5 Haziran 2009 Cuma

Bakara 188

(188) Mallarınızı aranızda batıl yolla yemeyiniz ve o malları bile­rek günaha girerek insanların mallarından bir kısmını yemeniz için hakimlere vermeyiniz.

Bu âyet-i kerîmeye göre haramdan sakınacağız, karnımıza haram doldurarak Cehennemdeki ateşimizi, dünyadan toplamayacağız. İslâm Hukukuna uygun olarak yapılmayan alışverişlerden elde edilen mal da batıl yoldan elde edilmiş demektir.

Bir de hakkınız olmayan şeyi elde etmek için mallarınızı yetkililere vererek elde etmeye kalkmayınız. Bu âyet-i kerîme rüşveti yasaklayan âyettir.

Günümüzde rüşveti alan ve verenler akıllı normal insan kabul edili­yor. Rüşveti almayan ve vermeyenler, yetkililer ve köşe dönücüler tara­fından anormal karşılanıyor.

Doktor hastasına soruyor: Yolda giderken bol miktarda para bulsan ne yaparsın? Sahibini arar, bulur, veririm. Doktor: Sen gerçekten hastasın diyor ve kulağından bir ilaç döküyor sonra aynı soruyu soruyor. Cevap: Cebime koyar ve sıvışırım diyor ve doktor: Şimdi iyi oldun diyor.

Günümüzde güldürü halinde sunulan bir gerçek yaşantıdır bu.Rüşveti alan hakim olur, doktor olur, polis olur, şahıs olur, bakan olur, milletvekili olur veya bir başkası olur.

Kişiye hakkı olmayan bir şeyi elde etmek için verilen şeye rüşvet de­niliyor. Verilen şey denilince herhangi bir şey maddî veya manevî şeyler bunun içine girer. Günümüzde ise bir kısım insanın hakları vardır, yani dinen bu iş bunun hakkıdır. Bu kişinin hakkını belirlemede İslâm'ı esas alacağız.

İslâmî bir iktidar olmuş olsaydı bu işi yapmak bunu elde etmek bu adamın hakkı mıydı değil miydi diyeceğiz. Eğer bu iş bu adamın hakkı ise bu hakkı bir başkası gasp ediyorsa yetkili: "Evet bu senin hakkın ama beni görmen lazım" diyor adam ve günlerce sürüncemede bırakıyor. Böy­le bir durumda kendi hakkı olan bir şeyi elde etmek için o kişiye verilen veren tarafından rüşvet değil alan tarafından rüşvettir. Yani tek taraflı rüşvettir. Yani alanınki haksız bir şekilde, karşı taraftan para temin et­mektir. Onun için haramdır ve büyük günahtır.

Ama dinen hakkı olan bir şeyi elde etmek için o haksız kişiye verilen şeye rüşvet demiyoruz. Bunu fıkıh kitaplarımızda bugünkü şekliyle ver­memişler. Bugünkü şekli pek yaygın olmadığından vermemişler ve daha ziyade dağ başlarında soygunculara verilen şeyler olarak değerlendirmiş­ler ve fıkıh kitaplarına geçmişler. Yani bir şehirden bir şehire giderken tüccar grubu dağ başında yol kesen insanlara mallarına zarar vermemesi için orada bir şeyler vermesi caiz midir değil midir konusunu düşünmüş­ler. Verdiğini zekâta sayar mı sayamaz mı diye düşünmüşler, fıkıh kitaplarında bunların münakaşası yapılmış. Yani vermenin günah olmadığını söylemişler. Şimdi eşkiya dağdan şehre indi, silahını atmış, kıravatını takmış ve aynı soygunculuk devam ediyor. Devam ediyor derken beş beteriyle devam ediyor. Eskiden soyguncular, sevimli insanlardı bir ara, ha­ni Köroğlu gibi adamlar. Filandan haraç alıyordu ama öbür tarafta da fa­kiri fukarayı yedirip giydiriyorlardı. Genelde tarihteki soyguncular bir ta­raftan alıyorlardı öbür tarafta dağıtıyorlardı. Böylelikle halkın desteğini de kazanıyorlardı. Bugünküler fakirden alıyorlar. Genelde zenginden ala­mıyorlar, zenginden almaları mümkün değil. Adam vergi memuru, gel­miş, manifaturacının faturasız mal sattığını görmüş ve suçüstü yakalamış. Vergi memuru demiş ki: KDV siz verdin, ceza ödemen gerekiyor. Mal sahibi: Bak buradaki malların yüzde yetmişi KDV siz alınmıştır. Ben KDV veremem. Türkiye'de otuzbin, kırkbin, yüzbin tane malın faturasıyle 100 tane manifaturacıyla 100 bin tane memurun uğraşmasına gerek yok, bu kadar kumaşı satan toplam on tane fabrika vardır. Onun dışında fabrika yoktur. On memurla bu işi halledersiniz. On memur on fabrikada oradan üretilen malı Ölçüp piyasaya KDV siz satılmasını engelleyiverirlerse keza hani .bin metre girmişse ben mecburum bin metre çıkış yapma­ya. Ama ben almak için gittiğimde adam diyor ki, sana yüzde onuna fatu­ra keserim yüzde doksanına fatura kesmem ben ne yapayım yani şimdi. Benimle uğraşmayın şu karşıdaki fabrika ile uğraş demiş. Memur, onlarla bizim kralımız uğraşamaz demiş. Yani iş dönüp dolaşıyor dağdaki eşki­ya ile tam karşı karşıya geliyor. Dağdaki eşkiya zenginden alıyor, fakire yediriyordu. Şehirdeki eşkiya fakirden alıyor zengine yedirmiyor da yal­taklanıyor. Beni yerimden ayırmasın, beni yerimden çıkartmasın, kovma­sın diye ona yaltaklanma yapıyor. Yani biz Müslümanlar olarak bugün sı­kışmış durumdayız. Bu sıkışıklığımız içerisinde siz bir şey vereceğiniz de alacağınız şey İslâm'a göre hakkınız mı değil mi? Bunu hocaya sorun, bi­lene sorun, hocanıza sorun. Yani ben şu işi yapmak istiyorum, bir evimiz var bu evi yapmak istiyorum, evsiz olmuyor. Bu evime oturacağım artık ama bu evin buradaki ruhsatını alabilmek için şu adam beni rüşvete zor­luyor. Yapmadığım taktirde bir sene geciktirecek, iki sene geciktirecek veya haciz gibi şeyler getiriyor, bu adama bunu verebilir miyim gibi bazı konularda yani yüzde yüz haklı olduğun konuda bir zalim karşınıza çıkar da hakkınız olan şeyi haksız yere vermiyorsa onu alabilmek için verdiği­nize sizin açınızdan rüşvet denmiyor ama alan açısından yine rüşvet den­meye devam ediyor. O günahını çekecektir.

1 yorum: