71-
Firavun dedi ki; "Ben size izin vermeden ona inandınız ha! O size
büyücülüğü öğreten elebaşınızdır. Andolsun ki, sağlı-sollu birer el ve ayağını
kesecek, arkasından sizi hurma dallarına asacağım, böylece hangimizin azabı
daha ağır, daha sürekliymiş, öğreneceksiniz.
Evet, zorba Firavun, imana
gelen büyücülerine ne diyor? "Ben
size izin vermeden ona inandınız ha!" Bu nasipsiz zorba bilmiyor
ki, eski büyücüleri, kalplerini ateşi ile tutuşturmuş olan bu imanı, kendileri
bile geri püskürtemezler. Çünkü "insan kalbi” rahmeti bol olan yüce
Allah'ın iki parmağı arasındadır, onu dilediği tarafa döndürüverir. Ayeti okumaya
devam ediyoruz:
"O
size büyücülüğü öğreten elebaşınızdır."
Bu nasipsiz zorbaya göre
büyücülerin Hz. Musâ ya teslim olmalarının sebebi budur. Yoksa bu teslim oluşun
nedeni, hiç beklemedikleri bir kanaldan sızan iman nurunun kalplerine yürümesi,
ya da rahmeti bol olan yüce Allah'ın, gözlerini örten sapıklık perdesini
kaldırmış olması değildir.
Arkasından sert tehditler
yağıyor. Zorbaları ayakta tutan tek koz olan işkence ve ceza canavarı kanlı
dişlerini göstermekte gecikmiyor. Bütün acımasız diktatörler öyledir. Kalpleri
ve ruhları baskı altına almaktan umutlarını kesince hınçlarını bedenlerden,
etlerden ve kemiklerden çıkarmaya kalkışırlar, gönüllerine boyun
eğdiremedikleri kahramanların vücutlarını işkenceler altında inletirler:
"Andolsun
ki, sağlı-solu birer el ve ayağınızı kesecek, arkasından sizi hurma dallarına
asacağım!"
Arkasından acımasız kaba
gücü ile çalım satıyor, hava atıyor. Ormandaki vahşi hayvanların kullandıkları,
gözünü kırpmadan karınları deşen ve kemikleri kıran, kaba gücü ile üstünlük
taslıyor. Kanıtlarla kendini savunan insan ile pençeleri ile saldıran hayvanı
birbirinden ayırmıyor:
"Böylece
hangimizin azabı daha ağır, daha sürekliymiş, öğreneceksiniz."
Fakat iş işten geçti
artık. İmanın dokunuşu, küçücük atomu
görkemli kaynağına ulaştırmayı başarmıştır. Şimdi o kaynak, yani
kalp, artık güçlüdür. Şimdi
bütün yeryüzü kaynaklı güçler artık zayıftır. Şimdi yeryüzü tutsaklığı anlamındaki hayat, son derece değersiz ve
ucuzdur. Artık bu kalplerin önüne ışıklı, parlak ufuklar açılmıştır. Artık bundan sonra ne yeryüzüne ve orada
beslenen kısa ömürlü amaçlara metelik verirler ve ne de yeryüzü tutsaklığı
anlamındaki yaşamayı aldatıcı lüksleri umursarlar.
72-
Büyücüler dediler ki; "Biz seni, bize gelen açık delillere ve Yaratıcımıza
tercih edemeyiz. Vereceğin hükmü ver. Senin hükmün ancak dünya hayatında
geçerli olabilir."
73-
"Biz Rabbimize inandık. O'ndan günahlarının affetmesini ve bize zorla
yaptırdığın büyücülüğümüzün suçunu bağışlamasını diliyoruz. Allah'ın ödülü,
herkesinkinden daha üstün ve daha kalıcıdır."
Bu kalpleri iman
melteminin rüzgârı okşamış da o yüzden böyle aslan kesilmişlerdir. Oysa aynı
kalpler daha birkaç saniye öncesine kadar Firavun'un önün eğiliyorlar, onun
yakınlığını kazanmayı paha biçilmez bir ganimet sayıyorlar, bu
uğurda birbirleri ile kıyasıya yarışıyorlardı. Fakat birkaç saniye
sonra güçlü bir protesto ile karşısına dikilmişler; onun tahtını, debdebesini,
lüksünü, şöhretini ve otoritesini hiçe saymışlardır:
"Büyücüler
dediler ki: “Biz seni, bize gelen açık delillere ve Yaratıcımıza tercih
edemeyiz."
Bu Yaratıcımız bizim için
daha değerli, daha üstün, daha yüce, daha büyük ve daha uludur:
"Hakkımızda
vereceğin hükmü ver."
Dünyada bizden neyi
alabileceksen o senin olsun:
"Senin
hükmün ancak dünya hayatında geçerli olabilir."
Çünkü senin otoriten bu
hayatın alanı ile sınırlıdır. Bu hayatın ötesinde senin otoriten bize geçmez. Oysa dünya hayatı ne kadar kısa ve ne kadar
basittir. Senin bize çektirebileceğin işkence, bize verebileceğin ceza yüce
Allah ile ilişki kurmuş ve ölümsüz, ebedi
hayata ümit bağlamış bir kalbi korkutamayacak kadar basittir:
"Biz
Rabbimize inandık. Ondan günahlarımızı affetmesini ve bize zorla yaptırdığın
büyücülüğümüzün suçunu bağışlamasını diliyoruz."
O büyücülük suçunu sen
bize baskı altında, zorla yaptırıyordun. Biz sana baş kaldıramıyorduk. Şimdi
Rabbimize iman ettiğimiz için, O'nun günahlarımızı bağışlayacağını umuyoruz.
Çünkü;
"Allah'ın
ödülü, herkesinkinden daha üstün ve daha kalıcıdır."
Yüce Allah'ın bize
vereceği pay ve O'na yakın olmak daha hayırlı, karşılık ve ödül olarak daha
kalıcıdır. Senin bizi O'nunkinden daha ağır ve daha kalıcı bir ceza ile tehdit
etmenin bizim için hiçbir önemi yoktur.
Rabblerine iman etmiş olan
bu büyücüler, ilham yolu ile uyarılarak bu zorbaya ders vermeye, O'na tepeden
bakmaya çağrılıyor.
74-
Kim Rabbine günahkâr olarak gelirse onun için cehennem vardır. O orada ne ölür
ve ne de dirilir.
75-
Kim Rabbine, iyi ameller işlemiş bir mü'min olarak gelirse işte onlar için
yüksek dereceler vardır.
76-
Altlarından çeşitli ırmaklar akan "Adn" cennetleri yani. Onlar orada
sürekli kalacaklardır. İşte günahlardan arınmışların ödülü budur.
Firavun, mü'min büyücüleri
daha ağır ve daha sürekli bir ceza ile tehdit ediyor. İşte ona bir tablo… Asıl
ağır ve kalıcı azaba çarpılacak olanın günahkâr olarak Rabbinin karşısına gelen
kul olduğunu kanıtlayan bir tablodur bu:
"Kim
Rabbine günahkâr olarak gelirse O'nun için cehennem vardır. O orada ne ölür ve
ne de dirilir."
Ne ölür de kurtulur ve ne de
canlanır da huzurlu bir hayat yaşar. Onun için tek realite ne ölümle
noktalanacak olan ne de "hayat" ile sona erecek olan
bitimsiz bir azaptır.
Bu acı tablonun karşı
yüzünde yüce dereceler ve içlerinde sürekli kalınacak cennetler vardır. Bu
cennetlerin köşkleri altından akan nehirler, ortalığa gönül okşayıcı bir
serinlik yayarlar. "İşte
günahlardan arınmışların ödülü budur", kötülüklerden uzak
duranları, temiz kalmayı başaranları böylesine mutlu bir son beklemektedir.
Görülüyor ki, mü'min
kalpler bu acımasız zorbanın tehditleri ile alay ettiler. Mü'mine yaraşır sözü
yüzüne karşı dobra dobra haykırdılar. Güven verici imanın aşıladığı üstünlük
duygusu ile, yalın imanın önerdiği çekingenlikle ve köklü imanın gürleştirdiği
umutla bu küstah zorbaya meydan okudular.
Bu tablo, insan kalbinin özgürlüğünü ilân eden bir
belgesi olarak insanlık tarihine geçti. İnsan kalbinin yeryüzü tutsaklığını, yer kaynaklı otorite
bağımlılığını, ödül tutkusu ile iktidar korkusunu alt edişini insanlığın
siciline yüz ağartıcı bir sayfa olarak işledi. İnsan kalbi bu mertçe ve
dobra dobra çıkışı, ancak imanın ışığı altında gerçekleştirebilir.
Burada sahnenin perdesi
iniyor. Az sonra tekrar kalktığında bu hikâyenin başka bir sahnesi ile, yeni
bir halkası ile yüz yüze geleceğiz.
Bu yeni sahne düşünce ve
inanç düzeyinde zafere ulaşan gerçeğin ve imanın, bu üstünlüğünün arkasından,
görülen pratik hayatta da zafere ermesinin somut belgesidir. Yukarıdaki
ayetlerde değnek mucizesinin, büyücülük karşısında; büyücülerin kalplerini
aydınlatan imanın, göz boyayıcılık karşısında yine bu kalplerdeki imanın çıkar
beklentileri, korkutmalar, tehditler ve yıldırmalar karşısında zafere erişinin
hikâyesini okumuştuk.
Şimdi de bu yeni sahnede
hak, batıl karşısında; doğru, eğri karşısında; hidayet, sapıklık karşısında;
iman, kaba güç karşısında, bu kez, görünen pratik hayat düzeyinde zafer
kazanıyor. Bu ikinci zafer, ilk zaferle bağlantılıdır, onun uzantısıdır. Çünkü
pratik hayattaki zafer, ancak insanın iç dünyasında gerçekleşecek zaferden
sonra kazanılabilir.
"Hak" yanlıları savundukları gerçeğe
vicdanlarında, iç dünyalarında üstünlük kazandırmadıkça onu dış dünyada
üstünlük tahtına çıkaramazlar. Gerçeğin ve imanın yalın bir özü, reel bir
kimliği vardır. Bu inananların duygularında somutlaşınca yol almaya ve kendini
açığa vurmaya başlar ve insanlar onu gerçek kimliği ile görme imkânına
kavuşurlar. Buna karşılık iman, kalpteki
somutlaşmamış, bulanık bir sembol ve gerçek (hak) da vicdandan kaynaklanmayan
kuru bir slogan olarak kaldıkça, zorbalık ve batıl, bu imanı ve bu hakkı
yenilgiye uğratabilirler. Çünkü zorbalığın ve batılın, gerçek maddi güçleri
vardır; sözde kalan, içtensiz imanın ve hakkın bunlara verecek, denk karşılığı
yoktur.
Demek oluyor ki, imanın
özü vicdanlarda gerçeklik kazanmalı ve hakkın kimliği kalplerde
somutlaşmalıdır. Ancak o zaman iman ile hak, batıla üstünlük sağlayan ve
zorbalığa saldırganlık cesareti veren reel maddi güçleri alt edebilirler. İşte
Hz. Musâ'nın büyücülük-ve büyücüler karşısında, arkasından büyücülerin Firavun
ile onun önde gelen kurmayları karşısında kazandıkları parlak zaferin sırrı bu
noktada gizlidir. İşte devamında okuyacağımız ayetlerin gözlerimizin önünde
canlandıracakları sahne bu gerçeği bir daha kanıtlayacaktır. O sahnede göreceğiz ki, eğer hak yeryüzünde
somut bir zafer kazanmışsa bu zafer, hak yanlılarının imanlarının dışa
yansıyarak zalimlerin kaba güçlerini dize getirmeleri sayesinde elde
edilmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder