22 Haziran 2009 Pazartesi

Bakara; 218,219

218-Şüphe yok ki, imana ermiş olanlar, zulüm ve kötülük diyarından uzaklaşanlar ve Allah yolunda üstün gayret gösterenler, işte (ancak) onlar Allah'ın rahmetini umabilirler: Allah çok affedicidir, rahmet kaynağıdır.

Ellezîne hâcerû (lafzen “ana yurtlarını terk etmiş olanlar”) ifadesi, esas olarak, Hz. Peygamber'in teklifi üzerine, özgürlük içinde ve İslam'ın gereklerine uygun biçimde yaşayabilmek için Medine'ye -ki o zaman Yesrib olarak anılıyordu- hicret etmiş olan Mekke Müslümanlarını gösterir. Mekke'nin Müslümanlar tarafından H. 8. yılda fethedilmesinden sonra Mekke'den Medine'ye bu göç (hicret) bir dinî vecîbe olmaktan çıktı. Ancak İslam'ın ilk günlerinden beri hicret terimi, manevî bir muhteva taşımaktadır -yani, “kötülük ve zulüm diyarından uzaklaşmak” ve Allah'a yönelmek. Ve bu manevî muhteva, hem İslam'ın ilk yıllarındaki tarihî muhâcirûn'u (“göç edenler”), hem de her türlü kötülüğü terk ederek “Allah'a hicret eden” sonraki zamanların bütün müminlerini kapsadığından, bu karşılığı çok sık kullanıyorum.

Arapça "cihad" kelimesi bir amaca ulaşmak için kişinin elinden gelen çabayı sarfetmesi anlamına gelir. "(Kutsal) Savaş" ile eş anlamlı değildir, bundan daha geniş bir anlamı vardır ve her tür çabayı içerir. Mücahid ise her zaman idealini elde etmeye çalışan, onu dili ile, kalemi ile tebliğ eden ve onun yolunda tüm kalbi ve bedeni ile çalışan kimsedir. Kısacası o, tüm gücünü ve kaynaklarını bu ideali elde etmek için harcar ve ona karşı çıkan tüm güçlerle savaşır; o kadar ki hayatını bile bu yolda feda etmekten kaçınmaz. Böyle bir kimsenin çabası ve gayreti teknik olarak cihaddır. Buna karşı, bir müslüman tüm bunları Allah'ın ortaya koyduğu hayat biçimini hâkim kılmak ve O'nun kelâmını yüceltmek için belli ahlâkî sınırlamalar dahilinde, Allah yolunda yapmak zorundadır. Müslüman cihad ederken bundan başka bir gayeye sahip olmamalıdır. İşte bu şekilde, müslümanın cihadının "kâfirleri ortadan kaldırmak için açılmış genel bir savaş" olmadığı açığa kavuşur.

219-Sana, sarhoşluk veren şeyler ve şans oyunları hakkında sorarlar. De ki: “Onların her ikisinde de hem büyük bir kötülük hem de insanlar için bazı yararlar vardır; ancak yol açtıkları kötülük, sağladıkları yarardan daha büyüktür.” [Allah yolunda] neyi harcayacaklarını sana sorarlar. De ki: “O'nun için ayırabileceğiniz her şeyi.” Böylece Allah mesajlarını size açıklıyor ki tefekkür edebilesiniz.

"Sarhoş ediciler" diye çevirdiğimiz Arapça sözcüğün kökü "hamara" olup, "örtmek" anlamına gelir. Bu kelimeyi "şarap" ve "içki" olarak çevirerek kapsamını daraltmak ne yazık ki yaygın bir hatadır. Aklı örten bütün alkollü içecekler; esrar, kokain, eroin gibi bütün uyuşturucu maddeler bu ayetteki yasağın kapsamına girer. Alkollü içeceklerin, uyuşturucuların ve kumarın toplum ve birey hayatına verdiği zarar malumdur. Sarhoş edici maddelerden ve kumardan para kazanmak ve neşeli vakit geçirmek yarar olarak sayılabilir. Hadis ve Sünneti Kuran'a ortak koşanlar, bu ayeti neshederek inkar ederler.

Ey Muhammed, ashabın sana içkiyi ve kuman soruyorlar. Onlara de ki: "Onlarda büyük günahlar vardır. İçki, onu içenin aklını giderir. İşte bu, günahla­rın en büyüğüdür. Kumar insanı meşgul ederek Allahı zikretmekten ve namaz­dan alıkoyar. Onu oynayanların arasına kin ve düşmanlık sokar. İçki ticaretin­den elde edilen kârlar ve içenlere geçici olarak sağladığı sun´î bir zevk, onun faydası olarak sayılabilir. Kumarda ise kazanan kimsenin kumar parasını yorul­madan, kolaylıkla elde etmesi onun faydası olarak görülebilir. Ancak içki ve kumarın zararları, zikredilen önemsiz menfaatlan yanında çok daha büyüktür. İçki insanı diğer varlıklardan ayıran ve onu üstün bir duruma getiren aklı gide­rir. İçenler sarhoş olur, birbirlerine sataşır ve dövüşürler. Böylece aralarında kö­tülük meydana gelir. Kumar oynayanların ise birbirlerine girdikleri ve araların­da çok büyük husumetler meydana geldiği bir gerçektir, Ve yine sana, ey Mu­hammed, mallarından hangi şeyi Allah yolunda harcayacaklarını ve sadaka ola­rak vereceklerini soruyorlar. Onlara de ki: "Fazla olanı verin" O da ihtiyacınızdan ve ailenizin nafakasından fazla olanıdır. Allah size, birliğini gösteren delil­leri açıkladığı gibi, koyduğu sınırlan, farzları ve Peygamberi Muhammede in­dirdiği diğer şeyleri de açıklıyor ki dünya ve âhirette vaadini, korkutmasını, se­vabını, cezasını düşünesiniz ve geçici dünyanın yerine ebedi olan âhireti tercih edesiniz.

Abdullah b. Ömer diyor ki: "Aziz ve Celil olan Allah, içki hakkında üç defa âyet indirmiştir. İlk indirdiği âyet: "Ey Muhanımcd, sana içki ve kumar­dan soruyorlar. De ki: Onlarda büyük günahlar vardır. İnsanlar için bazı dünyevi faydalar da vardır..." âyetidir. Bu âyet indikten sonra insanlar: "Ey Allahın Resulü, biz içki içelim ve Allahın, kitabında zikrettiği gibi ondan fayda­lanalım rm?" dediler. Bunun üzerine: "Ey iman edenler, sarhoşken ne söylediği­nizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın. âyeti nazil oldu. Bu defa insan­lar: "Ey Allahın Resulü, biz içkiyi namaza yakın bir vakitte içmeyiz." dediler. Bunun üzerine: "Ey iman edenler, içki, kumar, putlar ve fal okları sadece Şeytanın işinden birer pisliktirler. Bu pislikten kaçının ki kurtuluşa eresiniz. âyeti indi. Resulullah da buyurdu ki. "Artık içki haram kılındı."

Hz. Ömer, "Ey Allahım, sen içki hakkında bize şifa veren bir açıklama gönder." demiş. Bunun üzerine de: "Ey iman edenler, içki, kumar, putlar ve fal okları, sadece şeytanın İşinden birer pisliktirler. 8u pislikten kaçının ki kurtuluşa eresiniz," "Şüphesiz ki şeytan, kumar ve içki ile aranıza düş­manlık ve kin sokmayı, sizi Aüahın zikrinden ve namazdan men etmeyi is­ter. Artık bunlardan vaz geçmez misiniz? [8] âyetleri inmiştir. Âyetin so­nunda bulunan: "Artık bunlardan vaz geçmez misiniz?" ifadesini işiten Ömer: "Artık vaz geçtik." demiştir.

Âyet-i kerimenin devamında: "Sana Allah yolunda ne harcayacakları­nı soruyorlar. De ki "İhtiyaçtan fazla olanı." buyuru İm aktadır. Burada geçen ve "İhtiyaçtan fazla olan" diye tercüme edilen kelimesi müfessirler ta­rafından çeşitli şekillerde izah edilmiştir:

Abdullah b. Abbas, Katade, Ata, Süddi, İbn-i Zeyd ve Hasan-ı Basriye göre, burada zikredilen kelimesinden maksat, kişinin aile efradının na fakasından arta kalan malı" demektir. Bu hususta İbn-i Zeyd diyor ki: "İnsanlar her gün, içinde bulundukları günün şartlarına göre çalışıyorlardı. Şayet çalıştık­ları günlerde elde ettikleri mallarından aile efradına harcadıkları dışında bir şey artarsa onu tasadduk ediyorlardı. Yoksa aile efradını aç bırakarak insanlara tasadduk etmiyorlardı.

Ebu Hüreyre (r.a.) diyor ki:

"Resulullah, sadaka vermeyi emretti. Bunun üzerine bir adam: "Ey Alla­nın Resulü, benim bir dinarım var." dedi. Resuiullah: "Sen onu kendine harca"dedi. Adam "Başka bir dinarım daha var" dedi. Resulullah: "Onu da çocuğuna harca" dedi. Adam: "Başka bir dinarım daha var." dedi. Resulullah: "Onu da eşine harca" dedi. Adam: "Başka bir dinarım daha var" dedi. Resulullah: "Onu da hizmetçine harca" dedi. Adam: Bir başka dinarım daha var" dedi. Resulullah: "Onu ne yapacağını sen daha iyi büirsin." dedi.

Ebu Ümame, Resulullah (s.a.v.)´in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

"Ey Ademoğlu eğer sen ihtiyacından artanı harcarsan o senin için daha hayırlıdır. Eğer harcamayıp elinde tutarsan o senin için daha kötü­dür. Sen kendi kendine yetinmenden dolayı kınanmazsın. (Yani kişi kendi ihtiyaç duyduğu şeyleri harcamadığından dolayı kınanmaz) sen, harca­makla yükümlü olduğundan başla (ve bil ki) üstte olan el altta olan elden daha hayırlıdır.

1 yorum:

  1. Râfi : Dereceleri yükseltici, rızkı yükseltici.

    Rafi ismi değişik şekillerde Kur'an-ı Kerim'de geçer. Ancak Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği hadis-i şerifte geçmekte olup bütün islam alimleri bunu kabul etmişlerdir. Bu dünyada ve ahirette mümin kullarını yükselten O'dur. O dilediğini yükseltir dilediğinide alçaltır. Kalpleri kendisine yaklaştırarak yükseltir, nefisleri de kendinden uzaklaştırarak alçaltır. Allah, kaderine razı olanı daha üstün makamlara yükseltir.

    Yükselmek; yüksek makam ve mevkilere sahip olmak, iktidar olmak, miskin ve yoksullara karşı büyüklenmek, malının çok ve işinin düzgün oluşuyla övünmek demek değildir. Bu özelliklere sahip olmak, övgüyü ve yükselmeyi hak etmek anlamına gelmez. Asıl şeref ve onur, yüksek mevki ve makam, Allah'ın başarılı kılmasıyla elde edilendir. Böyle ve onur şeref, Allah'ı tasdik etmeyi, emir ve yasaklarına uymayı, O'nun yolunda yürümeyi, kalbi arındırmayı ve O'nunla sevinmeyi sağlar. Bu onura sahip olan kimse, Rabb'inden karşılık bulur.
    Allah'ın insanları yükselttiğini, ahirette müminlerin derecelerini yükselteceğini, böylece onları mutlu kılacağını ve şereflerini artıracağını ifade eder. Kur'an-ı kerim'de isim olarak yer almayan Râfi, esmâ-i hüsnâyı sayan hadiste (Tirmiz, Da'vaat, 82) geçmektedir. Yükselmek isteyen O'nun rızasını kazandıracak amellerle bu yoldaki özlemini ortaya koymalıdırlar. Zira O dilemedikten sonra kimse kendiliğinden yükselemez.

    YanıtlaSil