(82) İman edip ameli salih işleyenlere gelince, onlar da Cennet ehlidir. Ve onlar orada ebedi kalıcıdırlar.
(83) Hani İsrail oğullarından "Allah'dan başkasına kulluk etmeyin, ana-babaya, hısımlara, yetimlere, yoksullara, iyilik yapın, insanlara güzellikle söyleyin. Namazı dosdoğru kılın. Zekatı verin" diye söz almıştık. Sonra bir kısmınız hariç yüz çevirerek döndünüz.
Allah (c.c.) bu âyet-i kerîmelerde, en eski bir toplum olan ve kendisine bir çok peygamber gönderilen, bir kısmı peygambere inandığı halde, bir kısmı da inkar eden, münafıklık yapan, peygamberlerini öldüren Yahudiler'den bahseder.
Yahudiler'in peygamberlerine yaptıkları hileyi, dalavereyi ve hiyane-ti Allah (c.c.) bize haber verirken, bizim de aynı duruma düşmememizi ister ve emreder. Yani istemenin ötesinde bize de emreder.
Günümüzde Peygamber Efendimiz (a.s.v.) cismen sağ değil ama, onun sünnetine karşı harp ilan etmek onu öldürmek demektir. Onun getirdiği Kitaba karşı harp ilan etmek; Peygambere karşı harp ilan etmek, Allah'a karşı harp ilan etmek demektir.
Onun için Allah (c.c), Yahudiler'in peygamberlerine karşı yaptığını, bizim yapmamamızı istemektedir, emretmektedir.Bu âyet-i kerîmede;
Hani biz Beni İsrail'den yani İsrail oğullarından, bahsederken İsrail Yakup (a.s.)'ın adıdır demiştik. Yukarıda geçmişti. 47 numaralı âyet-i kerîmede "Ey peygamber çocukları, İsrail çocukları" demek suretiyle insanlara iyilikle yaklaşılmasına da işaret etmiş oluyordu Rabbim.
Burada da hani biz İsrail oğullarından şöylece söz almıştık. O söz şu: "Allah'dan başkasına ibadet etmemeleri, anne ve babalarına iyilikte bulunmaları, yakın akrabalara, yetimlere ve miskinlere de iyilikte bulunmaları, insanlara iyilikle söylemeleri, namazı kılmaları ve zekâtı vermeleri konusunda, biz İsrail oğullarından söz almıştık." diyor Allah (c.c).
Burada Arapça dilbilgisine göre İbadet etmeyiniz diye gelmesi gerekirdi. Şöyle denmiş İbadet etmiyeceksiniz. "Allah'dan başkasına ibadet etmiyeceksiniz, anne babaya, yakınlara, yetimlere, miskinlere iyilikte bulunacaksın. İnsanlara güzel söyleyiniz. Namazınızı kılınız, zekâtınızı veriniz" diye Beni İsrail'den söz almıştık diyor Allah
Burada bir nokta var; bazılarının mantığına göre, daha önce de söylemiştim:
"Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, kâfirlerin tâ kendisidir."
Bu âyet-i kerîme baz-ı insanlara dokunduğundan dolayı, hoca diye geçinen bir insana kitap yazdırılmıştır. Ve kitabda da, bu âyet müslümanları ilgilendirmez, Yahudilerle ilgilidir denmiştir.
Peki bu âyet te aynen Yahudilerle ilgilidir.
Biz İsrail oğullarından yani Beni İsrail'den, Allah'tan başkasına ibadet etmemeleri, anne-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, miskinlere iyilikte bulunmaları ve insanlara güzel söylemeleri, namazlarını kılıp zekâtlarını vermeleri konusunda söz almıştık diyor. Bu âyet-i kerîme, Beni İsraille ilgilidir diye Allah (c.c.)'a ibadeti bırakacakmıyız? Anne-babaya mı iyiliği bir akı vereceğiz. Namazınızı kılınız, zekâtınızı veriniz âyet-i kerîmesi Yahudilerle ilgilidir. Bizi ilgilendirmez demiyoruz. Allah (c.c.) onlar hakkında bilgi veriyor. Ama bize de emrediyor. Bir başka âyet-i kerîmede,
"Senden evvel gönderdiğimiz Rasûllere biz ancak şunu vahyettik ki o da, benden başka ilah yoktur. Ve yalnız bana ibadet ediniz"[173] diyor Allah (c.c).
Bütün peygamberlere vahyedilen bu. Bunu da Yunus Emre, "dört kitabın manası LAİLAHE İLLALLAH" diye terceme etmiş. Bu âyet-i kerîmeyi böyle terceme etmiş bize.
Allah'dan başkasına ibadet yapmayacağız. Allah'a çok şükür yapmıyoruz biz. Fakat ibadet anlayışımızda bir çarpıklık var. Onu çarpıtmışlar bize. Yani günümüzde müslümanların durumu biraz daha zor. Bir çok İslâmi ıstılahları yani terimleri, bazı insanlar bizden önce acele etmişler ve insanlara terceme ve şerh edivermişler. Bu adam ibadetine çok düşkün denilse, Türkiye'de yüzde seksen sekiz, doksan dokuz, insanların hatırına şu gelir: Namazını kılar, zekâtını verir, orucunu tutar, haccına gider. Yani ibadetine çok düşkün denilen insan bunları yapar. Bu hatırımıza gelir. Bunlar ibadetin içerisindedir, bunlar ibadetten sayılıyor. Ancak buna ilaveten, Kur'ân-ı Kerîm'de emredilen bütün emirleri yerine getirmek, yasaklardan kaçınmaktır, ibadet etmek. Yani Allah'a kul olmaktır, abîd olmaktır ki, kul da, efendisinin emrettiğini yerine getiren, yasaklarından kaçınan ve efendisinden gibi başkasını sevmeyen ona itaat etmeyen demektir.
Onun için biz Allah (c.c)'den başka bir kanun koyucu kabul etmeyeceğiz. Rabbimin emirlerine zıd bir emir koyanı tanımayacağız. Hani Peygamberimiz (s.a.v.):
"Halik'a isyan olan yerde, mahluka itaat olmaz" buyurmuştur.
İbadeti böyle anlayacağız. Allah'a itaatin olduğu yerde, Allah'ın emrine muhalif bir emir veren kişiye itaat edilmeyecektir.
Anne-babaya iyilikte bulunacağız. Bu konuda İsra Sûresin'de çokça duyduğumuz, hutbelerden de dinlediğimiz güzel bir âyet-i kerîme vardır.
İsrâ: 23
"Rabbimiz, kendisinden başkasına ibadet etmememizi, yalnız kendisine ibadet etmemizi emretti. Anne ve babaya da iyilikte bulunmayı emretti, hükmetti" diyoruz.
Dikkat edersek Allah'a itaatin hemen ardından, burada da Allah'dan başkasına ibadet etmemekle emrolunduğumuzu ve anne-babaya iyilik yapmamızı Allah (c.c.) emrettiğini, hükmettiğini haber veriyor.Bir başka âyet-i kerîmede de:
"Bana ve anne-babanıza şükretmekle" Lokman:14 emrolunduğumuzu Allah (c.c.) haber veriyor.Böyle olunca, anneye itaat babaya itaat, Allah'a itaat olarak değerlendirilmiştir. Niye anne-babaya itaat ediyoruz? Rabbimiz emrettiğinden dolayı. Öyleyse Allah'ın bir emri yerine gelmiş oluyor, anne ve babamıza itaatten.
Kur'ân-ı Kerîm'de, anne-babaya iyilik, anne-babaya itaatla ilgili emirler vardır. Yukarıda geçen İsrâ sûresinin 23. âyet-i kerîmesinde;
"Onlara öf bile deme" âyet-i kerîmesi vardır da, çocuklarınıza şefkatle, merhametle davranın diye bir âyet-i kerîme yokmudur? Yani anne-babalarla ilgili âyet-i kerîmeler var, ama doğrudan çocuklarla ilgili âyet-i kerîmeler yokmu? Dolaylı olarak var. Yani çocukların eğitimiyle, terbiyesiyle ilgili dolaylı âyet-i kerîmeler var. Fakat doğrudan evlatlarınıza karşı merhametli olunuz. Evlatlarınıza karşı şefkatli olunuz. Evlatlarınıza öf bile demeyiniz diye bir âyet-i kerîme yok.
Benim hatırıma şu geldi. Adem (a.s.)'ın anne ve babası yoktur. Onun anne-babası topraktır.
Hani "Sordum sarı çiçeğe annen-baban var mıdır? Çiçek eydür derviş baba annem-babam topraktır" diye Yunus'un şiirinde çiçeğin de anne ve babası topraktır. Hz. Adem'in de, Hz. Havva validemizin de anne ve babası topraktır, ama onların çocukları vardır.
İnsanlardan ilk insan babamız ve peygamberimiz olan Hz. Adem'de, anne ve baba sevgisi fıtratta gelişmemiştir. Ama çocuk sevgisi gelişmiştir. Fıtratta çocuk sevgisi vardır. Onun için size çocuklarınıza,iyi bakın, çocuklarınızı sevin demeye gerek yok. Bütün canınızı parçalayarak çalışıyorsunuz. Çocuklarımıza mal bırakalım diye, ev bırakalım diye, tarla bırakalım diye, dükkân bırakalım diye, makam ve mevki verelim diye. Zaten demeye gerek yok. Fıtratta bu var. Ama anne-babaya iyilikte bulunulması konusunda Allah (c,c.) emrediyor. Bu emir gereği onlara iyilikte bulunmaya devam edeceğiz. Ve
"İnsanlara güzel söyleyiniz, güzel konuşunuz" diyor Allah (c.c.).Müslümanlara mü'minlere iyilikte bulunun, güzel söyleyin dememiş Rabbim. Ya ne demiş ?
"İnsanlara güzel söyleyin" demiş. Müslümanlara güzel söyleyin demiyor. İnsanlara güzel söyleyin diyor. Yani bir insan, anasından-babasından insan olarak doğmuşsa, dünyaya gelmişse velevki putperest olsun, velevki ineğe tapınsın, velevki Yahudi, Hıristiyan, Ermeni, Rum her ne dilden ve dinden olursa olsun, o insana karşı güler yüzlü ve de tatlı dilli olacağız.
Peygamber Efendimiz (a.s.v.)'ı tarif ederlerken o hep gülümserdi derler. Yani insanlar bakınca rahat ederdi ve emniyet içerisinde olurdu, diyorlar. Peygamber Efendimiz'in suretini anlatan yazarlarımız, yani sahabelerimiz böyle rivayet etmişler. Onun için insanlara güzel söz söyliyeceğiz.
Sözlerin en güzeli için de:
"Allah'a davet edenden daha güzel sözlü kim vardır" diyor Rabbim.
Yani burada istifham, istifhamı inkârıdır der, eski kitaplarımızda. Yani yoktur anlamında. Allah'dan, Allah'a davet edenden daha güzel sözlü bir insan yoktur anlamında. Bazı insanlarımız düğüne davet edilir, düğün merasimine davet edilir, sünnet merasimine davet edilir, bir dükkânın açılışına davet edilir, diploma merasimine davet edilir. Ama bunların hepsi belirli bir zaman sonra geçip gidiyor. Fakat Allah'a davet etmek, insanı dünya da izzete kavuşturuyor. Ahirette cennete kavuşturuyor. Dünyada devlete kavuşturuyor.
Onun için en güzel söz, Allah'ın kelâmına uygun söylenmiş sözdür. Bizim sözlerimizin en güzeli, Allah'ın kelâmına uygun olan sözdür. Bazen şöyle bir şey diyoruz:
Efendim söylediğin doğru olsun da istersen odun gibi olsun. Bu yanlış birşeydir. Hem söylediğimiz doğru olacak, hem de çiçek gibi olmalıdır. Odun gibi olmamalıdır.
Allah (c.c.) dilemiş olsaydı bize sebzeyi ve meyveleri bir ağacın bağrından çıkarırdı. Nasıl ki, toprağın derinliklerinde toprak patatese dönüşüyor. Ağacın bağrında da, hani ağaçta kav çıktığı gibi elma da ağaçtan çıkardı, olabilirdi. Ama Allah (c.c.) önce bembeyaz bir çiçek veriyor. Gözler ve burunlar zevkini alsın diye. Yemyeşil yaprak veriyor, yeşilin zevkini alsınlar diye. Sonra da koruk haline dönüştürüyor, koruk zevkini alsınlar diye. Ekşi yapsınlar diye. Ondan sonrada tatlandırıyor ve tatlı şekilde yesinler diye. Hem kulağımız yaprakların hışırtısından yaprak zevkini alıyor, hem gözlerimiz renkten, hem de burnumuz kokudan zevkini alıyor. Hem de dilimiz tadıyor. Kanımız gözümüz de kendi gıdasını ondan alıyor.
Yani Rabbim, tabiatta verdiklerini güzel bir şekilde sunuyor bize. Öyle ise biz de bir faydalı bilgiyi karşı tarafa sunarken en güzel şekilde sunmalıyız, insanlara güzel konuşun güzellikle söyleyin diyor Allah (c.c).
Hani Karacaoğlan sabahleyin Karacakız'la görüşecekmiş. Ne desin? Sabaha kadar düşünürmüş. Bütün lügat kitabındaki kelimeleri gözden geçirirmiş. Ve neticede bulurmuş. Hani saçının kılına kurban olduğum dese olmaz. Saç kelimesi ile kıl kelimesi söylenmez. Ama "Zülfünün teline kurban olduğum" demiş. Saçla zülüf aynı şey. Kılla tel de aynı şey. Zülfünün teli ile saçının kılı aynı şey ama ifade farklılaşmca biri muhabbet meydana getiriyor. Saçının kılı dese yemek yiyen bir adam bazan kusar, ama zülfünün teli dese aşık olur. Onun için her şeyin bir güzel tarafı vardır. Ve güzel tarafını söylememizi Allah (c.c.) burada, insanlara güzel konuşun, güzel şeyler söyleyin diye emrediyor.
Tabiînden bir zat diyor ki, bu âyet ten kasıt; şu mânâya girer; "İyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak" emri vardır, burada bize. Çünkü sözlerin en güzeli Allah kelâmıdır. Öyleyse onun da emir ve yasaklarını duyurmak, güzel konuşmak demektir diyor.
Yakın akrabalara, yetimlere ve miskinlere de iyilik yapmamızı Allah (c.c.) emrediyor. Onlara iyilik yaparsanız, kendinize iyilik yapmış olursunuz.
"iyilik yaparsanız, kendinize iyilik yapmış olursunuz."[175] "Allah sana nasıl iyilikte bulunmuşsa, sen de insanlara öylece iyilikte bulun" (Kasas: 77) diyor. Rabbim;'
"Kötülükle iyilik bir değildir. Kötülüğü iyilikle gider" (Fussilet 34) diyor Rabbim.
Türkçe bunu "taş atana ekmek at" diye terceme etmişler. Kötülüğü iyilikle gider diyor Rabbim. Eğer kötülüğü iyilikle giderirsen;
"Seninle onun arasında düşmanlık vardıya, o adam bir de bakıvermişsin ki, sıcacık dost oluvermiş" Fussilet: 34 diyor Rabbim.
Adam sana kötülük yapdı, sen de ona iyilik yaptın. Neticede bir de bakmışsın ki, o sana kötülük yapan adamla sıcacık dost oluvermişsin diyor Allah (c.c.)
Onun dostluğundan biz kazanıyoruz. Öyleyse yaptığımız iyilik bizim kendi lehimizedir.
"Namazınızı dosdoğru kılınız ve de zekâtlarınızı veriniz" diye söz aldık, Benî İsrail'den, İsrail oğullarından ama:
"Sonra siz sırt çevirdiniz, ancak sizden bir kısmı müstesna, siz yüz çevirici oldunuz" diyor Allah (c.c).
Yani çok azı müstesna, diğerlerinin Allah'a verdikleri sözden döndüklerini, sırt çevirdiklerini haber veriyor.
Ravi : Ali
YanıtlaSilHadis : Dünya arkasını dönmüş gidiyor, ahiret ise yönelmiş geliyor. Bunlardan her ikisinin de kendine has evlatları var. Sizler ahiretin evlatları olun. Sakın dünyanın evlatları olmayın. Zira bugün amel var hesap yok, yarın ise hesap var amel yok."