çok günah işleyeni sevmez.



(277) İman eden, iyi işler yapan, namazı dosdoğru kılan ve zekâtı verenler için Rableri katında mükafatları vardır, onlara korku yok­tur. Onlar mahzun da olmazlar.



(278) Ey iman edenler. Eğer Allah'a iman etmişseniz Allah'tan sakının ve faizden arta kalanı bırakın.



(279) Eğer böyle yapmaz (bırakmaz)sanız Allah'a ve Rasulüne harp (açtığınızı) bilin. Eğer tevbe ederseniz ana sermayeniz sizindir. (Böylece) haksızlık etmemiş ve de haksızlığa uğramamış olursunuz.



(280) Eğer borçlu darda ise bolluk zamanına kadar ona süre ve­rin. Eğer bilirseniz borcu sadaka olarak bağışlamanız daha iyidir.



(281) Allah'a döndürüleceğiniz, sonra herkese kazancının tama­mı verileceği ve kimsenin haksızlığa uğramayacağı o günden korkunuz.

Üç sahifelik infak ayetlerinden sonra faizin haramlığı, faizin artırmayıp eksilttiği, faiz alıp vermenin Allah'a ve Resulüne harp açmak olduğu anlatılmaktadır. Ayette "faiz yiyenler" diyor da yedirenler demiyor. Demek ki faizin mucidi para babaları ile onların seçtiği yöneticilerdir, ve in­sanları faize zorlayanlardır. Hadiste ise faizi yiyen, yediren, yazan ve şahid olan lanetlenmiştir. Faiz yiyenler ahirette şeytan çarpmış gibi kalka­caklar, şaşkın ne yapacağını bilmez durumda olacaktır.

Ehli sünnet bu ayete dayanarak, Allah'ın izni dahilinde şeytanın insa­nı çarpabileceğini söylemiştir. Mu'tezile ise şeytan çarpması diye birşey yoktur. Cahiliyye dönemi insanının batıl inancıdır der.

"Faiz eksiltir, sadaka artırır" ifadesinde faiz malı eksiltir, şerefi, na­musu, itibarı, eksiltir manaları vardır. Faizle uğraşan para babalarının hiçbiri canından malından çocuğundan emin değildir. Kazandığı parala­rın bir kısmını kendisini koruyanlara harcamaktadır. Sadaka malı eksiltir gibidir ama bu veriş üzüm çubuğunun dallarını baharda budamak gibidir. Baharın budanan çubukta üzüm daha çok olur.

Günümüzde faizin zararını anlamayan kalmadı. Batıda binlerce eko­nomist bu konuda kitap yazdı ama çıkış yolu bulamadıklarından faize de­vam dediler. Faiz yemek ve yedirmek haram. Fakat bu haramı işleyen aynı zamanda Allah'a ve Rasulüne harp ilan etmiş oluyor. İçki, kumar, domuz eti, gibi haramları işleyenler hakkında bu ifade kullanılmamış. Çünkü diğer haramlar ferdidir. Kişinin kendine zarar verir. Faiz ise top­lumsaldır. Bütün toplumu ilgilendirir.

Onun için faizin kaldırılması bir çok günahın ortadan kalkmasına se­bep olacaktır. Eğer faize para veren varsa veya faizle para alan varsa pa­ranın aslını alınız ve veriniz, faiz alıp vermeyiniz. Borç para verdiğiniz kişilerin durumu sıkişıksa onlara zaman tanıyın ki Allah da sizin darlığını­zı genişletsin.



(282) Ey iman edenler! Belli bir vade ile karşılıklı borç alış verişinde bulunduğunuz vakit onu yazın. Hem aranızda doğruluğuyla tanınmış yazı bilen biri yazsın. Yazı bilen biri, Allah'ın, kendisine öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın da yazsın. Bir de hak kendi üzerinde olan adam söyleyip yazdırsın ve herbiri yazarken Rabbi olan Allah'tan korksun da haktan birşey eksiltmesin. Şayet borçlu bir bunak veya küçük bir çocuk veya söyleyip yazdıramayacak durumda biri ise velisi doğrusunu söyleyip yazdırsın. Erkeklerinizden hazırda olan iki kişiyi şahit de yapın. Şayet iki tane erkek hazırda yoksa, o zaman doğruluğuna güvendiğiniz şahitlerden bir erkekle iki kadın ki, birisi unutunca, öbürü hatırlatsın, şahitler de çağırıldıklarında kaçınmasınlar; siz yazanlar da az olmuş, çok olmuş, onu vadesine kadar yazmaktan usanmayın. Bu, Allah katında adalete daha uygun olduğu gibi; hem şahitlik için daha sağlam, hem şüpheye düşmemeniz için daha elverişlidir. Meğer ki, aranızda hemen devredeceğiniz bir ticaret olsun, o zaman bunu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. Alım satım yaptığınız vakit de yine şahit tutun. Ayrıca ne yazan, ne de şahitlik eden bir zarar görmesin. Eğer onlara zarar verirseniz, o işte mutlaka size dokunacak bir günah olur. Üstelik Allah'tan korkun. Allah size ayrıntılarıyla öğretiyor ve Allah her şeyi bilir.

Bu ayeti kerime Kur'anın en uzun ayetidir. Noterliğin önemine dik­kat çeken ayettir. Bu ayetten önceki sahife faizin haramlığından, faiz yi­yenlerin Allah'a ve Rasulüne harp ilan ettiklerinden bahseder. Faizle ilgili ayetlerden önce de üç sahife halinde infakın fazileti, nasıl verileceği, kime ve nereye verileceği, niçin verileceği bildirilmiş. Faiz, yardımlaşma ayeti ile selem ve istisna ayetleri arasında kalmıştır.

Selem; Para peşin, mal veresiye yapılan alışverişlerdir. İstisna: Parası peşin verilerek sınai malları sipariş vermektir.

Bu ayet bu iki çeşit ticaret sözleşmelerinin dayandığı ayettir. Ekono­misini faiz üzerine kuran müşrik yöneticilere faiz yasağı gelince "peki iş­letmeciler krediyi nereden bulacaklar ya diyebilirler. İslam dini toprak mahsullerinde "selem" diye isimlendirdiği muameleyle, sanayide de "istisna" hukukuyla krediyi sağlamıştır.

Otomobil, fabrikası müşterisine diyor ki "elli milyon lirayı ver, bir se­ne sonra gel arabanı al" Markası, modeli, rengi belirlenen böyle bir ara­banın siparişi caiz iken günümüz faizci ekonomistler müşteriye diyor ki "paranı bankaya yatır yüzde yetmiş faiz al. Elli milyonun otuzbeş milyon kazanır. Yeni seneye seksen beş milyona arabayı peşin alırsın." Müşterinin elinden aldığı elli milyonu otomobil fabrikasına yüzde yüz veya daha fazla faizle kredi veriyor. Otomobil fabrikası elli milyonun üzerine ban­kaya ödediği faizi de ekliyor araba yüz milyonu geçiyor. Seksen beş mil­yonu alan müşteri o parayla arabasını alamıyor. Risksiz kazanç sağlayan yalnız para babası faizciler oluyor. Bu ayeti kerime borçların yazılmasını emreder. Borçların yazılması için Katibi adil dediğimiz Noterlerin dikkatli olmasını, taraflara zarar ver­memesini ister. Bunak, zayıf, deli, çocuk durumda olanların yazışmaları­nı velilerinin yapmasını ister. Yazışmalarda iki adil erkek şahid veya bir erkek iki kadın şahid olmasını tavsiye eder.

Günümüzde batıya şirin görünmek isteyen müsteşrik tipi araştırmacı­larımız bu ayeti okuyunca yüzleri kızarmış ve kırk dereden kırk su getire­rek kızarıklarını gidermeye çalışmışlar ve "Kadınlar şahitlikte erkeklerle eşittirler" fetvasını vermişler. Bu müsteşrik özentileri bilsinler ki batı is­lam hakkında hükmünü verirken Kur'ana ve sünnete bakar, senin geçici sözlerine bakmaz. Sonra batılı insan, erkekle kadının eşitliği iddiasının fıtrata aykırılığını biliyor ve kadınlarla erkekleri güreştirmiyor. Boks yap­tırmıyor, yüksek atlamada yarıştırmıyor. Çünkü kadınlar sporun her da­lında erkeklerden geride kalıyor.

Alışverişlerinizi şahid huzurunda yapın. Şahidlikten kaçınmayın. Şa­hitleri ve yazanı zarara sokmayın. Allah'tan korkun ki Allah da size o ko­nuda bilgi lütfetsin. Yıllarca kardeşleriyle haram yollardan para kazanan biri tevbe edip ayrıldığında dini bilgisi kardeşlerinden farksızdı. Aradan bir sene geçmeden haramı helali ayırdeden bir bilgi elde etti. Allah'dan korkmanın mükafatı haramı helalden ayıran bilgi edinmektir.

22 Temmuz 2009 Çarşamba

Bakara; 273-274-275

(273) Sadakalarınızı Allah yolunda hizmet eden (hizmeti nede­niyle) yeryüzünde dolaşamayan iffetinden cahil kişinin zengin zan­nettiği fakirlere veriniz. Sen onları simalarından tanırsın. Israrla in­sanlardan bir şey istemezler. Siz hayırdan neyi verirseniz, Muhak­kak Allah onu bilir.

İslam'ın dünyaya hakim olması için kendisini cihada adayan, insanla­rın geçimini temin etmek müminler üzerine bir görevdir. Fethedilen ülke­lere islami ilim ve amel olarak götürmek için ilim tahsil edenlerin masrafları da müslümanlar tarafından karşılanacaktır. İslami bir devlette kışla ile üniversite Mescidin duvarlarına bitişik olur. Üçüncü duvara da devlet başkanının evi bitişiktir. Mescidin ön tarafı ise halka aittir. Başkan, as­kerler, üniversite, halk camide birleşirler, ve halkın zengin işadamları kışla ile üniversiteye destek verir.

Günümüzde yardım ettiğimiz insanları minnet altında tutanlara rast­landığı gibi, fakirin güzel elbise giydiğine kızan insanlar bile var.Yardım ettiğiniz insan sizden daha güzel giyiniyor, daha iyi yiyebiliyorsa sevini­niz. Yardım eden insanları görünce ezilmiyorsa sevininiz. ısrarla istemelerini beklemeyiniz, ısrarla isteyen olursa da az da olsa veriniz.

İslam dini fakirin yiyecek, giyecek, mesken ve sağlık giderlerini dev­lete ve mümin insanlara havale etmiştir. Devletin organize edemediği, yetişemediği yerde Müslümanlar birbirlerinin velisidir. Velisi olmayanın velisi de devlettir. Yardımı nasıl verecekler sorusunada 274 ncü ayet ce­vap vermektedir.



(274) Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açıktan (Allah için) ve­renlere Rableri katında ecri (karşılığı) vardır. Onlara korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar.

Bu ayeti kerimeyi ilk uygulayan Hz. Ali'dir. Ayet inince elindeki dört dinar altın paranın birini gece, birini gündüz, birini açıktan, birini gizlice, dağıtıvermiş. Tüm varlığını kendi eliyle dağıtmaya alışmış bir in­sanın ahirette cehennem korkusu olmadığı gibi bu dünyada da korkusu yoktur. Malının alınmasından endişe edip zorbalara zalimlere boyun eğ­mez, can endişesi de yoktur. Çünkü cennetin en kestirme yolu şehitliktir.

Kazancını Allah'ın yarattıklarıyla paylaşanın yaratıklardan korkusu olmaz. Kazancı elinden çıkınca da üzülmez, varlığa sevinmez, yokluğa yerinmez. Yardımı kime yapalım? sorusunun cevabını Bakara suresinin 215 nci ayetinde yakınlardan başlayarak anne-baba, yakınlar, yetimler, ve fakirlere verilmesini bildirmiş. Ne zaman yapalım? sorusuna Münafikun suresinin 10 ncu ayetinde ecel gelmeden yapılmasını, Hadid suresinin 10 ncu ayetinde zor günlerde yapılan yardımla bol günlerde yapılan yardı­mın eşit olmadığını, Bakara 274 ncü ayette de gece, gündüz, gizli, açık daima verilmesini ister. Ne kadar verelim sorusunu da Bakara 219 ncu ayette "ihtiyaç fazlasını" veriniz diye cevaplamıştır.

Eğer bu anlayışa, ilme, imana sahip bir toplum meydana getirirsek işte orada faize yer kalmaz



(275) Faiz yiyenler şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kal­karlar. Böyle olması onların: "alışveriş de faiz gibidir." demelerindendir. Halbuki Allah alışverişi helâl, faizi haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de faizden vazgeçerse geçmişi onadır ve işi Allah'a aittir, kim de faizciliğe dönerse onlar ateş yaranıdırlar ve ora­da ebedi kalıcıdırlar.

21 Temmuz 2009 Salı

Bakara; 270-271-272

(270) Nafakadan neyi harcadınız, adaktan neyi adadinizsa şüp­hesiz onu Allah bilir. Zalimlerin yardımcıları yoktur.

Hani " iyilik yap denize at. Balık bilmezse halik bilir." sözümüz bu Ayeti kerimeden alınmış gibi siz iyilik yapın. Kime? Allah'ın yarattığı her canlıya yapın. Hani bir başka Ayeti kerimede "yeryüzün­deki kıpırdayan her canlı gökyüzünde uçan her kuş da sizin gibi ümmet­tir" diyor. Canları var, acı duyarlar, sevildiklerini bilirler, yalnız kuşlar değil çiçekler bile sevildiklerini bilirler diyor bugünkü ilim. Peygamberi­miz (a.s.v.) ise Uhut dağı için söylemiş. " Bu bir dağdır, biz bu dağı se­veriz , bu dağ bizi sever" diyor. Siz kime ne kadar iyilik yaparsanız Allah onu bilmektedir. İnsanlar bilmesin balık bilmesin varsın. Halik biliyorya o yeter. Nasıl verelim hocam, gizli mi verelim, açıktan mı verelim? Rabbimiz muhayyer bırakmış.




(271) Eğer sadakaları açıkdan verirseniz o ne güzel. Eğer sada­kaları gizler ve fakirlere verirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Gü­nahlarınızdan bir kısmını bağışlar. Allah yaptıklarınızdan haberdar­dır.

Açıktan vermeyi gizli ver­meyi, gece vermeyi, gündüz vermeyi, tavsiye eden bir Ayeti kerime ile devam ediyoruz.

Bu Ayeti kerimeyi tefsir ederken alimlerimiz şöyle güzel bir noktaya dikkat çekmişler. Farz olanı açıktan veriniz. Nedir o? Farz olan zekatı­nız, zekatınızı açıktan verin. Farz olan namazınızı da açıktan kılınız. Farz olan namazın riyası olmaz. Yani sabah namazı, öğle namazı, ikindi namazı, akşam ve yatsı namazını herkesin göreceği yer camidir, herkesin göreceği yerde kılınız. Tabii ki bu Allah rızası için kılınacak. Hani bizim ordan bir arkadaş anlatır. "İzmir'de askerim, namaz da kıldığımız yok, su­suzluk var. İzmir Bornova'da su yok susuzluktan içerim kavruldu. Bir yerde su var. İki tane asker bekliyor başında . Damla vermiyorlar, suyun yanında dolandım, yalvardım olmadı. Derken nöbetçi değişti. Kollarımı sıvadım vardım çeşmeyi açtım. Abdest almaya başladım, askerin biri ne yapıyorsun dedi. "Hemşerim iki gündür namaz kılamadım, vallahi adam­lıktan çıktım müsade et de abdest alayım dedim müsade etti. Ağzıma ve­rirken üç, on, otuz, elli defa aldım. Asker dediki "yahu benim bildiğim üç defa alınır ağıza" Ben şafîiyim dedim ve abdestimi aldım, suyumu da iç­tim. Madem Allah'ın bir emri beni susuzluktan kurtardı, bir de namaz kıl dedim. Herkesin görebileceği bir yerde bir namaz kıldım. Hocam ama hiç Allah'ın rızasını düşünemedim. Gelip geçenler "vay be ne adam be " di­yorlar".

Böyle değil verdiğimiz yaptığımız şeyler böyle olmamalıdır. farz olanları açıktan vereceğiz ve böylece hem görevimizi yerine getireceğiz, hem de başkasına teşvik mahiyetinde olacak. Bir tane emniyet müdürü olan arkadaşla şimdi emniyet müdürü o zaman yardımcıydı, Karamanda bir araya geldik. "Hocam siz va'zu nasihat ederek dinimize hizmet edi­yorsunuz. Biz ne yapalım" demişti. Dedim ki, resmi üniformanla öğle na­mazını şehrin merkezindeki Ulu camide kıl. Her şehrin Ulu camisi vardır, dediğimde o günlerde yüzbaşı idi, şimdi binbaşı olan bir arkadaş " doğru söylüyorsun" dedi. "Ben bulunduğum kazada cumartesi günü caddede gi­diyorum. Arkamdan bir bakkal bağırdı, yüzbaşı, yüzbaşı dedi. Döndüm baktım bir gelir misin dedi. Vardım bir çay iç dedi, içelim dedik oturduk. Allah razı olsun benim oğlanı namaza başlatmışsın dedi. Amca ben seni de tanımam oğlunu da tanımam dedim, dedi ki yahu benim oğlan da seni tanımaz dedi. Seni camide namaz kılarken görmüş vergi dairesinde me­mur. Yahu bu adam tehlikeyi göze alarak namaz kılıyor, biz burda keres­te gibi oturuyoruz, demiş. O günden bugüne namaz kılar, Allah razı olsun dedi. Ben o çocuğu hala görmedim." Yani üniforma ile yetkili bîr insanın belirli bir yerde farz namazını kılması diğer insanlara hem ce­saret veriyor, hem de teşvik ediyor. Onun için farz namazlar aleni olmalıdır. Efendim " Kendinizi gizleyin müslümanlığı çaktırmayın" demekle hayatta bir yere varılamaz. Zaten çaktırmaya, çaktırmaya çakıldık kaldık.

Kafirin kaçması ve gizlenmesi gerekirken, mümin saman altından su yürüterek hedefine varacağını zannediyor. Samanı sarartmaktan başka bir işe yaramaz. Allah (c.c.) gizli vermeyi tavsiye ediyor. Bu iki manayı bir­leştiren alimlerimiz, farz olanları açıktan, sadakalarımızı gizliden verelim diyorlar. Sadakayı gizliden vermek efdaldir. Ama bir yerde rağbet olsun, teşvik olsun için sadakayı da açıkdan vermenin de caiz olduğunu Bakara 274 ncü Ayeti kerimesinde Allah (c.c.) onu da bize bildiriyor, biraz sonra o da gelecek. Allah bu sadakalarınızı gizlide ve açıkta verdiğiniz takdirde sizin kötülüklerinizi örter, kötülüklerinize karşılık kılar. "Allah yapmakta olduklarınızdan haberdardır" diyor. Yani gizli versem acaba Allah'ın ha­beri olmaz mı ki açıktan vereyim? Allah değil öyle "gönülden geçeni bilir" Elimizin hareket etmesini, dilimizden çıkan kelimeleri veya fısıltı­nızı gönlünüzden geçeni bilir. Onun için gizlilik ve aşikarlık yok.

Hocam verelim verelim de, bizim mahallede biri var imansızın teki fakir tabii. Buna da verelim mi? Veya ben islamı seçtim babam ise benim müslümanlığımdan memnun değil. Eski halimden memnun şimdi bakıma da muhtaç ona bakayım mı? Baba olabilir, ana olabilir. yakın komşu olabilir, uzak komşu olabilir, hiç ilgisi olmaz ama Hz. Adem'den kardeş olabilir. Yani peygamber çocuğu bunlar bütün yeryüzündeki insanlar peygamber çocuğudurlar. Bunlar küfre girdiğinden dolayı yüreğimiz sızlamalıdır. Aman yarabbi peygamberlerin çocukları bu hale gelmiş ben bunu nasıl kurtarırım diye çirpınmalı. Peygamber efendimiz diyor ki, «Hani ateş yakan insan yaz gününde kelebekler gelir, o kelebekler yan­masın diye nasıl uğraşıyorsa sizi cehenneme düşmeyesiniz diye de ben koşturuyorum ve kemerlerinizden tutuyorum gitmeyesiniz diye.» Yani kılıç çekmişse peygamberim Ebu cehilin önüne, gitme ateş vardır diye çekmiştir. Öldürmek için değil, gitme ateş var. Yani cehennem var bu küfrün yolu cehenneme doğru gider, oraya gitme diye kılıç çekmiştir Peygamberim.


(272) Onların doğru yola gelmeleri sana borç değildir. Ancak Al­lah dilediğine hidayet verir. (Allah için) verdiğiniz hayır (mal) kendi­niz içindir. Siz ancak Allah rızasını aramak için verirsiniz. (Allah için) verdiğiniz hayrın karşılığı verilecektir ve siz haksızlığa uğratıl­mayacaksınız.


Peygamber efendimize (a.s.) gelmişler "Ya Rasulellah imansız adamların içinde fakirler var, onlara da verelim mi yoksa müslüman ol­sun da Öyle mi verelim" diye sormuşlar. "Onların hidayete gelmeleri sana ait değildir, onların müslüman olmaları senin elinde değil Allah dilediği­ne hidayet verir" Burada şu anlaşılmasın. "Allah (c.c.) dilediğine hidayet verir, dilediğini sapıtır." "Öyleyse Allah ayırmış zaten, sen gavursun, sen müslümansın demiş. Yani dilediğini müslüman etmiş, dilediğini gavur et­miş. Öyleyse bizim suçumuz ne? deyip bu Ayeti kerimeye itiraz edebilir­ler. Kuranın tamamını okuyacak olursa Allah (c.c.) «Yaptıkları kötülük­ler nedeniyle kalplerine küf bağladı» diyor. (Mudaffıfin 14) Yani küfrü kendileri tercih ettiler ve küfre giden yolda kendileri yürüdüler ve Allah onlara dalâleti verdi. Müminler de İslama gönüllerini açtılar Allah da onla­ra hidayeti verdi. Peki burada "Allah dilediğine hidayeti dilediğine dalâleti verir" "Hayrı da veren Allah (c.c.) şerri de veren Allah (c.c.) tür" diyoruz. Eskiden Yunan filozoflarından bir kısmı çok iyi niyetlerle şunu demişler "Allah yücelerden yücedir, iyi şeyleri yaratır, güzel şeyleri yara­tır. Kötülükleri, şerri yaratmak Allah'ın şanına yaraşmaz" demişler. Güya Allah'ı temize çıkaracaklar ama şirke girmişler. Niye ortada kötülükler var. O zaman kötülüğü de yaratan birini bulmak lazım. Bunun üzerine "Hayır tanrısı ayrıdır, Şer tanrısı ayrıdır" demişler. Zaten iyi niyetlerle kötülüğe gidilmiştir. Bir kısım insanlar iyi niyetlerle kötülüğe gider mi, gi­dilebilir. işte onun için biz iyi niyetler doğrultusunda hareketler değil Al­lah (c.c.) çizdiği ve tarif ettiği şekilde anlayacağiz. Kendi hayalimize göre din anlayışı, kendi hayalimize göre peygamber anlayışı geliştirmeyece­ğiz.

İnsanların hidayeti size ait değil. Peki hocam tebliğ duracak mı? Tebliğ devam edecek. Niye devam edecek? Biz mesuliyetten kurtulmak için devam edeceğiz. Rabbim bu dinin bütün insanlara bildirilmesini is­ter. Biz görevimizi yerine getireceğiz. "Adam müslüman olsun öyle yar­dım edeyim" deme sadakalar yaratılanlara verilir. Zekat ise müslüman in­sana verilecektir. Ayeti kerimede " siz hayırdan verdiğinizi kendiniz için veriyorsunuz" buyurur. Yani verdiğin adam müslüman olsa da sevabını sen alacaksın, kafir olsa da sen alacaksın. Sen verdiğini kendine veriyor­sun diyor. Çok önemli bir Ayeti kerime benim bir müşkilimi çözüyor. Hani batıda şöhretini yitirmiş sinir krizleri geçiren artistler Doktoruna' "Efendim şöhretimi kaybettim, sinemadan teklif gelmiyor. Eskisi gibi al­kışlar olmuyor. Sinir krizleri geçiriyorum, güzelliğim bozulmasın diye de doğum yapmamıştım" diyor o da diyorki Ayı besle, kedi besle, köpek bes­le diyor. Bir şey besle diyor.

Doğru söylüyor doktor. Bir canlıya karşı kişinin meşguliyeti ve ona hizmeti onu rahatlatır. Yani canlı bir varlığa birşey vermeniz sizin siniri­nizi alır aslında. Doktor isabetli bir karar veriyor. Ancak müslüman bir doktor olmuş olsaydı yaratıkları da sıraya koyarsak birinci derecede insa­na hizmet etmeyi önerirdi. Batıya göre birinci derecede köpektir. Hani ekonomik nedenlerden Fransızlar yıllarca doğum yapmamışlar, başarılı da olmuşlar. Ama şu anda köpek için yapılan masraf Afrikadaki bir devletin yıllık bütçesini geçiyormuş. Fransanın ekonomik nedenlerden dolayı ço­cuk doğurmasını engelleyenler yanlış ediyorlar. Yarın her eve bir köpek girecek. Çocuğun giremediği, çocuğun atıldığı evlere köpekler girecek. Her pazar günü köpekli bir film de onun için oynatılır, alıştırılıyor çocuk­larımız. Evvela birinci derecede insana hizmet edeceğiz. Bu sadakalarda mümini birinci dereceye alacağız. Ama ardından kafire de yardım elini uzatacağız.

Sultan Ahmette bir tane Ermeni fakiri vardı öldü geçen sene, yıllarca Sultan Ahmet camisinden beslendi. Gönenli Mehmet efendi besledi onu ve geçen sene öldü. Ermeniler kendi aralarında yardım edemediler, yine ermeninin cenazesi de Ömür boyu karnının doyması da bir müslüman tara­fından temin edilmiştir. Şu memlekette hatta dünya genelinde şu anda gönlünde merhamet kırıntısı olanlar varsa onlar da müslümanlardır. Bu­nun da en iyi ölçüsü Fahişe bir kadın bir çocuk doğursa gizlice camiye getirip koyup kaçıyor. Niye camiye koyuyor? O biliyor ki, meyhanede, sinemada, tiyatroda, kahvehanedekiler de merhamet kalmamış. Merhamet kalan bir kaç tane insan varsa onlar da merhamet kırıntısı kalan insanlar­dır. Merhamet kırıntısı olan bir kaç insan varsa onlarda camii etrafında dolaşıyor. Dilenciler de deneme yanılma usulü ile kahvede gezmiş yok si­nemanın önünde durmuş ordan da yok, Tiyatronun önünde durmuş ordan da vermiyorlar. Nerde çok veriyorsa oraya gidiyor. Orası da camiidir. Bu memlekette açlık sorunu halledeceğiz diyorsa siyasiler müslümanların eline teslim etsinler. Gasp ettiklerini geriye versinler "Hayırdan infakınız kendi nefsiniz içindir." diyor Rabbim. Müslüman sadakayı verince önce fakire yardım etmiyor aslında. Önce kendine yardım ediyor. Bu bir eczahaneye varıp ilacını aldıktan sonra para veren adam gibidir. Parayı verdi ilacı aldı. Sonra o eczacıyı gördüğünda "geçen sana yüz bin lira vermiş­tim hayrıma" der mi? demez. Çünki para verdi karşılığında ilaç aldı. Te­davisini yapıyor. Mümin insan da tedavisini yapıyor. Kendi kendinin te­davisini yapıyor. Efendimize gelmiş bir tanesi "Ya Rasulellah kalbimin katılığından şikayetçiyim" demiş. Efendimizde "Öyleyse fakirin karnını doyur, yetimin başını okşa" demiş. Kalbin ka­tılığı gider. Efendimizin tavsiyesi bu. Fransız bir doktor da "Ayı besle" di­yor. İki tavsiyede bir isabet var ama Peygamber efendimizinkinde tam isabet var. Fakir ve yetim söz konusudur burada. "Siz verdiklerinizi an­cak Allah rızası için verirsiniz" Rabbim bize konuşmanın da üslubunu ve­riyor. Konuşma adabı öğretiyor. Rabbim "Allah rızası için verin" demi­yor "sizler Allah rızası için verirsiniz" diyor yani emretmiyor, sizin ma­yanız o kadar güzel ki Allah rızası için verirsiniz diyor. Yani siz de insan­lara "oğlum, yap et, dur, bilmem ne demek" yerine "benim oğlum şu işle­ri güzel yapar amcası, benim kızım şöyle şöyle iyi yapar amcası" gibicesine iyi yapar, iyi eder, üslubunu kullanmak yap, et, kıl, deme üslubun­dan daha etkin bir üslup olduğuna işaret etmiş oluyor.

"Hayır" kelimesi Kuranı Kerimde bir kaç yerde mal olarak geçmiş ama genel ifade olarak da kullanılmış. "Hayırdan neyi verirseniz onun kar­şılığı mutlak size verilecektir. Zulme uğramayacaksınız" yani verdiğini­zin karşılığı, eksik değil mutlak surette fazlasıyla verilecek o da iki katın­dan, on katından, yedi yüz katından Allah'ın dilediği rakama kadar de­vam eder. Vereceğimiz hayrın yeryüzünde dolaşmaya, çalışmaya gücü yetme­yen Allah yolunda mahsur kalan insanlara verilmesini istiyor. Sırf Al­lah'ın dininin öğretilmesi, Allah'ın dininin yayılması, Allah'ın dininin ha­kim olması için hayatını bu yola vakfeden insanlara da veriniz. Hani Pey­gamber efendimizin döneminde Ashab-ı suffe, onlar mescidin bitişiğinde efendimizin bugünki ifadeyle üniversitesinde Kur'an ve hadisi ezberle­mek, elçi olarak, (bugünki ifadeyle Kültür ateşesi olarak) kültür elçisi olarak gönderilmesi gerektiğinde, gönderilmek üzere bekleyen insanlar. Sayıları 400 e kadar çıkar. Hem ilim öğretme, hem de harbetme özelliğine sahipler çalışmıyor onlar, onlar sırf bunun için duruyorlar. Bu insanlara infak ediniz. Günümüzde "İslami ilimler dalında çalışanlar demiyelim" çünkü laik sistem koymuş bu adı. Laiklik gereği ayırmış. İslami ilimler dalı ne demektir? Allah'ın tabii ayetleri ile teşrii ayetleri doğrultusunda çalışmalar islami ilimlerdir. Bu uğurda çalışma yapan ve bütün çalışma­larını Allah'ın dininin hakimiyeti için yapan fiziğini, tıbbini, matematiği­ni, kimyasını, tefsirini, hadis şerhlerini her sahada ne yapılıyorsa terzili­ğinden, marangozundan, lokantacılığından, askerliğine kadar her şeyi Al­lah'ın dininin hakimiyeti için çalışıyorsa bu adamların geçiminin müslümanlara ait olması gerektiğini ve onlara müslümanların vermesi gerekti­ğine işaret ediyor. Peki kime verelim? sorusuna cevap olarak da hemen gelen ayette cevap verilmiş.

(273) Sadakalarınızı Allah yolunda hizmet eden (hizmeti nede­niyle) yeryüzünde dolaşamayan iffetinden cahil kişinin zengin zan­nettiği fakirlere veriniz. Sen onları simalarından tanırsın. Israrla in­sanlardan bir şey istemezler. Siz hayırdan neyi verirseniz, Muhak­kak Allah onu bilir.

20 Temmuz 2009 Pazartesi

Bakara; 267-268-269

(267) Ey iman edenler, Kazandıklarınızın en güzellerinden ve si­zin için yerden çıkardıklarımızdan (Allah için) harcayın. Kendinizin göz yumma (tiksinme)dan alamayacağınız pis şeyleri yermeye kal­kışmayın. İyi bilin ki şüphesiz Allah Gani (muhtaç değil) dir, övülme­ye layıktır.

Kazandığınız malların en temizini veriniz. Sizin için yeryüzünden çı­kardıklarımızın ve kendi kazandıklarımızın en güzelinden veriniz diyor. Bir hayır etmek istiyorsunuz, elbise vermek istiyorsunuz, fakire hangisini verelim? Geçen sene değilde evvelki sene aldığımız vardı, birazda yıp­ranmıştı onu verelim diyoruz. Yemekten verelim diyoruz dünden kalanı verelim. Hemen aklımıza o geliverir, hatta bazı arkadaşlar hani zekat ve­relim diyor. Hani yatmış derler dükkanda dura dura eskimiş olanını fare­nin ucundan kestiklerini yediklerini toplayıp verelim gibi bir kanaat var, bir kısım insanlarda, Allah (c.c.) kazandıklarınızın ve Allah'ın size yeryü­zünden çıkardıklarını en hayırlılarından veriniz yani yeryüzünden çıkarı­lan sebzeler, meyveler vardır ama yeryüzünden çıkan altın gümüş de var­dır. Yani bizim sahip olduğumuz dünyevi nimetlerin en güzelinden ver­memizi emrediyor. Peki en güzelinin ölçüsü ne Öyleyse? Onu da veriyor "Rabbim kötüyü kastetmeyin, yani verirken kötü şeyleri vermeyin. Siz kendinizin almayacağınız şeyleri vermeyin. Kötü şeyleri, gözünüzü yum­madan alamayacağınız şeyleri siz kendiniz vermeyin" diyor. Yani bir şey var onu vereceksiniz; Şunu düşünün, bu bana verilseydi alır mıydım almaz mıydım. Alacak olsaydınız zaten vermezdiniz. Siz bunu niye çıkarı­yorsunuz? Bunu beğenmediniz yani mallarınız içerisinde bunu beğenme­diniz veriyorsunuz, onu geriye size iade etmiş olsalar veya bunun gibi bi­rini verseler siz almazsınız. Hocam alınabilir. Alınabilirliğini de Cenabı Allah kabul ediyor. Gözünüzü yumarak alabileceğiniz şeyler vardır. Hani adam size bir şey veriyor fakat siz de mecbursunuz öyle bir durumdasınız ki beğenmiyorsunuz ama onu almaya da mecbursunuz. Hani çöp bi­donlarının başında ekmek toplayan bazı insanları görüyoruz bakmaya bi­le dayanamıyoruz. Bakmaya dayanamıyoruz zannetmeyin ki o adam ona dayanıyor. Yani o da Allah bilir ya evvela görüyor sonra alıp da ağzına ko­yarken gözü o anda kapanıyor. Ama mecburdur onu almaya yani gözünü kapatarak alabileceğiniz o kötü mallan kendinizin almak istemediği alır­sanız bile gözünüzü kapatarak aldığınız o malları başka insanlara sadaka olarak vermeyin diyor. Yani eskimiş elbiseler, kokmuş yemekler, geçmez paralar bunlar sadaka olarak verilmemelidir. Allah her şeyden müstağni­dir.

Yani sizin bu verdiklerinizin iyi verseniz de kötü verseniz de Allah için önemi yok, onun gücüne güç katmıyorsunuz, mülkünden hiç bir şey eksiltmiyorsunuz. Allah sizin verdiklerinize de muhtaç değildir. Onun için verdiğinizi Allah'ın başına kakacak durumda değilsiniz. Allah her şeyden müstağnidir. Allah zatı ile övülmüştür, Hamid'dir ona hamdeden nice ya­rattıkları vardır. "Ama oğlum büyüyor evlendireceğim. Kızım bü­yüyor onu da evlendireceğim. Evlendirdik ev bark sahibi yapacağız, ona iş kurmak istiyoruz." Peki onlara iş, ev, bark, kurdunuz evlendirdiniz, iyi­lik yapın denince "Hocam elinizi öper kerata çok sevimli, torunumuz dünyaya geldi. Onun için de bir şeyler hazırlamak lazım öyle değil mi hocam. Torunlar elin eline avucuna bakarsa olur mu?" diyor. Adam bu­nun sonu gelmez. "Hocam torun çocuk gibi de değil, kendi çocuğun gibi değil torun daha çok seviliyor, torunun torunu daha çok seviliyor" diyor. Ama onu göremiyor. Genelde bütün bu vesveseler insanın kendi nefsi emmaresinden kaynaklandığı gibi Allah c.c. 268 nci Ayeti kerimesinde



(268) Şeytan sizi (verirseniz) fakir olursunuz diye korkutur ve si­ze fuhşiyati cimriliği emreder. Allah ise size kendisinden bağışlama ve bolluk vadeder. Allah vasi dir (Lutfu ihsanı boldur) bilendir.

Şeytan sizi hep fakirlikle korkutur verme fakir oluverirsin elaleme muhtaç olursun, el açarsın da kimse senin yardımına koşmaz diyor ve şey­tan size fuhşu emreder diyor, kötülükleri yapmayı emreder ve fakirlikten korkutur size fakirlik vadeder diyor.

Allah ise afvı vadediyor ve bol nimetler vadediyor, verin vereyim diyor. Verin kat kat vereyim diyor. Anadoluda bir tabirdir "misafir 10 rızıkla gelir ve birini yer dokuzunu bırakır gider derler. Anadolunun misafir perverliğini böylelikle harekete geçirir bu sözler. Vaiz olarak çalıştığım bir kazada bir adam yahu hocam olur mu öyle şey? Adam geliyor iki ta­ne ekmeğin birini o yiyor birini ben yiyorum bana evde ekmek kalmıyor" diyor . Bu iş nasıl oluyor diyor. Dedim ki vermenin geliş şekli ayrıdır. Sen zannediyorsunki 10 tane ekmek onunla beraber kapıdan giriyor, biri­ni o adam yiyor, dokuzunu koyup gidiyor. Eğer böyle olmuş olsa idi memlekette cimri adam kalmaz hepsi bizden önce köyün ve şehrin dışında dururlar misafirleri onlar da evlerine getirirler. Allah rızası için değil, do­kuz ekmek kalacak diye yaparlar bunu. Allah nasıl geldiğini göstermiyor. Ben misali kendi hayatımdan vereyim. Benim evim misafire açıktır bili­yorsunuz. Adam geliyor benimle birlikte yiyor. Ben ona ayrı yemek çıkarmam yani kendi adetimdir genelde ayrı yemek çıkartmam misafire ne varsa onu yer. Şu anda hepimiz evime gitseniz var olanı yeriz bitince de kalırız o kadar. Bunun için de eve sıkıntı olmaz. Şimdi bir kısım ailelere misafir geliyor dedin mi 15 gün evvelden haber verilecek. Evin hanımı bir hafta yorulacak ve akşam yemeği verecek misafire. Misafir gittikten son­ra bir haftada temizleyecek, siz o anda hanıma "ikinci misafir geliyor" derseniz razı olmaz. Ama yük olmazsanız hiç bir şey olmaz, Hanım misa­firimiz var iki kaşık fazla koyacaksın dediniz mi sorun çikmaz.Hanım için hiç bir yük yok: Yalınız bir kaşık fazlalığı, bir tabak fazlalığı o kadar. Ama bunun faydası bana dokuz ekmek kalıyor. Ankaraya geliyorum az önce ekmeğimi yiyen adam garajda karşılıyor evine götürüyor. İki gün kalıyorum, arabasıyla da beni istediğim yere götürüyor 9 ekmeklik mas­raf yapıyor bana. Karşılıklar böyle alınır ama o da bunu zevkle yapıyor. Onun için karşılığını nereden nasıl geleceğini biz bilemiyoruz. Yapacak­larımızı böyle bir şey olsun diye yaparsanız öbür dünyada sevabı yok. Yani ben bu adamın ilerde Ankara'da, Erzurum'da, İstanbul'da filan işimi görür diye iyilik yaparsanız sevabını alamazsınız. Dünyada belki karşılık alırsınız ama ahirette sevap almanız mümkün değildir. Vermekten hayat­ta hiç korkmamaya gayret edeceğiz.

"Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve kötülüğü emreder " diyor. Yani çocuğumu evlendireceğim. Kızımı çıkarayım. Mal mülk sahibi edeyim ve bir de bir dükkan açıvereyim. Bütün bu düşünceler nefsinizin ve şeyta­nınızın size söyledikleridir. Onları düşünmeyelim mi? Onları düşünece­ğiz ümmeti muhammedin çocukları ile beraber düşüneceğiz onları. Onla­rı düşünür de ümmeti muhammedin çocuklarını düşünmezseniz evinizin her tarafını yangın alsa da sizin evinize henüz gelmese acaba çocukları­nızla rahat yemek yemeniz mümkünmü? Mümkün değildir. Bütün mahallenizdeki çevrenizdeki insanlar açlıktan inleseler ve sizin evinizde bol ni­met olsa yemeniz, rahat etmeniz mümkün değil Rahat etmek belki müm­kün olur ama insanlığınızı yîtirirseniz mümkün olur. Yani bütün memle­kette bu kadar aç insanın iniltisine rağmen rahat yemeğini yiyen insanlar hayvanlık derekesinin altına düşmüş insanlardır. Hani ineğin önüne otu koyuverseniz öbür taraftan da bir adam açlıktan inlese ineği hiç etkilemez.



(269) Hikmeti dilediğine verir. Kime de hikmet verilmişse mu­hakkak ona çok hayır verilmiştir. Akıl sahiplerinden başkası ibret alıp düşünmez.

Hikmet, Kur'an-ı Kerimde bir çok manalarda kullanılmış. Hikmet peygamberlik manasına gelir. Allah dilediğine hikmeti verir" derken bir Ayeti kerimede peygamberliği verir, "Allah ona kitabı ve hikmeti verdi" Ayeti kerimesinde Peygamberliği verdi manasınadır. Burada ise iyi ile kötülüğü birbirinden ayırt etme melekesidir.

Kime de o verilirse ona en büyük hayır verilmiş demektir. En büyük hayır en fazla mala sahip olmak değildir. Akla ve o aklı kullanabilecek fevkalade kabiliyete sahip olmak en büyük hayırdır. Yani birinci derece­de Allah (c.c.) ten isteyeceğimiz şey, iyi ile kötüyü bir birinden ayırt et­mek kabiliyeti ve melekesi, ve aklını istememiz, verileni de işletmemiz gerekiyor.

19 Temmuz 2009 Pazar

Bakara; 266

(266) Sizden her hangi birinizin altından ırmaklar akan, hurma, üzüm ve her çeşit meyve bulunan bahçesi olsun ve ona çocukları güç­süzken kendisine ihtiyarlık gelip çatsın, ve o bahçeye içinde ateş bu­lunan kasırga gelip çatsin da kavuruversin ister mi? İşte böylece Al­lah ayetleri açıklar. Umulur ki düşünürsünüz.
Sizden birinizin bir bahçesi olsa ve orada hurma üzüm ve diğer mey­velerin her çeşidinden bulunsa ve besleyip büyütse o meyve bahçesini düşünün kî çok münbit bir toprak üzerinde bahçesi var oraya her çeşit meyveden ekmiş tam meyve verir hale gelmiş ama yaşı da 50 sini 60 şını 70 sini 80 nini bulmuş. Ayeti kerimede yaş olarak rakam vermiyor ama "ihtiyarlık da gelip çatmış" ve çoluk çocuğu da var öyle bir anda çoluk ço­cuğuna bakıyor seviniyor diyor ki şu çoluk çocuğuma şu bahçenin meyve­si ömür boyu yeter çok şükür ki çalışmışım kazanmışım çocuklarıma bir şeyler bırakmışım derken kavurucu bir rüzgar esiyor ve o bahçeyi yerle bir ediyor böyle bir durumda olmak ister misiniz? Yani bir ömür boyu ça­lışacaksınız veya hammallıkta veya memurlukta veya her hangi bir yerde çalışacaksınız 60 şınıza 70 sinize geleceksiniz çocuklarınıza tam böyle güzel bir yer bırakırken, bir dükkan bırakırken, bir köşk bırakırken, bir araba bırakırken, bir istikbal bırakırken, 70 senede kazandığınız bir gece yangınıyla maazallah yok oluvermiş, bahçemiz bir borayla gidivermiş, böyle bir şeyi ister misiniz? kimse istemez. İşte diyor Allah (c.c.) yaptığı bütün iyilikleri insanlar desin diye yapan adamınki de böylece yok olup gidivermiş. Mesela: Bir ömür boyu iyilik yapmış gerçekten de başına da kakmamış. Ama bir gün karşısına almış "ulan ben sana şunu şunu yap­madım mı, şöyle şöyle etmedim mi, bu güne kadar senin karnını doyur­madım mı, bu hale getirmedim mi, ulan burnundan fitil fitil getireceğim ben bunu sana" dedi ne yaptı geçmişi yakıverdi atıverdi yani o bugüne kadar yapılanları yaktı o adam.

Hani İmamı Azam için anlatılır iyilik yaptığı veya borç verdiği ada­mın damının altına sığınmazmış yağmura katlanırmış. Şimdi adam ca­mından görür de yahu arkadaş başka evin saçağına durmuyorsun da bizim saçağı kendi malın gibi mi görüyorsun iyilik yaptığından dolayı bir şey hatırına gelir mi diye oraya da sığınmadı hem ıslandı hem yürüdü di­yor. Yani onu rahatsız etmemek için böyle yaptığı anlatılır. Allah (c.c.)'un vermiş olduğumuz iyilikten dolayı cennette gül bitiriyor, biz ise bu yap­tığımız başa kakma ile veya eziyet etme ile o gülün dibine kibrit suyu ve­ya kezzap döküveriyoruz ve onu yakıp atıveriyoruz. Onun için Allah (c.c.) bize dünyamızdan ve bize karşı karşıya olduğumuz işlerden Örnek­ler veriyor. Hani insan oğlunun en fazla bağlı olduğu şey bir ömür boyu kazandı­ğı maldır. Hani o gün için bahçeyi misal vermişti ama Allah (c.c.)' ün verdiği misaller örnekler evrenseldir. Daha önce anlattığım gibi Allah (c.c.)'ü nimetlerden bahsederken üzüm demiş niye? üzüm bütün dünya devletlerinde bilinendir. Bir bölgede bir kabilede bilinen nimetten bahset­miyor. Çünki diğerleri bilmeyebilir. Ama üzüm herkes tarafından biline­bilir. Bütün dünyadaki insanların bahçeye karşı meyili vardır. Ama ho­cam ben İstanbul şehrindeyim ne yapayım elma bahçesini demeyin hepinizin de gönlünde "hocam şöyle boğazda bazı ağazadelerin paşazadelerin yaptığı evlerin konutların yanı başında bizim de oluverseydi, benim de şöyle hiç değilse 500 metre karelik 1000 metre karelik bir bahçemiz olsa o bahçeye her çeşit meyveden diksek, hocam seni de davet etsek de kahve­yi orda içseydik olmazmıydı" filan böyle davet edeceğinden değil kendisi öyle istiyorda benimle meşruiyyet kazandıracak benim nezdimde. Yani her insanın gönlünde bahçe vardır, fakat şunu bilin ki bütün bahçeler bir gün gelir güz mevsimindeki gibi ağaçlar yeşil elbiselerini soyunuverirler, ve fakir insan gibi ortada kalırlar. Birgün dünyanın bütün ziynetleri de Öy­lece soluverecektir. Eşimizin kendimizin annemizin babamızın soluverdiği gibi yaşayanın her an solmakta olduğu gibi kullar da solacaktır. Solma­yan güller parlayan sevgililer istiyorsak Allah (c.c.)un emirlerine bu dünyada hakkıyla riayet etmemiz gerekiyor. İşte Allah sizin için ayetleri­ni böylece apaçık beyan ediyor, açıklıyor ki böylece aklını başınıza alası­nız. Yaptığınız işleri iyi düşünesiniz diye size olayı açıklayıveriyor.

Şimdi ey iman edenler, yaptığınız iyilikleri başa kakmakla eziyet et­mekle onu incitmekle boşa çıkarmayınız dedi sonra gösteriş için de ver­meyiniz. Çünkü boşa gider dedi. Bunu misalleriylede anlattıktan sonra yi­ne Allah c.c. verdiğimiz malların nasıl olması gerektiğini anlatıyor bize.

15 Temmuz 2009 Çarşamba

Bakara; 265

(265) Mallarını Allah'ın rızasını kazanmak ve kalplerindeki (imanı) sağlamlaştırmak için harcayanların hali, yüksek tepede bulu­nan bahçenin hali gibidir. Oraya bol yağmur yağar ve meyveleri iki kat olur. Eğer bol yağmur yağmazsa çisinti olur Allah yaptıklarınızı hakkıyla görendir.

265 nci Ayeti kerimede Allah'ın rızasını kazanmak için mallarını da­ğıtanların durumunu da bir benzetme ile anlatıyor. Allah'ın rızasını kazan­mak için infak edenlerin bir de kendi nefislerinde olan bilginin ve imanın doğruluğunu ortaya koymak için verenler veya Allah (c.c.)'e karşı olan imanlarını güçlendirmek için verenler, yüksek bir yerdeki bahçeye yağan yağmur gibidir. Oraya yağmur şiddetli bir şekilde bolca yağarsa onun rız­kı onun nebatatı iki kat daha bereketli olarak biter ama oraya bolca yağ­mur yağmamış olsa bile çisenti halinde olsa o çisenti ile de o nimet ora­dan meydana çıkar.

İşte müminin vermiş olduğu sadaka da böyledir. Verdiği insana eziyet etmeden bunu yaymadan ve insana hiçbir şekilde başa kakmadan veriyor­sa bu verdiği bereketli bir toprağa ve toprakta yüksek bir yerde ve orada bahçeye düşen bereketli yağmurlar gibidir verdiği ona kat kat sevap ka­zandırır. Ahirette cennette çiçekler bitirir. Az verse bile çisenti halinde verse yine de karşılığını Allah katında alır buyuruyor. Allah sizin yap­makta olduklarınızı görür. Allah (c.c.) ne kadar verirseniz az veya çok verdiğinizi unutursanız da biliyor başa kakarsanız da biliyor. Allah rızası için verirseniz de biliyor insanların rızası için verirseniz de onu biliyor yani amellerinizin daha iyi değerlendirilebilmesi için nimetlerin gayet güzel olması ve veriş şekillerinizde Allah'ın tarif ettiği şekle uygun olması ge­rekiyor.

Allah (c.c.) yine bir misalle onu bize bildiriyor. Hani insanlar çok iyilik yapıyorlar, bir çok talebe yetiştiriyorlar. Bir çok kursun, okulun, köprünün, hanın, hamamın, sosyal tesislerin yapımında bir çok paralar harcıyorlar. Bunlar iyi niyetlerle yapıldığı takdirde mükafatı verilecek­tir. Hiç şüphesiz verilecektir. Çünkü zerre kadar yaptığınız iyilikler zayi olmayacaktır. Hani Zilzal suresinde geçmişti, "kim zerre kadar hayr işler­se onu görecektir". Hani zerreyi tarif ederken lugatlarımızda pencereden güneş içeriye vurduğunda o güneşin olduğu yerde havada küçük zerrecik­ler uçuşurlar işte ona zerre diyor. Simde yeni lugatlara bakacak olursanız zerrenin karşılığı olarak en küçük parça olarak atom demişler. En küçük parça olması nedeniyle yani o kadar bir iyiliğiniz olsa zayi edilmeyecek, karşılığını göreceksiniz, "zerre kadar kötülük de yapacak olursanız onun da karşılığını göreceksiniz" diyor Allah (c.c.) İnsanlar iyiliği yapıyor, iman üzerinde amel üzerinde devam ediyor ama birgün gelip çığırdan çıkıveriyor ve bütün yaptıklarını yıkıveriyor. Allah bu tip insanları şöyle tarif ediyor:

(266) Sizden herhangi birinizin altından ırmaklar akan, hurma, üzüm ve her çeşit meyve bulunan bahçesi olsun ve ona çocukları güç­süzken kendisine ihtiyarlık gelip çatsın, ve o bahçeye içinde ateş bu­lunan kasırga gelip çatsın da kavuruversin ister mi? İşte böylece Al­lah ayetleri açıklar. Umulur ki düşünürsünüz.

14 Temmuz 2009 Salı

Bakara; 264

(264) Ey iman edenler, başa kakma ve eziyet verme ile sadakala­rınızı boşa çıkarmayın. Allah'a ve ahirete inanmayan, malını insan­lara gösteriş olsun için veren kimse gibi (malınızı, heder etmeyin). Söyleşinin hali, üzerinde toprak bulunan kayanın haline benzer. Ona bol yağmur yağar da onu (topraksız) kaskatı bırakıverir. Kazandık­larından hiçbir şeye (sevabını almaya) kudretleri yetmez. Allah ka­firler topluluğunu hidayete eriştirmez.

Kur'an-ı Kerimde bazı konular önemine binaen uzunca anlatılıyor. Bakara suresinden şunu gördüm. Daha çok Beni İsrail ve onların peygamberlerine olan hıyanetleri döneklikleri. İnsanları güçlü görünce büzülüp, zaif gördükçe saldırdıkları ve bu sebebden de tarih boyunca bir çok cezalara çarptırıldıkları yani dünyada bile cezaya çarptırıldıklarını Allah (c.c.) uzun uzun anlattığı gibi, diğer surelerdede yer yer değiniyor. Niye? Siz de ayni yahudilerin yaptığını yaparsanız aynı belaya siz de uğrarsınız. Yani zulümle adaleti bir arada tutmak mümkün değil. Zulüm üzerine Abad olmak mümkün değil, berbat olmak vardır, diye Allah (c.c.) bizi uyarır, ve bu 261 nci Ayeti kerimesinden itibaren infak etme­nin faziletine dikkatimizi çekiyor. 260 ncı Ayeti kerimede İbrahim (a. s.) Allah (c.c.) un nasıl öldürüp nasıl dirilttiğini Allah (c.c.) ten sorduğunu, Allah (c.c.) de ona kuşları al öldür sonra onları dağların üzerine koy, son­rada çağır bak nasıl diriltiyorum gör, dediğini naklettikten sonra Allah (c.c.) bir verenin sadaka olarak infak olarak bir verenin 700 katına kadar Allah tarafından çoğaltılacağına dikkatimizi çekiyor, yani vermekten korkmamamız gerektiği anlatılırken bir verilenin 700 kat olacağını, ya­ni bir dane ölüyor, 700 tane diriliyor;Yani ölmek, çürümek, yok olmak demek değil, arınmak tekrar çoğalmak manasına geldiğini Allah (c.c.) bu Ayeti kerimesiyle bize gösteriveriyor, ve bu 264 ncü Ayeti kerimesinde Ey iman edenler Sadakalarınızı, başa kakmakla ve sadaka verdiğiniz kişi­ye eziyet vermekle boşa çıkarmayın yani kişi sadaka veriyor iyilik yapı­yor ama arkasından onu minnet altında tutuyor başına kakıyor veya onu üzecek hareketlerde bulunuyor. Bunları yapmayınız, eğer yaparsanız ver­miş olduğunuz sadakalar boşa gider ahirette bunun karşılığını veremezsiniz bu dünyada da mutlu olamazsınız.

Şimdi Allah (c.c.) bunu kime benzetiyor. Allah'a ve ahirete iman et­mediği halde sırf gösteriş olsun için sadaka veren dağıtan kişinin duru­muna benzer. Hani daha Önceki Ayeti kerimelerde geçmişti imansız in­sanların da sadaka verebileceğini Allah (c.c.) bize Ayetikerimeleriyle ha­ber veriyor. Onlarda veriyorlar ama insanlar desinler diye veriyorlar. Mü'min ise verilen verdiğini unutuyor hatta hadisi şerifte bildirildiğine göre sağ eliyle verdiğini sol elinden gizliyor. Yani bu gizlemek burada böyle gizli olarak vermek değil yani haberdar etmemek kendi nefsinin bir parçasına bile haberdar etmeyen gizleyen insan hanımına çocuğuna baba­sına arkadaşlarına hiç haberdar etmez. Etmememiz gerekiyor. Ama duyuruyorsak işte filan geldi de bir borç para verdim, olsun helal olsun çalış­kan çocuktur. Yardım etmek lazım desteklemek lazım, veya karşılıksız veriverdiydim diyerek herkese duyurma tarafına giden adam niye bu ihti­yacı hissediyor? Verdiğinin karşılığını almak istiyor. Herkeste vardır bu. Yani müslümanda da vardır müslüman olmayanda da, verdiğinin karşılığı­nı almak yaratılan herkeste vardır. Verdiğinin karşılığını almak yalnız Allah'ta yoktur. O karşılık istemeden veriyor. "Ama hocam bazı emirler veriyor namazınızı kılın, orucunuzu tutun, zekatınızı verin bu tür emirler var yani verdiği nimetler karşılığında bize bunları emrediyor." denirse bizim bu kıldıklarımızda bizim bu kendimizedir. Yani bu dünyada mutlu bir aile, mutlu bir mahalle, mutlu bir şehir, mutlu bir devlet kurmak isti­yorsanız bu kurallara riayet edin buna riayet edenler mükafatı kendileri göreceklerdir. Yoksa Allah (c.c.) yaptığımız namazlar, oruçlar, haclar, zekatlar, iyilikler bütün bu sadakaları karşılık olarak beklemiyor bunu da Ayeti kerimelerde ifade ediyor. «Allah sizin yaptıklarmıza da verdiklerinize de ihtiyacı yok, yaptıklarınız sizin kendiniz içindir» diyor ama insan olarak biz yaptığımızın karşılığını mutlaka bekliyoruz. Öyleyse dinim diyor ki bunu Allah'tan bekleyin insanlardan beklemeyin diyor. Biraz sonra gelecek Ayeti kerimeler onu yine açıklayacak bu sadakanın önemine bi­naen burada üç sahife ardarda sırf infakı anlatıyor. Üç sahife namazı an­latmamıştır. Yani ardarda gelen üç sahife ile namazı anlatmamıştır. Orucu da üç sahife anlatmamıştır. Oruç'a Bakara suresi 183. ayetinden itiba­ren bir sahife değiniliyor ve böylece bitiyor.

Ama sadakanın nasıl verileceği neye verileceği niçin verileceği veri­len insana eziyet edilmemesi rencide edilmemesi gerektiği, ne kadar veri­leceği kimlere verileceği, ne gaye ile verileceğini de Allah (c.c.)açıklıyor. Müminler Allah'ın rızası için verirler ama kafir olduğu halde veren insan­lar da vardır. Onlarda insanların rızası için verirler. Mümin Allah rızası için kafir de insanların rızası için verir ve kafirler mükafatlarını bu dünyada alırlar. Filanın yaptırmış olduğu yurt, filanın yaptırmış olduğu köşk, filanın yaptırmış olduğu köprü veya filanın yaptırmış olduğu hastahane denilsin için veriliyorsa o da deniliyor ve o da karşılığını bu dünyada almış oluyor. Öbür dünyada almaz zaten Rabbim Ayeti kerimesinde «yap­tığı iyiliği başa kakan kişi Allah'a ahirete inanmadığı halde sırf gösteriş olsun için veren adama benzer» diyor. Öbür dünyada adam bütün mal varlığını milyonlarca milyarlarca parasını hayır müesseselerine vakfet­miş gitmiş bir adam öbür dünyada hesabı kitabı yapılırken diyebilir «ya rabbi bu adam 5 lira harcamış Allah yolunda cennetine gönderiyorsun, ben 5 trilyon harcadım, insanların sıhhati için hastahane kurdum veya başka hayır müesseseleri kurdum, bana mükafat vermiyorsun.»

Rabbim derki bu verirken O insanların rızası için vermemişti, Rabbin rızasını kazanmak için vermişti. Yarabbi bu senin yarattığındır. Bu senin yarattığın düşmüş bunu kaldırmam gerekiyor dedi ve yardım etti. Gücü de o kadardı ve onu verdi. Sen de verdin. Onun verdiğinin kat kat fazlasını verdin. Fakat sen o adam yanında ve insanlar gözünde itibar ka­zanmak için verdin ve o itibarı da kazandın yani karşılığını aldın. Sen ve­rirken bana inanmıyordun bana inanmadığın halde niye gelip benden isti­yorsun? Hani dükkan komşunuzun yanında çalışan işçi ay başı gelince size geliyor maaşımı verir misin diyor; verir misiniz? Kime çalıştın, yanı başınızdaki komşuya, git kardeşim yanı başımızdaki komşudan al. Yani kime çalışmışsanız ordan al. Allah (c.c.) de «Kime çalışmışsanız ondan alacak­sınız ama orada herkes birbirinden çaresiz ve orada yalnız ve yalnız Al­lah (c.c.)ün hükmü geçer» ki Onu hergün beş vakit namazımızda "Maliki yevmiddin" kıyamet gününün, din gününün, ceza gününün yegane sahibi hakimi Allah (c.c.) dür diye 40 defa tekrar edip duruyoruz.

Verdiği malı başa kakan veya verdiğini Allah için vermeyip, gösteriş için veren insanların durumu; sert bir kayanın üzerinde biraz toprak var, o toprağın üzerine yağan yağmur gibidir. Şiddetli bir yağmur yağar o topra­ğı alıp gidiverir. Yağmur toprağı götürünce o taşın üzerinde bir nebatın bitmesi, bir çiçeğin açması, bir kuşun ötmesi mümkün değil. Yani orada bir mahsûlün alınması mümkün değil. Hani bir sadaka verince Allah (c.c.) en azından 700 kat daha fazlasını vereceğini vadediyor 261 nci Ayeti kerimede. Burada sadaka yağmura benzetilmiş. İmansızın, riyakârın verdiği sadaka yine yağmur gibidir. Ama kayanın üzerindeki toprağa yağan yağmur gibidir götürüverdi gitti ve ordan çiçeğin bitmesi­ne mahsulün bitmesine imkan yok. Karşılığını almak mümkün değil. O kazandıklarından hiçbir şeye güçleri yetmez karşılığını alamazlar yok olur gider. «Allah kafir toplumlara yol göstermez onlara hidayet vermez» diyor.

13 Temmuz 2009 Pazartesi

Bakara; 263

(263) Güzel bir söz ve bağışlama, ardından eza gelen sadakadan hayırlıdır. Allah Gani (kimseye muhtaç değil)dir. Halim (kullarına yumuşak davranan) dır.

İyi bir söz, tatlı bal gibi bir söz ve insanlar hakkında güzel muamele ve onların ayıplarını örtme hareketi, arkasından incitilen sadakadan daha hayırlıdır. Hani adama iyilik yapıyorsunuz ondan sonra akıl vermeye çalışıyorsunuz, yönlendirmeye çalışıyorsunuz "oğlum bu elbiseyi bayram­larda giysen olmaz mı kuzum" diyorsunuz. Bunu deme hakkınız yok ver­diniz iş bitti. Sonra karşılıksız vermiyorsunuz. Hani size sorayım, Eczahaneye gittiğinizde ilaç alıyorsunuz para ödüyorsunz. Sonra eczacıyı gördüğünüzde ne oldu o verdiğim para, onu iyi yiyebildin mi, çoluğuna çocuğuna et alabildin mi der misiniz? demezsiniz. Niye? adam paranı aldı, ilacını verdi. Birbirinize minnet etme, başa kakma hak ve selahiyetiniz yok. Sadaka da öyledir. Peygamber efendimize biri gelmiş, «Ya Rasulallah kalbimin katılığından şikayetçiyim» demiş. Efendimiz de «Yetimin başını okşa, Fakirin karnını doyur» demiş. Peki bunu yapınca ne olur? Katı kalplilikten kurtulur yani para veriyor kal­bini tedavi ediyor adam. Hani batıda ve bizde bir kısım çocuk doğurama­yan kadınlar, artistler köpek besliyor, ayı besliyor, yılan besliyor. Mecbur bunu beslemeye, çünkü bir sevginin bir yere akması gerekiyor.

Bir adam var ama iyilik yapacak gücü yok, ama gül gibi yüz, bal gibi sözü var. Bu gül gibi yüzü bal gibi sözü olan adam iyilik yapıp da arkasın­dan başına kakan adamdan hayırlıdır diyor Allah (c.c.) bu Ayeti kerime­sinde.

«Allah zengindir, Allah yumuşak muamele eder kullarına» diyor, yani Allah c.c. bizim vermelerimize ihtiyacı yok. Bizim vermeye ihtiya­cımız var, kendimiz için başkaları için değil.

İnsan sure'sinin 9.ncu ayetinde yapılan iyiliklere karşı insanlardan te­şekkür bile beklemememize işaret edilmiştir. Kim iyilik yaparsa kendine yapmış olur. Kim kötülük yaparsa kendi zararına yapmış olur diyor, Kim hidayete ererse kendisine kim dalalette olursa kendi aleyhine olur diyor Allah (c.c.)

12 Temmuz 2009 Pazar

Bakara; 261-262

(261) Allah yolunda mallarını harcayanların hali, yedi başak bi­tiren, her başağında yüz dane olan bir tek tohuma benzer. Allah dile­diğine katkat verir. Allah vasi (lutfu ihsanı bol) dur. Herşeyi bilen­dir.

Allah (c.c.) öldürmenin de diriltmeninde Allah'a ait olduğunu İbrahim (a.s.)'ın Nemrutla olan mücadelesinde örnek verdi. Üzeyir (a.s.)'ı öldürüp sonra diriltmesinden haber veriyor. İbrahim (a.s.)'ın kuşları öldürüp tek­rar diriltmesinden haber verdikten sonra Allah yolunda Allah için mal dağıtmaya geçiyoruz. Allah yolunda malını infak edenlerin durumu toprağa düşen bir tane gibidir. O daneden yedi tane başak çıkar. Her başakta da yüz dane vardır, yani bir dane toprağa düşüyor ve Allah (c.c.) oradan 700 dane çıkarıyor. Şimdi bizi yardıma teşvik ediyor, "din için mallarınızla canlarınızla cihat ediniz" diyor, mahallenizdeki fakirlerle, yetimlerle, yol­da kalmışlarla, borçlularla ilgileniniz ve onlara mallarınızdan infak ediniz diyor. Ama bunun yanında bir de ölümün ve dirilmenin nasıl olacağını misallendirmiş oluyor bir tane toprağa düştü mü ölüyor aslında sonra da çürüme meydana geliyor ama o bahar gelince diriliyor. Bu "bir ölürüz bin diriliriz" sözü var ya bir tane toprakta ölüyor 700 tane buğday danesine dönüşüyor Allah yolunda ölen bir kişi de bin tanesinin müsiüman olması­na sebep olabilir." Buruc" suresinin tefsirinde iman etmiş bir çocuğun o zamanın za­lim devlet başkanı tarafından halkın huzurunda öldürüldüğünü haber veriyor efendimiz. O çocuk Öldürülür, fakat onu seyreden bu şehrin halkı inkarcı iken bu çocuğun Rabbine biz de iman ettik diyorlar iman ediyor­lar. Biri ölüyor ama binlerce insan diriliveriyor. Bir verirseniz Allah 700 katına kadar ve daha fazlasını vereceğini ifade ederken, sadakaya teşvik ederken ölmenin de dirilmenin de Allah katında olduğunu Ahirette insan­ların dirileceğini tıpkı toprağa atılan tanenin çürüyüp ölünce dirildiği gibi insanlarda toprakta çürüdükten sonra dirileceğini işaret etmiş oluyor. 700 katıdır verdiğiniz iyiliklerin karşılığı. Dilediğine Allah kat katta yapar bir kere bir iyilik yaparsanız 700 katı var ama dilerse daha fazlasını da verir Allah herşeyi bilendir her şeyi ilmiyle kudretiyle kuşatandır.



(262) Allah yolunda mallarını harcayıp sonra harcadıklarını ba­şa kakmayan ve eziyet etmeyenler Rableri katında ecirleri (karşılığı) vardır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.


Adamın biri bir delikanlının birine ayakkabı alıvermiş, hergün böyle yanından geçerken çocuk oynuyormuş, yavrucuğum, ayakkabın eskir hoplama, kuzum oynama dermiş. Bu sözler beraber olduğu arkadaşının kanına dokunmuş. Bir gün kızmış ve demiş ki çıkar ulan şunun ayakkabı­sını" çıkarttırmış. Götürmüş çocuğa bir ayakkabı alıvermiş, ikinci gün yi­ne o iki adam beraber gidiyorlarmış. Çocuk yine oynuyor çocuğa diyormuşki oyna ulan oyna ben bunun gibi değilim demiş, ikisi de başa kakıyor aslında. Hani iki arkadaş gidiyormuş, birinin şemsiyesi var birinin yok. Şemsiyeyi aldığımız ne iyi oldu ıslanmadık değil mi? ıslanmadık demiş. Biraz sonra ya bak elbisen de yepyeni imiş. Allah korusun ya şemsiye ol­masaydı ne olurdu halimiz? Bir kaç defa daha tekrarlayınca, Galata köp­rüsünün oraya gelince kendisini denize atmış, çıktıktan sonra "şemsiye olmasaydı böyle olurduk demiş." Allah için yaptıklarını başa kakmâyanlar ve yaptıklarından dolayı karşı tarafa eza vermiyen insanlar incitmeyen insanların mükafatı Rabbimiz katındadır.

Gönül telini böyle rahatsız etmiyeceksiniz eğer bunu yaparsanız onun mükafatı ise Rabbim katındadır, 700 kattır başka yok demiyor onun mükafatı Rabbim katındadır. Onlar için korku yoktur iki dünyada üzüntü­ de yoktur. Pertev Paşa da güzel ifade etmiş

Ne şemmet bülbülün verdin ne de hardan incin

Ne gayrın yarına meylet ne sen ağyardan incin

Ne sen bir kimseden ah al, ne ahu zardan incin

Ne sen bir kimseden incin, ne senden kimse incinsin.

Sadaka verip de arkasından diken de sunmayacağız. Dikensiz gül gibi vereceğiz dikensiz gül gibi incitme diyor. Kimseden incinmeyelim ve kimseyi de incitmeyelim diyor. Hiç bir şekilde insanları incitmememizi istiyor.

10 Temmuz 2009 Cuma

Bakara; 259-260

(259) Yahut altı üstüne gelmiş bir şehre uğrayan kimse gibisini (görmedinmi)? O:"Allah burayı öldükten sonra nasıl diriltecek?" demiş. Allah da onu yüz yıl ölü bıraktı sonra diriltti, "ne kadar kal­dın?" dedi» o da:"birgün yahut bir günden az kaldım" dedi. Allah ona "Hayır yüz yıl kaldın. Yiyeceğine ve içeceğine bak henüz bozul­mamış. Eşeğine bak. (Bu yaptıklarımız) seni insanlara ibret kılma­mız içindir. Kemiklere bak, nasıl bir araya getiriyoruz, sonra onlara et giydiriyoruz?" O (Eşeğin dirilmesi ve yiyeceklerin bozulmaması) kendisine apaçık belli olunca, "Ben biliyorum ki şüphesiz Allah her şeye gücü yetendir." dedi.

Bu Ayet-i kerime 3-4 ay içerisinde yine bir dergide gündeme getirildi. Bu Âyeti kerimede isim vermiyor ama tefsirlerde Üzeyir diyorlar, Üzeyir de peygamber midir değil midir diye ihtilaf edilmiş. Ama salih bir zat olduğu belli de peygamber mi değil mi konusunda ihtilaf vardır. Üzeyir Lokman Zülkarneyn ihtilaflıdır deniyor. Üzeyri yahudiler peygamber olarak kabul ederler bizde salih bir zat olarak kabul ediyoruz. Ama pey­gamberliği konusunda açık bir ayet olmadığından biz peygamberdir diye­miyoruz. Peygamber efendimiz de peygamberdir dememiş. Fakat yahudi­ler diyorlarki "Üzeyir Allah'ın oğludur" diyor onların Üzeyir hakkındaki kanaatleri Allah'ın oğlu olduğu konusundadır. Nerden kaynaklanıyor? Üzeyir bîr şehre uğradı baktı ki o şehrin altı üstüne gelmiş yıkılmış, tefsircilerin ifadesine göre Buhtunnasır denen adam o Kudüs şehrini yerle bir etmiş yani "yahudi ırkından tek adam bırakmayacağım "demiş ve tahribat yapmış. O şehirde diyorlar yani kudüsün tahribi konusudur diyorlar. Ora­ya gelmiş bakmışki tavanlar tabana inmiş demişki: "Allah bunları öldükten sonra nasıl diriltecek" Allah onu yüz sene öldürüverdi. Orada öl­dürdü, yüz sene orada kaldı sonra tekrar diriltti yeryüzünde diriltti, Ahirette değil "ne kadar kaldın" dedi yani burada ne kadar kaldın ? "Bir gün veya bir günün yansı kadar" yani kısa bir zaman kaldım burda diyor, "sen burada yüz sene kaldın. Bak yiyeceğine ve içeceğine hiç tadını bozmadı yiyecek ve içecek aynen duruyor." tefsirlerde diyorki üzümü vardı yanında ona bak insanlara bir ayet kılmak için yaptım bunu. Şu kemikle­re bak derken ölmüş kemikleri gördü. Biz onu nasıl tekrar bir araya getireceğiz ve ona nasıl eti giydireceğiz gör. Bütün bunları görünce dediki: "ben iyi biliyorumki Allah her şeye kadirdir"

İmam Malik'e sormuşlar, Allah'ın varlığına delil getir. Demişki: "val­lahi ben yumurtayı hiç görmeseydim biri bana yumurtayı gösterseydi ba­kardım, mermer gibi bir şey. Bu mermerin içinden canlı çıkacak deseydi inanmazdım. Ama görüyoruzki hakikaten yumurtanın içerisinden bir civ­civ 20 gün sonra çıkıveriyor." İmam Şafii hazretlerine sormuşlar demişki: "Dut yaprağını ipek böceği yiyor ipek oluyor, bir başkası yiyor süt olu­yor, bir başkası yiyor et oluyor. Biz hep bunları gözümüzün önünde gö­rüp duyduğumuzdan dolayıdır ki bize basit gibi geliyor. Aslında bunların hepsi bir mucize. Bir çekirdek bir toprağa düşüyor, güz mevsiminde bü­tün çekirdekler toprağa düşüyor ve ağaçların yapraklarından kefene sarı­lıyor ve onun üzerinede toprak örter gibi kar bembeyaz üzerine kefen gi­bi seriliveriyor. Bir kısmının nasibinde hemen bahar mevsiminde diril­mek vardır. Bir kısım da 110 sene kalır, 20 sene kalır, 30 sene kalır. 30 se­ne sonra münbit bir toprağa düşer veya sıcağını toprağın her şeyini belirli ortamı bulunca yeniden diriliveriyor. Yani toprakta otuz sene kaldıktan sonra dirilen çekirdekler veya bir yârde depolanıp uzun müddet bekletil­dikten sonra tekrar dirilen çekirdekleri görüp dururken biz bütün bunları yaratan Allah (c.c.) olduğunu bilip iman ederken, bize böyle bir olayı da mucize kabulünden Allah (c.c.) haber vermişse aynı ile iman ediyoruz. Bir de bu haberin tıp sahasında gelişmelere yardımı olacağını iddia ediyoruz.Hani Neml süresindeki Süleyman a.s.'ın yanındaki ona inanmış bir insanın Belkıs'ın oturduğu koltuğunun Belkıs'la beraber Yemenden bir göz açıp kapayıncaya kadar getirdiğini haber veriyor. Göz açıp kapayın­caya kadar günümüzde teknoloji biraz ilerledi. Daha o seviyede değil. Yemenden buraya 3 saatte getiremezde 6 saatte getirir. Biraz daha sürat­lendirir 3 saatte getirir, biraz daha süratlendirir ilerde daha da ileriye götü­rebilir ve bir günde insanları ışınlama yoluyla istediği yere gönderirler mi oda olurmu olur. O zaman işte göz açıp kapayıncaya kadar getirme faali­yeti gerçekleşince bu Ayet bu çalışmaya öncülük etmiş oluyor.


(260) Hani ibrahim: "Ey Rabbim, ölüleri nasıl diriltirsin banada göster" demişti de Allah: "İnanmıyor musun? " demişti. (Bunun üzeri­ne) İbrahim "Evet inandım ancak kalbimin tatmin olması için (isti­yorum)" demişti. Allah da: "Dört kuş al onları kendine alıştır. Sonra onlardan her dağa bir parça koy, sonra da onları çağır. Onlar sana koşarak gelirler. Bil ki şüphesiz Allah güçlüdür hakimdir.

Hani bir gün İbrahim demişti ki: Yarabbi Ölüleri nasıl diriltiyorsun bana bir göster dedi İbrahim (a.s.) İbrahim, yoksa inanmıyormusun dedi Allah (c.c.) inanıyorum yarabbi kalbim de mutmain olsun diyor. Hani eski tabirle, Oğlum askerden geldi demişler biri seviniyor ama birde gözünle gör, Oğlum askerden geldi demek ilmel yakın bilgi yani bilgi olarak edi­niyorsun bunu, ama gözümüzle görünce aynel yakın gözünüzle görüyor­sunuz bunu. İbrahim (a.s.) da diyorki: Yarabbi bilgi olarak biliyorum herşeyi yaratan sensin ölüleri diriltecek olan da sensin de birde şu gözlerimle göreyim daha mutmain olayım diyor. Allah (c.c.) dediki 4 tane kuş al onları kendine alıştır. İbrahim (a.s.)'ın bunu yaptığını ölü kuşların da kanat çırparak İbrahim (a.s.)'ın huzuruna geldiğini tefsirlerimizde haber veri­yor. Bu Ayeti kerimede açık ama tefsirler bu olayı İbrahim (a.s.)'ın tatbik ettiğini söylüyorlar. Hani yumurtanın içerisinden kuşun çıktığını kuştan yumurtanın çıktığını gözlerimizle görüp duruyoruz. Meniden insanın meydana geldiğini insandan meninin meydana geldiğini gözlerimizle gö­rüp duruyoruz. Öyle olunca Allah'ın nasıl dirilttiğini nasıl öldürdüğünü gözlerimizle gösteriyor ve bizim kalbimizde İbrahim aleyhisselam'ın kal­bi gibi mutmain oluyor.

9 Temmuz 2009 Perşembe

Bakara; 257-258

(257) Allah iman edenlerin dostudur. Onları (küfrün) karanlı­ğından imanın aydınlığına çıkarır. Kafirlerin dostları ise Tağutlardir, Tağut onları aydınlıktan karanlığa çıkarır, işte onlar ateşin ya­ranıdırlar ve onlar orada ebedidirler.

Müminlerin dostu Allah'dır. Allah'ın dostu olan müminler de mümi­nin dostudur. Allah dostlarını dost edinen , Allah düşmanlarını düşman kabul eden kişi gerçekten velidir. Yoksa saman çöpü gibi su üstünde yü­rüyen, sinek gibi havada uçan, düşmanı görünce miskinler tekkesine ka­çanlar veli değildir.

Veli: Kur'an ve sünnete uygun yaşayan insandır. Onlar karanlıkların her çeşidinden aydınlığa çıkmış aydın insanlardır.

Ayeti kerimede nur'u tekil sığasıyla, "zulümatı" karanlıkları çoğul sığasıyla bildirmiş. Demekki doğru tektir. Yanlış çoktur. İnsan İslâmın doğru yolundan bir çıktı mı her tarafa giden yol yanlış yöne götürür.

İslâmın doğrularına inanmayan insan sayısınca yanlışlık vardır. İşte .....izmler bu yanlışlıkların sonucudur.

Işığın hızı saniyede üçyüzbin kilometredir, diye bize öğrettiler de ka­ranlığın hızını öğretmediler. Karanlığın hızıda ışık hızı kadardır. Işığın çekildiği yere anında aynı hızda karanlık bastırır. Müslümanların çekildi­ği alanlara anında imansızlar bastırır.

Günümüzde yaşayan ateist, komünist, feminist, anarşist insanlara küfretmeye hakkımız yok. Bizim boş bıraktığımız meydanları onlar ka­rartarak doldurdular. Evinizde veya bir salonda otururken elektriğinizin şartelini kapatıveren insana sabaha kadar' sövseniz elektriğiniz yanmaz. Hiç küfretmeden kalkıp şartele basacaksınız. Engel olmak isteyen olursa engeli gidereceksiniz.

O engel olan kafirler de yalnız değil onların dostları da Tağuttur. Ayette "Müminlerin dostu Allah" derken "dost" kelimesini tekil sığasıy­la kafirlerinkini çoğul sığasıyla "dostları tağuttur" buyurmuş. Kafirlerin dostlukları çıkarlarıyla orantılı olduğundan dostları da sürekli değişir. El­bise değiştirir gibi lider değiştiren adamları tanıyoruz biz.

Aydınlıkla karanlık aynı anda yaşayamayacağı gibi küfür sistemiyle İslam nizamı aynı anda uygulamaya konamaz. Kafirlerin gücünün büyük­lüğünü görerek "biz müslümanlar kafirlerin küfrüne karşı bir şey yapamayız" diyenler bilsinler ki kocaman bir salonun karanlığını küçücük bir ampulün ışığı kaçırmaktadır.



(258) Allah'ın kendisine mülk verdiği devlet verdiği kişinin Rabbi konusunda îbrahimle nasıl çekiştiğini görmüş gibi bilmedin mi? hani İbrahim "benim Rabbim hem diriltir hem öldürür" demişti. (Bunun üzerine ) ibrahim "şüphesiz Allah güneşi doğudan getiriyor. Sende batıdan getir" deyince o kafir şaşırıp kaldı. Allah zalim toplu­lukları başarıya ulaştırmaz.

Yani İbrahim aleyhisselamın karşısında o zamanın devlet başkanı Nemrut var. O Nemrut'a ki o mülkü veren O. Yani yeryüzünü yaratan O. Mülkü veren O olduğuna göre o mülkün üzerinde Rabbimin varlığını inkar eden ve bu konuda îbrahimle mücadele eden adamı görmedin mi di­yor. İbrahim demişti ki:

"Benim rabbim dirilten ve öldürendir" hem diriltir hem de öldürür, o devlet başkanı da dedi ki Bende diriltirim bende öldürürüm diyor. Nasıl diriltir diye kendine sormuşlar demiş ki iki tane idamlık adamın birini ke­serim öldürürüm, birini de serbest bırakırım nasılsa ölecekti serbest bı­rakmak suretiyle ben de onu diriltirim diye açıklamış. Tefsirlerin ifade et­tiğine göre böyle demiş yani ben de diriltirim ben de öldürürüm diyor ama tabiki o günden bugüne kadar insan oğlunun teknik ilminde de tıp ilminde de ileri gitmesine rağmen diriltme ve öldürme işlemini yapamamıştır. Efendim kurşunu çekti öldürdü o sebep oldu diyor. O ölüme sebep oldu ama ölümü yaratan Allah'tır. Tıpkı onu yaratan Allah olduğu gibi. Efen­dim anne ile babanın bir araya gelmesinden oldu peki ama Anne ve baba­yı yaratan Allah'dır. İbrahim dedi ki "Allah hergün sabahleyin güneşi do­ğudan getirendir. Mademki Rablık iddiasında bulunuyorsun haydi sende bu sabah güneşi batıdan getir" dedi.

O Allah'ı inkar eden kişi bu soru karşısında dehşetle, gözleri belere kaldı. Allah zalim toplumlara hidayet vermez diyor yani hidayete ermesi için evvela zulmünü bırakması yaptıklarına pişman olması gerekir. Bunlan yaparsa Allah c.c. onlara da dilediğinde hidayet verir, bazı şeylere alıştığımız için hani alışık olduklarımızın pek değeri yoktur bizim gözü­müzde. Yani güneşin hergün sabah doğudan doğması ve batıdan batması hergün gördüğümüz için pek önemli değil . Tablosu 5 milyon dolar 10 milyon dolar 100 milyon dolara satılmış ressamlar var. Ama adam kendi­si pek yararlanamamış bu tablolardan. Sağlığında gerçekten güzel şeyler yapmış ama tam çıldırmış, kulağını kesmiş adam. Demiş ki "Yahu bunun aslı gibi yapamıyorum" Aslına uygun yapamıyorum demiş ve canlı re­sim yapmayı bırakmış. Çünkü " Bir elin binlerce hareketini ben ancak donduruyorum diyor" onun için vazgeçtim diyor. Dünyaca ünlü bir hey­keltıraş, bıraktım o işi diyor. " dondurma işidir ressamlık, bende o işi bırakıverdim." diyor. Ve o adam müslüman da değil.

Allah (c.c.) bir güneşi yaratıveriyor. Binlerce yiyeceğimize, giyece­ğimize, içeceğimize ve havamıza binlerce faydasını vererek, böyle renk­ler vurarak, göz görmeden fırçalar vurarak, göz görmeden fırçalarını vu­rarak göz görmeden koku ve renk tat vererek bırakıp gidiyor. Ona dikkat çekiyor "Madem ki sen de rablık iddiasında bulunuyorsun, Allah (c.c.) bu­nu doğudan doğduruyor batıdan batırıyor. Sen de bunu tersine çevir o za­man" diyor "gözleri dehşetle şaşkınlık içerisinde beleriverdi" diyor, İki üç sene Önce bu Ateistlik modası gazetelerde gündemde iken o günün Ateistlerinden bir tanesi diyor ki "Allah'a inandırmak isteyenler gelsinler tartışalım. Yalnız ayı kim yarattı güneşi kim yarattı demesinler" diyor. Yani bunlara karnımız tok der gibi bir ifade kullanıyor biz yine onu diye­ceğiz. Çünkü en çok yararlandığımız Allah'ın yararlandırdığı nimetlerden ve herkesin gördüğü nimetler bunlar kör bile eli ile görüyor, güneşi eli ile görüyor, ısısını görüyor yani herkesin varlığını inkar edemediği bir şey. "Ama hocam yarasalar inkar ediyor." Onlar da inkar etmiyor. Yarasalar da güneş geldi mi karanlık inlerine saklanıyor. Bu Ateistin dediği gibi aman bana güneşten bahsetme, bana aydan bahsetme diyor adam. Allah c.c. İbrahim aleyhisselamı bir örnek olarak verdi ve İkinci bir örnek veri­yor.

(259) Yahut altı üstüne gelmiş bir şehre uğrayan kimse gibisini (görmedin mi)? O:"Allah burayı öldükten sonra nasıl diriltecek?" demiş. Allah da onu yüz yıl ölü bıraktı sonra diriltti, "ne kadar kal­dın?" dedi» oda:"birgün yahut bir günden az kaldım" dedi. Allah ona "Hayır yüz yıl kaldın. Yiyeceğine ve içeceğine bak henüz bozul­mamış. Eşeğine bak. (Bu yaptıklarımız) seni insanlara ibret kılma­mız içindir. Kemiklere bak, nasıl bir araya getiriyoruz, sonra onlara et giydiriyoruz?" O (Eşeğin dirilmesi ve yiyeceklerin bozulmaması) kendisine apaçık belli olunca, "Ben biliyorum ki şüphesiz Allah her şeye gücü yetendir." dedi.

7 Temmuz 2009 Salı

Bakara; 255-256

(255) O Allah'tır. O'ndan başka ilah (yaratan, yaşatan, yöneten) yoktur. O diridir. O Kayyum'dur. (Herşeyin varlığı O'nunladir) O'nu uyuklama ve uyku tutamaz. Göklerde ve yerdekiler O'nundur, O'nun izni olmadan şefaat edecek kimmiş? O, onların önlerindekini de arkalarındakini de bilir. Onlar O'nun ilminden yalnız O'nun dile­diğinden başka hiçbirşeyi kavrayamazlar. O'nun kürsisi gökleri ve yeri Kuşatmıştır. Onların korunması ona ağır gelmez. O yücedir, büyüktür.

"Ayetel kürsi" diye bilinen bu ayet Allah (c.c.)ın zat ve sıfatlarından bahsettiği için Kur'an ayetlerinin derece bakımından en büyüğüdür.

Ayetel kürsiyi akşamleyin okuyana sabaha kadar şeytan yaklaşamaz.

İsmi a'zamı içinde bulunduran bu mübarek Ayeti kerimeyi okuyan bir müslüman onyedi defa Allah'ı zikretmiş olur. Allah'a hamdolsun insa­nımızın çoğu bu Ayeti ezberinden okuyabilmekte ve her namazın arka­sında okumaktadır. Peki ne diyoruz bunu okurken.

Allah'tan başka yaratan, yaşatan, ve yönetenin olmadığını, O canlıla­ra can veren Allah'ın hay diri olduğunu, herşeyin varlığının ona bağımlı olduğunu, tabiat kanunlarını koyan ve o kanunlara göre yönetenin Kayyum olan Allah olduğunu söylüyoruz.

Varlığı kendindendir. Yarattıklarına muhtaç değildir. Yaratılan biz­ler, Yaratan Allah'ın havasına, suyuna, yiyeceklerine muhtacız. Ama o hiçbirşeye muhtaç değildir diyoruz.

Ibni Ebi Hatemin, İbni Abbas'tan yaptığı rivayete göre Allah (c.c.) Musa (s.a.v.)ya eline iki cam kavanoz almasını ve uyumadan ayakta dur­masını emreder. Musa (s.a.v.) emredileni yapar. Gecenin yarısında uyku basar. Gecenin sonuna doğru uyuklarken ellerindeki kavanozları birbirine çarpıp kırar. Allah (c.c)buyurur: "Eğer bende uyusaydım gökler ve yer düşer ve yok olurdu.

Biz uyurken kanımızı, canımızı, hücremizi, yıldızları, ayı güneşi birbirine çarpmadan hareket ettiren Allah (c.c.) uyumaz da uyuklamaz da.

Biz böyle inanınca duyduklarımıza, gördüklerimize, yediklerimize, içtiklerimize, sevdiklerimize ve sevmediklerimize dikkat ederiz ve onun emir ve yasakları doğrultusunda hareket ederiz.

"Göktekiler ve yerdekiler Allah'a aittir" derken tapularımızın geçici olduğuna, bu topraklara bir zamanlar Konstantin sahipken Fatih'in gelip elinden aldığını, Fatih'e de kalmadığını, bize de kalmayacağını ve mülkün hakiki varisinin Allah olduğunu kabul eder ve O'nun mülkünde yine O'nun kanunlarının geçerli olması için çalışırız.

Allah'ın huzurunda yalnız Allah'ın izin verdiği kişilerin şefaat edebi­leceğine inanırız.

Enbiya suresinin 28'nci ayetinde Necm suresinin 26'ncı ayetinde Al­lah'ın dileyip razı olduğu kişilere şefaatin fayda vereceğini haber verir Rabbimiz.

Şefaatle ilgili hadisleri inkar edenler, farkına varmadan ayeti inkar durumuna düşmekteler. Bu kardeşlerimiz günümüzde bir kısım velilerin yahudi ayakkabıcıya bile şefaat edip cehennemde yanmasını engellemiş­tir diye velilere yaptıkları iftiraya tepki gösterenlerdir. Ama bir yanlışı reddetmek ikinci bir yanlışa sarılmakla olmaz.

Allah, insanların yaptıklarını da yapacaklarını da bilir, geçmişi gelece­ği bilir, dünyayı ve ahireti bilir. Herşeyimiz onun bilgisi içinde olduğuna göre kontrollü hareket etmeliyiz.

Bizim bilgilerimiz onun dilediği kadardır. Zatı ve sıfatları hakkında­ki bilgimiz Allah'ın bildirdiği kadardır. Cennet ve Cehennem hakkındaki bilgilerimiz de O'nun bildirdiği kadardır. Keşiflerimiz dahi onun dilemesi doğrultusundadır.

"O'nun Kürsisi gökleri ve yeri kuşatmıştır" Kürsi Türkçe'de koltuk olarak terceme edilir. Koltuk otoriteyi temsil eder. Devlet başkanlığı kol­tuğuna oturmak demek ülkeyi yönetmeyi ele almak demektir. Ancak in­sanların koltuğu ve otoritesi ülkeden büyük değildir. Onun için insanlar koltuğu alıp atabilirler. Allah'ın kürsisi kainat'ı kuşatmıştır. Yaratılmışlar ona hiçbir zarar veremezler. Hakimiyetine mani olamazlar.

Gezip tozduğunuz her yerde Allah'ın hakimiyetini görmek ne saadet. Çiçekler O'nun izniyle açmış, böcekler onun emriyle uçmuş, kuşlar onun verdiği kanatlarla onun mülkünde uçmuş. Ve siz böyle bir mekanda Al­lah'ın verdiği ayaklarla yürüyor, O'nun verdiği gözlerle görüyorsunuz. Haydi bakalım böyle bir inancı taşırken nasıl Allah'a karşı geleceksiniz.

«Gökler ve yerdekiler ona aittir» Diye inanan insanın hatırına peki ama bunları nasıl tutar nasıl taşır dünya kurulalı beri güneşin ısı ve ışığını veren yakıtı nasıl yetiştirir? gibi sorular gelir. Rabbimiz, «Gökler ve yerin korunması Allah'a zorluk vermez ona ağır gelmez» buyuruyor.

Biz elimize bir kiloluk bir şey alsak öne doğru uzatsak bir saat tuta­mayız. Sayılarını bilemediğimiz yıldızları yörüngesinde döndüren birbiri­ne çarptırmayan, bugüne kadar getiren Allah kıyamete kadar da götürür. O herşeyden yüce ve büyüktür.



(256) Dinde zorlama yoktur. Gerçekten doğruluk ile sapıklık bir­birinden ayrılmıştır. Artık kim tağutu (Allah'tan başka kendisine boyun eğilen şahıs, kuruluş veya putları) inkar edip Allah'a iman ederse o, kopması olmayan sağlam bir kulpa sarılmıştır. Allah işiticidir, bilicidir.

Bu Ayeti Kerimenin "Dinde zorlama yoktur" bölümünü imansızlarla amelsizlerin hepsi bilir. Özellikle ateistler Kur'andan yalnız bu ayetin bu bölümüne inanırlar. Ayetel Kürsi de Rabbimizi zatı ve sıfatıyla tanıdıktan sonra hak ile batıl, iyi ile kötü apaçık çıktıktan sonra Tabancayı insanın kafasına daya­yarak iman etmeye zorlamayı yasaklar bu Ayeti kerime. Allah insanlara akıl fikir vermiş. Peygamber göndermiş, kitap indirmiş hak ile batılı belirtmiş. Bundan sonrası insanların hür iradeleri ile seçme işlemine kal­mıştır.

İman işi, sevme işi gibi gönül işidir. Gönül ülkesine kılıç, tabanca, atom bombası hakim olamaz. Bir insana kendinizi zorla sevdiremediğiniz gibi zorla iman da ettiremezsiniz. Mayın söker gibi kılıçla kafir gönlün­den ateistliği, gâvurluğu söküp atamazsınız.

Ancak Müslüman insan İslami devletin sınırları içinde islamın bütün emir ve yasaklarına uyması için zorlanır. Görevini yerine getirmeyen ce­zalandırılır.

Müslüman bir insan "Dinde zorlama yok" ben namaz kılmam diye­mez. Askere giden adam: "Askere giderim ama eğitim yapmam" diyeme­diği gibi. "Ben bir ülkede yaşarım ama o ülkenin kanunlarına uymam " diyemediği gibi. "Trafiğe çıkarım ama trafik kanunlarına uymam" derse cezasını kendi çektiği gibi Müslüman oldum ama emir ve yasaklara uy­mam diyen ve uymayan kişiyi de İslami devlet kanunlara uygun hale geti­rir.

Günümüzde batı hayranı bir kısım insanımız bu ayete dayanarak "Müslümanlar İslami kendi hallerinde, kendi devlet veya ailelerinde ya­şarlar. Başkalarına İslamı zorlamazlar. Tarihteki harpler hep savunma harbidir" derler. Madem savunma harbiydi de Müslümanlar Kudüs'te, Azerbaycan'da, Bağdad'da, Kadisiye'de ne ararlardı?

Alpaslan Malazgirtte ne arıyordu. Kanuni Sultan Süleyman Viyana'ya seyahat için mi gitmişti. İspanya'da Endülüs devleti niçin kurulmuştu. Bakara suresinin 193 ncü ayetindeki "Fitne (dinden döndürme zülüm iş­kence) yok oluncaya kadar, dinin tamamı Allah için oluncaya kadar harbediniz" emri neyi ifade ediyor?

Peygamber Efendimizden rivayet edilen "İnsanlar, Allah'tan başka ilah (yaratan, yaşatan, ve yöneten) yoktur. Muhammed, Allah'ın rasulüdür diye şahidlik yapıncaya kadar, namazı dosdoğru kılıp, zekâtı verince­ye kadar onlarla harbetmekle emrolundum." hadisini Buharinin K. İma­nından , Müslim'in K. İmanından, Ahmed b.Hanbelin Müsnedinden 2/345 îbni Mace'nin Mukaddimesinden çıkartamazlar.

Batıya şirin görünmek isteyenler bilsinler ki batı o kişinin zatını he­def almaz. Dinini hedef alır. Dini de kitaplardakidir. Onun anlattığı değil.

Bu ayette belirtildiği gibi hak batıldan ayrılmıştır. Mü'minler Ayet-el- Kürside tanıtılan Allah'a iman ettikten sonra Allah'ın kullarının koy­duğu kurallara uymayı şirk kabul eder. Allah'ın kanunlarından başka ka­nun koyarak tağutluk yapanlara küfreder. Yani yarınını göremeyen insan­ların Hanlığını reddeder.

Bu ayetten anladığımıza göre küfretmek -sövmek değil- inkar etmek her insanda var Mümin insan bunu tağutlara karşı kullanıyor. Kafir insan da Allah'a karşı kullanıyor.

Tağutu inkar edip Allah'a iman eden sağlam bir kulpa sarılmış olur. Tağutlarla olan bağları çözülür veya konar. Allah'a bağlananın bağı kop­maz ve o bağ onu dünyada devlete ahirette cennete ulaştırır.

6 Temmuz 2009 Pazartesi

Bakara; 253-254

(253) İşte bu peygamberlerin bazısını bazısına üstün kıldık. On­lardan bazısıyla Allah konuştu. Bazısının da derecelerini yükseltti. Meryem oğlu İsa'ya belgeler verdik, ve onu Ruhul- Kudüsle destek­ledik. Eğer Allah dileseydi o peygamberlerden sonrakiler kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat ay­rılığa düştüler, kimi iman etti kimi kafir oldu. Allah dileseydi birbir­lerini öldürmezlerdi. Ancak Allah dilediğini yapar.

Peygamberleri kulları arasından seçen Allah'dır. Onları birbirine üs­tün kılan da odur. Bize düşen görev hiçbir ayırım yapmadan bütün pey­gamberlere iman etmektir. Bakara suresinin en son iki ayetinde her yatsı namazından sonra okuruz ve "Allah'ın peygamberleri arasında ayırım yapmayız" deriz.

Mevlana Mesnevi'sinde peygamberler arasındaki üstünlükleri anlatır­ken "peygamberler aynı kaynaktan gelen sular gibidirler sular aynı ama kaplar değişik.

Buhari ve Müslim'in rivayet ettiği bir hadise göre bir yahudi ile bir müslüman, Hz. Musa büyüktü, yok Hz. Muhammed büyüktü diye müna­kaşa çıkmış, durum efendimize bildirilince "Beni diğer peygamberlere üstün tutmayın" demiş. Bir rivayettede "Peygamberler arasında üstünlük yansı yapmayın" buyurmuş.

İnsanlar arasındaki harpler, darplar peygamberlerin getirdiği Allah kelamında ihtilafa düşmelerindendir. Eğer insanlık harplere, zulümlere, işkencelere, terörlere son vermek isterlerse insanlığı İslam'la tanıştırmala­rı gerekir.



(254) Ey iman edenler, alışverişin, dostluğun ve aracılığın fayda vermediği gün gelmeden önce size verdiğimiz rızıkdan dağıtın. Kafir­ler zalimlerin ta kendisidir.

"Karnım tok sırtım pek" diyenler. Rüşvetle şahsi dostluklarla haksız­ken haklı çıkanlar. Aracılar eliyle köşe dönenler, bilinki kıyamet gününde alışveriş, makam, rüşvet, aracı dostlar size fayda vermeyecektir. O gün gelmeden aklınızı başınıza alın. Helalinden kazanın ve Allah'ın verdikle­rini Allah'ın kullarına dağıtın.

"Size rızık olarak verdiklerimizden infak edin" buyuruyor. Demek ki sahip olduğumuz herşey Allah'ın bize verdiğidir. Hiç yokken meni olarak ana rahmine düştük. Orada ete kemiğe dönüştük. Dünyaya geldiğimizde hiç bir şeyimiz yoktu. Anneden süt verdi. Üzerimize elbise giydirdi. Mal mülk evlat verdi. Göz verdi gönül verdi.

Biz bu verilenlerden başkalarını da faydalandıracağız. Verilen ilmi Öğreteceğiz, verilen malı dağıtacağız. Allah bir insana kırk altın verdikten sonra "şu kırk altının birini zekat olarak şu fakire, yolcuya, borçluya, mü­cahide ver diyor. Ama insan cimrilik yapıyor. Malın şükrü onu Allah'ın kullarına zekat ve sadaka olarak vermektir. Yoksa cimrilik yapıp sonrada elinde tesbihle "çok şükür" diyenlerinki şükür değildir. Allah'ın nimetleri öyle çok ki dille onun şükrünü yerine getirmek mümkin değil. Şair:

"Dilde kudret nerden olsun nimeti can şükrüne

Bin dilim olsa yetişmez bir dilim nan şükrüne"

yani bin tane dil bir dilim ekmeğin şükrünü yerine getiremez.

Bu dünyada yaptıklarınızın karşılığını bulacaksınız Ahirette. Hayırsa hayır. Şerse şer bulacaksınız.

Yoksa evlatların çokluğu ekonomik gücünüz, yandaşlarınız size hiç­bir fayda vermeyecektir. Anne babanızın, evlad ve arkadaşınızın sizden kaçacağını haber verir Rabbimiz.

Maymunu yavrusuyla beraber kazanın içine koymuşlar. Altından ateş yakmışlar. Kazan ısınınca maymun yavrusunu kucağına almış. Ate­şin şiddeti artınca ayaklarının birini kaldırıp ötekini koyuyor. Dayanılmaz hale gelince yavrusunu ayaklarının altına koyup üstüne çıkıyor. Herkesin can derdine düştüğü o günden sakının, nimetlerinizi paylaşmasını bilin.

" Kafirler zalimlerin ta kendisidir" Allah böyle buyurmuş. "Zalim­ler kafirlerin ta kendisidir" dememiş. Yoksa halimiz ne olurdu. Her kafir zalimdir. Ama her zalim kafir değildir. Kafirin zalim olduğunu günümüzde apaçık görüyoruz. Amerikan dışişleri bakanı hangi geri kalmış ülkeyi zi­yaret etmişse hemen ikinci gün o ülkede iç harp başlıyor, veya komşula­rıyla silahlı çatışma başlıyor. Kan ve gözyaşı ortalığa akmaya başlayınca silah tacirleri oraya gönderiliyor ve ellerindeki ekmek paralarını alıp silah veriyorlar.

Kendi evladını imansız yetiştirerek elleriyle cehennem ateşine iteleyiverecek insandan daha zalim kim olabilir?

Bu dünyada çocuğunu ateşe atıp yakan baba basında "canavar zalim baba" diye anılır. Mahkemelerde en şiddetli ceza verilir. Peki kafir, yav­rusunu cehhenneme hazırlarken zalim olmuyor mu?

5 Temmuz 2009 Pazar

Bakara; 251-252

(251) Allah'ın izniyle onları bozguna uğrattılar. Davut, Calût'u öldürdü. Allah ona yönetimi ve hikmeti (peygamberliği, zebur'u) verdi. Ve O'na dilediğinden öğretti. Eğer Allah insanların bir kısmını diğer kısmıyla savmasaydi yeryüzü fesada uğrardı. Ancak Allah alemlere karşı fazl (lütuf ve ihsan) sahibidir.


(252) İşte bunlar Allah'ın ayetleridir ki biz onları sana doğru ola­rak okuyoruz. Şüphesiz sen peygamberlerdensin.

İyi bir eğitim ve disipline sahip olan ordular, komutanlarına güvenir ve onun emirlerine aynen uyarlarsa başarı sağlarlar.

Talut ordusunu imtihan ediyor. Çok fazla susadıkları bir anda nehirle karşılaşan ordusuna bu nehirden su içmeme emri veriyor. İçenler kaybe­diyor, içmeyenler kazanıyor.

