21 Ekim 2012 Pazar

Vâkı’a Suresi 81-96 Ayetleri Seyyid Kutub Tefsiri


81- Şimdi siz bu sözü bu mesajı hafife mi alıyorsunuz?

82- Yalanlamayı kendinize rızık ve ileriye dönük birikim mi yapıyorsunuz?

83- Canın boğaza dayandığı an var ya,

84- O sırada sizler gözlerinizi o can çekişen adama dikersiniz.

85- Biz ona sizden daha yakınız, ama siz göremezsiniz.

86- Eğer yeniden diriltilip hesaba çekilmeyecekseniz,

87- Eğer söylediğiniz doğru ise, o çıkmak üzere olan canı geriye döndürsenize!


Ey müşrikler, size ahirette yeniden dirileceğinizi haber veren bu sözlerin doğruluğundan kuşku mu duyuyorsunuz? Kur'an'ı ve bu kitapta size verilen ahirete ilişkin bilgileri, onun içerdiği inanç sistemine ilişkin açıklamaları yalanlıyor musunuz? Başka bir deyimle;

"Yalanlamayı kendinize rızık ve ileriye dönük birikim mi yapıyorsunuz?"

Yani yalanlama huyunu hayatınızın kazancı ve ahirete yönelik tek sermayeniz haline mi getiriyorsunuz? Bu ne kötü bir kazanç, ne fena bir rızıktır!

Peki, can boğaza dayandığında ve ilerisi bilinmezliklerle dolu olan yolun kavşağına geldiğinizde ne yapacaksınız?

Sonra Kur'an'ın duygulandırıcı ve somut tasvirlerle dolu bir tablosu ile yüz yüze geliyoruz. Tabloda birkaç fırça darbesi ile tablonun bütün ana çizgileri canlandırılıyor. Bu ana çizgiler hem tablonun içeriğini hem ötesini ve hem de yol açtığı tüm çağrışımları gözlerimizin önüne seriyor:

“Canın boğaza dayandığı an var ya,

O sırada sizler gözlerinizi o can çekişen adama dikersiniz.

Biz ona sizden daha yakınız, ama siz göremezsiniz”

Bizler "Canın boğaza dayandığı an var ya" ayetini okurken can çekişen adamın göğsündeki hışırtıları işitir, yüz hatlarının gerilmelerini görür, çektiği ızdırabı ve sıkıntıyı hisseder gibi oluyoruz. Tıpkı bunun gibi "O sırada sizler gözlerinizi o can çekişen adama dikersiniz" ayetini okurken de adamın yakınlarının çaresiz bakışlarını ve yüzlerinde beliren umutsuzluğun gölgesini görür gibi oluyoruz.

O anda ruh, dünyadaki konukluk süresini doldurmuş, yeryüzünü ve yeryüzü ile ilgili her şeyi arkada bırakmış, bilmediği bir âleme yönelmiştir. Bu âlemde biriktirmiş olduğu amelden, elde ettiği iyilikten ve kötülükten başka hiçbir tutanağı, hiçbir güvencesi yoktur.

O anda bu ruhun sahibi çok şeyi görür, fakat gördüklerini anlatamaz. Çevresindeki canlı-cansız tüm varlıklardan kopmuştur artık. Çevresini saran eski dostları adamın sadece cesedini görüyorlar. Gerçi bakıyorlar, ama ne neler olup bittiğini görebiliyorlar ve ne de bir şey yapabiliyorlar. Bu noktada insanın gücü tükeniyor, insanın bilgisi duruyor, insanın at koşturduğu alan noktalanıyor. Bu noktada insanlar, hiç tartışmadan son derece güçsüz olduklarını, son derece yetersiz olduklarını anlıyorlar. Bu noktada insan görüşünün, insan bilgisinin, insan hareketinin önüne perde iniyor. Bu noktada yüce Allah'ın gücü ve bilgisi ortaksız biçimde egemen oluyor. Her şey kuşkusuz, tartışmasız ve demagojisiz bir kesinlikle yüce Allah'ın tekeline geçiyor:

"Biz ona sizden daha yakınız, ama siz göremezsiniz."

İşte bu anda tabloyu yüce Allah'ın varlığı şereflendirir, ortalığı O'nun ürpertici saygınlığı kaplar. Gerçi O her an her yerde vardır. Fakat ayetin ifadesi insanların çoğu kere akıllarından çıkardıkları bu gerçek bilinci tazeler. Böylece ölüm meclisinin havasına yüce Allah'ın varlığının ürpertisi egemen olur. O ana kadar bu meclise egemen olan yetersizlik, güçsüzlük, ayrılık, korku, veda ve yas havası arka plâna düşer.

Bu sarsıcı, titretici, yasa ve acı yüklü duyguların gölgesi altında her sözü kesen ve her tartışmayı noktalayan bir meydan okuma ile karşılaşıyoruz

"Eğer yeniden diriltilip hesaba çekilmeyecekseniz; eğer bu söylediğiniz doğru ise o çıkmak üzere olan canı geri döndürsenize!"

Eğer gerçekten sizin dediğiniz gibi hesaplaşma, ödül ve ceza yoksa o zaman sizler serbestsiniz; ne bir borcunuz var ne de verilecek bir hesabınız. O zaman ne duruyorsunuz? Şu adamın boğazına dayanan canı tutup geri çevirsenize! Baksanıza, adam hesaplaşma, ödül ve ceza yurduna gidiyor, onu geriye döndürsenize! Adam gözleriniz önünde, hareketsiz ve çaresiz bakışlarınız karşısında büyük hesaplaşma alanına doğru gidiyor!

Bu meydan okuma bütün demagojilerin maskesini düşürüyor, bütün delilleri çürütüyor, bütün tartışmaları kesiyor, bütün laf ebeliklerini geçersiz kılıyor. Bu büyük gerçek, olanca ağırlığı ile insanın vicdanına üzerine çöküyor. Delilsiz, dayanaksız ukalâlık yapma çıkmazına sapmadan bu gerçeğe karşı direnmek artık mümkün değildir.

Arkasından bu ruhun akıbetine ilişkin açıklamalar yapılıyor. Aslında bu ruh boğaza dayandığında, ölümcül hayatı geride bırakıp kalıcı hayata doğru adım atmaya hazırlandığında ve inkârcıların yalanladıkları hesaplaşma meydanına uzanan yolculuğun eşiğine geldiğinde kendisine bu akıbet uzaktan gösterilmişti.


88- Eğer ölmek üzere olan kişi Allah'a yakın olanlardan ise;

89- Esenlik, hoş kokulu çiçekler ve bol nimetli cennet onu bekliyor.

90- Eğer adam defteri sağdan verileceklerden ise,

91- Defterlerini sağdan alacak olan arkadaşlarının selâmı var sana.


92- Eğer adam sapık bir inkârcı ise,

93- O kaynar su sunularak ağırlanır.

94- Ve cehenneme atılır.

95- Bu kesin gerçektir.


96- Öyleyse yüce Rabbinin adını noksanlıklardan tenzih et.


Surenin başlarında yüce Allah'ın yakınlığını kazanan öncülere verilecek nimetlerin tablolarını görmüştük. Buradaki "esenlik" onları bekleyen nimetlerin belirtisi olarak görülüyor. Evet, "Esenlik, hoş kokulu çiçekler ve bol nimetli cennet onu bekliyor" cümlenin sözcüklerinden bile sanki şefkat ve okşama damlıyor. Ortalığı huzur, tatlılık, seçkin nimet ve cana yakın konukseverlik havası kaplıyor:

“Eğer adam defteri sağdan verilenlerden ise”

Bu ayetin hemen arkasından sözün yönü değiştirilerek doğrudan doğruya böyle olan kimseye sesleniliyor. Kendisine defterlerini sağdan alacak olan dostlarının selamı iletiliyor. O anda canının boğazına gelip dayandığı saniyede bu selâm ne gönül okşayıcı, ne hoş bir armağandır! Üzerine bütün endişeleri dağılıverir. Defterleri sağdan verilecek olan yoldaşlarının ilerdeki dostluğu gönlünü şenlendirir.

"Eğer adam sapık bir inkârcı ise, O kaynar su sunularak ağırlanır. Ve cehenneme atılır”

O alevli cehennem ne kötü bir ağırlama ve konaklama yeridir! Orada çekilecek olan azap ne ağır bir azaptır! Düşünelim ki, ruha bu akıbet gösteriliyor ve o kesinlikle bu akıbetle karşılaşacağını baştan biliyor.

Tablodaki gerilimin bu doruk noktasında surenin son mesajı geliyor. Mesajın frekansı yüksek, etkisi derin ve ses tonu yoktur.

“Bu kesin gerçektir”

“Öyleyse yüce Rabbinin adını noksanlıklardan tenzih et”

Böylece kesin gerçeğin "hak" terazisindeki baskınlığı ve ağırlığı surenin ilk ayetinde sözü edilen kıyamet olayının dehşeti ile buluşuyor, bütünleşiyor. Sure bu değişmez, kesin gerçeğin direktifi ile noktalanıyor. Direktifin içeriği saygı ile ve eksikliklerden uzak tutma bilinci ile yüce Allah'a yönelmektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder