15 Mart 2012 Perşembe

Sâd Suresi Tefsir (49-74) - Mevdudi

بِسْــــــــــــــــــمِ اﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم


49- Bu, bir zikr'dir. Şüphesiz muttakiler için, elbette varılacak güzel bir yer vardır.
50- Adn cennetleri; kapılar onlara açılmıştır.

"Kapıları kendilerine açılmış Adn Cennetleri" yani, onlar cennetin her yerinde bir engel olmaksızın dolaşabilecekler. Diğer bir anlamıyla da, onlar bir kapının açılmasını istediklerinde, kapılar kendiliğinden açılacaktır. Üçüncü bir anlamı da Kur'an'ın aşağıda zikrettiğimiz ayetinde anlatıldığı gibi olabilir.
"Oraya varıp da kapıları açıldığında bekçileri onlara: "Selam size, ne hoşsunuz, ebedi kalmak üzere girin buraya" dediler. (Zümer: 73)


51- İçinde yaslanıp-dayanmışlardır; orda birçok meyve ve şarap istemektedirler.
52- Ve yanlarında da yumuşak bakışlı uyumlu eşler vardır*

53- İşte, hesap günü size va'dedilen budur.
54- Hiç şüphesiz bu, bizim rızkımızdır, bitip tükenmesi de yok.

55- Bu (böyle işte) ; gerçekten azgınlar için de muhakkak varılacak kötü bir yer vardır.
56- Cehennem; onlar oraya girerler; ne kötü bir yataktır o.
57- İşte bu; tatsınlar onu: Kaynar su ve irin.

"gassak", lugatta irin, cerahat, kan ve gözyaşı anlamına gelmekle birlikte, ayrıca çok soğuk ve tiksindirici bir şekilde kokan nesneler için de kullanılır. Diğer anlamları da ihtiva ediyorsa da burada ilk anlamda kullanılmıştır.


58- Ve onun şeklinden başka, çift çift (olan daha beter azablar) vardır.
59- (Müşrik olan hakim güçlere:) "İşte bu(nlar) da sizinle birlikte (küfür ve zulümde) göğüs gerenlerdir. Onlara bir merhaba (bile) yok. Çünkü onlar ateşe gireceklerdir." (denilir) .
60- (Onlara uyanlar) Derler ki: "Hayır, sizler; asıl size merhaba yok. Bunu (azabı) siz bizim önümüze sürdünüz. Ne kötü bir durak."
61- Derler ki: "Rabbimiz, kim bunu bizim önümüze sürdüyse, onun ateşteki azabını kat kat arttır."

62- Ve derler ki: "Bize ne oluyor ki, kendilerini şerir (kötü) lerden saydığımız adamları göremiyoruz."
63- Biz onları bir alay konusu edinmiştik; yoksa gözler mi onlardan kaydı?"
64- Bu, cehennem halkının birbiriyle çekişip-tartışması kesin olan bir gerçektir.

Burada kastedilen, kâfirlerin dünyada iken hor gördükleri mü'minlerdir. Yani, kâfirler kendilerini ve liderlerini cehenneme götürdükleri halde, "Dünyada iken Allah, peygamber ve ahiret'ten bahsettikleri için kendileriyle alay ettiğimiz ve küçümsediğimiz müslümanları burada göremiyoruz" diyeceklerdir.


65- De ki: "Ben, yalnızca bir uyarıcı-korkutucuyum. Ve bir olan, kahreden Allah'tan başka ilah da yoktur."
66- "Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir, üstün ve güçlü olan, bağışlayandır."

Bu bölümde, surenin tekrar başındaki konuya dönülüyor. Bu bölümü okurken, surenin başlangıcındaki ayetleri hatırda tutarak okursanız, anlatılanları daha iyi kavrarsınız.

4. ayette Allah, içlerinden birinin çıkıp, haber verdiği şeye Mekkeli müşriklerin hayret ettiklerini bildirmişti. Şimdi ise, Allah Teâlâ, Hz. Peygamber'in (s.a) onlara, "Benim vazifem sizleri sadece uyarmaktır" demesini emrediyor. Yani, "Benim görevim bir bekçi gibi, sizlerin yanlış yola gitmenizi engellemek değildir. Eğer benim uyarıma kulak asmazsanız, zararda olan sizler olursunuz. Cahil kalmak istiyorsanız şayet, gaflet içinde yüzmeye devam edin. Nasıl olsa eninde sonunda gerçeği göreceksiniz."


67- De ki: "Bu (Kur'an) , büyük bir haberdir."
68- Sizler ise, ondan yüz çeviriyorsunuz.

Bu, kâfirlerin "İlâhları tek bir ilâh yaptı, bu ne acaip bir şeydir" şeklindeki sözlerine verilmiş bir cevaptır. Bu yüzden, "Siz ne kadar karşı çıkarsanız çıkın, bu bir gerçektir ve değişmez" denilmektedir.
Bu cevap sadece gerçeği beyan etmekle kalmıyor, yanısıra beraberinde deliller de getiriyor. Müşrikler birçok ilâha kulluk etmelerine rağmen, Allah'a inanıyorlardı. Burada şöyle denilmek isteniyor adeta: "Gerçek ve tek ma'bud Allah'dır. Çünkü O, herşeye galip olandır. Gök, yer ve kâinat O'nun egemenliğindedir. Kâinatta O'nun dışında taptıklarınız da Allah'ın yarattıklarındandır. Bu mahlukları hâlık olan Allah'a nasıl olur da ortak koşarsınız? Hangi mantıkla bu mahlukların O'nun ortağı olduğunu söyleyebiliyorsunuz?"

69- "Mele-i A'lâ (yüce topluluk) tartışıp dururken, benim hiç bir bilgim yoktur."
70- "Bana ancak, benim yalnızca apaçık bir uyarıcı korkutucuyum diye vahyolunmaktadır."

71- Hani Rabbin meleklere: "Gerçekten ben, çamurdan bir beşer yaratacağım" demişti.

"Beşer" lugatta, üstünü başka bir şeyin örtmediği cisim anlamına gelir. İnsanın yaratılışından sonra, bu ifade ona atfen kullanılmıştır. Ancak bu kullanım, insanın topraktan (yapılmış) çırılçıplak bir model oluşuyla ilgilidir.

Bu tartışma, ayette de zikredildiği gibi Allah ile İblis arasında geçmektedir. Burada dikkate değer nokta, "mele-i â'lâ"nın (yüce topluluk) melekler olmasıdır. Yani Allah, İblis ile doğrudan muhatap olmayıp, melekler aracılığıyla konuşmuştur. Ancak Allah'ı, mele-i â'lâ'nın içinde farzetmek yanlış bir anlayış olur.

Bu kıssa daha önce de Kur'an'ın diğer bölümlerinde beyan edilmişti. (Bkz. Bakara/30-33 : İŞTE O ZAMAN Rabbin meleklere: “Bakın, Ben yeryüzünde ona sahip çıkacak birini yaratacağım!” demişti. Onlar: “Seni övgüyle yüceltip takdîs eden bizler dururken, orada, bozgunculuğa ve yozlaşmaya yol açacak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?” dediler. [Allah:] “Sizin bilmediğiniz (çok şey var, onları) Ben bilirim!” diye cevapladı. Ve O, Âdem'e her şeyin ismini öğretti, sonra onları meleklerin önüne koydu ve “Dedikleriniz doğruysa haydi bu [şey]lerin isimlerini bana söyleyin bakalım!” dedi. Onlar: “Sen kudret ve egemenlikte kusursuz ve eksiksizsin! Senin bize bildirdiğin dışında bir bilgimiz yoktur. Doğrusu yalnız Sensin her şeyi bilen, gerçek hikmet Sahibi!” diye cevap verdiler.

O: “Ey Âdem, bu [şey]lerin isimlerini onlara bildir!” buyurdu. [Âdem] isimleri onlara bildirince [Allah]: “Size, ‘göklerin ve yerin gizli gerçekliğini, açıkladıklarınızın ve gizlediklerinizin tümünü yalnız Ben bilirim’ dememiş miydim?” dedi.

A'raf/10-17: EVET, [ey insanlar], sizi yeryüzüne gerçekten [bolluk içinde] yerleştirdik ve size orada geçiminizi sağlayacak şeyler verdik: [Hal böyleyken] ne kadar az şükrediyorsunuz! Evet, gerçekten de sizi yarattık, sonra size biçim verdik; ve sonra meleklere: “Âdem'in önünde secde edin!” dedik. Bunun üzerine, İblis'in dışında, onlar[ın hepsi] secde ettiler; (bir tek) o secde edenlerin arasında yer almadı. [Ve Allah]: “Sana emrettiğim zaman” dedi, “seni secde etmekten alıkoyan neydi?” “Ben ondan üstünüm”, diye cevap verdi [İblis], “(çünkü) beni ateşten yarattın, onu balçıktan.” [Allah]: “Madem öyle, haydi in o bulunduğun [konum]dan; çünkü orada (o bulunduğun konumda) büyüklük taslaman yakışık almaz! Çık git artık; gerçekten, aşağılanmış kimselerden oldun sen!” [İblis]: “Bana, herkesin ölümden kaldırılacağı Gün'e kadar zaman ver” dedi. [Ve Allah]: “Tamam, sen artık mühlet verilen kimselerden oldun” diye buyurdu. [Bunun üzerine İblis]: “Madem ki, benim yoldan çıkmamı istedin” dedi, “ben de, gidip senin doğru yolunun üzerinde onlar için pusuya yatacağım, ve hem açıktan açığa, hem de akıllarının ermediği yol ve yöntemlerle, sağlarından sollarından sokulacağım onlara: Ve sen onlardan çoğunu nankör kimseler olarak bulacaksın.”


72- "Onu bir biçime sokup, ona ruhumdan üflediğim zaman da siz onun için hemen secdeye kapanın."

Arapça "salsal" kelimesi "seramik" gibi ses çıkaran kurutulmuş çamur anlamına gelir.
"Heme", "mayalanmış denebilecek kadar çürümüş siyah balçıktır."
"Mesnun"un iki anlamı vardır:

a) "Yağlı hale gelmiş çürümüş balçık"
b) "Bir şekle sokulmuş, suretlenmiş bir balçık."

Metnin aslından insanın ilk suretinin çürümüş topraktan yapıldığı ve kuruduktan sonra ona ruh üflendiği anlaşılmaktadır. Bu şekilde Kur'an: insanın bir dizi genetik adaptasyonlardan geçtiğini iddia eden Darwin Evrim Teorisini reddetmektedir. Bu nedenle, bazı çağdaşlaşmış tefsircilerin yaptığı gibi, bu teoriyi Kur'an'a dayandırmak saçma olacaktır.

Ruha gelince, "Ruh" yalnızca, yaşayan bir şeyin hareket etmesi yüzünden hayat anlamını içermez; insanı diğer yeryüzü yaratıklarından ayıran, onu bir şahsiyet sahibi haline getiren ve ona Allah'ın halifesi liyakatını kazandıran, onu şuur ve düşünce, yetki ve hüküm, tefrik ve temyiz ile muttasıf kılan aslî özelliği yüzünden bu anlama sahiptir.

Allah bu "Ruh"u bizzat kendisine nisbet etmiştir; bunun sebebi ya onun yalnızca Allah'a ait olması ve tıpkı herhangi bir şeyin O'nun Rabb (sahip) liğine nisbeti gibi, Allah'ın zatına nisbet edilmesidir, yahut da insanın kendileriyle karakterize edildiği bilgi, düşünce, şuur, irade, hüküm, yetki... vs. sıfatlarının Allah'ın sıfatlarının bir yansıması olmasıdır. Bu sıfatlar maddenin o veya bu terkibinden değil, bizzat Allah'tan gelmedir. İnsan bilgiyi Allah'ın ilminden, hikmeti Allah'ın hikmetinden ve yetkiyi Allah'ın otoritesinden almaktadır. O, bunları ilimsiz, hikmetsiz ve yetkisiz bir kaynaktan almamaktadır.


Secde, yeryüzünü ve tüm evrenin yeryüzüyle ilgili bölümünü yöneten meleklerin, insana baş eğip, itaat etmesinin sembolik bir ifadesiydi. İnsan Allah'ın emriyle halife tayin edildiği için, evrenin bu bölümünde görevli olan meleklere, Allah dilediği müddetçe, kendi felekleri dahilinde, yetkileri kötüye de, iyiye de kullansa insana yardımcı olmaları emredilmiştir. Bu şu anlama gelir: "Doğru olsun, yanlış olsun, yapmak istediği her şeyde ona yardımcı olacaksınız. Mesela namaz kılacağı veya başka iyi bir iş yapacağı zaman, kendi kapasiteniz dahilinde ona yardım etmelisiniz. Veya o hırsızlık yapmak ya da başka bir kötülük yapmak isterse, Biz onun yetkisini bu yolda kullanmasına izin verdiğimiz sürece ona yardımcı olacaksınız. Fakat Biz o yetkiyi ondan aldığımızda, ona yardımcı olmayı bırakacaksınız." Bu bir devlet memurunun durumuna benzer. Kendi yetki sınırı içindeki tüm memurlar ona itaat ederler; fakat hükümet tarafından görevden alınınca, daha önceden itaat eden tüm memurlar artık ona itaat etmezler. Hatta hükümet emrederse onu yakalayıp hapse bile atarlar. Meleklerin de, insanla aynı ilişki içinde olduğu görülüyor. Secdenin, itaat ve boyun eğmenin sembolik bir ifadesi olması muhtemeldir. Boyun eğdiklerini belirtmek için böyle bir hareketi fiziksel olarak yapmış olmaları da mümkündür.


73- Meleklerin hepsi topluca secde etti;
74- Yalnız İblis hariç. O büyüklük tasladı ve (böylece) kafirlerden oldu.

Arapça metinden anlaşıldığına göre İblis, Hz. Adem'in (a.s.) önünde secde etmeyi reddeden tek cin değildi, bir grup cin daha bunu reddetmişti. İblis'in adı, isyanı ilk başlatan o olduğu için anılmaktadır.

İblis'in Allah'a isyan etmesi muhtemeldi. Çünkü o meleklerden değil cinlerden biriydi. Kur'an'da meleklerin kesinlikle ve yaratılıştan itaatkâr olduklarının açıkça ifade edildiğine dikkat edilmelidir.

1) "Onlar büyüklük taslamazlar, kendilerine hakim olan Rablerinden korkarlar ve ne emrolunurlarsa onu yaparlar." (Nahl: 50)

2) ".... Onlar Allah kendilerine neyi emretmişse ona isyan etmezler ve ne emrolunurlarsa onu yaparlar." (Tahrim: 6)

Meleklerin tersine cinler, insanlar gibidirler. İtaat etme seçeneklerine sahiptirler. Yani onlara da inanma veya inanmama, itaat etme veya isyan etme özgürlük ve yetkisi verilmiştir. Bu, İblisin cinlerden biri olduğu ve bu nedenle de onun isyan yolunu seçtiği söylenerek de açığa çıkmaktadır. (Bkz. Hicr: 27, Cin: 13-15)

Bu ayet, İblisin bir melek olduğu, hatta sıradan bir melek değil, meleklerin başkanı olduğu konusunda çoğu insanda var olan yanlış anlamayı tamamen ortadan kaldırmaktadır. Kur'an'da geçen "Biz meleklere" "Adem'e secde edin" dediğimizde hepsi secde etti, fakat İblis secde edenlerden olmadı" ifadesi nedeniyle ortaya çıkan zorluk ve karışıklığa gelince, meleklere verilen emrin, meleklerin yönetimi altında bulunan tüm yeryüzü yaratıkları için geçerli olduğuna, onların da insana boyun eğmek zorunda olduklarına dikkat edilmelidir. Buna uygun bir şekilde bütün yaratıklar meleklerle birlikte secde ettiler, fakat İblis onlarla birlikte secde etmekten kaçındı.


*M.Esed Meali


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder