20 Nisan 2009 Pazartesi

Bakara; 99-100-101

(99) "Andolsun biz sana apaçık âyetler indirdik. Bunlara fasıklardan başkası küfretmez."

Biz apaçık âyetler indirdik. Ayetler derken mucizeler de kasdedilmiştir. Allah (c.c.)'nün Kur'ân-ı Kerîm'indeki 6000 küsur âyet-i kerîme de kasdedilir. Ayet, bir şeyin varlığına işaret eden, doğruluğuna işaret eden vesika demektir. Yani Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'ın peygamber­liğini doğrulayan bu âyetler veya mucizeler Allah (c.c.) tarafından indiril­miş. Onu ancak fasıklar inkâr eder diyor Rabbim.

Fasık, fısk doğru yoldan dışarıya sapma, haddi aşma olarak tefsir edilmiş. Yani Allah (c.c.)'ın çizdiği bir sınır var. Bu sınırı dışarı çıkmaya fısk hareketi deniliyor. Çıkana da fasık deniyor.

Facirle fasıkın arasındaki fark ise; facir de açıkdan dışarıya çıkan mânâsına geliyor. Şeddi yani dinimin koymuş olduğu sınırı parçalayıp çı­kan mânâsına geliyor. Fakat ikisinin arasındaki ince fark demişler, birisi haddi aşar, Kur'ân'a ve sünnete karşı gelir ama bunu sessizce yapar. Facir ise bunu ayrıca ilan da eder. Facirle fasıkın arasındaki fark budur demiş­ler. Allah'ın âyetlerini ancak fasık olanlar inkâr ederler diyor Allah (c.c.)..

Günümüzde de Allah'ın âyetlerini inkâr edenler fasıklardır. Bu fasık­lar iki türlüdür. Yani Kur'ân-ı Kerîm'deki kullanılışı, hadis-i şeriflerdeki kullanılışı da iki türlüdür.

Allah'a, Rasûlüne, meleklerine, kitaplarının hepsine, Kur'ân'a ve Kur'ân'ın bütün âyetlerine iman ettiği halde, Allah'ın haram kıldığı bir şe­yi gönlü istemeyerek de olsa yapan bir kişi gene sınırı aşmış oluyor. Ve bu adam günahkâr oluyor. Ama buradaki fasık ise kâfir anlamındadır. Bu âyet-i kerîmeleri ancak fasık kişiler inkâr ederler derken bu fasık aynı za­manda kâfir insandır da.



(100) "Ne zaman bir söz vermişlerse işlerinden bir güruh onu atıp bozuvermedi mi? Hayır onların çoğu iman etmezler."



(101) Onlara ne zaman yanlarındakini tasdik etmek üzere Allah katından bir peygamber gelse kitap verilenlerden bir güruh sanki hiç bilmiyorlarmış gibi Allah'ın kitabını arkalarına attılar."

Ne zaman ki onlara Allah katından bir peygamber geldiğinde o pey­gamber ki onların yanındakini doğrulamak üzere gelmiş, yani Peygamber Efendimiz (a.s.v.) geliyor. Kur'ân-ı Kerîm'i getiriyor. O Kur'ân-ı Kerîm'de Tevrat hak kitaptır. Allah (c.c.) tarafından indirilmiştir, Musa (a.s.) da Allah'ın peygamberidir. İsa (a.s.) da Allah'ın peygamberidir diye onların elinde olanları doğruluyor. Ne zaman ki, Rabbim katından onların yanındakileri doğrulayan bir peygamber ve kitap gelirse, o kendilerine kitap verilenlerden bir kısmı O'nu atıveriyor. Allah'ın kitabını elleriyle arkalarına atıveriyorlar. Sanki hiç bilmiyorlarmış gibi oluyorlar.

Yani kitap hakkında hiç bilgileri yokmuş, kendilerine kitap verilme­miş gibi, Allah'ın kitabını elleriyle arkalarına atıyorlar. Bu âyet-i kerîmede Yahudiler ve Hıristiyanlar'dan bahsediliyor ama, bu işi yapan günümüzdeki insanlar da aynı katagoriye dahil oluyorlar.

Günümüzde de bir kısım insanlar, Allah'ın kitabını elleriyle arkaları­na alıvermişlerdir. Bir zamanlar bu milletin elinde okunmakta ve de amel edilmekte olan bu kitap belirli insanların etkisi ve yetkili elleriyle insan­ların arkasına atılıvermiş. Atılıverince toplumlar kitapsız kalır mı? Hayat­ta kitapsız bir toplum hiç olmamıştır. Mutlaka bir kitap bulmuşlardır.

Hani Hindistan'da insanlar ineğe tapmışlardır. Japonya'daki insanlar Güneşe tapmışlardır. Hindistan'da Tibet'in oralarda bir kısım insanlar da fareye tapmışlardır. Amerika'da her şeyi inkâr ediyoruz diyen bu günler­de gazetelerde de gündeme gelenler şeytana tapmaya başlamışlardır. Hat­ta şeytana tapanların Türkiye'de de bir grup oluşturdukları gazetelerde haber olarak veriliyor.

İnsanlar ibadet ettikleri bir yeri mutlak surette buluyorlar. Okuyacak­ları kitabı da mutlak surette buluyorlar. Yani Allah'ın kitabını okuyamazlarsa onu elleriyle arkaya atarlarsa, elleriyle önlerine alacakları bir kitabı ya buluyorlar veya kendilerine veriliyor. Allah (c.c.) da buna işareten di­yor ki, Onlar Allah'ın kitabını arkalarına atıverdiler de;



(102) "Onlar şeytanların uydurduklarına uydular. Halbuki Süleyman küfretmedi, ancak şeytanlar küfrettiler. Onlar insanlara sihri ve Babil'deki Harut ve Marut adlı iki meleğe indirileni öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek "Biz ancak fitneyiz sakın küfretme" demeden hiç kimseye öğretmezlerdi. O iki­sinden karı ile koca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Halbuki Allah'ın izni olmadan kimseye zarar veremezlerdi. Onlara fayda ve zarar vermeyen şeyleri öğreniyorlardı. Andolsun onlar onu (sihri) satın alanın ahirette hiç bir nasibi olmadığını biliyorlardı. Nefisleri karşılığında satın aldıkları şeyin ne kadar kötü olduğunu keşke bir bilselerdi."

2 yorum:

  1. yarınki tefsir 102den başlayacak!
    "Onlar Allah'ın kitabını arkalarına atıverdiler de;" açıklama böyle bitti diye yeni ayeti de koydum

    YanıtlaSil
  2. Halid'in oğulları Habbe ve Sev radıyallahu anhüm anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm bir şey tamir etmekte iken yanına girdik. O işte kendisine yardım ettik. "Başlarınız kımıldadığı müddetçe rızık hususunda yeise düşmeyin. Zira insanı annesi kıpkızıl, üzerinde hiçbir şey olmadığı halde doğurur, sonra aziz ve celil olan Allah onu her çeşit rızıkla rızıklandırır" buyurdular."

    YanıtlaSil