16 Nisan 2009 Perşembe

Bakara; 86-87-88

(86) İşte onlar ahirete karşılık dünya hayatını satın alanlardır. Bundan dolayı onların azabı hafifletilmez ve onlara yardım da edilmez.

Onlar, karşılığında ahireti verip, dünyayı satın alan insanlardır diyor Rabbim. Onların azabı hafifletilmez ve onlara yardım da olunmaz diyor Allah (c.c).

Ahireti verip dünyayı satın almayla ilgili bir çok âyet-i kerîme vardır.Müfessirler Tevbe Sûresinin son âyet-i kerîmelerinde, Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'dan bir hadis zikretmiş. Hadisin serbest tercemesi şöyledir: İbn-i Kesir; "Benim ve sizin haliniz şuna benzer diyor. Çölde susuzluktan baygınlık derecesine gelmiş insanlar nerdeyse bayılmak üzereyken güzel elbiseli, üzerinde yorgunluk işareti de olmayan, suyunu daha yeni içmiş, gözlerinden susuz olmadığı da belli olan bir insan geliyor ve diyorki: Susuz musunuz? Hepsi birden, "susuzuz" diye bağırıyorlar. Ve her tarafta su aramışlar da bulamamışlar. Demiş ki, beni takip ederseniz şu tepenin arkasında bir bahçe var. Ve orada çeşmeler var, havuz var, yeşillikler vardır. Onların inanmaktan başka çareleri yok zaten. Çünkü ümitleri kesilmiş. Gidiyorlar hakikaten adamın dediği yere varıyorlar. Bağ var, bahçe var, sular var, havuzlar var, yiyecekler var, elbiseler var. Yemişler içmişler, giymişler kuşanmışlar. Kendilerine gelmişler.

Adam demişki "Bu bahçenin gülleri solar. Bu bahçenin suları kurur. Gelin benimle şu dağın da arkasına giderseniz, orada gülleri solmayan, suları kurumayan bir bahçe daha var. Ve orada hepinize ayrı ayrı tapusu verilecektir," dediğinde "Yahu bu adam yalan söylemedi. Çöldeyken bizi aldı buraya getirdi. Yalan söylemediğini gözümüzle gördük. Bu adamın peşinden gidelim. Gülleri solmayan, çiçekleri kurumayan ve suları kesilmeyen yere gidelim" dediler ama bir kısmı dedi ki, vallahi biz elimizle tuttuğumuzu bırakmayız. Belki orada olmayıverir "dediler.

İşte dünya nimetlerine kavuşan kâfirlerin, ahireti bırakmaları bu adamların hali gibidir" diyor Peygamber (a.s.v.) Hadisin tercemesi şerhli bir tercemedir.

Peygamber Efendimiz vaadettiklerini vermiş, Allah (c.c.) neyi vaadettiyse vermiş. Peygamber Efendimiz'e Mekke'nin fethini vaadetmiş, dünyada devleti vaadetmiş gerçekleşmiş. Peygamber Efendimiz (a.s.v.) İstanbul'un fethedileceğini müjdelemiş ve o da gerçekleşmiş.

Öyle ise Allah'ın kitabına sarılındığı takdirde dünyayı Cennet eyleriz ve ayrıca ahiret Cennetini de ayrıca kazanırız. Biz ahireti verip dünyayı alanlardan değiliz. Dünyayı ma'mur edip Cennete döndürüp, ahireti de kazanmaya çalışan insanlardan olmalıyız.

Niye dünyayı elde etmeye çalışalım. Çünkü "Dünya ahiretin tarlasıdır" demiş Peygamber Efendimiz.

Bu dünya ile meşgul oluşumuz, oradaki ekip biçtiğimizle ilgilidir. Yani hepimiz toprağı niye severiz? Ondan buğday yetiştirdiğimiz, elma yetiştirdiğimiz, sebze-meyve yetiştirdiğimiz için severiz. Onlar yetişmemiş olsa sevmeyiz.

Öyle ise dünyayı niye severiz? Cennete bir ekenek olduğu, tarla olduğu için sahip çıkarız. Ve kâfire de buranın hakimiyetini hayatta ver meyiz. Vermemekle görevliyiz.



(87) Andolsun biz Musa'ya kitap verdik. Ve ardından peşpeşe peygamberlerle takip ettik. Meryem oğlu İsa'ya apaçık deliller verdik. Ve Onu Ruhül-Kudüs'le kuvvetlendirdik. Demek size peygamber, nefislerinizin hoşlanmayacağı şeyi ne zaman getirirse siz büyüklük taslayarak bir kısmını yalanlayıp bir kısmını öldürecek misiniz?

Biz Musa'ya Kitabı verdik. Ondan sonra da ardarda peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya da deliller verdik, apaçık belgeler verdik. Hani ona İncil'i verdik, mucizeleri verdik. Ruhü'l-Kudüs ki Cebrail (a.s.)'dir deniliyor. Veya tertemiz bir ruh verdik ona. Ve tertemiz bir ruh ile de onu kuvvetlendirdik. Bir çok hadis-i şerifte Ruhü'l-Kudüs'ün Ceb­rail (a.s.) olduğunu Peygamber Efendimiz (a.s.v.) haber vermiş, ama bir kısım Alimler Ruhü'l-Kudüs'ten kasıt İsa (a.s.)'dır, İsa (a.s.)'m tertemiz ruhudur diyorlar. Zaten kudüs temiz mânâsına geliyor. Tertemiz ruhuyla onu kuvvetlendirdik. Veya Cebrail (a.s.)'la onu güçlendirdik, kuvvetlendirdik diyor. Ne zaman size bir peygamber, sizin nefislerinizin hoşlanmadığı bir şeyi getirdi mi hemen kibirleniyorsunuz. O peygamberlerden bir kısmını yalanladınız, bir kısmını da öldürüyorsunuz diyor Allah (c.c).

Yani şimdi de Muhammed (a.s.v.) geldi. Size delillerle geldi. Yani Kur'ân-i Kerîm'den âyetler ve de mucizelerle geldi. Ecdadınızın yaptığını yapmayınız diyor onlara. Bize de Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'ın getirdiği beyyinât ki, bu Kur'ân-ı Kerîm'dir. Onu yalanlamamamızı ve de peygamberleri öldürmememizi emreder. Ölmüş peygamberlerin, öldürülmemesi onların getirmiş olduğu şeriatın katledilmemesi demektir. Onun getirdiği şeriatı öldürenler peygamberi öldürmüş, günahını alırlar. Peygamberi yalanlayanların günahını aynı şekilde yüklenirler.


(88)Onlar "bizim kalbimiz kılıflıdır" dediler. Hayır; küfürleri nedeniyle Allah onları lanetledi. Onun için pek azı iman edecektir.

Yahudiler derler ki, bizim kalplerimiz kılıflıdır, kapalıdır. Belki Allah onların küfürleri sebebiyle onları rahmetinden uzak tutmuştur. Ne de az iman ediyorlar diyor Allah (c.c).

Günümüzde bir kısım imansızlar da aynı şeyi söylüyorlar. Bizim kalplerimiz kılıflıdır. Yani dışardan sizden gelecek mesaja karşı kalplerimiz kapalıdır diyorlar. Bunu ileri gelenleri diyorlar. O ileri gelen kâfirler, yandaşlarım da böylece kendi elleriyle kapatıyorlar. Hani Türkiye'de imansız kesimin kendi tabilerine, kendi okurlarına, kendi yandaşlarına söyledikleri söz vardır: "Sakın ha müslümanlarla görüşmeyin. Kitaplarını okumayın. Gazetelerini almayın. Dergilerim evlerinizde bulundurmayın. Şairlerinin şiirlerini sakın ha dinlemeyin. Ve onların yapmış oldukları konferansa, seminere katılmayın."

Niye? Katılırsa, belki okursa, dinlerse onun kılıfı parçalanır, imansızlığı gider endişesini duyduklarından dolayıdır ki, dinlemelerini engelliyorlar. Ve kendileri de kulaklarını kapatıyorlar. Türkiye genelinde öyle kesim var ki, bazı semtlerde çocuk bir ezanın ne olduğunu bilmiyor. Türkiye'de bu. Ben asker arkadaşıma "Eşhedü en la ilahe illallah'ı hiç duymadın mı" dedim. Duymadım diyor. Oğlum senin memleketinde minare var mıydı? Valla minare görürdüm diyor şehirde. Fakat bunu duymamışım diyor. Bu müslüman. Yani Yahudi, Ermeni veya Rum değil. Anası Ayşe, Fatma, babası Ali, Veli yani bizim adımızı taşıyan bizim anne-babamızın adını taşıyan bir delikanlı. Sahil şeridinde Antalya'nın oralarda bir şehirde yaşamış bir arkadaş. İyi niyetli çok da candan birisi. O belki bir tesadüf olmuş ama, bazı yerlerde çok bilinçli hareket ediyorlar. Daha okula çocuğu gönderirken dikkat ediyorlar. Hangi öğretmen ateisttir diye. Arıyor tarıyor ve onu buluyor.

Hani bugün bazen televizyonda bilgi yarışmalarında görüyoruz bir kaç yerde gördüm. Yunan'ın kilisesindeki sütun başlığının Latince adını sordular. Sütun başlığını film halinde gösterdiler. Onun adı nedir? denildi, bildiler. Camide imam efendinin cuma günü hutbe okuduğu minberi dördü de bilemediler. Yani bu memlekette özel yetiştirilen insanlar var. Özel yetiştiriliyorlar. Özellikle gayret ediyor yani. Şimdi bu insanların hali aslında bizim akaid kitaplarımızda tartışılan insanların hali gibidir. Efendim bir çocuk annesi Afrika'dan giderken ormanın içerisinde doğum yapsa oraya da taşıma zahmetine katlanmayıp, "Zaten sekiz on tane çocuğum var. Bu çocuk da nerden geldi" diye oraya bırakıverse gitse. Derken bir aslan gelse, onu beslese, emzirse, büyütse. Ve buluğ çağma da gelse. Bu çocuğun durumu ne olacaktır diye bizim akaid kitaplarında tartışırlar.

Günümüzde de böyle bir tartışma var. Bazı yerler var ki, orada müslümanlık hakkında hiç bir şey bilmiyorlar. Yani müslümanlık oraya ulaşmamış. Burada dünyaya gelen ve burada ölen insanların durumu ne olacaktır? diye soru sorarlar. Aynı şekilde bizim Akâid kitaplarımız Afrika ormanlarından misal vermişler. Hiç insan yüzü görmeden ölüyor. Bu insan nereye gidecektir? Eş'ari ve Matüridi arasında ihtilaf edilmiş, ikisi de aynı neticeye varıyor:

Eş'ariler diyor ki: Bu adam sorgusuz sualsiz cennete gidecektir.

Matüridi diyor ki: Bu insan şunu içinden geçirmelidir: Yahu bu Güneşi şöyle iten, yuvarlayan birisi var. Bu Ay'ı böyle idare eden biri var. Bu topraktan bu çiçeği çıkaran birisi var. Bu aslanı öldüren birisi var. Bunu dedi mi Allah falan demesine gerek yok, bunu böyle düşündü mü bu diyor Cennete gider. Yani neticede ikisi de Cennete gönderiyorlar bunu.

Peki günümüzde böyle Ankara'nın ve İstanbul'un en zengin bir mahallesinde dünyaya gelen bir çocuk, Çankaya'da dünyaya gelen bir çocuğu düşünün. Özellikle öğretmeni seçilmişse, ateist birinin önüne verilmişse ve oradan da Türkiye'de İslâm kültürüne harp ilan eden okullardan birine verilmişse, ortaokul ve lise olarak, kolej olarak ve oradan da bir üniversiteye gönderilmişse ve orada da başörtüsüne ve Allah'a harp ilan edilmişse ve orada okumuşsa bu çocuğun durumu ne olur?

Şu sorulabilir. "İstanbul şehrinde, Ankara şehrinde ezan duymadı mı bu?" Bu çocuğun kalbini kılıflamışlar, kulağını kapatmışlar. Kulak duyuyor da, İnanmayan bir insan için Eşhedü en Lâ İlahe İllallah ile Çince çalınan bir müzik arasında fark yoktur. Ona göre müezzin efendi çan çun, fan fun diye bir şeyler diyor. Geldi merak etti. Müezzin efendiye sordu.. Yahu ne diyorsun? Müezzin şöyle bir bakar on sekizine, yirmisine gelmiş. Ulan eşek kadar adam olmuşsun daha onu da mı öğrenmedin? diyor ve gönderiyor. Ne yapsın? Yani bu insanlar üzerinde bunların kalplerindeki kılıfı kaldırıcı ve yırtıcı bir hareketin içine mutlaka girmemiz gerekiyor.

1 yorum:

  1. İman bağlarının en sağlamı Allah için dostluk, Allah için düşmanlık, Allah için sevgidir.

    YanıtlaSil