41-
Defterleri soldan verilenler, vay gele başlarına!
42-
Onlar gözeneklerine işleyen kavurucu bir rüzgâr önünde ve kaynar su içinde,
43-
Kara ve boğucu bir dumanın gölgesi altındadırlar.
44-
Ne serinliği ve ne de okşayıcılığı var.
45-
Çünkü onlar vaktiyle varlık içinde azıtmışlardı.
46-
Büyük günahı (Allah'a ortak koşmaya) işlemekte ısrar ediyorlardı.
47-
"Ölüp toprak ve kemik yığını olduktan sonra, biz yeniden mi
diriltileceğiz?"
48-
"Eski atalarımız da mı?" diyorlardı.
49-
De ki: "Öncekiler de, sonrakiler de."
50-
"Belirlenmiş bir gününün randevusunda bir araya getirileceklerdir."
51-
Sonra siz, ey sapık yalanlayıcılar,
52-
Size kesinlikle Zakkum ağacının meyvesi yedirilecektir.
53-
Onunla karınlarınız doldurulacaktır.
54-
Üzerine de kaynar su içeceksiniz.
55-
Onu, içtikçe susayan develer gibi içeceksiniz.
56-
Onlar hesap günü işte böyle ağırlanacaklardır.
Defterleri sağdan
verilenlerin "gölgeleri kesintisiz"
ve "suları gürül gürül akışlı"
iken buna karşılık defterleri soldan verilenler "Gözeneklerine işleyen, kavurucu bir rüzgâr önünde ve kaynar su
içindedirler; Ne serinliği ve ne de okşayışı olmayan kara ve boğucu bir dumanın
gölgesi altındadırlar." Burada da gölge var. Fakat bu gölge
"kara ve boğucu bir dumanın gölgesi"dir.
Buna gölge denmesi alay ve istihza amacı iledir. O gölgenin "serinliği ve okşayışı" yoktur. Bu
sözde gölge, içine girenlerin nefeslerini tıkayan, genizlerini yakan bir zifiri
karanlıktır. Bu nefes kesici baskı, adamların davranışlarına uygun düşen bir
cezadır. Çünkü onlar varlık içinde
azıtmışlardı” Bu nefes kesici baskı o azgınlar için kim bilir ne can
yakıcıdır! Yine onlar "Büyük
günahı (Allah'a ortak koşma suçunu) işlemekte ısrar ediyorlardı." Ayetin
orijinalinde geçen ve sözcük anlamı ile "sözünden caymak" demek olan "hıns" sözcüğü burada suç anlamına gelir. Sözü edilen suç,
Allah'a ortak koşma suçudur. Bu sözcük aracılığı ile adamların verdikleri sözü
bozduklarına değinilmek isteniyor. Verdikleri sözden maksat, yüce Allah'ın
kendisine inanacakları, birliğini onaylayacakları yolunda fıtratlarından almış
olduğu taahhüttür. Ayrıca bu adamlar "Ölüp toprak ve kemik yığını olduktan sonra biz yeniden mi
diriltileceğiz? Eski atalarımız da mı?" diyorlardı.
Evet, yapıyorlardı,
ediyorlardı. Sanki adamların içinde bu ayetlerle muhatap oldukları dünya sanki
arkada kalmış, sona ermiş, geçmiş olmuş. Sanki şu anda bu sahne ve burada
tasvir edilen azap yaşanıyor. Ayetin üslubu bize bu izlenimi veriyor. Çünkü dünyanın tüm ömrü bir göz kırpma
süresi kadar ve asıl içinde yaşadığımız zaman, ölümden sonra varacağımız âlemdir,
ahirettir.
Burada tam yeri gelmişken
Kur'an, dünyaya dönerek inkârcıların yukarıdaki sözlerine cevap veriyor:
"De
ki: Öncekiler de, sonrakiler de belirlenmiş bir günün randevusunda bir araya
getirileceklerdir."
O gün şu anda içinde
bulunduğunuz, sahnelerini seyrettiğiniz, bol tanıklı gündür.
Bir sonraki ayette yine inkârcılara
dönülerek onları bekleyen akıbetin anlatılmasına devam ediliyor, yapılan
tasvirlerle azgınların çarpılacakları azabın tablosu tamamlanıyor:
"Sonra
siz, ey sapık yalanlayıcılar, size kesinlikle zakkum ağacının meyvesi
yedirilecektir."
Zakkum ağacının ne
olduğunu hiç kimse bilmiyor. Ona ilişkin tek bilgimiz şudur: Yüce Allah, başka
bir surede bu ağacın tomurcuklarının şeytanın başına benzediğini belirtiyor.
Gerçi hiç kimse şeytanın başını da görmemiştir. Fakat sadece sözü bile insana
çok şeyler anlatıyor. Üstelik "zakkum"
sözcüğü, tırmalayıcı ses yapısı aracılığı ile insanın zihninde yapışkan, sert,
tırmalayıcı batıcı bir imaj uyandırıyor. İnsan bu sözcüğü telaffuz ederken
avuçlarının, hatta gırtlağının tırmalandığını hissediyor. Zakkum ağacı,
defterleri sağdan verilecek olanlara sunulacak olan "dikensiz sedir ağaçları" ile "meyve yüklü muz ağaçları"nın karşılığıdır.
Zakkum ağacının meyveleri
şeytan başı gibi olmalarına rağmen bu inkarcılar "onunla karınlarını dolduracaklardır" Çünkü
çok açtırlar, çektikleri sıkıntı dayanılır gibi değildir. Bu dikenli acı meyve
adamları hemen suya doğru koşturuyor. Gırtlaklarını yumuşatma ve karınlarının
hararetini söndürme ihtiyacını doğuruyor. "Üzerine de kaynar su içeceksiniz" Hemen suya yumulurlar. "Onu içtikçe susayan develer gibi
içeceksiniz." Susuzluk nöbetine tutulan, bir türlü suya kanmayan
develere döneceklerdir. "Onlar hesap günü işte böyle
ağırlanacaklardır." "Ağırlanma"
dinlenmeyi, rahatlamayı ve huzuru çağrıştırır. Fakat defterleri soldan
verileceklerin ağırlanmaları böylesine huzursuz ve rahatsız edici olacaktır.
İşte onların o günkü ağırlanmaları böyle olacaktır. Hani o kuşku ile
karşıladıkları, soru konusu yaptıkları ve hakkında Kur'an'ın verdiği bilgileri
onaylamadıkları gün. Üstelik yüce Allah`a ortak koşuyorlar, O'nun bu bol
tanıklı güne ilişkin tehdidini umursamıyorlardı.
Kimi insanları alçaltırken
kimilerini yükseltecek olan kıyamet gününün akıbetlerinin ve yeni değerlerinin
gösterisi burada noktalanıyor. Aynı zamanda surenin ilk bölümü de sona eriyor.
Surenin ikinci bölümü ise
bütünü ile inanç sistemini yapılandırmayı amaçlıyor. Bunun yanı sıra yeniden
dirilme ve ahiret olgusu da sık sık vurgulanıyor. Bu bölümde Kur'an'ın insan
fıtratına seslenen kendine özgü anlatım biçimi açıkça ortaya çıkıyor. Kur'an,
iman etmeye çağıran kanıtları sergilerken insan vicdanına yalın, kolay
anlaşılır ve yumuşak sözlerle yaklaşıyor, en büyük gerçekleri anlatırken bile
insanın yakın çevresinden alınmış, zahmetsizce kavranabilen örneklerin
tanıklığına başvuruyor.
Kur'an, insanın gündelik
hayatında karşılaştığı gerçekleri ve sık sık tekrarlanan olayları evrensel
realitelere dönüştürür. Bu gerçekleri ile bu olaylarda yüce Allah'ın evrene
ilişkin yasalarını keşfeder. Bu gerçekler ve olaylardan hareket ederek geniş
kapsamlı bir inanç sistemi, evrene ilişkin bütünleşmiş bir düşünce tarzı
oluşturur. Ayrıca yine bu gerçeklerden ve bu olaylardan kendine özgü bir bakış
ve düşünce yöntemi geliştirir. Ruhlara ve kalplere canlılık kazandırır.
Duygulara ve algılara uyanıklık kazandırır. Bu uyanıklık iki yönlüdür. Bir yönü
sabah-akşam insanları gözetlediği halde onlar tarafından yeterince umursanmayan
evrenin dış yüzüne yöneliktir. Öbür yönü ile de insanların iç dünyalarına bu
dünyada olup biten acayipliklere ve olağanüstülüklere dönüktür.
Kur'an, insanları çarpıcı
olağanüstü olaylara, sayılı özel mucizelere havale etmez. Onları olağanüstü
olayları, mucizeleri, ayetleri, kanunları kendilerinin uzağında, gündelik
hayatlarının uzağında, yakın çevrelerindeki yabancısı olmadıkları evrensel görüntülerin
ötesinde aramak zorunda bırakmaz. İnsanların vicdanlarında bir inanç sistemi
oluşturmak için, bu inanç sistemine dayanan bir evren ve hayat görüşü meydana
getirmek için onları karmaşık felsefe akımlarına, içinden çıkılmaz rasyonel
tartışmalara ve herkesin yapamayacağı bilimsel deneylere daldırmaz.
İnsanların
kendi varlıkları yüce Allah'ın sanatının esridir.
Çevrelerindeki evrensel görüntüler O'nun gücünün ürünüdür. O'nun eli ile
yarattığı her nesnede bir mucize gizlidir. Kur'an da O'nun sözüdür. Kim
insanlara öz varlıklarında saklı olan ve yakın çevrelerindeki evrene
serpiştirilen mucizeleri kavratırsa onlara gündelik hayatlarındaki
olağanüstü olayları belletmiş olur. İnsanlar
bu olayları görüp durdukları halde içerdikleri mucizevî özü idrak edemiyorlar.
Çünkü bu olayları uzun zamandan beri gördükleri için onları kanıksamışlar,
olağanüstü niteliklerini göremez olmuşlardır. Kur'an, insanları bu olaylarla
yüz yüze getirerek gözlerini onlara doğru açmalarını ve içerdikleri müthiş
sırrı gözlemelerini sağlar. Bu sır yaratıcı gücün, ortaksız birliğin,
insanların öz varlıklarında olduğu gibi çevrelerini kuşatan evrende de aktif
etkisini gösteren ezeli yasal düzenin sırrıdır. Bu sır insana çağıran
kanıtlarla ve inanç sistemini yapılandıran açık deliller ile yüklüdür. Kur'an
bu sırrı insanların öz varlıklarına serpiştirir. Daha doğrusu fıtratlarında
uykuya dalan bu sırra uyanıklık kazandırır.
Surenin bu bölümüne işte
bu yöntem egemendir. Bölüm boyunca insanlara yaratıcı gücün öz varlıklarında
beliren, elleri ile yaptıkları tarımsal faaliyetlere yansıyan, içtikleri suda
meydana çıkan ve yaktıkları ateşte gizlenen kanıtları, mucizevî izleri
gösteriliyor. Bu olaylar gündelik hayatlarının en göze çarpan olaylarıdır.
Bunların yanı sıra son "an"a, şu gezegendeki hayatlarının sonu ile
ahiretteki hayatlarının başlangıcına da dikkatleri çekiliyor. Bu an ile herkes karşılaşacak, o noktaya
varınca tüm çareler tükenecek; o anda canlılar sınırsız ve tam yetkili
gücün tasarrufu ile somut biçimde yüzsüze geleceklerdir. O anda hiç kimse
hiçbir yana kımıldayamayacak, kıskıvrak yakalanacaktır. O anda bütün maskeler
düşecek, bütün bahaneler geçersiz olacaktır.
Kur'an'ın insan fıtratına
seslenirken kullandığı yöntem, bu kitabın hangi kaynaktan geldiğini gösteren
bir delildir. Kur'an'ın kaynağı ile evrenin kaynağı aynıdır. Kur'an'ın
yapılanmasında izlenen yöntem ile evrenin yapılanma sürecinde izlenen yöntem de
birdir. Evrendeki en karmaşık sistemler
ve en önemli yaratıklar en yalın elementlerden oluşur. Evren binasının yapı
taşının "atom" ve canlı binasının yapı taşının "hücre"
olduğu biliniyor. Atom, bütün küçüklüğüne rağmen başlı başına bir mucizedir.
Hücre de bütün minikliğine rağmen bir başka mucizedir.
Kur'an'da da gündelik
hayatın en basit gözlemleri son derece önemli bir inanç sisteminin ve
alabildiğine geniş kapsamlı evrensel düşüncenin oluşturulması sürecinde yapı
taşları olarak kullanılır. Bu gözlemler üreme, tohum ekip ekin yetiştirme, su,
ateş ve ölüm gibi sıradan gözlemlerdir. Bu gözlemler şu yeryüzünde yaşayan
hangi insanın deneyim dağarcığında yoktur? Meniden insan doğduğunu, tohumdan
ekin ürediğini, gökten yağmur yağdığını, ateşin yanışını ve ölümü hiç görmeyen
bir mağara adamı mı? Kur'an herkesin deneyim dağarcığında bulunan bu basit
gözlemlerden hareket ederek bir inanç sistemi kuruyor. Çünkü bu kitap çevresi
ve bilgi düzeyi ne olursa olsun bütün insanlara sesleniyor. Kur'an, zaman zaman
"gezegenlerin yörüngelerinden” de söz etmekle birlikte genellikle bu tür
yalın gözlemlere dikkatleri çeker. Çünkü bu yalın ve basit gözlemler aslında en
önemli evrensel gerçekler, en çarpıcı ilâhi sırlardır. Bunlar yalınlıkları
sayesinde her insanın fıtratına seslenirler. Aslında bu yalın gözlemler dünya
durdukça en iddialı bilginlerin araştırma konuları olacak kadar önemlidirler:
Gezegenlerin yörüngeleri,
evrene egemen olan geometrik dengeyi simgeler. İnsan hayatının doğuşu, sırların
sırrıdır. Bitkisel hayatın doğuşu, tıpkı hayvan hayatı gibi, mucizelerin
mucizesidir. Su, hayatın kaynağıdır. Ateş, insana özgü uygarlık sürecinin yapı taşıdır.
Bu nesneleri inceleme, bu
inanç ve düşünce sistemi oluşturma yöntemi, insanların kullandıkları bir yöntem
değildir. İnsanlar bu alanlara daldıklarında ya evrenin yapı taşlarını
oluşturan bu temel elementlere inmezler ya da eğer onları ele alırsa böylesine
yalın, böylesine kolay anlaşılır bir yaklaşımla ele almazlar. Bunun yerine
meseleleri sadece seçkin bir azınlığın anlayabileceği soyut ve karmaşık felsefe
tartışmalarına boğarlar.
Yüce Allah'a gelince O'nun
yöntemi işte budur: Evrenin yapı taşlarını oluşturan temel elementleri ele
alarak bunlardan yalın ve kolay anlaşılır, fakat aynı zamanda eksiksiz-gediksiz
bir inanç sistemi oluşturur. Tıpkı evrenin temel yapı taşlarını kullanarak şu
koca evreni bina ettiği gibi.
Beriki
öbürünün uzantısıdır aslında. Her ikisi aynı yaratıcı üslubun, aynı erişilmez
sanatın belirgin damgasını taşıyor!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder