13 Nisan 2009 Pazartesi

Bakara; 84-85

(84) Hani sizden kanınızı dökmeyin ve nüfusunuzu yurdunuzdan çıkarmayın, diye söz almıştık da sonra siz de bu sözü onaylamıştınız. Ve hâlâ siz şahitlik ediyorsunuz.

Hani biz sizden söz almıştık, kanlarınızı akıtmayacaksınız. Ülkenizden kendinizi sürgün etmeyeceksiniz. Yani bir kısmınızı kendi dininizden olan bu insanları ülkenizden sürgün etmeyeceksiniz, diye söz almıştık. Söz alma konusunda siz de karar vermiştiniz, ikrar etmiştiniz. Şahit ola­rak siz de buna söz vermiştiniz diyor Rabbim.



(85) Sonra siz kendilerini öldüren sizden bir bölümünü yurtla­rından çıkaran, aleyhlerinde günah ve düşmanlıkta birleşen, eğer si­ze esir olarak gelirlerse onları esir değişiminde kullanan kişilersiniz. Halbuki çıkarılmaları size haram kılınmıştı. Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıyor da bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Böyle yapan­ların cezası ancak dünyada rüsvaylıktır. Kıyamet gününde ise azabın en şiddetlisine itileceklerdir. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.

Sonra siz işte sizler, siz kendi kendinizi öldürüyorsunuz. Sizden bir Kısmınızı sürgün ediyorsunuz ülkelerinden. Günah ve düşmanlıkla onlara yardım ediyorsunuz, eğer size esir olarak gelecek olursa, yani kendi dini­nizden olan o Benî İsrail'den bir kısmı size esir olarak gelecek olursa, on­ları sürgün etmek size haram olduğu halde siz onları fidye vererek satın alıyorsunuz. Ve onlardan fidye alıyorsunuz. Kitabın bir kısmına iman edip te bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Bunu yapanların cezası ancak dünyada rüsvaylıktır. Kıyamet gününde de azabın en şiddetlisine götürü­lür, reddolunurlar. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir diyor Allah (c.c).

Yine Benî İsrail'den söz aldığını ifade ediyor Allah (c.c). Birbirini­zin kanına girmeyin. Kendi dininizden olan insanları sürgün etmeyin. Kanınızı akıtmayın. Birbirinizi öldürmeyin. Ve kendi dininizden olan insan­lardan fidye almayın diye Allah (c.c.) onlardan söz almış, onlar da söz vermişler ama zaman içerisinde bunları inkâr tarafına gitmişler. Kendi kendileriyle kavga etmeye başlamışlar. Kendi ırkından ve dininden olan insanları sürgün etmeye başlamışlar. Ve karşı tarafta harb eden Yahudiler'den esir aldıklarını fidye karşılığında serbest bırakmışlar. Bunu da ki­tabına uydurmaya çalışmışlar. Demişler ki, Tevrat'ta buna müsade edili­yor,

Allah (c.c.) da bunlara siz kitabın bir kısmına iman ediyor da bir kıs­mını da inkâr mı ediyorsunuz diyor.

Tefsircilerimiz şöyle haber veriyorlar Mekke'nin etrafında Beni Ku-rayza, Beni Kaynuka ve Beni Nadr Yahudileri vardı. Medine'de ise Evs ve Hazrec kabileleri vardı. Evs ve Hazreç putperest, diğer üç kabile ise Yahudi. Evs ve Hazreç birbirleriyle hep kavgalı. Beni Kurazya Evs kabi­lesini tutmuş. Beni Nadr'la, Beni Kaynuka Yahudileri de Hazreç kabilesi­ni tutmuşlar. Bunlar birbirleriyle harbe tutuşunca Yahudiler de bunlara destek veriyorlar. Bu sefer hem putperestlerle hem de Yahudiler birbiriyle harp ediyorlar. Öldürüyorlar, sürgün ediyorlar ve karşı taraftan Yahudiler'den bile esir alındığı takdirde fidye karşılığında satın alıyorlar. Ve fidye karşılığında serbest bırakıyorlar.

Allah (c.c.) bu yaptığınız Tevrat'a uymuyor, zamanla ecdadınızın verdiği söze de uymuyor. Peki zamanla ecdadı söz vermişse, Medineli Yahudiler'in günahı ne denmez. Mademki Tevrat'a iman ediyorlar. Tev­rat'ta da bu emirler var. Yani Tevrat'ta kendi ırkınızdan ve dininizden olanları öldürmeyeceksiniz, kendi ırkınız ve dininizden olanları sürgün etmeyeceksiniz, kendi ırkınız ye dininizden olanları esir etmeyeceksiniz yasağı var, yani emri var. Bunlar Tevrat'ta var. Tevrat'a iman eden adam bunları da kabul etmiş oluyor. Ama pratik hayatta ise bunları inkâr etmiş oluyorlar.

Allah (c.c.) da '"siz kitabın bir kısmına iman edip te bir kısmını da inkâr mı edersiniz ?"der. Kim bunu yaparsa, yani kitabın bir kısmına iman eder, bir kısmını da inkâr edecek olursa ona dünyada rüsvaylık vardır, Ahirette de azabın en çetini vardır diyor. Gelelim bize. Allah (c.c.) mü'minler için;

"Mü'minler birbirleriyle kardeştirler." "Ancak mü'minler kardeştirler."veya diğer bir ifadeyle "mü'minler ancak kardeştirler" buyuruyor Rabbim.

Hani babamızdan ve annemizden dünyaya gelen oğlan veya kız kar­deşimizde olan kardeşliğimizi belgeleme mecburiyetinde kalırsak, nüfus dairesine gideriz. Nüfus dairesi oradaki defteri açar ve oradan bakarak yazar, elimize de bir belge verir. Filan şahıs filanın oğlan kardeşidir veya kız kardeşidir. Annesi şudur, babası şudur der. Yani kardeşliğimizi nüfus memuru onaylar, ama yanlış olabilir. Meselâ babamız kardeşimizi kendi üzerine sonradan kaydettirmiş olabilir. Anne-babamızın üzerine bir başka çocuk-evlat edinme gibi-kaydedilmiş olabilir, ama nüfus memuru evet bu bunun kardeşidir demek mecburiyetindedir.

Fakat Allah (c.c.)'nün kaydında yani kitabında, mü'minler arasındaki kardeşliği onaylıyor. "Mü'minler kardeştir" buyuruyor. Öyle ise mü'min­ler kardeşse, kardeş kardeşi öldürmez, kardeş kardeşi sürgün etmez, kar­deş kardeşi esir olarak almaz. Kavga edebilirler mi? Orada zaten;

"Eğer iki mü'min grup birbirleriyle harp edecek olursa, aralarını bulunuz. İslah ediniz" buyuruyor Allah (c.c).

Peygamber Efendimiz de "Mü'minler kendi aralarında bir vücudun azaları gibidirler. Vücudun herhangi bir yeri acıyacak olursa, hastalana­cak olursa, bütün vücut acıyı hisseder" diyor.

Yani bırakın kesmek, öldürmek, işkence yapmak, esir alma olayını yasaklıyor. Nasıl ki elimizi esir almamız, elimizi dövmemiz, elimizi ke­sip atmamız, elimizi sürgün etmemiz mümkün değil ise, müslüman kar­deşimizi de dövmemiz, veyahut da sürgün etmemiz, kesip atmamız müm­kün değildir.

Allah (c.c.) Yahudiler hakkında indirmiş olduğu bu âyet-i kerîme ile bizi de uyarmış oluyor. Hani; "Siz kitabın bir kısmına iman edip de, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?" diyor Rabbim.

Günümüzdeki bir kısım insanlara yöneliktir bu âyet-i kerîme. Bu in­sanlar; "Kur'ân-ı Kerîm'e iman ediyoruz. Peygamberimize nazil olmuştur. Peygamberimize gelmiştir. Kitabımız kitapların en güzelidir" diyor. Ama arkasından ilave ediyorlar; "Fakat 1400 sene evvel nazil olmuştur. 1400 sene önce nazil olduğundan o günün şartlarına uygun olarak indirilmiştir. Şartlar değişti. Ziraat toplumundan, sanayi toplumuna, sanayi toplumun­dan da teknoloji çağına giriyoruz. Öyle olunca, şartlar değişince ahkam da değişir. Bir kısım âyet-i kerîmelerin uygulanmamasında fayda var. Veya bir kısım âyet-i kerîmelerin bazı insanların sözleriyle değiştirilme­sinde fayda vardır" gibi tenkitler getiriyorlar. Bu tenkidi getiren adam bu âyet-i kerîmeye göre imansız oluyor. Yani âyetin bir kısmına iman edip te bir kısmını inkâr eden kişi hiç katıksız kâfir olur. Zorlamaya gerek yok. Yani bazı arkadaşlarımız "efendim işte cümlesinin başında "Kitab-ı kerîmimiz, Kur'ânımız" dedi ya, Kur'ân'a iman ettiğini söyledi." Arkasın­da söylediği ne olacak peki? Hani adama demişler niye namaz kılmazsın. Hepimizin bildiği Kurân-ı Kerîm'de;

"Namaza yaklaşmayın" diyor Allah (c.c). Onun için ben de kılmıyorum diyor. Peki âyet-i kerîmenin devamını oku demişler. Valla ben hafız değilim demiş.

Ayet-i kerîmenin devamında "Sarhoşken namaza yaklaşmayın" buyuruyor Rabbim. Sarhoşken namaz kılmayın diyor Rabbim. Adam da ilerisini bilmiyorum diyor.

Aynen günümüzde de Kur'ân'ın bir âyetini inkâr küfrü gerektirir. Adamın kâfir olmasına sebep olur. Hani bu kendi hayatımızda vardır.

Meselâ bir adam size diyor ki; senin bu vücudunun her tarafı sana fazla geliyor. Şöyle parmağının ucundan birini alayım ben, aslında adamın hiçbir ihtiyacı yok, sizde de bir hastalık yok, ama kesmek istiyor. Bu adam sizin kanınıza kasdediyor aslında. Yani ha vücudunuzun tamamını kesmeğe kasdetmiş, ha parmağınızı kesmeğe kasdetmiştir. Yani siz bu iş­ten acı duyacaksınız. Onun için vücudumuzun herhangi bir parçası, vücudumuzun tamamını temsil ettiği gibi; Allah'ın (c.c.) bir âyeti de Kur'ân'm tamamını temsil ettiğinden birini inkâr tamamını inkâr gibidir.

Şimdi Rabbim bu tür insanları tarif ediyor. Yani Kur'ân'ın bir kısım yahut da Tevrat'ın bir kısım âyetlerine iman edip de, bir kısmına inanma­yan, inkâr eden bu insanlar dünyada rüsvay olacaklar ki, rüsvay olmuşlar. Yahudiler rüsvay olmuşlar. Tâ o günden bu güne kadar dünyanın en eski milleti olmalarına rağmen İspanyol çingeneleri kadar sayıya erişememiş­ler. Hep korku içerisinde yaşamışlar. Hâlâ da korku içerisinde yaşamaya devam ediyorlar. İmkânları ne kadar bol olursa olsun, Hani adam kuş tü­yü yatağın içinde yatsa, kuş sütüyle de beslense her an camından bir namlunun uzanabileceğini hissetse, o kuş tüyü yatak ona akrep iğnesiyle dikilmiş yılan derisinden bir yatak gibi gelir, ve adam rahat edemez.

Onun için dünyada rüsvaylık var, ahirette de azabın en şiddetlisi var onlara.

2 yorum:

  1. İbnu'l-Müseyyeb (rahimehullah) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ashâbının (radıyallahu anhüm) arasında otururken, bir adam Hz. Ebu Bekir'e hakaretâmiz sözler sarfederek cefa verdi. Ancak Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) adama karşı sükût etti. Adam ikinci sefer aynı şekilde hakaret ederek eziyet verdi. O yine sükût etti. Adam üçüncü sefer de eziyet verince Hz. Ebu Bekir (adama hak ettiği cevabı vererek) intikamını aldı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) hemen kalktı. Hz. Ebu Bekir:

    "Ey Allah'ın Resûlü, yoksa bana darıldınız mı?" diye sordu.

    "Hayır"dedi. "Ancak semadan bir melek inmiş, sana söylediklerini tekzib ediyordu. Sen intikamını alınca melek gitti, şeytan oturdu. Bir yere şeytan oturdu mu ben orada duramam. "

    YanıtlaSil