20 Haziran 2009 Cumartesi

Bakara; 215,216

215-Başkaları için ne harcayacaklarını sana soruyorlar. De ki: “İyilik/hayır umarak yapacağınız harcama, [önce] ebeveyninize, yakın akrabanıza, yetime, muhtaca ve yolcuya aittir; her ne iyilik yaparsanız mutlaka Allah onu çok iyi bilir.”

Bu âyet-i kerimede neyin infak edileceği soruluyor. Cevap olarak ta kimlere infakta bulunulacağı açıklanıyor. İşte bu ifade özellik taşıyan bir ifade­dir. Müfessirler burada kullanılan ifade tarzının, önemli bir hususun te´kid edil­mek istenmesinden ileri geldiğini söylemişler ve demişlerdir ki: "Âyetin ifade­sinden anlaşılıyor ki her şeyi infak etmek, her türlü mal ve varlıktan harcama yapmak mümkündür. Ancak önemli olan bu harcamanın kimlere yapılacağıdır. İşte bu hususun önemine binaen, harcanacak yerler sayılmış ve ana babaya, akrabaya, yetimlere, düşkünlere ve yolda kalmış olanlara harcanması .gerektiğine işaret edilmiştir.

Sûre içinde yeni bir hukukî konu açan bu âyet, farz olan zekâtın yanında, gönülden yapılacak harcamaların kimlere sarfedileceğini belirtmektedir. Bütün mezheb imamları, yoksul ana-babayı beslemenin, evlâd üzerine farz olduğunu belirtmişler ve bu husustaki harcamayı zekât saymamışlardır. Bundan dolayı zekât, böyle gönülden yapılacak iyiliklerden ayrıdır. Kur'ân, her vesiyle ile müslümanları iyiliğe teşvik etmekte ve yapılacak iyiliğin, herşeyden önce ana-babaya, akrabâya, yetîmlere, rızkını kazanmaktan âciz yoksullara, yolda kalmışlara yapılmasını öğütlemektedir (Tefsîru Âyâti'l Ahkâm 1/114).

216-Savaş, hoşunuza gitmediği halde üzerinize yazıldı (farz kılındı). Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.

Savaş insanların severek, zevk alarak yaptıkları bir şey değildir. Fıtratı ve ruh sağlığı bozulmamış kimseler öldürmek, yakıp yıkmak, acılar vermekten zevk almaz, bunlardan hoşlanmaz. Ancak vücudu kurtarmak için kangren olmuş elin kesilmesi, içeride kalmış çocuğu kurtarmak için kapının kırılması nasıl zaruri ise savaş da toplumların hayatında böyle zaruret haline gelebilir. Din ve vicdan hürriyetini sağlamanın, zulmü ve fitneyi önlemenin, tecavüzlere son vermenin yolu savaştan geçebilir. İşte bu durumlarda savaşmak şüphesiz insanlık için daha hayırlı ve daha şerefli bir davranıştır. Cihad ise hiçbir zaman bir saldırı değildir. Çünkü önce İslam’a davet yapılır, kabul eden müslümandır. İslam’ı kabul etmeyenden tabi olması istenir. Bunu da kabul etmezse, ancak o zaman savaşılır. Savaştaki sırrı biz bilemeyiz ama onu Allah bilir. Bazı milletler cezaya müstahak olunca, Allah onları çeşitli belalarla cezalandırır. İşte onlardan birisi de savaştır. Resulullah Efendimiz, Abdullah b. Cahş kumandasında bir müfrezeyi, Kureyş kervanından haber getirmeleri için Mekke’ye göndermişti. Kureyş kervanını görünce, dayanamayarak hücum ettiler. Kervandan bir kişiyi öldürdüler, iki kişiyi esir aldılar. Kervanı sürüp Peygamberimize getirdiler. O gün receb ayının ilk günüydü. Müşrikler:Muhammed, haram aylarında savaşıyor, diye yaygara kopardılar. Bunun üzerine bu ayet indi.

Bu âyet-i kerime. Allanın dinini yeryüzüne hakim kılmak için mümin­lerin, her türlü zorluğuna rağmen cihad etmelerinin gerekliliğini beyan etmektedir. Bu hususta Peygamber efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şerifinde de şöyle bu­yuruyor:

"Rızkım, mızrağımın gölgesi altında kılındı. Zillet ve aşağılık ise em­rime karşı gelene verildi. Resulullah efendimiz diğer bir hadis-i şerifinde de şöyle buyurmuştur: "Kim cihad etmeden ve cihad etmeyi gönlünden geçirmeden ölürse bir nevi münafık olarak ölmüş olur.

Ebu İshak el-Fezari diyor ki: "Ben Evzaiden "Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı." âyetini sordum ve dedim ki: "Bütün insanların savaş etmeleri farz mı?" Evzai de dedi ki: "Ben onu bilmiyorum ama, imamların ve halkın bunu terketmeleri doğru değildir. Kişinin bizzat kendisine tek olarak farz değildir."

Diğer bir kısım müfessirler ise bu âyette emredilen cihadın, cenaze na­mazının kılınmasında olduğu gibi müminlerin üzerine farz-ı kîfaye olduğunu, müminlerden belli bir grubun bu farzı eda etmeleri halinde diğerlerinden bu farzın düşeceğini söylemişlerdir.

Taberi diyor ki: "Bize göre doğru olan görüş te budur. Zira, bu hususta deliller ittifak halindedir Cihad etme ne sadece belli insanlara farz kılınmıştır. Ne de her ferdi şahsen yükümlü kılan bir farzdır. Zira bu hususta Allah teala şöyle buyurmuştur: "Müminlerden özürsüz olarak savaşa katılmayıp otu­ranlarla, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler bir değildir. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri, derece bakımından, oturup geri kalanlardan daha üstün kılmıştır. Allah, hepsine de, en güzel şey olan cenneti vaadetmiştir. Allah, cihad edenleri, oturanlara, büyük bir mükâfaatla üstün kılmıştır. [281]Allah teala bu âyette, cihad edenlerin, cihad etmeyenlerden üstün olduklarını belirttikten sonra, her iki sınıf için de güzellik olduğunu bildirmiştir. Şayet cihad her fert için farz olsaydı, bu farzı ifa etme­yenler için güzellik değil ceza vaadedilirdi.

Süddi bu âyeti izah ederken şöyle demiştir: "Müslümanlar savaşmayı hoş görmüyorlardı. Allah teala onlara buyurdu ki: "Belki hoşunuza gitmeyen sa­vaş, sizin için daha hayırlıdır." Yani, savaşta ganimet elde edersiniz, zafere ulaşırsınız ve şehit düşersiniz. Savaşa gitmemeniz halinde ise bunlardan mah­rum olursunuz."

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Bir gün ben, Resulullahin terkisine binmiş­tim. O bana dedi ki: "Ey İbn-i Abbas, heva ve hevesinin aksine de olsa Allahın, senin hakkında takdir ettiğine razı ol. Zira bu durum, Allahın kitabında mevcut­tur." Dedim ki: "Ey Allahın Resulü, o nerede? Ben Kur´anı okudum." Resulul-lah buyurdu ki: "O, belki de hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için daha hayırlı­dır. Belki hoşunuza giden bir şey de sizin için daha kötüdür. Alİah bilir siz bile­mezsiniz..." âyetinde mevcuttur.

2 yorum:

  1. Kusura bakmayn biraz geç oldu. Evde değildm bugn.
    Mst

    YanıtlaSil
  2. Muiz : İzzet veren, yükselten.

    "De ki: "Ey mülkün sahibi Allah'ım, dilediğine mülkü verirsin ve dilediğinden mülkü çekip-alırsın, dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın; hayır Senin elindedir. Gerçekten Sen, herşeye güç yetirensin." (Âl-i İmran, 26)

    Muiz ve Muzil isimleri Kur'an'da isim olarak geçmez, sadece fiiil olarak geçer. Allah kimi yükseltmişse onu aziz, kimi de alçaltmışsa onu da zelil kılmıştır. Aziz veya zelil olmak dünyada geçekleştiği gibi âhirette de gerçekleşir. Muiz, düşmanlarına karşı dünyada dostlarına destek verip onları üstün kılan, âhirette de onları en güzel şekilde ağırlayı aziz kılandır.

    Allah dostlarını, kendisine ibadet ve itaat etmede başarılı kılarak onları onurlandırmış ve aziz kılmıştır. Zira Allah'a itaat etmekten daha üstün bir izzet yoktur. Allah dostlarını: kanaatkarlıkla, amellerde samimi ve ihlaslı olmakla, nefislerinin arzu ve istelerini terk etmekle aziz kılmıştır.

    Mülkü dilediğine veren O'dur. Herkimin kalbinden perdeyi kaldırıp Cemalini müşahede ettirirse kanaat nimetine gark ederek mahlukatından kimseye muhtaç bırakmazsa, kuvvet ve teyid bahşederek nefsine onu ezdirmezse, işte onu aziz kılmış ve daha dünyada iken ona mülkü vermiş olur.

    YanıtlaSil