7 Ekim 2012 Pazar

Tâ-Hâ Suresi 71-76 Ayetleri Tefsiri, S. Kutub


71- Firavun dedi ki; "Ben size izin vermeden ona inandınız ha! O size büyücülüğü öğreten elebaşınızdır. Andolsun ki, sağlı-sollu birer el ve ayağını kesecek, arkasından sizi hurma dallarına asacağım, böylece hangimizin azabı daha ağır, daha sürekliymiş, öğreneceksiniz.


Evet, zorba Firavun, imana gelen büyücülerine ne diyor? "Ben size izin vermeden ona inandınız ha!" Bu nasipsiz zorba bilmiyor ki, eski büyücüleri, kalplerini ateşi ile tutuşturmuş olan bu imanı, kendileri bile geri püskürtemezler. Çünkü "insan kalbi” rahmeti bol olan yüce Allah'ın iki parmağı arasındadır, onu dilediği tarafa döndürüverir. Ayeti okumaya devam ediyoruz:

"O size büyücülüğü öğreten elebaşınızdır."

Bu nasipsiz zorbaya göre büyücülerin Hz. Musâ ya teslim olmalarının sebebi budur. Yoksa bu teslim oluşun nedeni, hiç beklemedikleri bir kanaldan sızan iman nurunun kalplerine yürümesi, ya da rahmeti bol olan yüce Allah'ın, gözlerini örten sapıklık perdesini kaldırmış olması değildir.

Arkasından sert tehditler yağıyor. Zorbaları ayakta tutan tek koz olan işkence ve ceza canavarı kanlı dişlerini göstermekte gecikmiyor. Bütün acımasız diktatörler öyledir. Kalpleri ve ruhları baskı altına almaktan umutlarını kesince hınçlarını bedenlerden, etlerden ve kemiklerden çıkarmaya kalkışırlar, gönüllerine boyun eğdiremedikleri kahramanların vücutlarını işkenceler altında inletirler:

"Andolsun ki, sağlı-solu birer el ve ayağınızı kesecek, arkasından sizi hurma dallarına asacağım!"

Arkasından acımasız kaba gücü ile çalım satıyor, hava atıyor. Ormandaki vahşi hayvanların kullandıkları, gözünü kırpmadan karınları deşen ve kemikleri kıran, kaba gücü ile üstünlük taslıyor. Kanıtlarla kendini savunan insan ile pençeleri ile saldıran hayvanı birbirinden ayırmıyor:

"Böylece hangimizin azabı daha ağır, daha sürekliymiş, öğreneceksiniz."

Fakat iş işten geçti artık. İmanın dokunuşu, küçücük atomu görkemli kaynağına ulaştırmayı başarmıştır. Şimdi o kaynak, yani kalp, artık güçlüdür. Şimdi bütün yeryüzü kaynaklı güçler artık zayıftır. Şimdi yeryüzü tutsaklığı anlamındaki hayat, son derece değersiz ve ucuzdur. Artık bu kalplerin önüne ışıklı, parlak ufuklar açılmıştır. Artık bundan sonra ne yeryüzüne ve orada beslenen kısa ömürlü amaçlara metelik verirler ve ne de yeryüzü tutsaklığı anlamındaki yaşamayı aldatıcı lüksleri umursarlar. 


72- Büyücüler dediler ki; "Biz seni, bize gelen açık delillere ve Yaratıcımıza tercih edemeyiz. Vereceğin hükmü ver. Senin hükmün ancak dünya hayatında geçerli olabilir."

73- "Biz Rabbimize inandık. O'ndan günahlarının affetmesini ve bize zorla yaptırdığın büyücülüğümüzün suçunu bağışlamasını diliyoruz. Allah'ın ödülü, herkesinkinden daha üstün ve daha kalıcıdır."


Bu kalpleri iman melteminin rüzgârı okşamış da o yüzden böyle aslan kesilmişlerdir. Oysa aynı kalpler daha birkaç saniye öncesine kadar Firavun'un önün eğiliyorlar, onun yakınlığını kazanmayı paha biçilmez bir ganimet sayıyorlar, bu uğurda birbirleri ile kıyasıya yarışıyorlardı. Fakat birkaç saniye sonra güçlü bir protesto ile karşısına dikilmişler; onun tahtını, debdebesini, lüksünü, şöhretini ve otoritesini hiçe saymışlardır:

"Büyücüler dediler ki: “Biz seni, bize gelen açık delillere ve Yaratıcımıza tercih edemeyiz."

Bu Yaratıcımız bizim için daha değerli, daha üstün, daha yüce, daha büyük ve daha uludur:

"Hakkımızda vereceğin hükmü ver."

Dünyada bizden neyi alabileceksen o senin olsun:

"Senin hükmün ancak dünya hayatında geçerli olabilir."

Çünkü senin otoriten bu hayatın alanı ile sınırlıdır. Bu hayatın ötesinde senin otoriten bize geçmez. Oysa dünya hayatı ne kadar kısa ve ne kadar basittir. Senin bize çektirebileceğin işkence, bize verebileceğin ceza yüce Allah ile ilişki kurmuş ve ölümsüz, ebedi hayata ümit bağlamış bir kalbi korkutamayacak kadar basittir:

"Biz Rabbimize inandık. Ondan günahlarımızı affetmesini ve bize zorla yaptırdığın büyücülüğümüzün suçunu bağışlamasını diliyoruz."

O büyücülük suçunu sen bize baskı altında, zorla yaptırıyordun. Biz sana baş kaldıramıyorduk. Şimdi Rabbimize iman ettiğimiz için, O'nun günahlarımızı bağışlayacağını umuyoruz. Çünkü;

"Allah'ın ödülü, herkesinkinden daha üstün ve daha kalıcıdır."

Yüce Allah'ın bize vereceği pay ve O'na yakın olmak daha hayırlı, karşılık ve ödül olarak daha kalıcıdır. Senin bizi O'nunkinden daha ağır ve daha kalıcı bir ceza ile tehdit etmenin bizim için hiçbir önemi yoktur.

Rabblerine iman etmiş olan bu büyücüler, ilham yolu ile uyarılarak bu zorbaya ders vermeye, O'na tepeden bakmaya çağrılıyor.


74- Kim Rabbine günahkâr olarak gelirse onun için cehennem vardır. O orada ne ölür ve ne de dirilir.

75- Kim Rabbine, iyi ameller işlemiş bir mü'min olarak gelirse işte onlar için yüksek dereceler vardır.

76- Altlarından çeşitli ırmaklar akan "Adn" cennetleri yani. Onlar orada sürekli kalacaklardır. İşte günahlardan arınmışların ödülü budur.


Firavun, mü'min büyücüleri daha ağır ve daha sürekli bir ceza ile tehdit ediyor. İşte ona bir tablo… Asıl ağır ve kalıcı azaba çarpılacak olanın günahkâr olarak Rabbinin karşısına gelen kul olduğunu kanıtlayan bir tablodur bu:

"Kim Rabbine günahkâr olarak gelirse O'nun için cehennem vardır. O orada ne ölür ve ne de dirilir."

Ne ölür de kurtulur ve ne de canlanır da huzurlu bir hayat yaşar. Onun için tek realite ne ölümle noktalanacak olan ne de "hayat" ile sona erecek olan bitimsiz bir azaptır.

Bu acı tablonun karşı yüzünde yüce dereceler ve içlerinde sürekli kalınacak cennetler vardır. Bu cennetlerin köşkleri altından akan nehirler, ortalığa gönül okşayıcı bir serinlik yayarlar. "İşte günahlardan arınmışların ödülü budur", kötülüklerden uzak duranları, temiz kalmayı başaranları böylesine mutlu bir son beklemektedir.

Görülüyor ki, mü'min kalpler bu acımasız zorbanın tehditleri ile alay ettiler. Mü'mine yaraşır sözü yüzüne karşı dobra dobra haykırdılar. Güven verici imanın aşıladığı üstünlük duygusu ile, yalın imanın önerdiği çekingenlikle ve köklü imanın gürleştirdiği umutla bu küstah zorbaya meydan okudular.

Bu tablo, insan kalbinin özgürlüğünü ilân eden bir belgesi olarak insanlık tarihine geçti. İnsan kalbinin yeryüzü tutsaklığını, yer kaynaklı otorite bağımlılığını, ödül tutkusu ile iktidar korkusunu alt edişini insanlığın siciline yüz ağartıcı bir sayfa olarak işledi. İnsan kalbi bu mertçe ve dobra dobra çıkışı, ancak imanın ışığı altında gerçekleştirebilir.

Burada sahnenin perdesi iniyor. Az sonra tekrar kalktığında bu hikâyenin başka bir sahnesi ile, yeni bir halkası ile yüz yüze geleceğiz.

Bu yeni sahne düşünce ve inanç düzeyinde zafere ulaşan gerçeğin ve imanın, bu üstünlüğünün arkasından, görülen pratik hayatta da zafere ermesinin somut belgesidir. Yukarıdaki ayetlerde değnek mucizesinin, büyücülük karşısında; büyücülerin kalplerini aydınlatan imanın, göz boyayıcılık karşısında yine bu kalplerdeki imanın çıkar beklentileri, korkutmalar, tehditler ve yıldırmalar karşısında zafere erişinin hikâyesini okumuştuk.

Şimdi de bu yeni sahnede hak, batıl karşısında; doğru, eğri karşısında; hidayet, sapıklık karşısında; iman, kaba güç karşısında, bu kez, görünen pratik hayat düzeyinde zafer kazanıyor. Bu ikinci zafer, ilk zaferle bağlantılıdır, onun uzantısıdır. Çünkü pratik hayattaki zafer, ancak insanın iç dünyasında gerçekleşecek zaferden sonra kazanılabilir.

"Hak" yanlıları savundukları gerçeğe vicdanlarında, iç dünyalarında üstünlük kazandırmadıkça onu dış dünyada üstünlük tahtına çıkaramazlar. Gerçeğin ve imanın yalın bir özü, reel bir kimliği vardır. Bu inananların duygularında somutlaşınca yol almaya ve kendini açığa vurmaya başlar ve insanlar onu gerçek kimliği ile görme imkânına kavuşurlar. Buna karşılık iman, kalpteki somutlaşmamış, bulanık bir sembol ve gerçek (hak) da vicdandan kaynaklanmayan kuru bir slogan olarak kaldıkça, zorbalık ve batıl, bu imanı ve bu hakkı yenilgiye uğratabilirler. Çünkü zorbalığın ve batılın, gerçek maddi güçleri vardır; sözde kalan, içtensiz imanın ve hakkın bunlara verecek, denk karşılığı yoktur.

Demek oluyor ki, imanın özü vicdanlarda gerçeklik kazanmalı ve hakkın kimliği kalplerde somutlaşmalıdır. Ancak o zaman iman ile hak, batıla üstünlük sağlayan ve zorbalığa saldırganlık cesareti veren reel maddi güçleri alt edebilirler. İşte Hz. Musâ'nın büyücülük-ve büyücüler karşısında, arkasından büyücülerin Firavun ile onun önde gelen kurmayları karşısında kazandıkları parlak zaferin sırrı bu noktada gizlidir. İşte devamında okuyacağımız ayetlerin gözlerimizin önünde canlandıracakları sahne bu gerçeği bir daha kanıtlayacaktır. O sahnede göreceğiz ki, eğer hak yeryüzünde somut bir zafer kazanmışsa bu zafer, hak yanlılarının imanlarının dışa yansıyarak zalimlerin kaba güçlerini dize getirmeleri sayesinde elde edilmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder