19 Ekim 2012 Cuma

Vâkı’a Suresi 68-80 Ayetleri Seyyid Kutub Tefsiri


68- İçtiğiniz suyu görüyor musunuz?

69- Onu siz mi buluttan yere indiriyorsunuz, yoksa onu indiren biz miyiz?

70- Eğer isteseydik onu acı yapardık. Şükretsenize!


Yüce Allah'ın plânı uyarınca hayatın kaynağı ve vazgeçilmez, yeri doldurulmaz temel unsuru olan şu suya bir bakalım. Acaba insanın bu madde üzerindeki rolü nedir? Tek rolü, onu içmektir. Bunun ötesinde onu elementlerinden oluşturan ve bulutlardan yere indiren güce gelince bu güç, tek başına yüce Allah'ın gücüdür. Ayrıca O, bu suyun "tatlı" olmasını planlamıştır.

“Eğer isteseydik onu acı yapardık”

O zaman ne içilebilirdi ve ne de hayat kaynağı olabilirdi. Öyleyse ey insanlar, suya ilişkin iradesini şimdiki doğrultuda yürütmüş olan yüce Allah'ın bağışına şükretsenize!

Bu Kur'an ilk seslendiği insanlar olan Araplar için bulutlardan yere inen su, yani yağmurun yağması, hayat iksiri, şenlik sebebi ve gönül tellerini titreten, heyecan uyandırıcı bir konuşma konusu idi. Arap edebiyatının kasideleri ve öbür türlerdeki şiirleri bu özlemi ebedileştiren örneklerle doludur. İnsanlık uygarlık alanında geliştikçe suyun değeri azalmamış, tersine artmıştır. Bilimsel araştırmalarla uğraşanlar, suyun ilk kaynağını belirlemeye çalışan bilginler, öbür sıradan insanlara oranla suyun ilk oluşumu olayına daha çok değer verirler. Kısacası suyun yaratılışı ve yağmur olarak yere inişi hem çöldeki ilkel insan için, hem de bilimsel araştırmalarla uğraşan bilgin için aynı derecede ilgi odağıdır.


71- Tutuşturduğunuz ateşi görüyor musunuz?

72- Onun ağacını siz mi yaratıyorsunuz, yoksa onu yaratan biz miyiz?

73- Biz onu hem düşündürücü, ibret verici bir bir uyarıcı, hem de ihtiyacı onlar için bir yararlanma kaynağı olarak yarattık.

74- Öyleyse yüce Rabbinin adını noksanlıklardan tenzih et.


İnsanoğlunun ateşi keşfetmesi, tarihinin büyük bir olayıdır. Belki de uygarlığın başlangıcını oluşturan en büyük buluştur. Fakat zamanımızda alışılmış, kanıksanmış, önem verilmez olmuştur. Evet, insan ateşi yakıyor. Fakat bu ateşin yakıtını kim yarattı? Ateşi tutuşturmak için hammadde olarak kullanılan ağacı, odunu kim var etmiştir? Yukarıda bitki yetiştirme olayından söz etmiştik. Ağaç da bu bitki yetiştirme faaliyetinin bir alanıdır. Üstelik okuduğumuz ayetlerin ilkinde yer alan "ağacını" ifadesi ile dikkatlerimiz diğer önemli bir noktaya çekiliyor. Eski Araplar iki ağacın dallarını birbirine sürterek ateş yakarlardı. Bu yöntem o gün olduğu gibi günümüzün ilkel toplumları tarafından da kullanılıyor. Bu yüzden ateşin tutuşması olayı o günkü Arapların gündelik deneyimlerine daha yakın, daha dikkat çekici bir olaydı. Ateş mucizesi ve araştırmacı bilginlere göre sır olan niteliği hâlâ araştırma, gözlem ve ilgi konusudur. Söz ateşten açılmışken ayet, ahiretteki cehennemin ateşine dolaylı biçimde değinen bir hatırlatma yapıyor:

“Biz onu hem düşündürücü, ibret verici bir uyarıcı, hem de ihtiyacı olanlar için bir yararlanma kaynağı olarak yarattık”

"Uyarıcı", yani cehennem ateşini hatırlatan bir uyarıcıdır o. Ayrıca onu ihtiyacı olanlar için, özellikle yolcular için bir yararlanma kaynağı olarak yarattık. Bu işaret, bu ayetin ilk okuyucularının vicdanlarında derin etki meydana getirecek nitelikte idi. Çünkü onların gündelik hayatlarında, yaşama süreçlerinde canlı, somut anlamı olan bir realiteyi simgeliyordu.

Ayetler, iman etmeyi haykıran, kalplere ve zihinlere kolayca işleyen bu gerçekleri ve sırları gözler önüne serdikten sonra dikkatlerimiz bu gerçeklerin dayanak noktasını oluşturan gerçeğe çevriliyor. Bu gerçek Allah'ın varlığı, yüceliği ve Rabb'lığı gerçeğidir. Bu gerçek insan fıtratına güçlü bir etki ile yöneliyor. Ayrıca Peygamberimize bu gerçeği canlandırması, hakkını vermesi ve vakit geçirmeden onunla kalpleri kamçılaması yolunda kesin direktif veriliyor.


75- Yıldızların yörüngeleri üzerine yemin ederim ki;

76- -Keşke bilseniz bu ne büyük bir yemindir

77- Bu kitap, yüce Kur'an'dır.

78- Aslı (Allah katındaki) bir kitapta saklıdır.

79- Ona sadece tertemiz kimseler el sürebilir.

80- O, Allah tarafından indirilmiştir.


Bu ayetin o günkü muhatapları olan Araplar yıldızların yörüngeleri hakkında çok az şeyler biliyorlardı. Onlar gök cisimlerine ilişkin bilgileri sadece çıplak gözle elde edebiliyorlardı. Bu yüzden yüce Allah "Keşke bilseniz bu ne büyük bir yemindir" diyerek duyarlıklarını bilemek istemiştir. Biz ise yemine konu olan yıldız yörüngeleri hakkında o günün Araplarına oranla çok daha fazla bilgi payına sahip olduğumuz için edilen yeminin büyüklüğünü daha iyi kavrayabiliyoruz. Gerçi yıldızların yörüngelerinin görkemi hakkında biz de az şey biliyoruz.

Görüş menzilleri sınırlı ve küçük teleskoplarımız aracılığı ile elde edebildiğimiz bu kıt bilgilerimiz bize diyor ki: Uçsuz-bucaksız uzay boşluğunda "galaksi" adı verilen sayısız yıldız kümeleri vardır. Bu galaksilerin sadece biri, bizim güneş sistemimizi de içine alan yıldız kümesi, yüz milyon kadar yıldızdan oluşmuştur.

"Astronomi bilginlerinin dediklerine göre uzay boşluğunda milyarı aşkın sayıda yıldız ve gök cismi vardır. Bu yıldızların ve gezegenlerin bir bölümü çıplak gözle görülebilir, diğer bir bölümü sadece uzun menzilli dürbünlerle ve teleskoplarla görülebilir, başka bir bölümünden ise birtakım sinyaller alınabilir, fakat teleskop ekranlarında görülmeleri mümkün değildir. Bütün bu yıldızlar ve gezegenler biçimini bilmediğimiz yörüngelerinde hareket ederler. Herhangi bir yıldızın mıknatıs alanı, başka bir yıldızın mıknatıs alanı ile hiçbir noktada çakışmaz. Tıpkı bunun gibi hiçbir yıldızın bir başka yıldızla çarpışması söz konusu değildir. Böyle bir olay, ancak biri Akdenizde ve öbürü Atlas okyanusunda aynı yönde ve aynı hızla yol alan iki geminin çarpışması kadar muhtemeldir. Böyle bir şey de eğer imkânsız değilse, o bile son derece uzak bir ihtimaldir."

Yıldızların yörüngeleri arasındaki uzaklık bir hikmete ve planlanmış bir ölçüye göre belirlenmiştir. Bu uzaklık yıldızlar ve gök cisimleri arasındaki karşılıklı etkilenmelerle uyumludur. Bu uyum sayesinde bütün bu gök cisimlerinin uçsuz-bucaksız evrendeki karşılıklı dengeleri oluşmaktadır.

İşte yıldızların yörüngelerinin görkeminin bir bölümü, bir yönü budur. Hiç kuşkusuz bu bilgi, Kur'an'a ilk kez muhatap olan Arapların yıldızlara ilişkin bildiklerine oranla çok büyüktür. Fakat aynı zamanda yıldızların yörüngelerin görkemine ilişkin gerçeğin tümü ile karşılaştırılamayacak derecede yetersizdir.

Evet, "Yıldızların yörüngeleri üzerine yemin ederim ki”

Oysa mesele, yemine muhtaç olmayacak derecede açık ve belirgindir:

"Keşke bilseniz bu ne büyük bir yemindir."

Burada yeminin önemi bir ara cümle ile vurgulanıyor ve hem arkasından sözün akışı değiştiriliyor. Aslında yemine muhtaç olmayan bu değişmez ve belirgin gerçeğin, zihinlere yerleştirilmesi açısından bu anlatım tarzı son derece etkilidir:

"Bu kitap, yüce Kur'an'dır.

Aslı (Allah katındaki) bir kitapta saklıdır.

Ona sadece tertemiz kimseler el sürebilir.

O Allah tarafından indirilmiştir."

Evet, "Bu kitap yüce Kur'an'dır." Yoksa müşriklerin iddia ettikleri gibi ne bir kâhin sözü ne bir deli saçması ne Allah'a yakıştırılmış bir uydurma ne eski kuşaklardan kalma bir masal ve ne de şeytanlar tarafından getirilmiş bir mesajdır. Bütün bunlar ve bunlara benzer daha birçok müşrik iddiaları tümü ile asılsızdır. Bu kitap, yüce bir Kur'an'dır. Kaynağı bakımından yücedir, başlı başına yücedir, gösterdiği yolun yönü bakımından yücedir. Devam ediyoruz: "Aslı (Allah katındaki) bir kitapta saklıdır." Bu kitap koruma altındadır. Bu ayetin anlamı bir sonraki ayette açıklanıyor:

"Ona sadece tertemiz olanlar el sürebilir."

Bazı müşrikler Kur'an'ın şeytanlar tarafından yere indirilmiş bir mesaj olduğunu ileri sürdüler. Bu ayet bu iddiayı reddediyor. Çünkü yüce Allah'ın bilgisi ve koruması altında saklanan bu kitaba şeytanlar dokunamaz. Onu Peygambere getirenler, tertemiz meleklerdir. "Ona sadece tertemiz olanlar el sürebilir" ayetinin en tutarlı, en mantıklı açıklaması budur. Sebebine gelince ayetin başındaki "lâ" edatı cümledeki eylemin gerçekleşmeyeceğini belirten bir olumsuzluk edatıdır, yasaklama anlamı taşıyan bir edat değildir. Yoksa yeryüzünde bu Kur'an'ı temizler de, pisler de, mü'minler de, kâfirler de elleyebilirler. Bu durumda olumsuz anlamı gerçeklik kazanamaz, askıda kalır. Yalnız eğer olumsuzluk müşriklerin Kur'an'ı şeytanların indirdikleri yolundaki iddialarına bağlanır da arkasından bu iddianın reddedildiği kabul edilirse cümlenin anlamındaki olumsuzluk gerçekleşmiş olur. Çünkü o takdirde Kur'an'ın gökte saklanan orjinaline "temizler"den başkası el sürmemiş, dokunmamış olur. Bir sonraki ayet de bu yaklaşım tarzını destekler. "O Allah tarafından indirilmiştir."Yani şeytanların getirdikleri bir mesaj değildir.

Yalnız elimizde bu ayetin başka bir anlama geldiğini belirten iki hadis vardır. Bu hadislere göre ayetin anlamı "Kur'an'a sadece temiz olanlar el sürebilir" biçimindedir. Fakat tefsir bilgini İbn-i Kesir bu hadisler hakkında şöyle diyor: "Bu hadisler zehri ve başkaları tarafından aktarılmıştır. Böyle bir aktarma zincirine güvenerek getirdikleri sözleri delil olarak kullanmamız doğru değildir. Bu hadisi Darukudni Amr b. Hazm'e, Abdullah b. Ömer'e ve Osman b. Ebul As'a dayandırarak aktarmıştır. Ama her üçünün aktarma zincirlerinde de tartışılabilir halkalar vardır. Doğrusunu Allah bilir."

Arkasından surenin son mesajı geliyor. Mesajın konusu ölüm anıdır. Mesaj insanı iliklerine kadar titreten bir çarpıcılıkta sunuluyor. O anda bütün tartışmalar sona eriyor. Bütün canlıların biten bir yolun sonu ile başlayan bir yolun başlangıcında durdukları kritik bir andır bu. O noktada canlılar geriye dönemezler, arkaya yönelemezler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder