13 Mart 2012 Salı

Sâd Suresi Tefsir (40-44) - Mevdudi

بِسْــــــــــــــــــمِ اﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم


40- Şüphesiz, onun bizim katımızda gerçekten bir yakınlığı ve varılacak güzel bir yeri vardır.

Burada, Allah'ın gururlu kimselerden nefret ettiği kadar, kendisinden korkan kimseleri de sevdiği anlatılmak isteniyor. Hata yapan bir kul hatasında inat eder ve tüm uyarılara rağmen, tavrını değiştirmezse, onun sonu tıpkı Adem ve İblis kıssasında anlatıldığı gibi, İblis'inkine benzer.

Tam aksine hata yapan bir kul, Allah'dan korkarak af dilerse, Allah kendisini bağışlar. Tıpkı Hz. Davud ve Hz. Süleyman'ı bağışladığı gibi. Nitekim Hz. Süleyman'ın tevbesini kabul ettikten sonra Allah, onun duasına icabet etti ve ona hiçkimseye nasip olmayan bir saltanat bağışladı. Hiçbir kuluna vermediği yetkiyi, cinleri ve rüzgarları emrine tahsis ederek ona verdi.


41- Kulumuz Eyyub'u da hatırla. Hani o: "Herhalde şeytan, bana kahredici bir acı ve azab dokundurdu" diye Rabbine seslenmişti.

"Şeytan bana bir musibet dokundurdu" ifadesiyle Hz. Eyyub, şeytan'ın hastalık ve musîbet verme gibi bir güce sahip olduğunu söylemek istememiştir. O, şiddetli bir hastalığa yakalanmış olması, mal ve servetini kaybetmesi ve tüm yakınlarının kendisinden yüz çevirmesinden ziyade, şeytanın kendisine vesvese yoluyla eziyet etmesinden yakınıyordu: "O şeytan bana vesvese vererek, meyus olmamı istiyor, beni nankör olmaya itiyor ve sabretmemem için elinden geleni yapıyor" demek istiyordu.

Hz. Eyyub'un yakarışını bu şekilde anlamayı iki nedenden ötürü tercih ettim:
1) Kur'an'a göre Allah şeytana sadece vesvese yoluyla tesir etme özelliği vermiştir. Ona, Allah'ın kullarına hastalık ve maddi eziyetler vermek suretiyle, onları Allah yolundan saptırma şeklinde bir yetki tanımamıştır.
2) Enbiya Suresi'nde Hz. Eyyub'un Allah'a yalvardığı yerde şeytanın adı bile geçmemektedir.

Bu kısım, Hz. Eyyub'un zikrinin geçtiği 4. yerdir. Daha önce En'am: 84 ve Enbiya: 83-84'de zikredilmişti.

En'am/84: Ve ona İshak'ı ve Yakub'u armağan ettik, hepsini hidayete eriştirdik; bundan önce de Nuh'u ve onun soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyub'u, Yusuf'u, Musa'yı ve Harun'u hidayete ulaştırdık. Biz, iyilik yapanları işte böyle ödüllendiririz.

Enbiya/83-84: Eyyub de; hani o Rabbine çağrıda bulunmuştu: "Şüphe yok, bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın." Böylece onun duasına icabet ettik. Kendisinden o derdi giderdik; ona katımızdan bir rahmet ve ibadet edenler için bir zikir olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir katını daha verdik.

Eyyûb'un (a.s) kim olduğu, yaşadığı dönem ve mensup olduğu millet konusunda birçok farklı görüş vardır. Bazı müfessirler onun İsrailoğulları'ndan olduğunu, bazıları Mısırlı olduğunu, bazıları Hz. Musa'dan önce yaşayan veya Hz. Davud ve Hz. Süleyman (a.s) zamanında yaşayan bir Arap olduğunu söylerler. Bütün bu tahminler, Kur'an'a muhalif ve kendi içinde çelişkilerle dolu olan Eyyub kitabına dayandırıldığı için onun hakkında hiçbir kesin fikir öne sürülemez. Fakat daha güvenilir eserler olan İşaya kitabına (M.Ö. 8.yy) ve Hezekiel kitabına (M.Ö. 6. yy) göre Eyyub M.Ö. 9.yy veya daha önce yaşamıştır. Milliyetine gelince adının geçtiği Nisa: 163 ve En'am: 84'deki konunun akışından onun bir İsrailî olduğu tahmin edilebilir. Hz. Vehb İbn Münebbih'e göre o Hz. İshak'ın (a.s) oğullarından biri olan Esau'nun torunlarından olabilir.

Duanın sözleri çok ilgi çekicidir. Eyyub (a.s) çektiği sıkıntıdan bahseder, fakat Rabbine: "Sen merhametlilerin en merhametlisisin" demekten başka bir şey söylemez. Bu, onun sabırlı, soylu ve mutmain olan kişiliğinin bir göstergesidir.

Eyyub'un (a.s) hastalığının nasıl iyileştirildiği Sad Suresi, 42. ayette anlatılmaktadır: "Ayağını yere vur. İşte yıkanılacak ve içilecek serin bir su" bundan, onun ayağını yere vurur vurmaz oradan bir suyun fışkırdığı anlaşılmaktadır. O bu sudan içmiş, onunla yıkanmış ve hemen sonra hastalığından kurtulmuştur. Tedavinin şekli bizi onun bir deri hastalığından muzdarip olduğu fikrine götürmektedir. Bu fikir Kitab-ı Mukaddes tarafından da desteklenmektedir." Şeytan Rabbin önüne çıktı ve Eyyub'u ayağının tabanından tepesine kadar kötü çıbanlarla vurdu." (Eyyub 2:7)

Eyyub'un (a.s) Kur'an'da anlatılan yüce kişiliği ile Kitab-ı Mukaddes'te anlatılan Eyyub'u karşılaştırmakta fayda vardır. Kur'an onu bir sabır ve dayanıklılık abidesi ve Allah'a ibadet edenlere mükemmel bir örnek olarak sunar. Fakat onun Eyyub kitabında (Kitab-ı Mukaddes) sunulan genel karekteri, Allah'a karşı şikayetlerle dolu bir adamın karakteridir: "Doğmuş olduğum gün yok olsun, Rahimde bir erkek peyda oldu diyen gece de yok olsun. Günü lanetleyenler ona lanet etsinler... Çünkü anam rahminin kapılarını kapamadı ve gözlerinden sıkıntıyı saklamadı. Ben niçin doğunca ölmedim, rahimden çıkınca son soluğumu vermedim?" (Eyyub: 3) .... "Keşke kederim bir kere tartılsa ve felaketimle beraber teraziye konsa... çünkü Kadir'in okları içimdedir, ruhumun onların zehrini içmede Allah'ın dehşetleri bana karşı cenge dizildiler." (Eyyub: 6) .... "Suç ettimse, sana ne ettim ey insan gözcüsü? Niçin beni kendine hedef ettin ve ben kendime bir yük oldum? Niçin günahımı bağışlamaz, fesadımı da gidermezsin?" (Eyyub, 7: 20-21) .

Üç arkadaşı onu teselliye ve sabretmesini tavsiye etmeye çalışırlar, fakat o ümitsizlik içinde şöyle der: "Canım hayatımdan bıktı... Ruhumun çektiği acı ile söyleyeyim" (10:1) ... "Ben bunlara benzer çok şeyler işittim, hepiniz yorgunluk veren tesellicilersiniz." (16: 2) .... "Ve bu üç kişi artık Eyyub'a cevap vermekten vazgeçtiler... O zaman Elihu'nun öfkesi alevlendi... Eyyub'a karşı... çünkü o kendisini Allah'tan ziyade haklı çıkarmakta idi." (32: 1-3) Fakat o da Eyyub'u teselli etmeyi başaramadı. Bunun üzerine Rab kendisi geldi, Onun üç arkadaşını ve Elihu'yu suçladı, Eyyub'u azarladı ve daha sonra onu affetti, kabul etti ve ona lutfetti." (Bab: 41 ve 42)

Bu kitabın ilk iki babında Eyyub Peygamber'in Allah'dan korkan doğru ve mükemmel bir insan olarak gösterilmesi daha sonraki bölümlerde ise sanki şeytanın onun hakkındaki tahminleri doğru ve Allah'ın ondan beklediği iyi kulluk yanlış çıkmış gibi bir şikayet ve isyan timsali olarak sunulması çok ilginçtir. Bu nedenle, bu kitap, kendisinin ne Allah'ın ne de Eyyub'un (a.s) sözü olmadığının, bilakis sonraları başka birisi tarafından yazılıp Kitab-I Mukaddes'e dahil edildiğinin apaçık bir delilidir.


42- "Ayağını depret. İşte yıkanacak ve içecek soğuk (su, diye vahyettik).

Yani, Allah'ın emriyle ayağını yere vurduğunda oradan su fışkırmış ve Hz. Eyyub, o sudan içtikten ve banyo yaptıktan sonra hastalığı geçmiştir. Muhtemelen Hz. Eyyub bir cilt hastalığına yakalanmış olmalıdır. Nitekim Kitab-ı Mukaddes'de Hz. Eyyub'un vücudunun baştan başa sivilcelerle kaplı olduğu zikredilir.


43- Katımızdan ona bir rahmet ve temiz akıl sahiplerine bir öğüt olmak üzere kendi ailesini ve onlarla birlikte bir benzerini de bağışladık.

Burada her akıl sahibi için bir ibret ve ders vardır. Yani insanoğlu ne halde olursa olsun, Allah'a isyan etmemeli ve O'ndan ümidini kesmemelidir. İyilik de, kötülük de kendisinden başka ilâh olmayan Allah'ın elindedir. O, dilediğini iyi bir durumdan çok kötü bir duruma uğratır, çok kötü bir durumdan da iyi bir duruma yükseltir. Dolayısıyla akıl sahibi her insan ümit ettiğini sadece Allah'dan beklemelidir.

Rivayetlere göre, Hz. Eyyub'un dışında herkes, hatta çocukları bile kendisinden uzaklaşmışlardır. Bu yüzden "Biz ona şifa verdiğimizde ailesi ona döndü. Ondan sonra biz kendisine eskisinden daha fazla mal ve evlat verdik." denilmiştir.


44- "Ve eline bir deste (sap) al, böylece onunla vur ve andını bozma." Gerçekten, biz onu sabredici bulduk. O, ne güzel kuldu. Çünkü o, (daima Allah'a) yönelip-dönen biriydi.

Bu cümle üzerinde biraz durmak gerekir. Hz. Eyyub hasta iken, hanımını bir miktar sopa vurarak döveceğine yemin etmiştir. Ancak sağlığına kavuştuğunda, günahsız hanımını döveceği için ettiği yeminden pişmanlık duymuştur. Dövmese yemin etmiş olduğu için günaha girecektir, dövse masum ve vefakâr eşine boşuna haksızlık edecektir. Allah bu sorunu şöyle halletmiştir: "Kaç adet sopa vuracaksan eline o kadar çöp al ve bir demet yap, sonra da o demetle eşine bir kez vur. Böylece hem yeminin yerine gelmiş olur, hem de eşin boş yere eziyet görmez."

Bazı fakihler böyle bir yöntemin sadece Hz. Eyyub'a mahsus olduğunu söylerlerken, bazıları da, başka kimselerin de bu fırsattan yararlanabileceklerini savunmuşlardır. İlk görüşü İbn Asakir, İbn Abbas'dan, el-Cassas ise Mücahid'den nakletmişlerdir. İbn Malik de aynı görüştedir.

Diğer görüş ise İmam Ebu Hanife, İmam Yusuf, İmam Muhammed, İmam Züfer ve İmam Şafiî tarafından öne sürülmüştür. Onlara göre sözgelimi bir kimse hizmetçisine 10 sopa vurmaya yemin ettiğinde, 10 sopayı birleştirerek ona vursa yemini yerine gelmiş olur. Ancak 10 sopanın hepsinin de hizmetçinin vücuduna değmiş olması gerekir. Nitekim. Hz. Peygamber'den (s.a.) rivayet edilen bir hadisde, o, hasta bir zaniye böyle ceza vermiştir. Çünkü zina eden şahıs o derece hasta idi ki 100 sopaya dayanması mümkün değildi. El-Cassas'ın Hz. Sa'd b. Ubade'den rivayet ettiğine göre, "Beni Sa'd kabilesinden bir şahıs zina etmişti. Ancak o kadar hastaydı ki bu şahıs, bir deri bir kemik kalmıştı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.) bu zaniye "100 çöpü olan bir hurma dalıyla bir kez vurulmasını" emretmişti. (Ahkamu'l-Kur'an, ayrıca bu hadis, Müsned-i Ahmed, Ebu Davud, Neseî, İbn Mace, Taberânî, Abdurrezzak ve daha birçok hadis kitaplarında kayıtlıdır.) Hz. Peygamber (s.a.) hasta ve zayıf olan biri üzerinde hadd cezasını bu şekilde tatbik etmiştir. Ayrıca fukaha, bu tür bir ceza için çeşitli şartlar öne sürmüştür. Örneğin her çöpün suçlunun vücuduna dokunması ve ayrıca da eziyet vermesi gibi.

Bu bağlamda "Yemin eden bir kimsenin, ettiği yemin sahih bir sebebe dayanmıyorsa, ne yapılmalıdır?" şeklinde bir soruyla karşılaşıyoruz. Hz. Peygamber (s.a.) "Böyle bir durumda kişi en iyi olanı yapmalıdır. Çünkü yeminin kaffareti budur" demiştir. Diğer bir rivayete göre ise, "Bu yanlış iş yerine iyi bir iş yapmalıdır ki, böylece yeminine keffaret olsun" diye buyurmuştur. Ayet-i Kerime bu ikinci rivayeti teyid etmektedir.

Çünkü sadece yanlış bir iş yapmamak, yeminin keffareti olsaydı Allah, Hz. Eyyub'a yemini yerine getirmesi için, eline bir demet sopa (çöp) alıp hanımına onunla vurmasını söylemezdi. O takdirde şöyle denilebilirdi: "Sen yanlış bir iş yapma ki böylece bu senin keffaretin olsun."

Ayrıca bu ayetten yemin eden bir kimsenin, yemini hemen yerine getirmesinin gerekmediği anlaşılıyor. Çünkü Hz. Eyyub (a.s) hastayken yemin etmiş ve sıhhatine kavuştuktan sonra da yeminini hemen yerine getirmemiştir.

Bazı alimler, bu ayeti "hile-i şer'iyye"ye delil kabul etmişlerdir. Bunun Allah Teâlâ'nın Hz. Eyyub'a gösterdiği bir çözüm olduğundan da bir şüphe yoktur. Fakat bu, sorumluluktan (farzdan) kurtulmak için gösterilen bir yol değil, sadece bir kötülükten kaçınmak içindi. Dolayısıyla İslâm hukukunda bile, ancak kişinin kendisine veya bir başkasına yapacağı zulüm, günah ve kötülüğü bertaraf etmesi şartıyla caizdir. Aksi takdirde haramı helal kılmak, farzdan kaçınmak ve iyiliği terk etmek için yapılan hile günah üstüne günahtır, hatta son tahlilde küfre bile girebilir insan. Çünkü art niyetle hile yapmaya çalışan bir kimse, güya Allah'ı kandırmaya çalışıyordur. Sözgelimi bir kimse zekat vermemek için, yılın bitiminden önce malını başkasına devrederse, sadece farzı terk etmiş olmaz, aynı zamanda farzdan kurtulduğunu da sanarak Allah'ı aldatmaya çalışmış olur. Bazı fakihlerin bu gibi hilelere eserlerinde yer vermiş olmaları, şer'i hükümlerden nasıl kaçınılacağını göstermek için değildir. Bilakis hile-i şer'iyeye başvuran bir adamın davasına bakarken hakimin zahire göre hükmedip, sonucu Allah'a bırakması için yapılan hileyi bilmesini sağlamaktır.

Hz. Eyyub'un (a.s) kıssasının beyan edilmesinin amacı, siyak ve sibaktan anlaşıldığına göre, müslümanlara ne kadar büyük olursa olsun bir musibete uğradıklarında sabretmeleri ve sadece Allah'tan yardım istemeleri gerektiğini öğretmektir. Çünkü uğradığı musibetin (imtihanın) süresi uzamış olsa da, bir kul Allah'tan ümidini keserek, başkalarına sığınmamalı ve bunun Allah'tan olduğunu bilmelidir. Hz. Eyyub da sabretmiş ve sonunda Allah Teâlâ kendisine mal ve sıhhatini yeniden iade etmiştir. Bu şekilde musibete duçar olan kimse, vesveseye düşmesine rağmen, sabrettiği takdirde, Allah, Hz. Eyyub'a gösterdiği gibi, ona da bir çıkış yolu gösterir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder