6 Haziran 2009 Cumartesi

Bakara,189,190,191

189-Sana ayın evrelerini soruyorlar. De ki: “Onlar, haccın ve insanların [öteki faaliyetlerinin] vaktini gösterir.” Öte yandan erdemlilik, [zannedildiği gibi] evlere arkalarından girmeniz değildir; ama gerçek erdem sahibi, Allah'a karşı sorumluluk bilinci duyandır. O halde evlere kapılarından girin ve Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun ki gerçek mutluluğa erişebilesiniz.

Bu safhada kamerî aylara atıfta bulunulması, İslam'ın öngördüğü birçok dinî vecîbenin yerine getirilmesinin -Ramazanda oruç tutulması yahut Mekke'ye hac yapılması (196-203. ayetlerde ele alınmıştır) gibi- ayların güneş yılının mevsimlerine bağlı olarak döndüğü kamerî takvime bağlanmasından kaynaklanmaktadır. Bu dinî vecîbelerin bu şekilde kamerî takvime bağlanması, ifa edildikleri mevsim şartlarının (mesela, şafak vakti ile günbatımı arasında oruçlu kalınan sürenin uzunluğu, oruç veya hac vaktinin sıcağa veya soğuğa denk gelmesi gibi) sürekli olarak değişiklik göstermesine ve böylece, taşıdıkları zorluğun buna paralel olarak düzenli/devrî bir artış veya azalış göstermesine yol açar. Ayrıca, kamerî aylara göre hesap yapmanın, okyanusların med ve cezir hareketi ile ve aynı zamanda insan fizyolojisi (mesela, bu surenin daha sonraki bölümlerinde üzerinde durulan kadınların aybaşı halleri) ile de bir ilgisi vardır.

Gerçek erdemlilik, imanî meselelere “arka kapıdan” yaklaşmak, yani yalnızca çeşitli dinî vecîbelerin ifası için konulmuş şekil ve sürelere uymaktan ibaret değildir. Bu şekil ve süre sınırlamaları, kendi başlarına ne kadar önemli de olsalar, her eyleme onun ruhsal “giriş kapısı”ndan, yani Allah'a karşı sorumluluk bilinci duyarak yaklaşılmadıkça, gerçek hedeflerine ulaşmış olamazlar. Bâb (“kapı”) kelimesi, mecazî olarak “bir şeye nüfûz etmenin, yahut ona ulaşmanın yolları”nı gösterdiğinden , “bir eve (ön) kapısından girme” mecazı, klasik Arapça'da çoğunlukla bir probleme doğru yaklaşımı anlatmak için kullanılır (Râzî).

Katade, Rebi´ b. Enes, tbn-i Cüreyc ve Abdullah b. Abbasa göre bu âyetin nüzul sebebi, bir kısım insanların Resulullahtan, ayın büyüyüp, küçülerek değişmesinin sebebini sormalarıdır. Âyet-i kerime, bu sorular üzerine nazil ol­muş, ayın maddeten değişmesinin sebebine cevap verilmemiş, değişmesindeki hikmetin ne olduğu bildirilmiştir. Böylece soru soranlara, asıl sormaları icabe-den şeyin, ayın şeklinin değişip değişmemesi olmayıp onun değişmesindeki hik­metin olduğu bildirilmiştir. Evet, ay, müslümânlann ibadet ve muamelat vakit­lerini tesbit için Allah teala tarafından, görünümü değişir bir halde yaratılmıştır. Müslümanlar oruçlarını, Haclarını, boşanmalarını, hayız sürelerini, alacak ve verecek vakitlerini ay´a göre tesbit ederler. İşte ay bu hikmetlere binaen güneş gibi sabit olmayıp değişmektedir.

190-Size savaş açanlara karşı Allah yolunda savaşın, ama (amacınızı aşıp) saldırganlık yapmayın; doğrusu Allah saldırganları sevmez.ü

Ey müminler, Allanın, kullan için göndermiş olduğu din uğrunda, sizinle savaşan müşriklerle savaşın. Fakat kadınları, çocukları, ihtiyarlan ve size karşı silah kullanmayanları, size harp açmayanları öldürerek haddi aşmayın. Zira Al­lah, koymuş olduğu hudutları aşanları ve haram kıldığını helal sayanları asla sevmez.

Bu ve bundan sonraki ayetler, Müslümanlar için savaşın meşruiyetinin yalnızca (kelimenin en geniş anlamıyla) kendini savunma amacına bağlı olduğunu tereddütsüz bir şekilde ortaya koymaktadır. Müfessirlerin büyük çoğunluğu, lâ ta‘tedû ibaresinin, bu bağlamda “saldırganlık yapmayın” anlamına geldiği, mu‘tedîn ile de “saldırganlıkta bulunanlar”ın kasdedildiği konusunda hemfikirdirler. “Allah yolunda” -yani Allah tarafından konulmuş ahlakî ilkeler uğrunda- savaşmanın savunma amaçlı olma özelliği, ayrıca, “size savaş açanlar”a yapılan atıfta bariz bir şekilde ortaya konulmuş ve 22:39'da -“kendilerine haksız yere saldırılan kimselere [savaşma] izni verilmiştir”- daha da açık bir şekilde ifade edilmiştir. Eldeki bütün nakillere göre bu son ayet, cihâd yahut kutsal savaş meselesine en ilk (ve bu nedenle de en köklü) Kur’ânî atıftır. Savunmayı savaşın tek haklı gerekçesi olarak belirleyen bu ilk ve temel prensibin Kur’an'da, yukarıdaki ayetten sonraki bir döneme ait olan 60:8'de ve 4:91'in son cümlesinde de tekrarlandığı görülmektedir.

Müfessirler bu âyet-i kerimenin hükmünün, daha sonra gelen Tevbe sü­resindeki "Bütün müşriklerle savaşın." âyeti kerimesiyle neshedilip edil­mediği hususunda iki görüş zikretmişlerdir.

Taberi ayetin neshedilmediği söylemiş, gerekçe olarak ta özetle şunu zikretmiştir: "Bir âyet-i kerimenin neshedilmediği gözönünde bu­lundurularak izah edilmesi mümkün iken onun neshedildiğini söylemek doğru değildir. Bu âyet-i kerimenin neshedilmediğini söyleyerek izahı mümkündür. Zira "Haddi aşmayın" ifadesinden maksadın; kadınları, çocukları, yaşlıları ve si­ze karşı savaşmayanlan öldürmeyin demek olduğunu söylemek mümkündür. Bunlara karşı savaşmama hükmü geçirlidir. Böylece âyetin neshedilmediği açıkça ortaya çıkar, aksini iddia edenin, sağlam delil göstermesi gerekir."

191-Onları karşılaştığınız her yerde öldürün ve sizi sürdükleri yerden siz de onları sürün; zaten zulüm ve baskı, öldürmekten daha kötüdür. Onlar size savaş açmadıkça Mescid-i Harâm civarında onlarla savaşmayın; ama eğer sizinle savaşırlarsa onları öldürün; hakikati inkar edenlerin cezası böyle verilecektir.

Bir önceki emir açısından bakıldığında, (“Allah yolunda” yapılan bir kurtuluş savaşı olarak) “onları karşılaştığınız her yerde öldürün” buyruğu, yalnızca, “savaş açanlar”ın saldırganlar ve zalimler şeklinde anlaşılması halinde o anda devam etmekte olan düşmanlıklar bağlamında geçerlidir (Râzî); Fitne'nin bu bağlamda “baskı” olarak çevrilmesinin gerekçesi, bu terimin insanı sapıklığa götüren ve manevî değerlere inancını kaybetmesine yol açan her türlü müdahale için kullanılmasıdır (karş. Lisânu'l-‘Arab).

Fitne: Dilde, yabancı maddelerden arıtmak için altını ateşe sokmaktır. Sınama, imtihan etme, işkence, ayrıca musibet, belâ, günah, fesat mânalarına gelebilir. Şirki ve dinsizliği yaymak, dinden döndürmek, Allah’ın haramlarını çiğnemek, asayişi bozmak, vatandan çıkarmak birer fitnedir. Bu âyette hak dinden döndürmek için işkence etmek mânasınadır. Mekke müşrikleri, ashabdan bazılarına hürmetli aylarda işkence etmişler, onlar da dayanıp şehid olmuşlardı. Bu âyet, böyle bir işkencenin, hürmetli aylara riayet edip etmemeden daha mühim olduğu gerekçesiyle, işkenceyi durdurmak için savaş ilanına cevaz vermiştir. Nüzul sebebi özel ise de, söz fitnenin mahiyetinin, öldürmenin mahiyeti ile karşılaştırılmasını ifade ettiğinden, hüküm geneldir

Mekke sınırları içindeki savaşa yapılan bu atıf, bu ayetin nüzulü sırasında Kutsal Kentin hâlâ Müslümanların düşmanı olan putperest Kureyşlilerin elinde olmasından dolayı idi. Ancak -Kur’an'daki tarihsel referansların tümünde sıkça görüldüğü gibi- yukarıdaki buyruk genel bir muhteva taşımaktadır ve bütün zamanlar ve şartlar için geçerlidir.

3 yorum:

  1. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

    Hiç şüphesiz Allah Teâlâ kıyâmet günü:

    “Nerede benim rızâm için birbirlerini sevenler? Gölgemden başka gölgenin bulunmadığı bugün onları, kendi arşımın gölgesinde gölgelendireceğim” buyurur.

    YanıtlaSil
  2. Bâri : Yaratan, kusursuzca var eden.

    Yani öyle temiz yaratıcı ki yarattıklarını temiz ve sağlam bir nizam üzere seçip düzenleyerek ve tamamlayarak birbirinden farklı özelliklerle yaratır.

    Allah'ın yaratıcı olduğunu kabul etmek, O'nun aynı zamanda Bâri olduğunu da kabul etmektir. Allah'ın yaratıcı ve Bâri olduğunu kabul eden, kendisinini daima bir halden bir hale geçtiğini ve sonuçta bu varlığının mutlaka son bulacağına inanır. Bu inanç ona, Allah'a tam bir teslimiyetle teslim olmasını sağlar. Olayların gerçek yaratıcısının Allah olduğunu bilen kimse, meydana gelen olaylardan derinden etkilenmez, kalbini derin üzüntüler sarmaz, sırlarının bilinmesinden korkmaz. O'nun yasaklarından şiddetle kaçınır ve daima O'na sığınarak korunur.Bu ismi bilen, her şeyin Allah elinde olduğunu ve O'nun emriyle gerçekleştiini bilir. O'ndan başka yaratıcının olmadığını anlar. O'nun bütün emir ve yasaklarını samimiyetle uygular.

    YanıtlaSil