4 Haziran 2009 Perşembe

Bakara,185-186

185-Kur’an, insanoğluna bir rehber, bu rehberliğin apaçık bir delili ve doğruyu yanlıştan ayırd edici bir ölçü olarak [ilk defa] bu Ramazan Ayında indirilmiştir. Bundan dolayı, sizden kim bu aya erişirse onu baştan başa tutsun. Ancak hasta veya seyahatte olan, başka günlerde [aynı sayıda oruç tutsun]. Allah sizin için kolaylık diler, zorluk çekmenizi istemez; ama [belirlenen günlerin] sayısını tamamlamanızı ve size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah'ı yüceltmenizi ve [O'na] şükretmenizi [ister].

Dinde güçlük yoktur. Allah orucu emretmiştir. Oruç tutma şartları bulunan kimseler oruç tutarlar. Hastalık, yolculuk gibi geçici bir engelden ötürü oruç tutamayan, sonra kaza eder. İhtiyarlık ve iyileşmeyen müzmin hastalık gibi devamlı özrü olanlar fidye verirler. Her türlü zahmete rağmen kendi arzusu ile gönülden oruç tutan ve hayır yapanlar övülmüştür.

Allah teala bu âyet-i kerimede, îslamın temel ibadetlerinden biri olan orucun farziyetini beyan etmektedir. Orucun farz kılınışının hikmetleri pek çok­tur. Bu konuda Resuluilah efendimizten varid olan şu hadis-i şerifleri zikretmek mümkündür.

Resuluilah (s.a.v.) efendimiz buyuruyor ki:

"Sizden kimin evlenmeye gücü yeterse evlensin. Çünkü evlenmek, gözü zinaya karşı daha iyi kapatır ve namusu daha iyi muhafaza eder. Ki­min de evlenmeye gücü yetmezse oruç tutsun. Çünkü oruç, onun için bîr bağdır. Cinsi arzuları frenler)

Peygamber efendimiz bu hususta diğer bir hadis-i şerifinde de şöyle bu­yuruyor;

"Oruç bir kalkandır. Oruçlu insan hayasızlık yapmaz, cahilce dav­ranmaz, bir kimse onunla dövüşmek veya sövüşmek isterse oruçlu, o kişiye "Ben oruçluyum, ben oruçluyum." desin. Hayatım, kudret elinde olan Allaha yemin olsun ki oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk kokusun­dan daha güzeldir. Oruçlu, yemeyi, içmeyi ve cinsi arzularını, Allah rızası için terkeder. (Allah teala buyuruyor ki:) Oruç benim içindir, onu mükâfatlandıracak ta Ben´im. İyiliğin karşılığı bire ondur."

"Ramazan geldiğinde gök kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar zincire vurulur."

Âyet-i kerimede, Ramazan ayının içinde, Kur´anm indirildiği zikredil­mektedir. Bundan maksat, Kur´anın kadir gecesinde bir bütün olarak levh-i mahfuzdan dünya semasına, diğer bir adıyla "Beytül Mu´mura yahut Beytül İz-ze´ye indirilmesidir. Daha sonra da peyder pey çeşitli münasebetlerle Hz. Mu-hammed (s.a.v.)´e indirilmiştir. Nitekim Abdullah b. Abbas, Said b. Cübeyr ve Şa´bî bu âyeti bu şekilde izah etmişlerdir. Bu hususta Abduli.ıh b. Abbasın özet­le şunları söylediği rivayet edilmektedir: "Kur´an bir bütün olarak Ramazan ayı­nın içinde bulunan ve "Mübarek" adıyla vasıflandırılan "Kadir" gecesinde", ya­zılmış sahifelerden alınıp "Beytül Ma´mur" denen yere indirilmiştir. Beytül Ma´mur da dünya semasındaki yıldızların mevkileridir. Kur´an daha sonra da oradan peyder pey Hz. Muhammed (s.a.v.)´e indirilmiştir. Bu inişler, bir kısma emirler, yasaklar ve savaşlara ait hükümler gerektikçe devam etmiştir.

Bir rivayette, Abdullah b. Abbas şöyle demiştir:
"Resulullah Ramazan ayında oruç tutarken yolculuğa çıktı. "Ku-deyt" denen yere varınca ona bir kapla süt getirildi. Resulullah onu içti, orucunu bozdu, sahabilcri de bozdular.
Hamza b. Amr diyor ki:
"Ben, Resulullaha, yolculukta oruç tutmanın hükmünü sordum o da bu­yurdu ki: Oruç tutmak istersen tut. Orucu yemek istersen ye."

186-Kullarım Ben'i senden soracak olurlarsa, bilsinler ki Ben pek yakınım. Bana dua edenin duasına icabet ederim. Öyleyse onlar da dâvetime icabet ve Bana hakkıyla inanıp tasdik etsinler ki doğru yolda yürüyerek selâmete ersinler.

Müfessirler bu âyet-i kerimenin nüzul sebebinde farklı görüşler zikret­mişlerdir:

Hasan-ı Basriye göre bu âyetin nüzul sebebi, Resulullahın sahabilerinin bazılarının "Rabbimiz nerededir?" şeklinde soru sormalarıdır. Diğer bazılarına göre ise, bir kişinin, "Ey Muhammed, Rabbimiz bize yakın mıdır? Ona gizlice yalvaralım. Yoksa uzak mıdır ona yüksek sesle dua edelim?" diye sorması üze­rine nazil olmuştur. Ataya göre ise: "Rabbiniz dedi ki: "Bana dua edin duanızı kabul edeyim." âyeti inince bir kısım insanlar: "Rabbimize ne zaman dua edelim?" demişler ve âyet-i kerime bunun üzerine nazil olmuştur. Yani "Kulum bana ne zaman dua ederse ben ona yakınımdır, duasını kabul ederim, her zaman davetine icabet ederim." demektir.

Allah teala, kullarına şah damarından daha yakındır. Yalvarmalarım ve dualarını işetmektedir. Kullar ona ihlasla dua ettikleri surete Allanın o duaları , kabul edeceği ümidi kuvvetlidir. Dua ederken bağırıp çağırmak şart değildir. Zi­ra o, duaların gizlisini de işitendir.

Bu hususta Resulullah (s´.a.v.);
"Bir müslüman, Allaha karşı içinde günah bulunmayan ve akrabalık bağını kesmeyen bir duada bulunursa, Allah o müslümana bu duasının karşılığında üç mükâfattan birisini mutlaka verecektir. Ya istediğini derhal verir veya onu âhirete bırakır yahut ta bu duası karşılığında ondan bir kötülüğü uzaklaştırır." buyurmuşlardır.

Taberi diyor ki: Eğer denilecek olursa ki: Allah teala bu âyet-i kerime­de: "Bana dua edenin duasını dua ettiğinde kabul ederim." buyurmaktadır. Halbuki dua eden bir çok insanın duasının kabul edilmediği görülmektedir. Buna cevaben denilir ki: Bunun iki izah şekli vardır:

a- Bu âyette zikredilen "Kulun duası"´ndan maksat, onun, Allanın emirleri doğrultusunda amel işlemesidir. Böylece kulun, Rabbinin rızası doğrultusunda amel işlemesi halinde rabbi onun amellerini kabul eder ve vaadettiği karşılıkla­rını verir. Nitekim Resulullanın, bu âyet-i kerime hakkında bir hadis-i şerifte:

"Dua ibadettir" buyurduğu, bundan sonra da, Rabbiniz şöyle dedi: "Bana dua edin ki duanızı kabul edeyim. Şüphesiz ki bana ibadet etmeyi kibirlerine yediremeyenler rezil ve perişan olarak cehenneme girecekler­dir." âyetini okuduğu rivayet edilmiştir.

Nitekim, Hasan-ı Basrinin de bu âyetteki duayı "İbadet ve amel" mânâsına yorumladığı rivayet edilmektedir.

b- Bu sorunun diğer bir cevabı da şudur: Allah teala bu âyet-i kerimesin­de: "Ben, bana dua edenin duasını, dua ettiği zaman dilersem kabul ederim." demektir. Bu izaha göre, âyet genel bir ifade taşımakta ise de Allah tealanın dilemesi ile kayıtlıdır.

2 yorum:

  1. Musavvir : Tasvir eden, herşeye şekil ve suret veren.

    Dünya üstünde yüz binlerce farklı türde canlı yaşar. Bu türlerin hepsi birbirlerinden tamamen farklı görünüşlere ve olağanüstü özelliklere sahiptir.
    Mesela bir kelebeğin kanatlarındaki kusursuz simetriyi ele alalım. Her bir kanadın üstü türlü şekiller ve etkileyici renklerle bezenmiştir. Bu şekiller ve renkler ne kadar karışık olurlarsa olsunlar, kanatlardaki benzersiz simetri asla bozulmaz. Öyle ki bütün kelebekler, bir ressamın fırçasından çıkmış gibi, göz zevkine hitap eden bir güzellik oluştururlar. Bu güzellikte tecelli eden aklın bir kaynağı olduğu açıktır. Zira basitçe çizilmiş bir resmin dahi bir ressamı vardır ve resmin kendi başına ortaya çıkması mümkün değildir. O halde kimse, böylesine kusursuz yaratılmış ve bir sanat eseri kadar estetik olan böyle bir canlı için tesadüfen var olmuş diyemez. Bunların tümünü yaratan, tasarlayan, meydana getiren, bütün kainatın Rabbi olan Allah'tır.

    İşte bunların hepsini eşsiz bir dizayn ile yaratmış olan ve hala yaratmaya devam eden Allah kudretinin tecellilerini bizlere sürekli göstermektedir.Musavvir, bir şeyi dilediği zaman ona sadece: "ol" der, o da istediği şekil ve biçimde oluverir. "Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Dilediği bir surette seni tertip etti." Bu yüzden musavvir, yaratmak istediğini istediği şekil ve biçim üzere yaratandır.

    YanıtlaSil
  2. Ömer İbnü’l–Hattâb radıyallahu anh şöyle dedi:

    Bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in huzurunda bulunduğumuz sırada, elbisesi beyaz mı beyaz, saçları siyah mı siyah, yoldan gelmiş bir hali olmayan ve içimizden kimsenin tanımadığı bir adam çıkageldi. Peygamber’in yanına sokuldu, önüne oturdu, dizlerini Peygamber’in dizlerine dayadı, ellerini (kendi) dizlerinin üstüne koydu ve:

    – Ey Muhammed, bana İslâm’ı anlat! dedi.

    Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

    – “İslâm, Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın resûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı (tastamam) vermen, ramazan orucunu (eksiksiz) tutman, yoluna güç yetirebilirsen Kâbe’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdu. Adam:

    – Doğru söyledin dedi. Onun hem sorup hem de tasdik etmesi tuhafımıza gitti. Adam:

    – Şimdi de imanı anlat bana, dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

    – “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine iman etmendir” buyurdu.

    Adam tekrar:

    – Doğru söyledin, diye tasdik etti ve:

    – Peki ihsan nedir, onu da anlat, dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

    – “İhsan, Allah’a onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdu.

    Adam yine:

    – Doğru söyledin dedi, sonra da:

    – Kıyâmet ne zaman kopacak? diye sordu.

    Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:

    – “Kendisine soru yöneltilen, bu konuda sorandan daha bilgili değildir” cevabını verdi.

    Adam:

    – O halde alâmetlerini söyle, dedi.

    Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

    – “Annelerin, kendilerine câriye muamelesi yapacak çocuklar doğurması, yalın ayak, başı kabak, çıplak koyun çobanlarının, yüksek ve mükemmel binalarda birbirleriyle yarışmalarıdır ” buyurdu.

    Adam, (sessizce) çekip gitti. Ben bir süre öylece kalakaldım. Daha sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:

    – “Ey Ömer, soru soran kişi kimdi, biliyor musun?” buyurdu. Ben:

    – Allah ve Resûlü bilir, dedim.

    Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

    – “O Cebrâil’di, size dininizi öğretmeye geldi” buyurdu.

    YanıtlaSil