10 Mart 2012 Cumartesi

Sâd Suresi Tefsir (27-33) - Mevdudi

بِسْــــــــــــــــــمِ اﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم


27- Biz gökyüzünü, yeryüzünü ve ikisi arasında bulunan şeyleri batıl olarak yaratmadık. Bu, küfredenlerin zannıdır. Ateşten (görecekleri azabtan) dolayı vay o küfretmekte olanlara.

Yani, "Bu kainat bir hikmete, maksada ve adalete dayanmaksızın, boşuboşuna yaratılmamıştır." Bu cümle önceki konunun bir özeti olduğu kadar, sonraki konuya da bir giriş niteliği taşımaktadır.

Önceki konuda, "Sizler ne yaparsanız yapın hesap sorulmayacak kadar bu hayat sorumluluktan ve adaletten bağımsız değildir. İyilik yapanların iyilik, kötülük yapanların kötülük bulamayacağını mı sanıyorsunuz? Sizler bu dünyayı, onu yaratanın eğlence için yarattığı bir oyuncak mı zannediyorsunuz? Yani, insanı yaratmakla anlamsız bir iş mi yapmıştır?" denilmektedir. Bu konu Kur'an'ın değişik yerlerinde de işlenmiştir.

"Bizim sizi boş yere, bir oyun, eğlence olarak yarattığımızı ve sizin bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sandınız?" (Müminun: 115)

"Biz gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları eğlenmek için yaratmadık. Onları sadece gerçek bir sebeble yarattık. Fakat onların çoğu bilmiyorlar. Hüküm günü, hepsinin buluşacağı gündür." (Duhan: 38-40)


28- Yoksa biz, iman edip salih amellerde bulunanları yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar gibi (bir) mi tutacağız? Ya da muttakileri facirler gibi (bir) mi tutacağız?

"Yani, sizler iyi bir insan ile kötü bir insanın sonunun aynı olacağını mı sanıyorsunuz? Şayet ahirette ceza ve mükafat olmayacaksa, bunun Allah'ın adaletine aykırı düşeceği açıkça ortadadır. Aksi takdirde iyilik ve kötülük kavramları diye bir şey olmazdı. Yine böyle olmasaydı salih ve iyi insanlar her türlü musibet ve belayı göze alarak iyilik etmeye çalıştıkları için aptal kabul edilirlerdi. Çıkarcılar, fâcir ve fâsıklar ise zulüm yaparak her türlü ahlâksızlığı işledikleri için -Maazallah- akıllı sayılırlardı.


29- (Bu Kur'an,) Ayetlerini, iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.

"Mübarek" yani, hayır ve saadeti bollaştıran. "Kur'an mübarek bir kitabtır." Çünkü eşsiz bir kitabtır: Bu eşsiz kitabtan hidayet alan, her türlü yararı elde eder ve bu kitap onu zarardan korur.


30- Biz Davud'a Süleyman'ı armağan ettik. O, ne güzel kuldu. Çünkü o, (daima Allah'a) yönelip-dönen biriydi.

Hz. Süleyman'ın (a.s) bahsi daha önce geçmişti.

Bkz. Bakara :101-102 ( Ne zaman onlara Allah katından yanlarındakini doğrulayan bir peygamber gelse, kendilerine kitap verilenlerden bir takımı, sanki kendileri hiç bilmiyorlarmış gibi Allah'ın Kitabını arkalarına attılar... Ve onlar, Süleyman'ın mülkü (nübüvvet) aleyhinde şeytanların uyduklarına uydular. Süleyman ise küfretmedi; ancak şeytanlar küfretti.)

Enbiya: 78-82 (Davud ve Süleyman da; hani kavmin hayvanlarının içine girip-yayıldığı ekin-tarlaları konusunda hüküm yürütüyorlardı. Biz onların hükmüne şahidler idik. Biz bunu (hükmü) Süleymana kavrattık, her birine de hüküm ve ilim verdik. Davud ile birlikte tesbih etsinler diye, dağlara ve kuşlara boyun eğdirdik. (Bunları) Yapanlar biz idik. Ve sizin için ona, zorlu-savaşınızda sizi korusun diye, '(madeni) giyim-sanatını' öğrettik. Buna rağmen siz şükredenler misiniz? Süleyman için de, fırtına biçiminde esen rüzgâra (boyun eğdirdik) ki, kendi emriyle, içinde bereketler kıldığımız yere akıp giderdi. Biz her şeyi bilenleriz. Onun için denizde dalgıçlık yapan ve bundan başka iş(ler) de gören şeytanlardan kimseleri de (emrine verdik) . Biz onların koruyucuları idik.)

Neml: 15 (Andolsun, biz Davud'a ve Süleyman'a bir ilim verdik: "Bizi inanmış kullarından birçoğuna göre üstün kılan Allah'a hamdolsun" dediler.)

Sebe: 10-12 (Andolsun, biz Davud'a tarafımızdan bir fazl (üstünlük) verdik. "Ey dağlar, onunla birlikte (Beni tesbih edip) yankıyla ses verin" (dedik) ve kuşlarla da (aynısını emrettik) . Ve ona demiri yumuşattık. "Geniş zırhlar yap, (onları) düzenli bir biçime sok; ve hepiniz salih ameller yapın. Gerçekten ben, sizin yapmakta olduklarınızı görenim" (diye vahyettik). Süleyman için de, sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay (mesafe) olan rüzgâra (boyun eğdirdik) ; erimiş bakır madenini ona sel gibi akıttık. Onun eli altında Rabbinin izniyle iş görmekte olan bir kısım cinler de vardı. Onlardan kim bizim emrimizden çıkıp-sapacak olsa, ona çılgın ateşin azabından taddırırdık.)


32- O da demişti ki: "Gerçekten ben, mal (veya at) sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim." Sonunda bu atlar (koştular ve toz) perdesinin arkasına saklandılar.

"Hayr" bolluk anlamına gelir. Ancak burada mecazen, atlara atfen kullanılmıştır. Hz. Süleyman bu atları Allah yolunda cihad için beslediğinden, burada "hayr" ifadesi geçmiştir.


33- "Onları bana geri getirin" (dedi) . Sonra da (onların) bacaklarını ve boyunlarını okşamaya başladı.

Bu ayetlerin tercüme ve tefsiri hakkında, müfessirler arasında ihtilaf vardır.

Bir grup müfessir, bu ayetlerden, Hz. Süleyman'ın atları muayene ederken ve onları koştururken, ikindi namazını kılmayı unuttuğu anlamını çıkarmışlardır. Bazıları ise, Hz. Süleyman'ın ikindi ve akşam namazı sırasında bir virdi olduğunu ve virdlerini unutup güneş battığı için, atların getirilmesini emrettiğini, sonra da atlar getirildiğinde, onların ayaklarını kestiğini, başka bir deyişle atları Allah'a kurban ettiğini söylemişlerdir. Zira atlar onu Allah'ı anmaktan alıkoymuştur. Bu yorumu kabul edersek, ayetlerin anlamı şöyle olur: "Ben" dedi, "Mal sevgisine o kadar daldım ki, Allah'ı anmayı (ikindi namazı veya virdi) unuttum. Öyle ki güneş battı." "Onları (atları) getirin" diye emretti ve onların bacaklarını ve boyunlarını kesti." Bu yorumu büyük müfessirler yapmış olmasına rağmen, tercih edilemez.

Çünkü üç konuda kendiliklerinden tevil yapmışlardır.
1) Onlar, Hz. Süleyman'ın ikindi namazını veya virdlerini unuttuğunu söylemişlerdir. Oysa Kur'an'daki ayetten en çok, "Ben" dedi, "Mal sevgisine o kadar daldım ki, Allah'ı anmayı unuttum." anlamı çıkabilir. İkindi namazından veya virdden bahsedilmemektedir.
2) Onlar "güneş battı" diyorlar, fakat metinde, "güneş" lafzı yoktur. Burada "Hatta tevârat bil-hicab" (perdenin arkasına gizlendiler) denilerek "es-safinatu'l-ciyad" (yağız atlar) ifadesi ile ilişki kurulmaktadır. Yani, "Perdenin arkasına gizlenenlerin", "yağız atlar" olduğu hemen anlaşılıyor. Ayrıca onlar, Hz. Süleyman'ın atların bacaklarına ve boyunlarına elleriyle değil kılıçlarıyla dokunduğunu (kestiğini) varsayıyorlar. Oysa Kur'an'da "kılıçla dokunmak" şeklinde bir kullanım varit değildir. Dolayısıyla "dokunma" ifadesinin kılıçla olduğu şeklinde bir anlam çıkarmak mümkün değildir.

Ben şahsen bu tür tefsirlere prensip olarak karşıyım. Bana göre Kur'an'da olmayan ifade biçimleriyle, ayetlere anlam vermek, ancak şu dört şarta bağlıdır:
1) Ayetlerin siyak ve sibakı, böyle bir anlamın çıkarılmasına müsaitse,
2) Kur'an'ın başka bir yerinde, çıkarılan anlamı destekleyici başka bir karine (veya karineler) varsa.
3) Eğer ayeti sahih bir hadis izah ediyorsa.
4) Güvenilir bir kaynakla bildirilmişse. Sözgelimi tarihi bir bilgi varsa ve onu arkeolojik tespitler, ilmi belgeler destekliyorsa. Şayet şer'î bir hüküm sözkonusu ise, muteber fıkıh eserleri dikkate alınabilir.
Tüm bunların dışında, kendiliğinden bir kıssa icad ederek Kur'an'ı anlamaya çalışmak, bence sakıncalı bir davranış olur.

Yukarıdaki, "tercüme-tefsir"den biraz farklı olarak, bazı müfessirler, "hatta tevârat bil-Hicab" (perdenin arkasına gizlendiler) ve "Ruddûhâ aleyye" (onu bana getirin) şeklindeki ifadelerde geçen zamirlerin, güneşe işaret ettiğini söylemektedirler. Yani, ikindi vakti geçmiş ve güneş batmıştı. Hz. Süleyman bunun üzerine kainatı idare eden meleklere, güya, "güneşi geri getirin de, ikindi namazını eda edebileyim" demiştir. Böylece güneş geri gelmiş ve Hz. Süleyman namazını eda etmiştir. Fakat bu tefsir, önceki tefsirden daha da mantıksızdır. Gerçi bu itirazımızla, Allah'ın güneşi geri getirmeye gücü olmadığını söylemek istemiyoruz ama yine de bunun konuyla hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü Hz. Süleyman'dan bu kadar büyük mucizeler südûr etmiş olsaydı eğer, o zaman bunu kendisi zaten zikretmiş olurdu. Ayrıca gerçekten de, güneş battıktan sonra tekrar geri gelmiş olsaydı, bu kadar büyük bir hadisenin dünya tarihine geçmiş olması gerekirdi.

Bu tefsiri desteklemek için bazı zevat, birtakım hadisleri öne sürerek, güneşin battıktan sonra geri gelme olayının birkaç kez vuku bulduğunu iddia etmişlerdir. Bu yüzden miraç mücizesini, güneşin geri gelmesi olarak zikrederler. Hendek Savaşı sırasında Hz. Peygamber'in (s.a.) , battıktan sonra güneşi geri getirdiğini, yine Hz. Ali, Hz. Peygamber'in (s.a.) kucağında uyuduğu için ikindi namazını kılamadığından dolayı, Hz.Peygamber'in dua ederek güneşi geri getirdiğini söylerler. Bu rivayetler yukarıdaki yorumu desteklemek için zikredilmelerine rağmen, yukarıdaki yorumdan daha da anlamsızdırlar. Hz. Ali ile ilgili hadisi İmam İbn Teymiyye, her yönüyle ele aldıktan sonra uydurma olduğunu ispatlamıştır. İmam Ahmed b.Hanbel, "Bu hadis asılsızdır", İbn Cevzi ise "Kuşkusuz bu hadis uydurmadır" demişlerdir. Hendek Savaşı ile ilgili hadis, bazılarına göre zayıf, bazılarına göreyse uydurmadır. Miraç hadisesine gelince bu olayın hakikati şöyledir: "Mekkeli müşrikler Hz. Peygamber'den Mirac'ı ispatlamasını isteyince o; "Kudüs yolunda falan kafilede filan hadise vuku buldu" demiştir. Mekkeli müşrikler o kafilenin Mekke'ye ne zaman varacağını sorduklarında Hz. Peygamber (s.a.) , "şu gün gelecektir" diye cevap vermiştir. O gün geldiğinde, Kureyş kafirleri bütün gün o kafileyi beklemiş ve akşam olmuştur. Bunun üzerine Rasulüllah kafile gelmeden önce güneş batmasın diye dua etmiş ve gerçekten de kafile güneş batmadan önce gelmiştir. Bazı raviler bu hadiseyi rivayet ederlerken, o gün güneşin bir saat geç battığını söylemişlerdir. Böylesine önemli bir hadis için, bu kadar zayıf şahitliklerin kabul edilmesi mümkün mü? Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi güneşin geri gelmesi ve günün bir saat uzaması büyük bir olay olduğu için, tüm dünyanın bu olayları bilmiş olması gerekirdi ve sadece birkaç insanla sınırlı kalmazdı.

Müfessirlerden bir başka grup da bu ayetlerin anlamını, önyargısız bir kimsenin okuyup anladığı gibi anlamışlardır. Bu müfessirlerin yorumuna göre bu hadise şöyledir: "Hz. Süleyman bir dizi yağız atı sürdüğü zaman, "Bu atları sadece Allah rızası için seviyorum. Öyle ki onlarla cihad edilerek Allah'ın kelimesi yükselsin" demiştir. Sonra atları koşturdu. Atlar o kadar hızlı koşmuşlardır ki gözden kaybolmuşlardır. Daha sonra atları geri getirmiştir." İbn Abbas'a göre Hz. Süleyman onların bacaklarını ve boyunlarını okşamıştır. Bana göre doğru tefsir budur. Çünkü bu yorum, ayetlerin siyak ve sibakına uygundur. Burada dışarıdan kelimeler ithal etmeye gerek yoktur. Çünkü bu fazladan kelimeler, ne hadislerde, ne de İsrailî haberlerde bulunmaktadır.

Burada, Allah'ın Hz. Süleyman için, "Benim en iy kulumdur. Beni çokça zikrederdi." şeklinde buyurması dikkate değerdir. Hz. Süleyman hakkında söylenen bu sözlerden, şöyle denilmek istendiği anlaşılıyor: "Bu kulum herşeyi benim için sever, mütekebbirler gibi sahip olduğu mal-mülkten dolayı gurura kapılmaz ve beni çokça hatırlar."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder