12 Ekim 2012 Cuma

Tâ-Hâ Suresi 120-127 Ayetleri Tefsiri, S. Kutub


120- Fakat şeytan "Ey Âdem, ölümsüzlük ağacını ve hiç yıkılmayacak egemenliğin sırrını sana göstereyim mi?" diyerek onu ayarttı.


Şeytan Hz. Âdem’in gönlündeki en hassas noktaya dokunmuştu. İnsanın ömrü sınırlıydı. İnsanın gücü sınırlıydı. Bu nedenle insan uzun hayatı, kayıtsız bir hâkimiyeti elde etmek istiyordu. İşte şeytan bu iki gedikten ona yanaşıyordu. Hz. Âdem, insanın fıtratını ve insanın zaaflarını üzerinde taşıyan bir yaratıktı. Tabii ki, belirlenmiş bir planın ve gizli bir hikmetin gereği olarak... Bu nedenle verdiği sözünü unuttu. Ve yasağı çiğnedi.


121- Böylece ikisi de o ağacın meyvesinden yediler. Meyveyi tadar tatmaz ayıp yerlerinin farkına vardılar. Bunun üzerine cennetteki ağaçların yaprakları ile örtünmeye koyuldular. Âdem Rabb'inin emrine karşı geldi ve yoldan çıktı.


Ayeti kerimede geçen "Sev'at" kavramı, onların avret yerleri anlamında olduğu açıktır. Daha önce bu yerleri kendilerine gizli iken şimdi görünmüştür. Yani bu, her ikisinin bedenlerindeki iffet yerleridir. Onların bu davranıştan sonra cennet yaprakları ile oraları örtmeye çalışmaları, onları kapatmak için adeta yarışmaları da bu görüşü desteklemektedir. Bu, onların bünyelerinde zaten var olan cinsel duyguların uyarılmasına yol açan bir nesne de olabilir. Bu cinsel duygular uyanmadan insan iffet yerlerinin açılması halinde utanmaz ve onlara karşı uyanık bulunmaz. Cinsel duygular harekete geçtiğinde ise insan avret yerlerine karşı hassaslaşır ve onların açılması halinde utanır.

Bu ağacın onlara yasak edilmesinin nedeni, yasak meyvenin Allah'ın dilediği bir zaman sonra onların bedenlerinde bu cinsel duyguları uyarmak içindi. Aynı zamanda Allah'ın emrettiği yasağını unutup ona karşı gelmeleri, onların azimlerini kırmış ve yaratıcıları olan Allah ile bağlarını koparmış, bu nedenle de bedensel arzuları onlara egemen olup cinsel duygularını uyarmış da olabilir. Sonsuzluk arzusu da bir nesil sahibi olmak için onların cinsel arzularını uyarmış olabilir. Çünkü şu sınırlı olan ömrün ötesine uzanabilmenin, insanın eli altında bulunan yolu da budur. Onların yasak ağaçtan yemeleriyle birlikte ayıp yerlerinin kendilerine görünmesi ile ilgili yorumlar genelde bu tarzdadır. Yüce Allah ayeti kerimede "Ayıp yerleri meydana çıktı" demiyor. "Ayıp yerlerinin farkına vardılar" diyor. Bu da gösteriyor ki, onların bu ayıpları kendilerine kapalıydı. İçten gelen bir dürtüyle onlar bunun farkına vardılar... Başka bir ayette iblisten şöyle söz edilmektedir:

"Fakat şeytan, gözlerinden saklı tutulan ayıp yerlerini meydana çıkarmak amacı ile..."

Şeytanın üzerlerinden soyduğu elbise somut bir elbise değil de, ayıp yerlerini örten bir duyu olabilir. Bu durumda o duygu, suçsuzluk, arınmışlık ve Allah ile bağını sürdürme hissi olmuş olur. Ne olursa olsun bunların hepsi, daha önce de belirttiğimiz gibi, kanıtsız birer tahminden öteye geçemez: Biz bunların hiçbirini desteklemiyor ve hiçbirini benimsemiyoruz. Bunları söz konusu etmemizin nedeni, insanlık hayatının birinci deneyiminin kolay anlaşılmasını sağlamaktır.
Allah'a karşı geldikten sonra yine de yüce Allah'ın rahmeti Hz. Âdem ve eşine yetişti. İşte bu birinci deneyimdi.


122- Fakat bir süre sonra Rabb'i, onu seçkinlerden yaptı, tövbesini kabul ederek kendisini doğru yola iletti.


Düşman olduktan, özür diledikten ve bağışlanma isteğinde bulunduktan sonra... Burada Hz. Âdem’in bütün yaptıkları açıklanmıyor ki, surenin tüm atmosferini Allah'ın rahmeti kuşatsın.

Bu ilk karşılaşmadan sonra her iki amansız düşmanın, sürekli bir savaş meydanı olan, yeryüzüne inmeleri emrediliyor.


123- Allah dedi ki; Her ikiniz de cennetten yere ininiz. Sizler birbirinizin düşmanısınız. Benden size bir hidayet geldiğinde kim benim doğru yola çağıran mesajıma uyarsa o, ne sapıtır ve ne de sıkıntıya düşer.


Böylece insanlar ve şeytanlar arasındaki düşmanlık açıklanmış oldu. Artık Hz. Âdem ve çocukları için hiçbir mazeret kalmamış oluyordu. Hiç kimse "ben gafil avlandım", "bilmediğim için aldandım" diyemezdi. Çünkü artık öğrenmiş ve bilmiş oluyorlar. Bu yüce emir, bütün âleme ilan edilmişti: "Siz birbirlerinizin düşmanısınız."

Yerleri ve gökleri titreten bütün meleklerin şahit olduğu bu açıklamanın yanında yüce Allah, kullarına yönelik merhametinin sonucu olarak, doğru yolu gösterecek peygamberlerini de göndermiştir. Elleriyle kazandıklarının cezasını çekmeden onları uyarmayı uygun görmüştür. Hz. Âdem ile iblis arasındaki düşmanlığı ilan ettiği günde, kendilerine doğru yolu gösteren peygamberlerin geleceğini ve bundan sonra doğru yolda gidenleri ödüllendireceğini, sapıklığa düşenleri ise cezalandıracağını açıklamıştır.


124- Ama kim benim uyarıcı mesajıma sırt çevirirse o geçim sıkıntısına düşer ve kıyamet günü onu kör olarak toplantı yerine süreriz.

125- O der ki "Ya Rabb'i, beni niye kör olarak toplantı yerine sürdün, oysa daha önce benim gözlerim görüyordu?"

126- Allah da ona der ki: "İşte böyle. Vaktiyle sana ayetlerim geldi de onları unutmuştun. Bugün de böylece tarafımdan unutulursun.

127- Biz azıtarak Rabb'inin ayetlerine inanmayanları işte böyle cezalandırırız. Hiç kuşkusuz ahiret azabı daha ağır ve daha süreklidir.


Hikâyeden sonra yer alan bu sahne, onun devamı niteliğindeymiş gibi sunuluyor. Bu ilke, kıssanın sonunda yüceler âleminde açıklanmıştı. Öyleyse bu çok eskiden beri belirlenmiş bir hükümdür. Bunda asla geri dönüş ve değiştirme olmaz.

"Kim benim doğru yola çağıran mesajıma sırt çevirirse o geçim sıkıntısına düşer."

Kişi Allah'ın yolunu izlemekle sapıklıktan ve mutsuzluktan yana güven içinde olur. Bunlar cennetin kapısında onları beklemektedir. Yüce Allah yolunu izleyenleri, sapıklık ve mutsuzluktan koruyacaktır. Mutsuzluk, sapıklığın ürünüdür. İsterse sapıklığa düşen, dünyanın bütün imkânlarına sahip olsun… Bu imkânların bizzat kendileri bile mutsuzluktur, onun için hem dünyada mutsuzluk, hem ahirette mutsuzluk... Haram olan nimetleri ve kazançları mutlaka bir keder izler. Sürekli üzüntü içindelerdir. İnsan Allah'ın doğru yolundan sapınca şaşkınlığa, huzursuzluğa ve bunalımlara girer. Oradan oraya sürüklenir. Bir türlü dengeli istikrarlı olamaz. Mutsuzluk, yemyeşil-gür bir çayır gibi görünse de zehirli otları da barındıran bir otlak gibidir. Çünkü hemen ardından ahiret yurdunda en büyük mutsuzluk gelir. Allah'ın doğru yolunu izleyenler ise yeryüzünde sapıklık ve mutsuzluktan uzaktırlar. Bu ise kaybedilen cennetin tekrar geri gelişidir. Ahiret gününde ise zaten oraya dönecektir.

"Ama kim benim uyarıcı mesajıma sırt çevirirse o geçim sıkıntısına düşer."

Allah ve O'nun geniş rahmeti ile bağını koparan yaşam, ne kadar bolluk ve eğlence dolu olsa da sıkıntı doludur. Bu Allah ile bağını koparmanın ve O’nun huzurundan koruyuculuğundan mahrum olmanın sıkıntısıdır. Şaşkınlığın, ürkekliğin ve kuşkulu hayatın sıkıntısıdır; ihtirasın ve endişenin sıkıntısı. Elindekine dört elle sarılma ve onları kaybetmeme endişesinden kaynaklanan sıkıntı. Arzuların parıltıları ardında sürüklenme ve kaçırdığı her şeye karşı duyulan hayıflanma sıkıntısı. İnsanın kalbi Allah'ın koruyuculuğu dışında başka hiçbir yerde huzura kavuşamaz. Allah'ın kopmayan sağlam kulpuna yapışmadan, güvenin huzurunu hissedemez. Şüphesiz ki, imanın verdiği huzur, hayattaki tüm lezzet ve rahatlığın üstünde bir durumdur. İmanın huzurundan mahrum olmak ise, öyle bir mutsuzluktur ki, fakirlik ve yoksulluğun sebep olduğu mutsuzluk asla onunla bir olamaz.

"...Uyarıcı mesajıma sırt çevirirse..." Benimle bağını keserse... "O geçim sıkıntısına düşer ve kıyamet günü onu kör olarak toplantı yerine süreriz." Bu da onun sapıklığına benzer bir sapmadır. Dünyada Allah'ın mesajından yüz çevirdiği için bu şekilde cezalandırılıyor. Bu kişi körlüğünün nedenini anlayamadığı için soruyor "Ya Rabb'i beni niye kör olarak toplantı yerine sürdün, oysa daha önce benim gözlerim görüyordu." Kendisine şöyle cevap veriliyor. “İşte böyle. Vaktiyle sana ayetlerim geldi de onları unutmuştun. Bugün de böylece tarafımdan unutulursun.”

“Biz, azıtarak Rabb'inin ayetlerine inanmayanları işte böyle cezalandırırız. Hiç kuşkusuz ahiret azabı daha ağır ve daha süreklidir.”

Rabb'inin uyarıcı mesajından yüz çeviren, savurganlık yapmıştır. Savurganlık yapmış, en kıymetli hazine ve en büyük servet olan elinin altındaki doğru yolu bir kenara itmiştir. Gözlerini, asıl yaradılış amacının dışında kullanıp, Allah'ın ayetlerini hiç görmeyen insan da savurganlık yapmıştır. Artık dayanılmaz bir sıkıntı içinde yaşamayı hak etmiştir. Kıyamet gününde ise kör olarak mahşere getirilecektir!

İfadedeki ahengin bütünlüğü ve tasvirdeki uyumun olağanüstülüğü; cennetten kovuluş ve ardından mutsuzluk ve sapıklık… Ve karşısında tekrar cennete dönüş, mutsuzluk ve sapıklıktan kurtuluş. Yaşamdaki bolluk ve karşıtı darlık sıkıntı... Doğru yolda yürüme ve tam karşısında körlük. Bu olay, bütün bir insanlığın da hikâyesi olan Hz. Âdem kıssasının bir yorumu olarak yer alıyor. Kıssanın sergilenmesine cennetteki bölümden başlanıyor. Ve yine cennette sona eriyor. Nitekim bu hikâye A'raf suresinde de geçmişti. Bununla beraber surelerin konu farklılığı, bu surelerde sergilenen tabloların farklılığını da beraberinde getirmişti.

Bu gezinti tüm yönleriyle sergilendikten sonra konunun akışı, önceki milletlerin akıbetlerine doğru kayıyor. Bu mesele zaman açısından, kıyametten daha yakındır. Kıyamet gayb konularından biri olup bilinememesine rağmen bu olay gözle görülebilen bir realite olarak gözlenmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder