17 Mart 2009 Salı

Bakara; 28-29

(28) Allah'ı nasıl inkâr edersiniz? Siz ölü idiniz O diriltti. Sonra sizi O öldürecek, sonra sizi yine O diriltecek, sonra da O'na döndü­rüleceksiniz.

" Allah ve ahirete iman İslâm inancının aslı esasıdır. Kur'an-ı Kerîm'de en çok bahsedilen Allah'a imandır. İkinci derecede ahirete imandır. Efendimiz "Kim Allah'a ve ahirete iman ederse şöyle şöyle yap­sın" diye birçok hadis i'rad etmiştir.

Allah'a imanda niçinzorluk çekersiniz ki? Sizi yoktan yaratan O. Meni denen suya şekil veren O. Hepsini de farklı kılan O. Saçı, başı, ka­şı, gözü yaratan O. Sinir sistemiyle donatan O. Öldüren ve dirilten O.

İnkarcı, yaratan Allah'dir diyemiyor. "Tabiattır" "Doğadır" diyor. Eğer bu tabiat kara topraktan beyaz gülü, acı biberi, tatlı elmayı çıkarabi­lecek ince zekaya ve ilme sahip olsaydı bu insanı omuzlarında taşımaz ve kendisini kirîettirmezdi.

Ahirette inanmada da zorluk çekmeyin. Siz hiç yoktunuz sizi yarattı. Öyle ise Öldükten sonrada o diriltir.

Çekirdek toprakda ölüyor. Baharda İsrafil'in suru gibi ılık rüzgarlarla tekrar çekirdek çiçeğe dönüşüyor.

Bütün bunlar bize Allah'ın var ve bir olduğunu, ahiretin mutlaka ge­leceğini haber veriyor.

Günümüzde zalim otorite sahipleri insanların kendilerine kayıtsız şartsız itaat etmeleri için dinden, imandan uzaklaştırdıkları insanlara "Gâvur=Kâfır" kelimesi ağır gelir diye aynı mânâya gelen "Ateist" adını koyuverdi.

Bunlar için düşünen beyinler "makam, mevki servet sahibi insanlar bu ateist sistem içinde yaptığı yanına kâr kalıyor. Mazlumun hakkını ala­bileceği bir yer olmalı" diye düşünmeye başladığı anda yine o zalim otorite sahiplerinin bütün dünyada kurdurdukları ahireti inkâr kurumları devreye giriyor ve "Hayır yaptığı yanına kâr kalmaz. Kötüler yeniden dünyaya gelirken akrep olarak, yılan olarak gelir. İyiler daha iyi olarak ge­lir" derler. Bu kurumun üyelerinden birine "O zaman yeryüzünde insan ve hayvanların sayısı sabit kalması gerekirdi ilk insan iki kişi, ölünce iki hayvan olurlar. Sonra iki insan olurlar ve böylece devam ederdi" dedi­ğimde "kurumumuza bir sorayım" dedi ve bir hafta sonra "uzaydan gelip insan veya hayvan halinde dünyalı olanlarla çoğalıyoruz" diye cevapla­mıştı.

İnsanın yolu hak yoldan küçük bir derecelik açı halinde ayrılırsa so­nu gelmez derecede açılır uzaklaşır. Bir yalan bin yalanı ardından çeker.

Ruhcular

Geçmişte bu işle cadılar, falcılar, cinciler, hüddamcılar uğraşırdı. İslâm uleması bunlarla uzun mücadeleler vermiştir. Günümüzdeki ise yüksek tahsil mezunu, kıravatlı, avrupa görmüş, ganj vadisinde yetişen yogilere iman etmiş kişiler uğraşmaktadır. Saralı demiyor, medyum di­yor. Hüddam demiyor Ruh diyor, Ruhculuk demiyor, ispirtizma diyor. Ondört asır önce gönderilen peygamberimize inanmayı gericilik kabul ediyor, otuz asır önce yaşayan yogiye imanı ilericilik kabul ediyor. Allah, Allah, Allah diye zikir yapmak gericilik, siyan, şipan, siyan, siyan diye­rek Transa geçmek ilericilik.

Bunlardan bir kaçını gördükten sonra şeytanın çarptığı insanların ne hale geldiğini gördüm.

Şeytanın çarptığı bu insancıklardan birisi 1972 senesinde kendilerin­ce aydın kabul edilen bir gruba konferans -veriyordu. Bende orada bulu­luyordum. Eski Hint dinlerindeki tenasüh inancını anlatıyordu ve diyor­du ki: Kişi ölünce ruhu bir başka canlıda tekrar dünyaya gelir. Yaşantısı iyi ise daha iyi olarak dünyaya gelir. Bunun canlı şahitleri var. Adana'da bir çocuk sekiz yaşında kendisinin evli olduğunu hanımının ve çocukları­mın adını söyler. Biz gittik çocuğu aldık, hanımım dediği kadının yanına götürdük. Kadını ve çocukları hemen tanıdı.

Çocuk "beni bahçede başıma keser vurarak öldürdüler" dedi. Kadına "Eşinin nerede olduğunu" sorduğumuzda kadın, eşinin sekiz sene önce bahçede başına keser vurularak öldürüldüğünü söyledi. Kadının kocası­nın 8 Kasım 1962'de öldüğünü, çocuğun da aynı gün dünyaya geldiğini Öğrendik. İşte o adam öldürüldüğü an ruhu yeni doğan bir çocuğa geç­miştir der.

Dinleyicilerden birisi: "Afedersiniz ama herkes bilirki, çocuk ana rahminde dört aylıkken ruh verilir. O adam öldüğünde çocuk ana rahmin­de beş aydır canlı idi" deyince konferansçımız bir müddet sustu ve tarihi­ni yeniden araştıralım efendim dedi ve konferansı kesti.

Tenasüh inancını kuvvetlendirmek için Avrupa'dan da bazı örnekler verilir. Meselâ: Paris'de oturan bir aile yaz tatilini Marsilya'da geçirmek için yola çıkar. Marsilya'ya vardıktan sonra oraları daha önce hiç görme­yen yedi yaşındaki kızları gezecekleri yerleri ve yolları tarif eder. Adım adım o muhiti bildiği görülür. Neticede o kız da daha önce orada yaşamış bir prensesin ruhunun yaşadığına karar verilir.

Böyle bir olayın olup olmadığını bilmiyoruz. Yukarıda Adana'da ya­şanan olay gibi uydurma olabilir. Eğer uydurma değilse o kız rüyasında oraları görmüş olabilir. Benim İslâm Enstitüsü'nden sonra iki sene devam ettiğim kursa beni ziyaret için gelen bir dostum kapıdan içeri girdikten sonra o tarihî binanın her tarafını görmeden bana tarif ediverdi. Dersane, banyo, mutfak, tuvalet, bahçe ve mescidin nerelerde olduğunu otururken söyleyiverdi. Peki nasıl biliyorum? deyince akşamdan yatarken burayı düşündüm sana gelecektim gece burasını rüyamda gördüm dedi.

Rüyada gördüğümüz bazı şeyler uyanıkken gördüklerimizdir. Bu doğrudur. Ama görmediğimiz şeyleri de görüyoruz. Hatta bazı kişiler hiç gitmediği bir yere ilk defa vardığında "ben burayı biliyorum diyor ve gör­mediği yerleri de tarif ediyor." O orayı daha önce rüyada görmüş, hayali hafızaya depo edilmiştir. Bu gerçeği bilmeyen bir kısım insanlar günü­müzde ilim adına altı bin senelik Hind dininin tenasüh inancını diriltmeye ve mü'minin cennete giden yolunu cehenneme yöneltmeye çalışıyorlar.

Her ne ise gördüğümüz iyi rüyalar için Allah'a hamdedip dostlarımı­za rüyayı anlatacağız. Kötü rüyalar için de Allah'a sığınacağız. Euzü bes­mele çekeceğiz.[91]



(29) O Allah ki yeryüzünde olanların tamamını sizin için yaratan, sonra göğe yönelip yedi kat sema olarak donatan O'dur. O herşeyi bilir.

Yeryüzünde olanların tamamı bizim için, yani tüm insanlar için yaratılmıştır. Boş yaratılan bir şey yoktur. Müslümanlarca en sevimsiz yaratık olan domuzun bile insanlar için tabiatta bir çok faydası vardır. Onun yal­nız kendisini yemek ve derisini kullanmak bize haram kılınmıştır. Fayda­sız hiçbirşey yaratılmamıştır.

Herşey insanın faydalanması için yaratılmıştır.

Herşey Allah'a işaret ettiğinden insan için hakiki gidilecek adresi gösterdiğinden hepsi faydalıdır.

Casiye süresinin onüçüncü âyetinde yerde ve göktekilerin bize hiz­met için yaratıldığını haber veriyor. Herşey insan için hizmet eder. İnsan­ da Rabbi için hizmet etmelidir.

Komünistliğin moda olduğu dönemlerde bu âyeti komünistliğe delil getiren Arap bilginleri olmuştu. Günümüzde insanlık komünistlik bela­sından kurtuldu hamdolsun. Sıra kapitalist kâfirliğe geldi.

Allah (c.c.) bu tabiattan herkesin faydalanmasını isterken İslâm hu­kukuna uygun olmak kaydıyla özel mülkiyete izin vermiş. Özel mülkiyet de toplum çıkarlarına hizmet etmeli. Yoksa İslâm'a uygun olmayan şekilde saçıp savuran sefihin malına devletin el koyabileceğini haber verir Rabbimiz "Herşeyi sizin için yarattı" âyetinden anlıyoruz ki yaratılan herşey bi­zim içindir, denizden yıldıza, çiçekten böceğe, karıncadan domuza ka­dar yaratılan herşeyde bizim için faydalar vardır. Al-i İmran sûresi 191'nci âyette "Rabbimiz sen bunları boşuna (gayesiz, hikmetsiz) yarat­madın" diyoruz.

Domuzun eti, kanı, derisi, kılı herşeyi bize haram ama mademki Rabbimiz yaratmıştır, O'nun da tabiatta bizim için yerine getirdiği bir gö­revi vardır.

Anlatırlar. Afedersiniz, adamın biri hayvan pisliklerini yuvarlayan böceği görünce "Yarabbi bunu niye yarattın" demiş. Sonra adam hastalan­mış Calinus'a gitmiş O da hastasını muayene ettikten sonra "bok böcüsünden birkaç tanesini bulup suda kaynatıp içeceksin" demiş. Zorunlu olarak dediğini yapmış ve iyileşmiş.

Biz gülün de dikenin de bülbülün de akrebin de yaratılışında bir veya birçok faydanın olacağına inanır ve o faydaları araştırırız.

1 yorum:

  1. Sevbân radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselam buyurdular ki: "Ümmetimden birkısım insanları bilirim ki, Kıyamet günü Tihâme dağları emsalinde bembeyaz (tertemiz) hayırlarla gelirler. Aziz ve celil olan Allah Teâla hazretleri o sevapları saçılmış toz haline getirir (değersiz kılar, kabul etmez)."

    Sevban dedi ki : "Ey Allah'ın Resülü! Onları bize tavsif et, durumlarını açıkla da, bilmeyerek biz de onlardan olmayalım!" Aleyhissalâtu vesselâm açıkladılar:

    "Onlar sizin din kardeşlerinizdir. Sizin cinsinizden insanlardır. Sizin aldığınız gibi onlar da gece (ibadetin)den nasiplerini alırlar. Ancak onlar, Allah'ın yasaklarıyla tenhâda başbaşa kalınca o yasakları ihlâl ederler, çiğnerler."

    AK

    YanıtlaSil