(75) "Bunların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Halbuki onlardan bir bölümü Allah'ın kelâmını işitirlerdi de akılları erdikten sonra bile bile onu değiştiriyorlardı."
Âyet-i kerîme Medine'deki müslümanlara yönelik, ama bizi de doğrudan ilgilendiren âyet-i kerîme. Medine'deki müsîümanlara bu nazil olduğundan, Medineli müslümanlar böyle bir ümit içerisindeler. Çünkü Medineli müslümanlar bir peygamberin geleceğini, Yahudiler'den duymuşlar. Medine'deki müslümanlar, müslüman olmadan önce puta tapan insanlardı. Hıristiyan çok az varmış. Puta tapıyorlar. Yahudi de değiller. Ama etraflarında Beni Kaynuka, Beni Nadr ve Beni Kurayza Yahudileri Tevrat'ı okuyorlar ve onlara diyorlar ki, yakında bir peygamber çıkacak bizim peygamberimiz çünkü onu Tevrat söylüyor. Bir peygamber çıkacak, o peygamberin nezaretinde biz size galip geleceğiz. Biz sizin hakkınızdan geleceğiz. Onun gelmesi yakın hele bekleyin diye Medineli müşrikleri tehdit ediyorlarmış. Zaten Medineli müşriklerin, müslüman olmasına sebebin biri de budur.
Medine'den bir ticaret kafilesi ve Kabe'ye gelen insanlar duymuşlar ki, Mekke'de peygamberim diyen bir insan var. Hemen hatırlarına gelmiş. Yahudiler de bir peygamber bekliyorlardı. Kendî aralarında istişare etmişler ve demişler ki, Yahudiler'den evvel biz müslüman olalım. Bu peygamberi kabul edelim. Onların elinden alalım demişler. Ve Akabe'de Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ile görüşmüşler. Ve müslüman olmuşlar. Çok da güzel hizmet etmişler.
Şimdi bu insanlar, Medine'deki Yahudilerin Müslüman olmasını bekliyorlar. Zaten Yahudiler bir peygamberin geleceğini bekliyorlardı ya, -işte, geldi buyurun diye onları davet ediyorlar. "Yahu siz bize haber vermiştiniz. Bir peygamber gelecekmiş, işte geldi. Biz o peygambere iman ettik, siz de buyurun iman edin" diyorlar. Ve çok bir ümitle bugün olmazsa yarın iman edecekler diyorlar ama; yani Medineli Müslümanlar varacaklar, diyecekler bak peygamber bekliyordunuz geldi. O kitap okuyanlar diyecekler ki, yok canım her ne kadar biz öyle demişsek de bu sefer de Yahudi ırkından gelecek diyorlar. Peki Tevrat'ta Yahudi ırkından gelecek diye bir kayıt söylememiştiniz daha önce. Yazarız elimizle deyivermişler ve yazmışlar. Yahudi ırkından gelecekmiş. Yani buna benzer birçok tahrifat böylesi işlerden kaynaklanmış.
Pekiyi bize bakan tarafı bizimde elimizde Kur'ân-ı Kerîmimiz var. Bize de diyorlarki, günümüzde bak bakalım Kur'ân-ı Kerim'de yirminci asırla ilgili neler söylüyor. Günümüzde Müslümanlarımız özellikle Kur'ân-ı Kerimle ilgisi olan insanlarımız üçe ayrılıyorlar: 1- Baktım Kur'ân-ı Kerîm'e genelde ahlâkî kurallarla ilgili bilgiler vardır. Yani hırsızlık yapmayacaksınız, yalan söylemiyeceksiniz. Ne emredilirse yerine getireceksiniz. Verileni yutacaksınız, söyleneni tutacaksınız diyor. Namazınızda kusur etmeyin. Gece gündüz namaz kılın. Orucu Ramazan'da tutun, Nafile oruçlara da devam edin. Çünkü ekonomiye katkınız olur. Yani öğle yemeğini yemiyecek olursanız topyekün Türkiye'de orucunu tutan müslümanlar, milyonlarca müslüman birer öğle yemeği yememiş olsa şu kadar ihracata katkıda bulunur. Gerisine karışmayın. Kur'ân'da zaten bunlardan bahsediyor diyen bir grup. Bunlar yalnız orta halli olanlardır. 2-Şerlisi vardır. Bundan da beteri vardır. Beteri de mevcut âyetî kerîmeleri tahrif eder.
"Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, kâfirlerin tâ kendisidir."
Âyet-i kerîmesi bizi ilgilendirmez. O Yahudileri ilgilendirir. Onlar hakkında nazil olmuştur. Müslümanlar hakkında değildir.
Bu Yahudi hahamlarının, Tevrat'ı tahrif etmeleri gibi bir şeydir. Onlar mânâda tahrif yapıyorlar Tahrif iki türlüdür. Mânâda tahrif, diğeri de lafzın kendisinde tahrif yapılır ki, ilaveler yapmak suretiyledir. Allah'û Teâla'ya hamdü senalar olsun ki, Kur'ân-ı Kerîm'de lafızda tahrif olmamıştır. Yani olduğu gibi bize kadar gelmiştir. Mânâda tahrif bin dörtyüz senelik zaman içerisinde yapılmıştır. Tâ sahabe döneminde, sahabe tarafından değil, imansız kesimden yapılmıştır. Tabiin döneminde yine imansız kesimden mânâlar tahrif edilme tarafına gidilmiştir. Bu konuda tefsir kitapları yazmak, bu konuda lügat yazarak milletin inancını sakatlamaya yönelik çalışmalar olmuştur. Lügatçilik çok önemli. Çünkü bir milletin kültürünü yönlendiren lügat kitaplarıdır. Onun için Türkiye'de lügat kitapları genelde Türk lugatıyia ilgili felsefî lügat, mantıkî lügat, coğrafya lügati, tıbbî lügat vs. lugatlarla ilgili en fazla çalışmayı yapan bir Ermeni'dir. Yirminin üzerinde kitap yazdım bu memlekette diyor.
Evet niye onlar yazar. Onların kitabı lügati bütün yazarların kütüphanesinde bulunur. Bir kelimenin mânâsını bilemediler mi hemen oraya bakıverirler. Ve yazısını da ondan kaynaklanarak yazar. Orada da o kelimeyi yönlendiriverdi mi adam gayesine ulaşmış olur. Yani binlerce kalem onun dediği doğrultuda yazıp çizmeye başlar. Onun içindir ki, İslâm Tarihi'nin ilk dönemlerinde de bu tür tahrif hareketi başlamış ama, Allah (c.c.) bu dinini koruyacak ya kendi üzerine almış, bu dini koruyacak âlimleri de her asırda getirmiştir. Yâni ilk hicretin birinci asrında o tabiinin büyüklerinden onu takip eden dönemlerde de yine çok değerli dil bilimcileri, tefsirciler, hadisciler ve fakihler göndermek suretiyle Allah (c.c.) bu dini, Kur'ân'ı hem lafzını korutmuş hem de mânâsını korutmuş. Günümüzde de yine mânâyı yönlendirme yolunda çalışmalar var. Yani tahrif etme yolunda çalışmalar var. Fakat onların sesleri zayıf, kokar ağızlarla Allah'ın nurunu söndürmek için uğraşanlar hakkında Rabbim;
"Onlar ağızlarıyle Allah'ın nurunu söndürmek isterler ama, kâfirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır."
Hahamlar tahrif etmişler, bizim içimizde de mânâ yönünden tahrif eden insanlar vardır.
3. grup ise, gücü oranında Allah'ın kelâmını anlatmaya çalışanlardır. Yani hem lafzını, hem mânâsını tahrif yapmadan doğrudan anlatmaya çalışan insanlarımız vardır. Yeterli mi bu yirminci asırda 1990 yılında. Yetersiz. Ben de diğer saygı duyduğum hoca efendiler de yetersiziz. Niye? -yetişmemiz için gerekli zemin hazırlanmamış. Sel suyunun bir yatak bulması vardır. Yaz gününde yağmur yağar. Ve derken çok şiddetli yağmur yağarsa sular bir yerde birleşirler. Normal suların aktığı gibi bir yatak yok. Toplanırlar bir yere varırlar. Önünde bir taş var olmadı bu tarafa gidemeyiz, öbür tarafa döner o su. Yani önüne gelen engel büyükse oradan dönüş yaparlar. Yıkabileceğini yıkarlar, yıkamadiğı zaman oradan dönüş yaparlar. Böylece bir yatak aramaya çalışırlar. Yatak ararken ya bir ırmağa ulaşırlar, faydalı olurlar. Veyanutta bir ovada kaybolup giderler.
Günümüzdeki İslâm âlimlerinin ve dünyanın her tarafındaki âlimlerin yetişme tarzı da böylesine yatak arayan su gibidirler Ha şu hocadan olur, ha bu kitaptan olur. Ha şurdan mı olur ha burdan mı olur. Çalışma neticesi elde edilen şeyler. Niyetler iyi olunca inşaallah hedeflerde, hedeflere varış da bereketli olacaktır, iyi olacaktır.
Ebu Sa'îdi'l-Hudri (R.a) anlatıyor: "Resülullah (S.a.v) buyurdular ki: "Kim Allah Teâla hazretlerinin rızası için bir derece tevazu izhar eder (alçak gönüllü) olursa, Allah, onu bu sebeple, bir derece yükseltir. Kim de Allah'a bir derece kibirde bulunursa, Allah da onu bu sebeple bir derece alçaltır, böylece onu esfel-i safilîne (aşağıların aşağısına) atar."
YanıtlaSilAK