Helal yiyecekleri haram kılma hakkını Allah kimseye vermemiştir. Komutan veya Mürşitlerin yaptıkları haram kılmak değil, duruma göre geçici yasak koymaktır. Bakara 6ıncı ayette Musa (a.s.) Tih sahrasında dünyanın fethi için eğittiği ordusunu bıldırcın eti ve kudret helvasıyla beslerken ordusu soğan, sarımsak, mercimek kabak istemişler de Musa (a.s.) onlara kızmış.

Komutanın emrinde Allah'a isyan olmadığı sürece ona itaat edilecek­tir. Talût'un emrine uyanlar nehri geçip Calût'un ordusunu görünce bir kısmı "Bu gün bizim Calût ve ordusuna karşı gücümüz yetmez" demişler. Ama içlerinde hakiki iman sahipleri tarih içinde Allah'ın izniyle nice az toplulukların çok topluluklara galip geldiğini söylemişler. Kılınçlarını çekip harp düzeni aldıktan fîili duayı yaptıktan sonra Allah'tan sabır, sebat ve yardım istemişler. Davut, kafir komutan Calût'u öldürür, kafirler bozguna uğrar ve yer­yüzündeki fesad önlenir.

Günümüzde bir kısım insanlar kafirlerin askeri, siyasi, ekonomik ve silah gücüne bakarak "Bizim bunlara karşı duracak gücümüz yok" diyor­lar. "Kafirler uydularıyla heryerde hazırlar ve de herşeyi görmekteler ve duymaktalar. Silahlarıyla istedikleri hedefi en uzak yerden vururlar." di­yerek insanımızın cesaretini kemiriyorlar.

Tarih bize göstermiştirki, Roma'nın zalim ordularını Müslüman eden Hz İsa'nın havarileridir. Calût'un ordusunu bir avuç müslüman mağlup et­miştir.

Azlık önemli değil. Önemli olan sabırlı, sebatlı, imanlı, kararlı, bilgi­li, ve cesaretli olmaktır.Bir avuçluk yoğurt yüz kiloluk sütün içine atılınca sütü bir gecede yoğurt yapar. Biz müslümanlar Rahmet peygamberinin rahmet ümmeti­yiz. Dünya insanının iman mayasıyız. Biz bozulmazsak bu maya tutar. Silahı tutan bilektir. Bileği yönlendiren yürektir. Yüreği etkileyecek Al­lah kelamı da bizim gönüllerimizde imandır. Yeter ki bu Allah kelamını kafirlerin yüreğine ulaştıralım.

Bu ayetler bize dûa yapmanın yolunu da öğretiyorlar. Kılıçlar çekilip harp düzeni aldıktan sonra Allah'tan yardım isteniyor. Korkudan kapıla­rı pencereleri kilitledikten sonra evin içinde "Ya Rabbi düşmanları kah­ret" diye dûa etmek, evlenmeden çocuk istemek gibi, Tarlaya tohum at­madan buğday istemek gibidir.

25inci ayet harplerin niçin yapılacağımda açıklar. Yeryüzünden fe­sadın bozgunculuğun kaldırılması için harp edilmelidir. Zulüm, işkence, fitne, dinden döndürme ve islam dinini engelleme faaliyetlerini ortadan kaldırmak için harbedilir.

Hac suresinin 40 ncı ayetinde eğer Mümin insanlar kafirleri engelle­memiş olsalardı Havraların, Sinagogların, Manastırların, Kiliselerin ve Mescidlerin yıkılıp yok olacağını haber verir Rabbimiz.

4 Temmuz 2009 Cumartesi

Bakara; 248,249,250

248-Ve Peygamberleri onlara: “Bakın, meşru hükümranlığın bir işareti olarak size içinde Rabbiniz tarafından bahşedilmiş bir iç huzuru ile Musa'nın ailesi ve Harun'un ailesinden geriye kalan, meleklerce taşınan mirasın bulunduğu bir kalp bağışlanacaktır. Eğer [gerçekten] inanıyorsanız, bunda sizin için bir işaret vardır” dedi.

Lafzen, “... size kalbin gelmesi olacaktır”. Geleneksel olarak tâbût kelimesinin -burada “kalp” olarak çevrilmiştir- çok süslü bir sandık veya çekmece olduğu söylenen Tevrat'taki On Emir Muhafaza Sandığı'nı (Ark of the Covenant) gösterdiği şeklinde yorumlanmıştır. Bu ikinci anlamı kabul eden müfessirlerin çoğunluğu tarafından yapılan açıklamalar çok çelişkilidir ve bu “sandık” çevresinde örülmüş bulunan Talmud efsanelerine dayanmaktadır. Ancak, en üst derecedeki birçok otorite, “tâbût”a, “kalp” veya “gönül” anlamı da yüklemektedirler: Beydâvî'nin bu ayet ile ilgili yorumunda teklif ettiği alternatiflerden birinde, Zemahşerî'nin (Keşşâf'ında değil de) Esâs'ında, İbnu'l-Esîr'in Nihâye'sinde, Râğıb'da ve Tâcu'l-‘Arûs'da (bu son dördünde tabeta maddesinde) böyle yorumlanmıştır: Bkz. ayrıca Lane I, 321 ve IV, 1394 (sekineh maddesi). Eğer tâbût'un yukarıda bu anlamda kullanıldığını kabul edersek, bu, İsrailoğulları'nın gelecekte kalplerini değiştireceklerine bir işaret olur (yukarıda 243. ayette genel terimlerle anlatılan değişiklik). Daha sonra tâbût'ta “iç huzuru”ndan bahsedilmesi karşısında, onun “kalp” olarak çevrilmesinin “sandık” olarak çevrilmesinden daha uygun olduğu anlaşılır.

Allah Kitab-ı Mukaddes Tabut'un ayrıntıları konusunda Kur'an'dan farklıdır, fakat buna rağmen ondan çok şeyler öğrenmemiz mümkündür.

İsrailoğulları Tabut'u, yani Tabut ahdini çok kutsal sayıyorlardı. Onlar bu Tabut sayesinde "Allah'ın gelip kendilerini düşman güçlerinden kurtaracağına" inanıyorlardı. Bu nedenle onun geri gelmesi İsrailoğulları'nı bu denli sevindiriyor ve cesaretlendiriyordu.

Tabut, Hz. Musa (a.s) ve Hz. Harun'un (a.s) evinin kutsal emanetlerini ihtiva ediyordu. Bunlar Hz. Musa'ya (a.s) Sina dağında verilen levhalardı. Bunun yanısıra Hz. Musa'nın (a.s) rehberliğinde yazılan ve Levilere verilen Tevrat'ın orijinal bir nüshası da vardı.

Tabut'ta, gelecek İsrail nesillerinin atalarına çölde lütfettiği nimetler için Allah'a şükretmelerini sağlamak üzere bir şişe de (kudret helvası) vardı. Büyük bir ihtimalle Allah'ın bir mucizesi olan Hz. Musa'nın (a.s) asası da bunlarla birlikteydi.


249-Ve Tâlût, kuvvetleriyle yola koyulduğunda “Bakın,” dedi, “Allah sizi şimdi bir nehirle imtihan edecek: ondan içen benden olmayacak, onu tatmaktan sakınan ise benden olacaktır; ondan sadece bir avuç dolusu içen ise affa mazhar olacaktır.” Ancak, birkaçı dışında hepsi ondan [dolu dolu] içtiler. O ve ona inananlar nehri geçer geçmez ötekiler: “Câlût ve kuvvetlerine karşı [koymak için] bugün hiç gücümüz yok!” dediler. [Ama] kesin olarak Allah'a kavuşacaklarını bilenler: “Nice küçük topluluklar, Allah'ın izniyle büyük kalabalıklara üstün gelmiştir! Zira Allah, güçlüklere karşı sabırlı olanlarla beraberdir.” diye cevap verdiler.

Bu nehir, Talut'un İsrail ordusu ile geçmek zorunda olduğu Ürdün nehri veya başka bir nehir olmalıdır. Talut toplulukta disiplin eksikliği olduğunu bildiği için, korkağı cesurdan, yetenekliyi yeteneksizden ayırdetmek için bu sınavı uygulamıştır. Bir müddet için susuzluklarını kontrol edemeyen kişilere, bir süre önce yenildikleri düşmanla karşılaştıklarında disiplini korumaları konusunda güvenilemeyeceği açıktır. Aynı sınamayı Talut'tan önce Gideon da yaptığı için Palmer ve Rodwell burada (249. ayet) Saul (Talut) ile Gideon'un karıştırılmış olduğu sonucuna varmışlardır. Bununla, aslında Kur'an'ın vahyî bir kitap değil Hz. Muhammed'in (s.a) bir eseri olduğunu göstermek istiyorlardı. Bu iddia kendi kendisini çürütmektedir. Eğer iki benzer olaydan sadece biri Kitab-ı Mukaddes'te yer almışsa, bu kitapta yer almadığı için diğer olayın olmadığı anlamına gelmez. Bundan başka Kitab-ı Mukaddes'in İsrailoğulları'nın tüm tarihini eksiksiz bir şekilde ele aldığı da söylenemez. Kitab-ı Mukaddes'te değinilmeyen birçok olayın Talmud'da yer alması bunu ispatlamaktadır.


250-Onlar Câlût ve kuvvetleriyle karşı karşıya geldiklerinde, “Ey Rabbimiz! Bize zorluklara tahammül gücü bağışla, adımlarımızı sağlam kıl ve hakikati inkar eden bu topluma karşı bize yardım et!” diye dua ettiler.

3 Temmuz 2009 Cuma

Bakara 242-247

(242) Aklınız ersin diye Allah ayetlerini işte böyle açıklar.

Ölüm anında bile geride bıraktığı eşinin dünyevi mutluluğunu düşünmesi tavsiye ediliyor.Nisa suresinin 12 nci ayetinde kocası ölen eşin mirasdaki payı bildi­rilmiştir. Bu ayette miras dışındaki vasiyettir. Bir kısım alimlerimiz Ba­kara suresinin 234 ncü ayetiyle, bu ayet neshedilmiştîr, "varise vasiyyet yoktur" hadisi buna işarettir, demişler.

Kadın iradesinde hürdür. Dilerse kocanın vasiyyetine uyar ve kocası­nın evinde bir sene kalır. Dilerse hemen o evden çıkar gider. Kocanın vasiyyeti veya isteği kadını bağlamaz.

Boşanmış kadınların iddeti bitinceye kadar nafakaları boşayan koca­ya aittir. Mütteki bir mümin, üzerindeki bu hakkı boşadiği kadına vermekte zorluk çıkarmaz.[105]



(243) Binlerce kişi oldukları halde ölüm korkusuyla yurtlarından çıkanları görmedinmi? Allah onlara "ölün" dedi. Sonra onları dirilt­ti. Şüphesiz Allah insanlara karşı fazi (ihsan) sahibidir. Fakat insan­ların çoğu şükretmez.

Boşanmış kadının nafakasının iyilikle verilmesini öğreten ayetten sonra ölüm korkusu nedeniyle yurtlarını terkeden korkaklar sürüsüne korkunun ecele faydasının olmadığını anlatıyor.

Nisa suresinin 78 nci ayetinde «Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır, isterseniz yüksek burçlarda olunuz yinede ulaşır.» Ölüm korku­suyla cepheden kaçanları düşman kovalayarak gelir evinde yakalar kaçan kişinin kendisine kabrini kazdırdıktan sonra onu öldürür ve kabre koyu­verir.

Halid bin Velid bütün harplere katılıp vücudunda kılınç, kalkan, mız­rak, ok yarası olmadık yer'kalmadığı halde yatağında Ölmüştür. Amr ibni Hişamın haber verdiğine göre Uhud günü sabah müslüman olup kuşluk vakti şehid olan Amr bin sabit bin Vakş üzerinden bir vakit geçmeden bir vakit namaz kılamadan şehit olmuştur, yani eceli gelen gidi­yor.

Beni israilden bu korkak toplumu topluca Öldürüp sonra dirilten Rabbimiz onlara ölümün Allah'tan olduğunu ecel gelince kaçmanın fayda vermeyeceğini anlatmıştır.[106]



(244) Allah yolunda harp ediniz Biliniz ki Allah işitendir, bilen­dir.


Batılı kafirlere yaranmak için dinimiz ancak savunma harbi yap­mıştır" diyenlerin kulaklarına küpe bir Ayetikerime.

Müslümanlar savunma harbi yapmışlarsa Kudüs'de İran'da Azer­baycan'da ne ararlarmış. Ashap çölden çıkmasaydı, Bizanslılar ve İranlı­lar çölü geçip de Mekke'ye Medine'ye gelemezlerdi.

Ama bu islam dini yeryüzünde fitnenin, zulmün, işkencenin kalkma­sını istiyor.Dinim yumuşaklığı emreder ama su gibi yumuşaklıkdan anlamayan demir gibi sert imansızları önce ateşle yumuşatıp sonra çekiçle adalet ka­lıbına dökmek müslümanların görevidir.

Lokman suresinde "şirk enbüyük zulümdür" buyurur. Şirkin hakimi­yetine son vermek demek yeryüzündeki kan, gözyaşı ve alınterinin hak­sız dökülmesini önlemek demektir.[107]



(245) Verene katkat artıracağı borcu Allah'a kim verir? Allah hem darlaştırır, hem bollaştırır. Ona döndürüleceksiniz.


Bir tek çiçek tohumu toprağa düşer, toprak onu çimlendirip çiçeğe dönüştürüp insanların önüne sunarsa Allah'da o çiçeğin bir tanesini bin tane yapıyor.Veren yaşıyor, vermeyen kuruyor. Veren meyve ağacını, sahibi sulayıp bakıyor, vermeyenleri kesiyor.Borç para verme müessesesini devam ettiriniz. Paranızın enflasyonla değeri düşer zarar ederseniz o zaman borç para vermek üzere altın alınız ve altınlarınızı borç olarak veriniz.[108]



(246) Musa'dan sonra İsrailoğullarınin ileri gelenlerini görmedin mi? Hani onlar peygamberlerinden birine "Bize bir Melik (komu­tan) gönderde Allah yolunda savaşalım" demişlerdi. O'da "size harp farz kılındığında ya harp etmeyi verirseniz" dedi. Onlar "Biz Allah yolunda niçin harbetmeyelim. Biz yurtlarımızdan ve çocuklarımız­dan çıkarıldık" dediler .Harp kendilerine farz kılınınca az bir kısmı dışındakiler yüz çevirdiler. Allah zalimleri bilir.[109]




(247)'Peygamberleri onlara «Allah Talût'u size melik olarak gönderdi» dedi. Onlar «O bizim üzerimize nasıl melik olur? Biz Melıkliğe ondan daha layıkız ve ona makamda bolluk verilmemiştir.» Peygamber «Allah onu sizin üzerinize seçmiştir. Ona ilim ve vücudca üstünlük vermiştir. Allah mülkü dilediğine verir. Allah (in rahmeti mülkü kudreti) geniştir, bilendir» dedi.