28 Nisan 2009 Salı

Bakara; 118-119

(118) "Bilgisizler: "Allah bizimle konuşsa veya bize bir âyet ge­tirseydi ya" dedi. Onlardan öncekiler de işte böyle tıpkı onların dedi­ği gibi demişti. Kalpleri birbirine benzedi. Kesinlikle insanlar için biz âyetleri apaçık gösterdik."

Cahil, bilgisiz kişiler bilmeyen kişiler dediler ki, Allah bizimle ko­nuşmalı değil miydi? Yani Allah bizim karşımıza geçse dese ki bu Allah'ın Rasûlüdür. Bu gönderdiğim kitap Bendendir dese olmaz mıydı? Veya bize bir âyet getirseydi, mucize getirseydi ya, diyorlar. Bunu di­yenler cahiller diyor Allah (c.c). Bilmeyen kişiler böyle derler; ama aklı başında olan biraz bilinci yerinde olan kişiler böyle demezler. Düşünür­ler: Bu Muhammed bizim aramızda 40 sene yaşadı. Beraber gezdik, bera­ber oyun oynadık, beraber davar güttük, koyun güttük bu adamla. Bunun gördüğüyle bizim gördüğümüz aynı, duyduğuyla bizim duyduğumuz ay­nı, aynı havayı teneffüs ettik biz. Ama kırkından sonra öyle şeyler söylü­yor ki, biz söyleyemiyoruz. Öyle hareketler yapıyor ki, biz yapamıyoruz. Öyle ise bu bizden farklıdır, demesi gerekirken, Allah bizimle konuşsay­dı ya veya bir mucize getirseydi ya diyorlar. Allah (c.c.) ondan önceki­ler de bunların söylediğinin aynısını söylediler buyuruyor. Daha önce ge­çen insanlar da buna benzer söz söylemişler. Mesela yukarıda Bakara sûresinin 55. âyet-i kerîmesinde geçmişti. Tefsirini yapmıştık. Allah'ı apaçık şöyle şu gözlerimizle görmeden biz Allah'a iman etmeyiz veya Hz. Musa'ya Allah'ı bize göster diye ısrar etmişlerdi veya bir başkası çık­mış;

"Şöyle yeryüzünden ırmaklar akıtmadığın müddetçe biz sana iman etmeyiz." Yani şu kuru vadiden ırmak akıt öyle iman edelim demişler. Bir başka grup da yukarda geçti. Hz. Musa (a.s.) ile Tih Sahra­sına gittikleri halde orada susuzluktan yanarken Musa (a.s.)'ın onlara ka­yadan su çıkardığını gördükleri halde, yine de iman etmeyenlerdi.

Hıristiyanlar da Hz. İsa'ya şöyle diyorlardı.

"Allah'ın, bize gök yüzünden sofra indirmeye acaba gücü yeter mi?" (Maide:112)

Allah yeryüzünde sofra verirken onu görmeyen insan, gökyüzünden inince görecek mi acaba? Bu kara topraktan sarı buğdayı çıkaran ve bize ekmek yapıveren Allah (c.c.) o kara topraktan beyaz çiçeği yaratan ve bi­ze veren Allah (c.c.) bu tabiat sofrasını öküz gözüyle -ki aslında bu söz öküze hakaret olur- görenlere gökyüzünden sofra inse bile, iman etmiyecek olanlar yine iman etmezler.

Yukarıda bir söz söylemiştik. Bu günün kâfiri yani şu anda 1990 yılında Batı'da veya doğuda bir feylesof yetişmiş şöyle şöyle diyormuş. Bir felsefî akım geliştiriyormuş, deseler diyorum, adamın söyledikleri de bir kitap haline getirilse, güzel söyledikleri olabilir, her kâfir illâ kötü söz soyleyecek, söyledikleri hep yanlış olacak diye bir kaide yok. Peygamber Efendimiz (a.s.v.), cahiliyye dönemi şairlerinden bir şairin şiirini dinlemiş. "Allah'dan başka her şey batıldır yani yok olup gidecektir" diye bir şiir. Bunu duyunca Peygamber Efendimiz (a.s.v.) demiş ki, bu söz her ne kadar bu şairin şiirinde söylenmiş söz ise de, geçmiş peygamberlerden bir peygamber sözüdür. Yani kâfirin ağzından çıkmış ama bir peygamberin sözü ona kadar gelmiş, o da onu nakletmektedir diyor Efendimiz (a.s.v.)

Şimdi bir kâfir de çok güzel bir söz söylese biz onun yerini Kur'ân-ı Kerîm'de Allah'ın kelâmı olarak veya bir peygamberin sözü olarak yerini bulabiliriz. Eğer söylediği kötü bir söz ise onun da yerini bulabiliriz. Ya firavun söylemiştir, ya şeytan söylemiştir, ya Nemrut söylemiştir veya öylesine bir kâfir, ya Yahudiler veya hatta Hıristiyanlar söylemişlerdir. "Yani söylenmedik söz kalmadı" derler ya işte öyle bir şey.

Allah (c.c.) da burada bunların durumuna dikkat çekiyor. Bunların söyledikleri yeni değil. Daha öncekiler de böyle söz söylemişti. Bunların kalpleri birbirine benzer diyor. Yani bin sene evvel yaşayan bir kâfirin kalbiyle, bin sene sonra gelmiş, aynı sözleri söyleyen kâfirin kalbi birbiri­ne benzer diyor. Hani Allah'ı görmeden iman etmeyiz diyen Yahudi kâfirinin kalbiyle, günümüzde ben laboratuvarda inceleyemediğim şeye iman etmem diyen kâfirin kalbi aynıdır.

"işte ağızlarıyla söyledikleri söz bu" Bu Yahudi ve Hıristiyanlar'ın şirk kokusu olan mahza şirk olan bu sözleri daha önceki kâfirlerin sözlerine benziyor diyor. Yani Yahudiler'den önce de kâfir olanların söylediği sözü Yahudiler tekrarlamış, Yahudiler'in tekrarladığı bu sözü de günümüzde bir iki kâfir, ben görmediğime inanmam demek suretiyle tekrarlanmasına devam ediyor. Allah (c.c.) de onların kalpleri birbirine benzer diyor.

Buradan şunu anlıyoruz: Bize çocukluğumuzdan beri bazı büyükleri­miz, aman ha filan kâfirle mücadele verebilmek için onların kitaplarını okuyun derlerdi. Hiç Kur'ân okumaya sıra gelmezdi. Kur'ân veya Hadis-i Şerif okumaya sıra gelmezdi de, o günlerde Türkiye'de Türkçe yayınlan­mış bütün imansız kitapları gözden geçirdik, okuduk. Ne kadar varsa, belki imansız kesim bu kadar okumadı. Biz onların kitaplarını okuduk. Ama Kur'ân ve sünnete sıra gelmemişti. Halbuki şimdi anlıyorum ki, Kur'ân-ı Kerîmi okusaydık, çok iyi de anlamış olsaydık, onların ne söy­leyebileceğini tahmin ederdik. Kâfirin söyleyebileceği şunlardır. Çünkü onların kalpleri birbirine benzer. Dilleriyle söyledikleri de kalplerinin ter­cümanıdır zaten. Kalplerinde olanı dilleri tercüman olarak söyliyecektir, ve şunları söyleyecektir diyebilirdik. Yakın sahibi olan yani bütün edin­diği ilimleri, bilgileri bir delille elde eden kişiler için âyetlerimizi böyle­ce açıkladık diyor Allah (c.c).

Her konuştuğu, her söylediği, her iman ettiği konuda bir delili olan kişilere yakin sahibi deniliyor. O tür kişilere de biz âyetlerimizi açıkladık diyor Allah (c.c). Yani iyi insanların söylediklerini ve davranışlarını öğ­renmek isteyenlere Allah'ın âyetleriyle açıklanmıştır onların durumu. Kö­tü insanların düşünceleri, davranışlarını öğrenmek istiyorsanız buyurun yine Kur'ân-i Kerîm'de o tür insanların sözleri ve davranışları, düşüncele­ri açıklanmıştır.



(119) Şüphesiz Biz Sen'i müjdeci ve korkutucu olarak Hak (Kur'ân)'la gönderdik. Ve Sen Cehennemliklerden sorumlu değilsin.

Biz Sen'i Hak ile gönderdik. Hak, Cenab-ı Allah'ın bir ismidir. Hak, Kur'ân-ı Kerîm'in ismidir. Hak gerçek mânâsına doğru mânâsına gelir. Allah (cc.)'den bize gönderilen kanuna da Hak diyoruz. Çünkü hak olan Allah (cc.)'den geldiği için hakdır. Çoğulu da Hukuktur. Hani hukuk fa­kültesi diyoruz. Hak kelimesinin çoğuludur Hukuk.

Hak, Hak olan Cenab-ı Allah'dan gelirse hak olur, hukuk olur. Yoksa bunu insan belirlemeye kalkarsa o, hak veya hukuk olmaz. Çünkü insanın kendisi hak değildir. Kendisi hak olmayandan, hak türemez, gelmez. İnsanoğlunun geçmişi ve sonu vardır. Evveli ve Sonu vardır. Belirli zaman içerisinde yaşar, belirli düşüncelerin etkisi altında kalır. Her an da düşün­cesini değiştirebilir. Onun içindir ki, kendisi hak olmayanın söylediği hak ve hukuk olamaz. İnsanları bağlamaz, ama Hak olan Allah (c.c.) indirdiği kitap, Haktır, Hukuktur. Peygamber Efendimiz'e (a.s.v.) de "Biz seni Hak ile gönderdik, mü'minleri Cennetle müjdelemek, kâfirleri de sakın­dırmak, Cehennemden sakındırmak üzere. Sen cehennem halkından so­rumlu değilsin."

Yani bu insanlar niye Cehenneme gittiler diye yarın öbür dünyada Sana sormayacağız. Ama Sen görevini yerine getireceksin.Mü'minlere hep müjde vereceksin; Ve aynı zamanda nezirsin de, Cehennemden sa­kındıracaksın. Mü'minine, kâfirine Cenneti göstereceksin, o tarafa yönel­teceksin. Ama geriye kaldıkları takdirde Cehenneme de düşürülüverileceklerini haber vereceksin.

Yani Allah'ın koyduğu sınırlar içinde yaşandığı takdirde Cennete gi­dileceğini, dünyada devlete, ahirette Cennete varılacağını, bu sınırlara ri­ayet etmeyip telaşlananların Cehenneme yuvarlanacaklarını duyurmakla gö­revlisin. Yoksa; onlar üzerine musallat biri değilsin,

Onlar üzerinde dine zorlayıcı da değilsin.Dinde zorlama yoktur.

Yani tabancayı alıp insanların kafasına tutup iman et demek yoktur. Çünkü iman denen şey gönül işidir. İnsan tabancanın altında iman ettim diyebilir. Ama tabanca üzerinden çekilince, evine gidince, yalnız kalınca iman etmedim der. Onun için imansızı tabancayla imanlı yapmak zordur. Zor değil imkânsızdır. İmanlıyı imansız yapmak, imansızı da imanlı yap­mak mümkün değildir.

Bilindiği gibi Ammar b. Yaser'i, anası ile babasını, gözünün önünde işkence ederek şehit etmişler. Ammar b. Yaserde kafirlere pekiyi sizin dediğiniz gibi olsun demiş. Peygamber Efendimiz'in yanma ağlıyarak gelmiş ve Peygamber Efendimiz "O sözü söylediğinde kalbin nasıldı" diye sormuş. "Kalbim imanla dopdoluydu Ya Resûlallah" demiştir. Pey­gamber Efendimiz de tekrar sana aynı şeyi, işkenceyi yaparlarsa sen de o sözü söyleyiver demiştir.

Yani zorla imana getirilmez. Zorla da küfre döndürülmez. O bir gö­nül işidir. Sevgi de öyledir. Zorla bir insanı sevemezsin. Kendinizi zorlasşanız da yapamazsınız. Başkası zorlasa da yapılmaz bu iş. O bir gönül işidir.

Burada Sen Cehennem halkından sorumlu değilsin diyor Peygamber Efendimiz'e. Biz de; bu insanlardan sorumlu değiliz diyemeyiz. Beşîr ve Nezirlık görevini yaparsak o zaman diyebiliriz. Yani biz dilimizin ve gü­cümüzün yettiği kadar görevimizi yerine getirirsek, bu insanların en yet­kilisinden en yetkisizine kadar herkesin evine, dairesine, bürosuna, dükkânına, iş yerine, kışlasına kadar gidip Beşirlik görevini yani Allah (c.c.)'nün dünyada devlet vadettiğini, ahirette Cennet vadettiğini, iman edildiği takdirde bunları vereceğini bu insanlara duyurursak...

Yok eğer Allah'a iman etmediğimiz takdirde hem bu dünyada zillet hem de ahirette Cehennem olduğunu söylersek, münasip bir dille Allah'ın kelâmım anlatırsak "ya Rabbi benim gücüm bu kadar. Bana verdiğin gü­cü ben yerine getirdim, kullandım" diyebilirsek, o zaman bu insanların is­yanda diretmeleri ve inat etmelerinden dolayı da hesaba çekilmeyiz. Ama canım bilmiyorlar mı diyorlar. Evet bazı arkadaşlarımız diyor ki, canım bilmiyor mu?

Arkadaşlar! Biz de bir çok bildiğimizi başkalarının teşvikiyle yapa­rız. Başkası teşvik etmezse yapmayız. Biliyoruz ama yapmıyoruz. Fakat bir başkası hadi Ahmedim, Mehmedim, Velim, Alim şöyle yapalım de­yince yapıyoruz. O demezse yapmıyoruz. Ama yapılması gerektiğini bili­yoruz. Yani insanlar mutlak surette bir başkası tarafından, bir yakını tara­fından teşvik edilmeyi beklerler. Onun için biz de bu dini başka insanlara duyuracağız. Onların yanına kadar gideceğiz ve meseleyi tekrar, yeniden anlatacağız. Bildiği meseleyi bir başka yönüyle anlatma tarafına gidece­ğiz.

2 yorum:

  1. Ebu Saîdi'l-Hudrî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

    "Size, insanların en hayırlısı ve en şerlisini haber vereyim mi! İnsanların en hayırlısı o kimsedir ki, kendi veya başkasının atı sırtında ya da yaya olarak, ölünceye kadar Allah yolunda çalışır. İnsanların en şerlisine gelince o da, Allah 'ın Kitab 'ını okuyup (emir ve yasaklarına) riayet etmeyen kimsedir."

    YanıtlaSil