120- Fakat şeytan "Ey Âdem, ölümsüzlük ağacını
ve hiç yıkılmayacak egemenliğin sırrını sana göstereyim mi?" diyerek onu
ayarttı.
Şeytan
Hz. Âdem’in gönlündeki en hassas noktaya dokunmuştu. İnsanın ömrü sınırlıydı.
İnsanın gücü sınırlıydı. Bu nedenle insan uzun hayatı, kayıtsız bir hâkimiyeti
elde etmek istiyordu. İşte şeytan bu iki gedikten ona yanaşıyordu. Hz. Âdem,
insanın fıtratını ve insanın zaaflarını üzerinde taşıyan bir yaratıktı. Tabii
ki, belirlenmiş bir planın ve gizli bir hikmetin gereği olarak... Bu nedenle
verdiği sözünü unuttu. Ve yasağı çiğnedi.
121- Böylece ikisi de o ağacın meyvesinden yediler. Meyveyi
tadar tatmaz ayıp yerlerinin farkına vardılar. Bunun üzerine cennetteki
ağaçların yaprakları ile örtünmeye koyuldular. Âdem Rabb'inin emrine karşı
geldi ve yoldan çıktı.
Ayeti
kerimede geçen "Sev'at" kavramı, onların avret
yerleri anlamında olduğu açıktır. Daha önce bu yerleri kendilerine gizli iken
şimdi görünmüştür. Yani bu, her ikisinin bedenlerindeki iffet yerleridir.
Onların bu davranıştan sonra cennet yaprakları ile oraları örtmeye çalışmaları,
onları kapatmak için adeta yarışmaları da bu görüşü desteklemektedir. Bu,
onların bünyelerinde zaten var olan cinsel duyguların uyarılmasına yol açan bir
nesne de olabilir. Bu cinsel duygular uyanmadan insan iffet yerlerinin açılması
halinde utanmaz ve onlara karşı uyanık bulunmaz. Cinsel duygular harekete
geçtiğinde ise insan avret yerlerine karşı hassaslaşır ve onların açılması
halinde utanır.
Bu
ağacın onlara yasak edilmesinin nedeni, yasak meyvenin Allah'ın dilediği bir
zaman sonra onların bedenlerinde bu cinsel duyguları uyarmak içindi. Aynı
zamanda Allah'ın emrettiği yasağını unutup ona karşı gelmeleri, onların
azimlerini kırmış ve yaratıcıları olan Allah ile bağlarını koparmış, bu nedenle
de bedensel arzuları onlara egemen olup cinsel duygularını uyarmış da olabilir.
Sonsuzluk arzusu da bir nesil sahibi
olmak için onların cinsel arzularını uyarmış olabilir. Çünkü şu sınırlı
olan ömrün ötesine uzanabilmenin, insanın eli altında bulunan yolu da budur.
Onların yasak ağaçtan yemeleriyle birlikte ayıp yerlerinin kendilerine
görünmesi ile ilgili yorumlar genelde bu tarzdadır. Yüce Allah ayeti kerimede "Ayıp
yerleri meydana çıktı" demiyor. "Ayıp yerlerinin farkına vardılar" diyor. Bu da
gösteriyor ki, onların bu ayıpları kendilerine kapalıydı. İçten gelen bir dürtüyle onlar bunun farkına vardılar... Başka bir
ayette iblisten şöyle söz edilmektedir:
"Fakat şeytan, gözlerinden saklı tutulan ayıp
yerlerini meydana çıkarmak amacı ile..."
Şeytanın
üzerlerinden soyduğu elbise somut bir elbise değil de, ayıp yerlerini örten bir
duyu olabilir. Bu durumda o duygu, suçsuzluk, arınmışlık ve Allah ile bağını
sürdürme hissi olmuş olur. Ne olursa olsun bunların hepsi, daha önce de
belirttiğimiz gibi, kanıtsız birer tahminden öteye geçemez: Biz bunların
hiçbirini desteklemiyor ve hiçbirini benimsemiyoruz. Bunları söz konusu etmemizin nedeni, insanlık hayatının birinci
deneyiminin kolay anlaşılmasını sağlamaktır.
Allah'a
karşı geldikten sonra yine de yüce Allah'ın rahmeti Hz. Âdem ve eşine yetişti.
İşte bu birinci deneyimdi.
122- Fakat bir süre sonra Rabb'i, onu seçkinlerden yaptı,
tövbesini kabul ederek kendisini doğru yola iletti.
Düşman
olduktan, özür diledikten ve bağışlanma isteğinde bulunduktan sonra... Burada
Hz. Âdem’in bütün yaptıkları açıklanmıyor ki, surenin tüm atmosferini Allah'ın
rahmeti kuşatsın.
Bu
ilk karşılaşmadan sonra her iki amansız düşmanın, sürekli bir savaş meydanı olan,
yeryüzüne inmeleri emrediliyor.
123- Allah dedi ki; Her ikiniz de cennetten yere
ininiz. Sizler birbirinizin düşmanısınız. Benden size bir hidayet geldiğinde
kim benim doğru yola çağıran mesajıma uyarsa o, ne sapıtır ve ne de sıkıntıya
düşer.
Böylece
insanlar ve şeytanlar arasındaki düşmanlık açıklanmış oldu. Artık Hz. Âdem ve
çocukları için hiçbir mazeret kalmamış oluyordu. Hiç kimse "ben gafil avlandım", "bilmediğim için aldandım"
diyemezdi. Çünkü artık öğrenmiş ve bilmiş oluyorlar. Bu yüce emir, bütün âleme
ilan edilmişti: "Siz
birbirlerinizin düşmanısınız."
Yerleri
ve gökleri titreten bütün meleklerin şahit olduğu bu açıklamanın yanında yüce
Allah, kullarına yönelik merhametinin sonucu olarak, doğru yolu gösterecek
peygamberlerini de göndermiştir. Elleriyle kazandıklarının cezasını çekmeden
onları uyarmayı uygun görmüştür. Hz. Âdem ile iblis arasındaki düşmanlığı ilan
ettiği günde, kendilerine doğru yolu gösteren peygamberlerin geleceğini ve
bundan sonra doğru yolda gidenleri ödüllendireceğini, sapıklığa düşenleri ise
cezalandıracağını açıklamıştır.
124- Ama kim benim uyarıcı mesajıma sırt çevirirse o
geçim sıkıntısına düşer ve kıyamet günü onu kör olarak toplantı yerine süreriz.
125- O der ki "Ya Rabb'i, beni niye kör olarak
toplantı yerine sürdün, oysa daha önce benim gözlerim görüyordu?"
126- Allah da ona der ki: "İşte böyle. Vaktiyle
sana ayetlerim geldi de onları unutmuştun. Bugün de böylece tarafımdan
unutulursun.
127- Biz azıtarak Rabb'inin ayetlerine inanmayanları
işte böyle cezalandırırız. Hiç kuşkusuz ahiret azabı daha ağır ve daha
süreklidir.
Hikâyeden
sonra yer alan bu sahne, onun devamı niteliğindeymiş gibi sunuluyor. Bu ilke,
kıssanın sonunda yüceler âleminde açıklanmıştı. Öyleyse bu çok eskiden beri
belirlenmiş bir hükümdür. Bunda asla geri dönüş ve değiştirme olmaz.
"Kim benim doğru yola çağıran mesajıma sırt
çevirirse o geçim sıkıntısına düşer."
Kişi
Allah'ın yolunu izlemekle sapıklıktan ve mutsuzluktan yana güven içinde olur.
Bunlar cennetin kapısında onları beklemektedir. Yüce Allah yolunu izleyenleri,
sapıklık ve mutsuzluktan koruyacaktır. Mutsuzluk,
sapıklığın ürünüdür. İsterse sapıklığa düşen, dünyanın bütün imkânlarına
sahip olsun… Bu imkânların bizzat
kendileri bile mutsuzluktur, onun için hem dünyada mutsuzluk, hem ahirette
mutsuzluk... Haram olan nimetleri ve
kazançları mutlaka bir keder izler. Sürekli üzüntü içindelerdir. İnsan Allah'ın doğru yolundan sapınca
şaşkınlığa, huzursuzluğa ve bunalımlara girer. Oradan oraya sürüklenir. Bir
türlü dengeli istikrarlı olamaz.
Mutsuzluk, yemyeşil-gür bir çayır gibi görünse de zehirli otları da barındıran
bir otlak gibidir. Çünkü hemen
ardından ahiret yurdunda en büyük mutsuzluk gelir. Allah'ın doğru yolunu
izleyenler ise yeryüzünde sapıklık ve mutsuzluktan uzaktırlar. Bu ise
kaybedilen cennetin tekrar geri gelişidir. Ahiret gününde ise zaten oraya
dönecektir.
"Ama kim benim uyarıcı mesajıma sırt çevirirse
o geçim sıkıntısına düşer."
Allah
ve O'nun geniş rahmeti ile bağını koparan yaşam, ne kadar bolluk ve eğlence
dolu olsa da sıkıntı doludur. Bu Allah ile bağını koparmanın ve O’nun
huzurundan koruyuculuğundan mahrum olmanın sıkıntısıdır. Şaşkınlığın, ürkekliğin ve kuşkulu hayatın sıkıntısıdır; ihtirasın
ve endişenin sıkıntısı. Elindekine dört
elle sarılma ve onları kaybetmeme endişesinden kaynaklanan sıkıntı. Arzuların
parıltıları ardında sürüklenme ve kaçırdığı her şeye karşı duyulan hayıflanma
sıkıntısı. İnsanın kalbi Allah'ın
koruyuculuğu dışında başka hiçbir yerde huzura kavuşamaz. Allah'ın kopmayan sağlam kulpuna
yapışmadan, güvenin huzurunu hissedemez. Şüphesiz ki, imanın verdiği huzur,
hayattaki tüm lezzet ve rahatlığın üstünde bir durumdur. İmanın huzurundan
mahrum olmak ise, öyle bir mutsuzluktur ki, fakirlik ve yoksulluğun sebep
olduğu mutsuzluk asla onunla bir olamaz.
"...Uyarıcı mesajıma sırt çevirirse..." Benimle bağını keserse... "O geçim sıkıntısına düşer ve kıyamet
günü onu kör olarak toplantı yerine süreriz." Bu da onun
sapıklığına benzer bir sapmadır. Dünyada Allah'ın mesajından yüz çevirdiği için
bu şekilde cezalandırılıyor. Bu kişi körlüğünün nedenini anlayamadığı için
soruyor "Ya Rabb'i beni niye kör olarak toplantı yerine sürdün, oysa
daha önce benim gözlerim görüyordu." Kendisine şöyle cevap
veriliyor. “İşte böyle. Vaktiyle
sana ayetlerim geldi de onları unutmuştun. Bugün de böylece tarafımdan
unutulursun.”
“Biz, azıtarak Rabb'inin ayetlerine inanmayanları
işte böyle cezalandırırız. Hiç kuşkusuz ahiret azabı daha ağır ve daha
süreklidir.”
Rabb'inin uyarıcı mesajından yüz çeviren,
savurganlık yapmıştır. Savurganlık yapmış, en kıymetli hazine ve en büyük
servet olan elinin altındaki doğru yolu bir kenara itmiştir. Gözlerini, asıl yaradılış amacının dışında kullanıp,
Allah'ın ayetlerini hiç görmeyen insan da savurganlık yapmıştır. Artık
dayanılmaz bir sıkıntı içinde yaşamayı hak etmiştir. Kıyamet gününde ise kör
olarak mahşere getirilecektir!
İfadedeki
ahengin bütünlüğü ve tasvirdeki uyumun olağanüstülüğü; cennetten kovuluş ve
ardından mutsuzluk ve sapıklık… Ve karşısında tekrar cennete dönüş, mutsuzluk
ve sapıklıktan kurtuluş. Yaşamdaki bolluk ve karşıtı darlık sıkıntı... Doğru
yolda yürüme ve tam karşısında körlük. Bu olay, bütün bir insanlığın da
hikâyesi olan Hz. Âdem kıssasının bir yorumu olarak yer alıyor. Kıssanın
sergilenmesine cennetteki bölümden başlanıyor. Ve yine cennette sona eriyor.
Nitekim bu hikâye A'raf suresinde de geçmişti. Bununla beraber surelerin konu
farklılığı, bu surelerde sergilenen tabloların farklılığını da beraberinde
getirmişti.
Bu
gezinti tüm yönleriyle sergilendikten sonra konunun akışı, önceki milletlerin
akıbetlerine doğru kayıyor. Bu mesele zaman açısından, kıyametten daha
yakındır. Kıyamet gayb konularından biri olup bilinememesine rağmen bu olay
gözle görülebilen bir realite olarak gözlenmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder