4 Mart 2009 Çarşamba

Bakara ; 3. ayet

(3) "Onlar gayba iman ederler. Namazı dosdoğru kılarlar ve onlara rızık olarak verdiklerimizden infak ederler"

Sizin yanınızda sizi övenle, yokluğunuzda sizi öven bir değildir. Nice insanlar vardır ki, önünde yağ çekip takla attığı insanın ardından kuyusunu kazar.

Değerli dostlar ise dostunu yokluğunda savunur, yüz yüze geldiğinde ise münasip bir dille hatalarını söyler.

Muttaki insanlar Allah'ı, melekleri, cenneti cehennemi görmeden inanırlar. Bugün Müslümanlar Peygamber Efendimizi de görmeden inanıyorlar. Onun içindir ki, Efendimiz: "Beni görüp bana iman edene müjdeler olsun. Beni görmediği halde bana iman edene yedi kere müjdeler olsun" buyurmuştur."

Kendisi Allah'ı görmese de Allah'ın kendisini gördüğüne inandığından bütün hareketlerimi kontrol eder.

Şoför uzun yolda radara yakalanıp ceza vermeyeyim diye sürat sınırını aşmadığı gibi, muttaki Müslüman da ahirette cezalandırılmayayım diye Allah'ın haram sınırlarına yaklaşmaz.

Günümüzde "Ben görmediğime, laboratuarda incelemediğime inanmam" diyenler yeni bir söz söylemiş sayılmazlar. Çünkü "Bu güneşin altında söylenmedik söz kalmadı" biz bu tefsirimizde yeri geldikçe imansızların kötü sözlerinin yeni olmadığını, daha önce başka imansızlar tarafından söylendiğini Kur'ân-ı Kerîm'den naklederek ispat edeceğiz. "Küfür cephesinde yeni bir şey yok" adı altında bir kitabımda günümüz kâfirlerinin çağdaş düşüncelerinin çağlar öncesine ait olduğunu gösterdim.

Günümüzde yaşayan bir düşünürün düşüncelerinin Kur'ân'da daha önce haber verildiğini göstereceğiz.

Çağdaş imansızlar gibi, Musa (s.a.v.)'nın kavminden bir kısmı "Musa, biz Allah'ı apaçık görmedikçe sana inanmayacağız" demişlerdi.Çölde söylenen bu sözü bugünkü kâfir laboratuardan söylüyor. Gözümüzün bir sınırı var. Bu göz Allah'ı görseydi, Allah'ın gücü ve büyüklüğü sınırlı olurdu.

Bu gözler gördüğünü emri altına alıyor. Yüce dağları deliyor. Denizin derinliklerinden en değerli inci mercanlarını çıkarıyor.

Gözlerimiz Allah'ı görecek şekilde yaratılmamıştır. O'nun yarattıklarından ilmini, kudretini, sanatını, rahmetini görüyor ve O'na iman ediyoruz.

"Namazı dosdoğru kılarlar."

Cennetin anahtarı gözlerin nuru Müslümanların can ve tenlerinin huzur bulup rahatlama yeri olan Kur'ân ve sünnetin tarif ettiği şekliyle dosdoğru kılarlar.

Kötülüklerden alıkoyan K. Kerim, kalp ve kalıpları bir araya getiren müminlerin miracı olan, Hak huzurunda halkla beraber, halk içinde Hakla beraber olunan namazı kılarlar. Günde beş defa elbisemize, namaz kılacağımız yere, eller yüzler baş, ve ayaklara dikkatimizi çeken ve bizi temiz olmaya sevkeden namazı kılarlar.

Rabbimiz göktekilerin, yerdekilerin, güneşin, ayın, yıldızların, dağların, ağaçların, hayvanların, secde ettiğini haber verir.Mümin bütün yaratıkların ibadetini toplamak için namazını kıyam, rüku, sücud ve kaide ile tamamlar.

Buhari'nin Kitabü-t Tevhid'de rivayet ettiği bir hadiste Yemen'e gönderilen tebliğciye Efendimiz: Önce Allah'ı tanıtmasını ister, Allah'ın varlığını ve birliğini kabul edenlere namaz kılmalarını ondan sonra zekat vermelerini emreder.

İnanmış insanların bir araya gelebileceği en güzel yerler camilerdir. Dernekler, cemiyetler ve vakıflara yalnız üye olanlar girebilirken camilere her mümin girebilir.

Yunus Sûresi'nin 87. âyetinde Musa ve Harun (s.a.v.)'ın Mısır'a yerleşince ilk işlerinin mescid edinip namaz kılmakla emrolunduklarını haber verir Rabbimiz.

Peygamber Efendimiz Medine'ye hicret edince ilk işi mescid yapmak olmuştur. Mekke'yi fethedince de fetih namazı kılmıştır. Sa'd b. Ebi Vakkas Iran Kisra'smın sarayını fethedince altın, yakut, zümrüt, inci, mercanlara bakmadan bütün bunları yaratana yönelmiş ve fetih namazı kılarak Rabbine şükretmiştir.

Namaz sıkıntılı zamanlarda sığınak sevinçli zamanlarda şükür makamıdır.

Rabbin mülkünde onun yarattığı bedenle O'nun huzurunda O'nun öğrettiği kelimelerle O'na yönelmek halktan alakayı kesip Hakla beraber olup selamla tekrar halka dönme halidir, namaz. İbrahim aleyhisselam Rabbine dua ederken kendisinin ve neslinin namaz kılanlardan olmasını ister, Rabbimiz Efendimize ve ailesine namazı emreder ve senden rızık istemeyiz rızkı veren biziz diyerek namaz ister.

Namaz cimrilik hastalığının da ilacıdır. Günümüzde dilencilerin kahvehane, sinema, tiyatro, futbol sahası önünde değil de camilerin önünde durmaları bunun göstergesidir.

Aynı inancı paylaşan ve camilerde bir araya gelen cemaatin içinde zengini vardır, fakiri vardır. Yerlisi vardır, yolcusu vardır, dulu vardır, yetimi vardır. Devletin elinin uzanmadığı veya haberinin olmadığı haller olabilir. Bu durumlarda,

"Onlara rızık olarak verdiklerimizden infak ederler."

Müminler Karun gibi toplayıcı değil, Harun gibi dağıtıcıdırlar. Dağıtmak için kazanırlar, verirken tükeneceğinden korkmazlar. Çünkü veren Allah'tır, "ver" diyen de Allah'tır. "Siz Allah için bir şey verdiğinizde Allah onun daha iyisini verir, O rızık verenlerin en hayırlısıdır.

İblis gibi fakirlikten korkutup cimriliği emretmez. İdris gibi cömertliği emreder.

Ne kadar verelim sorusuna Bakara 219. âyette ihtiyaç fazlasının verilmesi gerektiği nereye verelim sorusuna 215. âyette anne-babaya ,yakınlara, yetimlere, fakirlere, yolda kalmışlara diye cevap verirken bunların Müslüman veya kâfir oldukları bildirilmemiştir, Hatta Bakara 26. âyeti "kâfirlere hidayet vermek sana düşmez. Sana infak etmek düşer anlamındadır.

Allah yolunda infakda oran yoktur. Zekâtta sınır vardır, sadakada sınır yoktur. Sadaka sınırını İsra Sûresi'nin 29. âyeti göstermiş ve eli boş kalacak şekilde saçıp savurmayı da yasaklamıştır.

Rızık: Allah'ın kuluna verdiği ilim, makam, mevki, yiyecek, giyecek ve içeceklerin hepsine rızık denir. (Müfredatı Rağıb) "Sizden birine ölüm gelip "Ya Rabbi keşke yakın bir zamana kadar ecelimi geciktirsen de sadaka versem" demeden önce size verdiğimiz rızıktan veriniz."

İlminizin sadakasını verin. Makam ve mal varlığınızın sadakasını vermez.

Allah yolunda yapılan infakın verildiği zamanlar da önemli. Müslümanların dar ve zor durumlarında yardım edenle bol günlerinde yardım eden bir değildir. Rabbimiz Mekke fethinden önce infak eden ve harb edenlere Mekke fethinden sonra infak ve harb edenlerin denk olmadığını haber veriyor.

Günümüzde iyi niyetli bir kısım Müslümanlarımız bir araya gelerek kendi işyerlerinden ayrı olarak ortak bir işyeri açarak gelirini Allah yolunda harcamaya karar verirler. Bazen üç kişi ortak bir işyeri açarlar ve yüzde doksanını aralarında bölüşürler, yüzde on'unu da Allah yolunda harcamaya karar verirler.

Bu laiklik anlayışının bizdeki görüntüsüdür.

Bu Mekkeli müşriklerin "Bu Allah içindir. Bu da putlarımız içindir."diyerek gelirlerini ikiye ayırması gibidir.

Mümin, canını yaratanın Allah olduğunu, malını verenin Allah olduğunu bilir ve O'nun yolunda mal ve canıyla cihad eder.

"Onlara verdiğimiz rızıktan infak ederler" âyetini okuyunca biz verdiğimizi kendi malımızdan değil, Allah'ın bize emaneten verdiğinden infak ettiğimizi anlıyoruz.

Düğün evinde yemek kazanının başındaki aşçı yemek dağıtırken kimseyi minnet altına alamadığı gibi, kimsenin başına kakamadığı gibi, "Ben malımdan dağıtıyorum" diyerek övünemediği gibi infakda bulunan kişi de haddini bilir.

1 yorum:

  1. Sizden hiç kimse, maruz kaldığı bir zarar sebebiyle ölümü temenni etmesin. Mutlaka bunu yapmak mecburiyetini hissederse, bari şöyle söylesin: "Rabbim, hakkımda hayat hayırlı ise yaşat, ölüm hayırlı ise canımı al."

    YanıtlaSil