68-
İçtiğiniz suyu görüyor musunuz?
69-
Onu siz mi buluttan yere indiriyorsunuz, yoksa onu indiren biz miyiz?
70-
Eğer isteseydik onu acı yapardık. Şükretsenize!
Yüce Allah'ın plânı
uyarınca hayatın kaynağı ve vazgeçilmez, yeri doldurulmaz temel unsuru olan şu
suya bir bakalım. Acaba insanın bu madde üzerindeki rolü nedir? Tek rolü, onu
içmektir. Bunun ötesinde onu elementlerinden oluşturan ve bulutlardan yere indiren
güce gelince bu güç, tek başına yüce Allah'ın gücüdür. Ayrıca O, bu suyun
"tatlı" olmasını planlamıştır.
“Eğer
isteseydik onu acı yapardık”
O zaman ne içilebilirdi ve
ne de hayat kaynağı olabilirdi. Öyleyse ey insanlar, suya ilişkin iradesini
şimdiki doğrultuda yürütmüş olan yüce Allah'ın
bağışına şükretsenize!
Bu Kur'an ilk seslendiği
insanlar olan Araplar için bulutlardan yere inen su, yani yağmurun yağması,
hayat iksiri, şenlik sebebi ve gönül tellerini titreten, heyecan uyandırıcı bir
konuşma konusu idi. Arap edebiyatının kasideleri ve öbür türlerdeki şiirleri bu
özlemi ebedileştiren örneklerle doludur. İnsanlık uygarlık alanında geliştikçe
suyun değeri azalmamış, tersine artmıştır. Bilimsel araştırmalarla uğraşanlar,
suyun ilk kaynağını belirlemeye çalışan bilginler, öbür sıradan insanlara
oranla suyun ilk oluşumu olayına daha çok değer verirler. Kısacası suyun
yaratılışı ve yağmur olarak yere inişi hem çöldeki ilkel insan için, hem de
bilimsel araştırmalarla uğraşan bilgin için aynı derecede ilgi odağıdır.
71-
Tutuşturduğunuz ateşi görüyor musunuz?
72-
Onun ağacını siz mi yaratıyorsunuz, yoksa onu yaratan biz miyiz?
73-
Biz onu hem düşündürücü, ibret verici bir bir uyarıcı, hem de ihtiyacı onlar
için bir yararlanma kaynağı olarak yarattık.
74-
Öyleyse yüce Rabbinin adını noksanlıklardan tenzih et.
İnsanoğlunun ateşi
keşfetmesi, tarihinin büyük bir olayıdır. Belki de uygarlığın başlangıcını
oluşturan en büyük buluştur. Fakat zamanımızda alışılmış, kanıksanmış, önem
verilmez olmuştur. Evet, insan ateşi yakıyor. Fakat bu ateşin yakıtını kim
yarattı? Ateşi tutuşturmak için hammadde olarak kullanılan ağacı, odunu kim var
etmiştir? Yukarıda bitki yetiştirme olayından söz etmiştik. Ağaç da bu bitki
yetiştirme faaliyetinin bir alanıdır. Üstelik okuduğumuz ayetlerin ilkinde yer alan
"ağacını" ifadesi ile
dikkatlerimiz diğer önemli bir noktaya çekiliyor. Eski Araplar iki ağacın
dallarını birbirine sürterek ateş yakarlardı. Bu yöntem o gün olduğu gibi
günümüzün ilkel toplumları tarafından da kullanılıyor. Bu yüzden ateşin
tutuşması olayı o günkü Arapların gündelik deneyimlerine daha yakın, daha
dikkat çekici bir olaydı. Ateş mucizesi ve araştırmacı bilginlere göre sır olan
niteliği hâlâ araştırma, gözlem ve ilgi konusudur. Söz ateşten açılmışken ayet,
ahiretteki cehennemin ateşine dolaylı biçimde değinen bir hatırlatma yapıyor:
“Biz
onu hem düşündürücü, ibret verici bir uyarıcı, hem de ihtiyacı olanlar için bir
yararlanma kaynağı olarak yarattık”
"Uyarıcı", yani cehennem ateşini hatırlatan bir uyarıcıdır o.
Ayrıca onu ihtiyacı olanlar için, özellikle yolcular için bir yararlanma
kaynağı olarak yarattık. Bu işaret, bu ayetin ilk okuyucularının vicdanlarında
derin etki meydana getirecek nitelikte idi. Çünkü onların gündelik
hayatlarında, yaşama süreçlerinde canlı, somut anlamı olan bir realiteyi
simgeliyordu.
Ayetler, iman etmeyi
haykıran, kalplere ve zihinlere kolayca işleyen bu gerçekleri ve sırları gözler
önüne serdikten sonra dikkatlerimiz bu gerçeklerin dayanak noktasını oluşturan
gerçeğe çevriliyor. Bu gerçek Allah'ın varlığı, yüceliği ve Rabb'lığı
gerçeğidir. Bu gerçek insan fıtratına güçlü bir etki ile yöneliyor. Ayrıca
Peygamberimize bu gerçeği canlandırması, hakkını vermesi ve vakit geçirmeden
onunla kalpleri kamçılaması yolunda kesin direktif veriliyor.
75-
Yıldızların yörüngeleri üzerine yemin ederim ki;
76-
-Keşke bilseniz bu ne büyük bir yemindir
77-
Bu kitap, yüce Kur'an'dır.
78-
Aslı (Allah katındaki) bir kitapta saklıdır.
79-
Ona sadece tertemiz kimseler el sürebilir.
80-
O, Allah tarafından indirilmiştir.
Bu ayetin o günkü
muhatapları olan Araplar yıldızların yörüngeleri hakkında çok az şeyler
biliyorlardı. Onlar gök cisimlerine ilişkin bilgileri sadece çıplak gözle elde
edebiliyorlardı. Bu yüzden yüce Allah "Keşke
bilseniz bu ne büyük bir yemindir" diyerek duyarlıklarını bilemek
istemiştir. Biz ise yemine konu olan yıldız yörüngeleri hakkında o günün Araplarına
oranla çok daha fazla bilgi payına sahip olduğumuz için edilen yeminin
büyüklüğünü daha iyi kavrayabiliyoruz. Gerçi yıldızların yörüngelerinin görkemi
hakkında biz de az şey biliyoruz.
Görüş menzilleri sınırlı
ve küçük teleskoplarımız aracılığı ile elde edebildiğimiz bu kıt bilgilerimiz
bize diyor ki: Uçsuz-bucaksız uzay boşluğunda "galaksi" adı verilen
sayısız yıldız kümeleri vardır. Bu galaksilerin sadece biri, bizim güneş
sistemimizi de içine alan yıldız kümesi, yüz milyon kadar yıldızdan oluşmuştur.
"Astronomi
bilginlerinin dediklerine göre uzay boşluğunda milyarı aşkın sayıda yıldız ve
gök cismi vardır. Bu yıldızların ve gezegenlerin bir bölümü çıplak gözle
görülebilir, diğer bir bölümü sadece uzun menzilli dürbünlerle ve teleskoplarla
görülebilir, başka bir bölümünden ise birtakım sinyaller alınabilir, fakat
teleskop ekranlarında görülmeleri mümkün değildir. Bütün bu yıldızlar ve gezegenler
biçimini bilmediğimiz yörüngelerinde hareket ederler. Herhangi bir yıldızın
mıknatıs alanı, başka bir yıldızın mıknatıs alanı ile hiçbir noktada çakışmaz.
Tıpkı bunun gibi hiçbir yıldızın bir başka yıldızla çarpışması söz konusu
değildir. Böyle bir olay, ancak biri Akdenizde ve öbürü Atlas okyanusunda aynı
yönde ve aynı hızla yol alan iki geminin çarpışması kadar muhtemeldir. Böyle
bir şey de eğer imkânsız değilse, o bile son derece uzak bir ihtimaldir."
Yıldızların yörüngeleri
arasındaki uzaklık bir hikmete ve planlanmış bir ölçüye göre belirlenmiştir. Bu
uzaklık yıldızlar ve gök cisimleri arasındaki karşılıklı etkilenmelerle
uyumludur. Bu uyum sayesinde bütün bu gök cisimlerinin uçsuz-bucaksız evrendeki
karşılıklı dengeleri oluşmaktadır.
İşte yıldızların
yörüngelerinin görkeminin bir bölümü, bir yönü budur. Hiç kuşkusuz bu bilgi,
Kur'an'a ilk kez muhatap olan Arapların yıldızlara ilişkin bildiklerine oranla
çok büyüktür. Fakat aynı zamanda yıldızların yörüngelerin görkemine ilişkin
gerçeğin tümü ile karşılaştırılamayacak derecede yetersizdir.
Evet, "Yıldızların
yörüngeleri üzerine yemin ederim ki”
Oysa mesele, yemine muhtaç
olmayacak derecede açık ve belirgindir:
"Keşke bilseniz bu ne
büyük bir yemindir."
Burada yeminin önemi bir
ara cümle ile vurgulanıyor ve hem arkasından sözün akışı değiştiriliyor.
Aslında yemine muhtaç olmayan bu değişmez ve belirgin gerçeğin, zihinlere
yerleştirilmesi açısından bu anlatım tarzı son derece etkilidir:
"Bu
kitap, yüce Kur'an'dır.
Aslı
(Allah katındaki) bir kitapta saklıdır.
Ona
sadece tertemiz kimseler el sürebilir.
O
Allah tarafından indirilmiştir."
Evet, "Bu kitap
yüce Kur'an'dır." Yoksa müşriklerin iddia ettikleri gibi ne bir kâhin
sözü ne bir deli saçması ne Allah'a yakıştırılmış bir uydurma ne eski
kuşaklardan kalma bir masal ve ne de şeytanlar tarafından getirilmiş bir
mesajdır. Bütün bunlar ve bunlara benzer daha birçok müşrik iddiaları tümü ile
asılsızdır. Bu kitap, yüce bir Kur'an'dır. Kaynağı bakımından yücedir, başlı başına
yücedir, gösterdiği yolun yönü bakımından yücedir. Devam ediyoruz: "Aslı
(Allah katındaki) bir kitapta saklıdır." Bu kitap koruma altındadır.
Bu ayetin anlamı bir sonraki ayette açıklanıyor:
"Ona sadece tertemiz
olanlar el sürebilir."
Bazı müşrikler Kur'an'ın
şeytanlar tarafından yere indirilmiş bir mesaj olduğunu ileri sürdüler. Bu ayet
bu iddiayı reddediyor. Çünkü yüce Allah'ın bilgisi ve koruması altında saklanan
bu kitaba şeytanlar dokunamaz. Onu Peygambere getirenler, tertemiz meleklerdir. "Ona
sadece tertemiz olanlar el sürebilir" ayetinin en tutarlı, en
mantıklı açıklaması budur. Sebebine gelince ayetin başındaki "lâ"
edatı cümledeki eylemin gerçekleşmeyeceğini belirten bir olumsuzluk edatıdır,
yasaklama anlamı taşıyan bir edat değildir. Yoksa yeryüzünde bu Kur'an'ı
temizler de, pisler de, mü'minler de, kâfirler de elleyebilirler. Bu durumda
olumsuz anlamı gerçeklik kazanamaz, askıda kalır. Yalnız eğer olumsuzluk
müşriklerin Kur'an'ı şeytanların indirdikleri yolundaki iddialarına bağlanır da
arkasından bu iddianın reddedildiği kabul edilirse cümlenin anlamındaki
olumsuzluk gerçekleşmiş olur. Çünkü o takdirde Kur'an'ın gökte saklanan
orjinaline "temizler"den başkası el sürmemiş, dokunmamış olur. Bir
sonraki ayet de bu yaklaşım tarzını destekler. "O Allah tarafından
indirilmiştir."Yani şeytanların getirdikleri bir mesaj değildir.
Yalnız elimizde bu ayetin
başka bir anlama geldiğini belirten iki hadis vardır. Bu hadislere göre ayetin
anlamı "Kur'an'a sadece temiz olanlar el sürebilir" biçimindedir.
Fakat tefsir bilgini İbn-i Kesir bu hadisler hakkında şöyle diyor: "Bu
hadisler zehri ve başkaları tarafından aktarılmıştır. Böyle bir aktarma
zincirine güvenerek getirdikleri sözleri delil olarak kullanmamız doğru
değildir. Bu hadisi Darukudni Amr b. Hazm'e, Abdullah b. Ömer'e ve Osman b.
Ebul As'a dayandırarak aktarmıştır. Ama her üçünün aktarma zincirlerinde de
tartışılabilir halkalar vardır. Doğrusunu Allah bilir."
Arkasından surenin son
mesajı geliyor. Mesajın konusu ölüm
anıdır. Mesaj insanı iliklerine kadar titreten bir çarpıcılıkta sunuluyor.
O anda bütün tartışmalar sona eriyor. Bütün canlıların biten bir yolun sonu ile
başlayan bir yolun başlangıcında durdukları kritik bir andır bu. O noktada
canlılar geriye dönemezler, arkaya yönelemezler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder