1-
Kıyamet koptuğu zaman,
2-
Onu hiç kimse yalanlayamayacaktır.
3-
O kimini alçaltır, kimini de yükseltir.
4-
Yeryüzü şiddetle sarsıldığı zaman,
5-6
Dağlar paramparça olup, toz halinde boşluğa dağıldığı zaman,
7-
Sizler üç gruba ayrıldığınız zaman:
Dehşet saçan bir olayı
sunan bu girişte korku salma amacı son derece belirgindir. Okuduğumuz ayetlerde
bu amacı gözeten ve anlamla uyum kuran özel bir üslup kullanılıyor. Her şeyden
önce iki yerde "ne zamanki" anlamına gelen
"iza" şart edatı kullanılıyor. Bu edatın arkasından şart
cümlesi geldiği halde cevap cümlesine yer verilmiyor. Ayetleri bir daha
okuyalım da görelim:
"Kıyamet
koptuğu zaman,
Onu
hiç kimse yalanlayamayacaktır.
O
kimini alçaltır, kimini yükseltir."
Görüldüğü gibi "Hiç kimse tarafından yalanlanamayacak
olan, kiminin derecesini düşürürken kiminin değerini yükseltecek olan o olay
gerçekleştiği, yani kıyamet fiilen koptuğu zaman" ne olacağı
belirtilmiyor. Bunun yerine yeni bir söze geçiliyor. Şöyle ki:
“Yeryüzü
şiddetle sarsıldığı zaman. Dağlar paramparça olup, toz halinde boşluğa
dağıldığı zaman”
Bu büyük dehşet anının
gerçekleşmesinden sonra ne olacağı burada da belirtilmiyor. Sanki bu dehşet
tablosu, sonucu açıklamasız bırakılan bir giriş, bir ön-alârm niteliğindedir.
Açıklamasız geçiştirilmektedir. Çünkü bu
ön-alârmın sonu korkunçtur. Bu özel üslup, korkunçluğu ve dehşet saçıcı
özelliği girişteki bu ayetler tarafından belgelenen surenin genel havasına
uygun düşer. Mesela "vakıa" sözcüğü hem anlamı ve
hem de hecelerinin titreşimleri ile insanın kafasında şu çağrışımı uyandırıyor:
Yukardan düşen kocaman bir kütle kendisine bir yer bulup dengeye kavuşmuştur.
Artık ne sarsılacak, ne de yerinden kayacaktır. Yani "Onu hiç kimse yalanlayamayacaktır."
Ayrıca insan zihninin bu
büyük kütlenin düşüşüne, bu sürpriz olayın meydana gelişine ilişkin bir
beklentisi var. İnsan zihni bu düşüşün arkasından birtakım sarsıntıların,
birtakım alt-üst oluşların meydana geleceğini bekliyor. Ayetlerin akışı da bu
beklentiye cevap veriyor. Çünkü bu olay “Kimini alçaltır, kimini de yükseltir.” Yani bu sarsıntı o güne kadar
dünyada yüksek tutulan bazı değerleri alçaltırken, düşük sayıla gelmiş olan
bazı değerleri de yükseltir. O gün ölçüler ve değerler önce sarsılır, sonra
yüce Allah'ın terazisinde yeni dengelere kavuşur.
Sonra bu dehşet yeryüzünün,
insanların alışageldikleri algılarına göre dengeli ve sarsıntısız olan
yeryüzüne sıçrıyor. Bir de bakıyoruz ki, bu yeryüzü şiddetle sarsılıyor. Bu gerçek
kıyametin kopması imajı ile uyumlu bir ifade dile getiriliyor. Sonra bu
müthiş olayın etkisi ile onca sert bir yapıya sahip olan koca dağlar boşlukta
toz bulutu gibi uçuşan parçalara dönüşüyor: “Dağlar paramparça olup toz halinde boşluğa dağıldığı zaman”
Yeryüzünü şiddetle sarsan
ve dağları paramparça edip toz bulutu halinde boşluğa salan bu dehşet, ne kadar
korkunçtur. Daha önce ahireti yalanlamış ve yüce Allah'a ortak koşmuşlarken
şimdi yeryüzünü ve dağları bu hale dönüştürmüş bu müthiş olayla karşılaşan inkârcılar
ne kadar cahildirler!
Sure işte böylesine
kâfirler tarafından inkâr edilmiş ve Allah'a ortak koşanlara yalanlanmış,
insanı tepeden tırnağa titreten, duygu dünyasını korku fırtınasına tutturan
müthiş bir olayla başlıyor. Kıyametin kopmasını tasvir eden bu sahne burada
noktalanıyor. Amaç bu müthiş sarsıntı sonunda meydana gelen alçalmaları ve
yükselmeleri, insanların değerlerine ve akıbetlerine ilişkin değişiklikleri
gözlerimiz önüne sermektir.
8-
Defterleri sağdan verilenler. Ne mutlu onlara!
9-
Defterleri soldan verilenler… Vay gele başlarına!
10-
Ve öncüler, hep önden gidenler.
Burada üç sınıf insanla
karşılaşıyoruz. -Oysa Kur'an'ın bu tür teşhir amaçlı sahnelerinde genellikle
insanlar iki sınıfa ayrılırlardı- Önce defteri sağdan verilenler gündeme
getiriliyor. Fakat bu sınıf hakkında ayrıntılı açıklama yapılmıyor. Sadece şu
saygı ve önem yüklü bir tanıtma cümlesi ile yetiniliyor: "Defterleri sağdan verilenler. Ne
mutlu onlara!"
Arkasından aynı üslubun karşıt
içeriklisi ile defterleri soldan verilenlerden söz ediliyor. Sonra da gözler bu
grupların üçüncüsü olan "öncüler"e
çevriliyor. Bu mutlu grup tanıtılırken kendi öz sıfatı ile nitelenmekle yetiniliyor:
"Ve öncüler; hep önden
gidenler" buyruluyor. Sanki denmek isteniyor ki; Onlar,
onlardır işte; bu kadarı yeter. Yani bu grubun konumu o kadar yücedir ki,
hiçbir övgü ona bir şey ekleyemez.
Bu yüzden hemen bu
gruptakilerin Allah katındaki değerlerinin anlatılmasına geçiliyor, yüce
Allah'ın onlar için hazırladığı nimetlerin ayrıntılı açıklamasına girişiliyor.
Sayılan nimetler okuyucuların kavrayabilecekleri, bilgi ve deneyim
dağarcıklarında benzerlerini bulabilecekleri nimetlerdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder