57-
Sizleri yaratan biziz, bunu onaylasanıza.
58-
Fışkırttığınız meniyi görüyor musunuz?
59-
Onu siz mi yaratıyorsunuz, yoksa onu yaratan biz miyiz?
60-
Ölümü aranızda plânlayan biziz. Hiç kimse bizim önümüze geçemez.
61-
Amacımız benzerlerinizi yerinize geçirmek ve hepinizi bilmediğiniz bir âlemde
yeniden diriltmektir.
62-
İlk yaratılmayı bildiniz. Bunu düşünüp ders alsanıza!
Bu olgu, yani ilk ortaya
çıkış ile hayat sahnesinden çekiliş olgusu, başka bir deyimle yaratılış ve ölüm
olgusu herkesin gördüğü, bildiği ve yaşam süreci boyunca sık sık
tekrarlandığına tanık olduğu bir olgudur. O halde insan nasıl olur da yüce
Allah tarafından yaratıldığını onaylamaz? Bu gerçeğin fıtrat üzerindeki baskısı
o kadar büyük, o kadar ağırdır ki, insan
varlığı ona karşı direnemez, karşısında mücadele edemez. Evet, "Sizi
yaratan biziz, bunu onaylasanıza!":
"Fışkırttığınız
meniyi görüyor musunuz?
Onu siz mi yaratıyorsunuz,
yoksa onu yaratan biz miyiz?"
İnsanın yaratma eylemindeki
rolü, erkeğin kadın rahmine meni akıtmasından ibarettir. Erkeğin ve kadının işi
bu noktada biter. Bu noktadan sonra sınırsız güç işe el koyar. Bu basit sıvıyı
işlemeye başlar. Ona can verir. Onu geliştirir. Onun iskeletini çatar. İçine
ruh üfler. İlk insanın sahneye çıktığından beri bu mucize, sadece yüce Allah'ın
meydana getirebildiği bu olağanüstü olay her an tekrarlanır durur. Böyleyken
insan bu olayın özünü, mahiyetini kavrayamaz; nasıl meydana geldiğini bilmez.
Nerede kaldı ki, onun oluşumuna katkıda bulunsun!
Mesele böyle ana çizgileri
ile ortaya konunca onu herkes anlayabilir. Zaten yaratılış mucizesini
değerlendirip onun etkisini algılayabilmek için bu kadarını bilmek yeter. Fakat
bu tek hücrenin ana rahmine düşmesinden başlayarak canlı bir varlık haline
gelmesine kadar uzayan hikâyesi akla-hayale sığmaz derecede acayip bir
serüvendir. Öyle ki, eğer fiilen meydana gelmiş olmasa, eğer herkes onun
meydana gelmesine tanık olmasa bu hikâyeye hiçbir insan aklı inanmaz.
Bu tek hücre ana rahminde
bölünerek çoğalmaya başlar. Kısa süre sonra hücrelerin sayısı milyonları bulur.
Bu üreyen hücreler gruplara ayrılırlar. Her grubu oluşturan hücreler, diğer
grubu meydana getiren hücrelerden farklı özellikte olur. Çünkü her hücre grubu,
insan organizmasının başka bir tarafını, ayrı bir sistemini oluşturmakla
görevlidir. Mesela şunlar kemik hücreleri, şunlar kas hücreleri; şunlar deri
hücreleri, şunlar da sinir hücreleridir. Ayrıca şu gruptaki hücreler gözleri
oluşturmakla, şu gruptakiler dili oluşturmakla, şu gruptakiler kulakları
oluşturmakla, şu gruptakiler de çeşitli salgı bezlerini oluşturmakla
görevlidirler. İkinci gruptaki hücreler, birinci gruptaki hücrelere oranla daha
özel niteliklidir. Her hücre grubu görev yerini bilir. Buna göre mesela göz
hücreleri görev yerlerini şaşırıp karın boşluğunda ya da ayaklar bölgesinde
kümelenmeye kalkışmazlar. Eğer bu hücreler mümkün olsa da fabrikasyon yöntemi
ile üretilebilse ve sonra bu fabrikasyon hücreleri karın boşluğuna bırakılsa
orada göz meydana getirirler. Oysa doğal göz hücreleri kendi öz dürtüleri
sayesinde böyle bir yanlışlığa düşmezler, yani karın bölgesinde birikip orada
göz oluşturmaya girişmezler. Tıpkı bunun gibi kulak hücreleri de ayak
bölgesinde kümelenerek orada kulak meydana getirmezler. Bütün bu hücre grupları
yüce yaratıcının gözetimi altında görevlerini yaparak insan organizmasını en
güzel biçimde meydana getirirler. “İnsanın bu alanda hiçbir rolü, hiçbir
katkısı olmaz."
Bu hayatın başlangıcı.
Sonuna gelince o da daha az mucizevî, daha az hayret uyandırıcı değildir. Gerçi
o da hayatın başlangıcı gibi insanların alışılmış gözlemleri arasında yer alır:
"Ölümü
aranızda plânlayan biziz. Hiç kimse bizim önümüze geçemez.”
Her canlının sonu olan bu
ölüm acaba nedir? Nasıl meydana gelir? O karşı konulmaz gücünü nereden alıyor?
O yüce Allah'ın plânının
bir sonucudur. Bu yüzden ondan hiç kimse paçayı kurtaramaz. Onu hiç kimse
geride bırakıp atlatamaz. O yaratılış zincirindeki yerini mutlaka alacak olan
bir halkadır:
"Amacımız
benzerlerinizi yerinize geçirmektir."
Böylece yeryüzü
kalkınacak, hayat düzeyi gelişecek, halifelik görevi sizden sonra da
yürütülecektir. Ölümü nasıl yüce Allah plânladı ise hayatı da O plânlamıştır. O
ölümü, ölenlerin benzerleri olan başka insan kuşaklarını hayat sahnesine
çıkarmak için plânlamıştır. Bu süreç dünya hayatının vadesi doluncaya kadar
devam edecektir. Bu belirlenmiş vade dolunca yeniden diriliş aşamasına sıra
gelecektir:
"Ve
hepinizi bilmediğiniz bir âlemde yeniden diriltmektir."
Bu olay insan bilgisine
kapalı olan o meçhul âlemde meydana gelecektir. İnsanlar bu âlem hakkında, yüce
Allah'ın verdiği bilgiler dışında hiçbir şey bilmiyorlar. O zaman yaratılış
zincirinin son halkası yerine geçmiş ve insanlık kervanı konaklama yerine
varmış olur.
Bu ahiretteki yeniden
diriliştir. "İlk yaratılmayı bildiniz. Bunu düşünüp ders alsanıza!"
Bu
olay size son derece yakındır ve hiçbir akıl almaz tarafı yoktur.
Kur'an, gerek ilk yaratışın gerek ahiretteki yeniden dirilişin hikâyesini işte
böylesine yalın, böylesine kolay anlaşılır bir dille bildiği bir mantığın önüne
dikiyor. İnsan fıtratı bu mantığa karşı
koyamıyor. Çünkü bu mantık, onun yalın gerçekleri ile insan hayatının yakın
gerçeklerine dayanıyor. Ortada ne karmaşıklık, ne soyut kavramlar ne zihinleri
yoran ve vicdanlara sinmeyen felsefe spekülasyonları var.
İşte evreni yaratan,
insanı yoktan var eden ve Kur'an'ı indiren yüce Allah'ın öğretim yöntemi budur.
Kur'an, bir kere daha
yalın ve kolay anlaşılır anlatımı ile insanların karşısına çıkıyor. Onların
dikkatlerini alışageldikleri, sık sık gözledikleri bir başka olaya çekerek
kalplerini etkilemeye çalışıyor. Amaç farkında olmadıkları halde gözleri önünde
olup biten bu olayda kendilerine yüce Allah'ın elini göstermek, önlerinde
meydana gelen mucizeyi fark etmelerini sağlamaktır.
63-
Ektiğiniz tohumu görüyor musunuz?
64-
Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa onu bitiren biz miyiz?
65-
Eğer isteseydik o ekinlerinizi ot kırıntılarına dönüştürürdük de
şaşakalırdınız.
66-
Derdiniz ki; "Biz borca battık."
67-
"Daha doğrusu her şeyimizi kaybettik."
İnsanların elleri altında
filizlenip gelişen ve ürünü veren şu bitkiye bir göz atalım. İnsanların bu
olaydaki fonksiyonu nedir? Toprağı sürüyorlar ve yüce Allah'ın yarattığı tohumu
ekiyorlar, o kadar. Bu noktada fonksiyonları sona eriyor. Sonra yüce Allah'ın
güçlü eli tek başına devreye girerek olağanüstü, hayret uyandırıcı ve mucizevî
çalışmasına koyuluyor.
Tohum
tanesi, kendi türünü yeniden meydana getirmek üzere yola koyuluyor.
Bu yolda akıllı, deneyimli, aşacağı aşamalarının ayrıntılarından haberdar bir
canlının bilinci ile ilerliyor. İnsan zaman zaman işinde hata yapıyor, ama bu
tohum taneciği hiç yanlış adım atmıyor, hiç yolundan sapmıyor, belirlenmiş
hedefinden şaşmıyor. Çünkü bu hayret verici yolculuğunun yolu boyunca attığı
her adımı yüce Allah'ın güçlü elinin denetimi altında atıyor. Bu öylesine hayret uyandırıcı bir
yolculuktur ki, eğer eskiden de, şimdi de hep tekrarlanmasa ve her onu şu ya da
bu biçim ile, şu ya da bu türü ile görmemiş olsa hiçbir akıl onu onaylamaz,
hiçbir hayal onu tasarlayamazdı. Eğer böyle olmasaydı, bir tek buğday
tanesinin şu sapı, şu yaprakları, şu başağı ve şu kadar çok taneyi içinde
gizlediğine ya da bir hurma çekirdeğinin hiçbir eksiği olmayan kocaman bir
hurma ağacını yapısında taşıdığına hangi akıl inanır, hangi hayal gücü ihtimal
verirdi?
Eğer bu olay sabah-akşam
hep meydana gelmese, eğer bu hikâye herkesin gözü, kulağı önünde tekrarlanıp
durmasa hangi akıl bunu kabul eder, hangi akıl bunu tasarlayabilirdi? Hangi
insan bu hayret verici olayda toprağı sürmekten ve yüce Allah'ın yaratmış
olduğu tohumu ekmekten başka bir rolü, bir katkısı olduğunu iddia edebilir?
Bütün bunlardan sonra
insanlar kalkıyorlar, "biz ekin yetiştirdik" diyorlar. Oysa bu
süreçteki payları toprağı sürmekten ve tohumu ekmekten öteye geçmemiştir. Bunun ötesinde her tohum tanesinin
simgelediği hayret verici hikâye, tohumun çatlayıp filizlenmesinde, gelişip
serpilmesinde somutlaşan olağanüstü olay, bütün bu akla sığmaz gelişmeler
"ekinleri bitiren" yüce Allah'ın sanatının eseridir. Eğer Allah
dileseydi, bu tohum yolculuğunu başlatmazdı. Eğer Allah izin vermeseydi
başlayan bu yolculuk hedeflenen sonuca ermezdi. Eğer Allah isteseydi, o
bitkiyi, ürününü vermeden önce kuru bir çöpe dönüştürürdü. Tohum,
başlangıcından sonuna kadar uzayan yolculuğunun tümünü O'nun dileği ile
aşabiliyor.
Eğer ekilen tohum beklenen
ürününü vermeden mahvolsa insanlar mırın kırın ederler, yana-yakıla konuşurlar
ve meselâ "Biz borca battık; daha doğrusu her şeyimizi
kaybettik" derlerdi. Fakat yüce Allah lütfunun sonucu olarak onlara
ürün bağışlıyor, ekilen tohumun fonksiyonunu tamamlamasını, belirlenen
yolculuğunu sona erdirmesini sağlıyor.
Hemen belirtelim ki,
tohumun bu yolculuğu, ana rahmine atılan menideki sperma hücresinin
yolculuğunun aynısıdır. Bu yolculuk, sınırsız ilahi gücün yoktan var ederek
gözetimi altında sürdürdüğü hayatın dışa yansımış biçimlerinden biridir.
Bu ilk yaratılış olayı
gözler önündeyken yeniden diriliş olayında ne gibi bir gariplik bulunabilir?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder