23 Mayıs 2012 Çarşamba

Yâsîn Suresi 20-36 Ayetleri Tefsiri - Mevdudi


20- Şehrin en uzak yerinden bir adam koşarak geldi: "Ey kavmim, elçilere uyun" dedi.

21- "Sizden ücret istemeyenlere uyun, onlar hidayet bulmuş kimselerdir."

Allah'ın bu salih kulu, elçilerin doğruluğunu bir cümlede özetlemiştir. Yani, bir Rasûl'un "hak" olması iki şarta dayalıdır:

1) Söz ve fiil, 2) İhlas. 

Sözkonusu şahsın öne sürdüğü deliller şudur: Birincisi, "Bu elçiler sizlere makul olan birşeyi tebliğ ediyorlar ve kendilerinde de herhangi bir kötülük bulunmamaktadır." İkincisi ise, "Hiçkimse onlara, kendi menfaatleri için tebliğ yapıyorlar diyemez. Dolayısıyla bu kimselerin tebliğ ettikleri mesajın reddedilmesi için makul bir delil yoktur. Kur'an, bu şahsın sözlerini naklederek, aynı zamanda bir Rasûlun "hak" olabilmesi için gereken iki ölçüyü de vaaz etmiştir. Şayet bir Rasûl'un "hak" olup olmadığını anlamak istiyorsanız bu iki ölçüye göre değerlendirme yapmalısınız. Hz. Muhammed'in (s.a) söz ve fiilleri onun doğruluk timsali olduğunu gösterirken ve tüm çalışmalarının ardından, bunları kendi çıkarları için yaptığına dair küçük bir işaret bile bulunmazken, kim, neye dayanarak Hz. Muhammed'in (s.a.) tebliğ ettiği mesajı reddedebilir?


22- "Bana ne oluyor ki, beni yaratana kulluk etmeyecekmişim? siz O'na döndürüleceksiniz."

Bu cümle delil olması ve tebliğin hikmetini açıklaması açısından iki güzel örnektir. Birinci bölümde; mahlukatın, yaratıcısı olan Allah'a itaat ve kulluk etmesinin, aklın ve fıtratın gereği olduğunu söylemiştir. Şayet bir mantıksızlık varsa o da insanın kendisini halketmeyen varlıklara kulluk etmesidir. İkinci bölümde ise o şahıs kavmine "Sizler sonunda ölecek ve şimdi kulluktan kaçındığınız yaratanınıza döneceksiniz. O'ndan yüz çevirdiğiniz halde nasıl iyilik bekleyebilirsiniz, bir düşünün" diyerek onların meseleyi idrak etmelerine çalışıyor.


23- "Ben, O'ndan başka ilahlar edinir miyim ki, Rahman (olan Allah) , bana bir zarar dileyecek olsa, ne onların şefaati bana bir şeyle yarar sağlar, ne de onlar beni kurtarabilirler."

Yani, ben apaçık bir günah işlersem eğer, Allah'ın indinde beni kurtarabilecek kadar makbul hiçkimse yoktur. Şayet Allah beni cezalandırmayı dilemişse, ona rağmen beni kurtarmaya kimsenin gücü yetmez.


24- "O durumda ise, gerçekten ben apaçık bir sapıklık içinde olmuş olurum."

Yani, "Bunların bile bile mabud kabul ettiğim takdirde."


25- "Şüphesiz ben, sizin Rabbinize iman ettim; işte beni işitin."

Bu cümle, tebliğin hikmet inceliklerini taşımaktadır. Bu salih kul böyle bir ifade kullanmakla onlara, "Benim iman ettiğim Rab sadece benim değil, sizlerin de Rabbi'dir. Ben O'na iman etmekle bir yanılgı içine düşmüş olmuyorum, ancak sizler iman etmemekle böyle bir yanılgıya düşüyorsunuz" diyerek hatırlatmada bulunuyor.


26,27- Ona: "Cennete gir" denildi. O da: "Keşke benim kavmim de bir bilseydi: Rabbimin beni bağışladığını ve beni ağırlananlardan kıldığını" dedi.

Yani, şehadetinin hemen ardından, bu salih kula cennet müjdesi verilmiştir. Melekler onu karşılamak için dizilmişlerken, ona "Firdevs cenneti seni beklemektedir" diye hemen haber vermişlerdir. Bu cümlenin yorumu hakkında müfessirler arasında farklı görüşler vardır. Katâde, "Allah bu kuluna cenneti hemen nasip etmiştir, orada yaşamakta ve rızıklanmaktadır" derken, Mücahid: "Melekler ona sen cennete gireceksin diye müjde vermişlerdir. Yani kıyametten sonra, herkes cennete girerken, o da cennete girecektir" şeklinde bir yorumda bulunmuştur.

Bu, üstün bir ahlâk örneğidir. Kendisini katleden kimselere karşı bu salih insanın içinde hiçbir kin ve kızgınlık olmadığı gibi Allah indinden beddua ve şikâyette bulunarak intikam almayı da düşünmemiştir. Bilakis şimdi de onların iyiliklerini isteyerek, "Keşke kavmim de benim sonumdan haberdar olsaydı. Böylelikle küfürlerinden vazgeçerek hidayete erseler" demiştir. Yani, "Benim hayatımdan değilse bile ölümümden ibret alsınlar". Bu şerefli insan kendini katleden insanların dahi cehenneme girmelerini arzu etmemektedir. Aksine onların hidayete ermelerini ve cennete kavuşmalarını temenni ediyor. Bu kimse hakkında Rasûlullah (s.a) şöyle demiştir. "Bu şahıs kavmi için hayatı boyunca da, ölümünden sonra da hep iyilik istemiştir."

Bu kıssa, dolaylı olarak Mekkeli müşriklere şu hakikati öğretmek için zikredilmiştir: Hz. Muhammed (s.a.) ve arkadaşları tıpkı bu kıssada olduğu gibi gerçekten sizlerin iyiliğini isterler. Tüm zulmünüze rağmen bu insanlar sizlere karşı bir kin ve nefret beslememektedirler. Onların kalbinde sizlerden intikam almak gibi bir his de yoktur. Bunlar yalnızca sizlerin sapıklığına karşıdırlar ve hidayete ermenizi istiyorlar. Bunun dışında herhangi bir maksat gütmüyorlar.

Sözkonusu ayet, diğer birçok ayetler gibi "Berzah" aleminin varlığını apaçık ispat etmektedir. Bu ayetten bazı cahillerin sandığı gibi ölümden sonra kıyamete kadar durgunluk olmayacağı anlaşılıyor.
Ancak bu safhada ruh, cismi olmaksızın diridir, konuşur ve işitir, hisseder, memnun da olur kederli de, dünyadakilere ilgi de duyar. Şayet böyle olmasaydı sözkonusu mümin cennet müjdesini duyduğunda, "Keşke kavmim benim hayırlı sonumdan haberdar olsaydı" diyebilir miydi?


28- Kendisinden sonra ise, kavminin üzerine gökten bir ordu indirmedik; indirecek de değildik.

29- (Ancak onlara) Yalnızca bir tek çığlık (yetti) ; anında sönüverdiler.

Burada ince bir kinaye vardır. Zira onlar kendi kuvvetlerine güvenerek gurur ve nefret içinde, güya bu üç elçiye inananları sindireceklerini sanıyorlardı. Ancak bunların o gücü, Allah'ın azabı geldiğinde bir çırpıda yok olmuştur.


30- Yazıklar olsun kullara; ki onlara bir peygamber gelmeyi görsün, mutlaka onunla alay ederlerdi.

31- Görmüyorlar mı, kendilerinden önce nice kuşakları yıkıma uğrattık? Onlar, bir daha kendilerine dönmemektedirler.

Yani, bunların izleri bile kalmamış ve azab geldiğinde kim nereye düşmüşse orada kalmıştır. Bugün hiçkimse onlar hakkında birşey bilmez. Çünkü onların sadece medeniyetleri değil, soyları bile yok olmuştur.


32- Ancak onların hepsi, toplanmış olarak huzurumuza getirilmişlerdir.

Geçen iki ayrı bölümde Mekkeli müşrikler, inkarları, hakkı yalanlamaları, ve Rasûlullah'a (s.a.) karşı koymalarından ötürü kötülenmişlerdi. Şimdi ise sıra Hz. Peygamber (s.a.) ile kafirler arasındaki asıl ihtilafa, yani tevhid ve ahiret akidesine gelmiştir. Rasûlullah (s.a) tevhid ve ahiret akidesini onlara tebliğ ediyor, onlar da karşı çıkıyorlardı. Bu konuda arka arkaya deliller getirmek suretiyle, insanlar düşünmeye davet edilmektedir. Peygamber (s.a) sizlere, kâinatın herşeyi ilan ettiğine bir bakın diyor. Nitekim önümüzde bulunan herşey bu hakikate işaret etmiyor mu?"


33- Ölü toprak kendileri için bir ayettir; biz onu dirilttik, ondan taneler çıkarttık, böylelikle de onlar ondan yemektedirler.

Yani, tevhidin hak, şirkin bâtıl olduğuna bir delil değil midir?


34- Biz, onda hurmalıklardan ve üzüm-bağlarından bahçeler kıldık ve içlerinde pınarlar fışkırttık:

35- Onun ürünlerinden ve kendi ellerinin yaptıklarından yemeleri için. Yine de şükretmiyorlar mı?

Bu cümleye "Onların meyvelerinden ve ayrıca kendi elleriyle yaptıklarından yesinler" şeklinde de bir anlam verilebilir. 

Bu kısa cümlelerle yeryüzündeki bitkiler dünyası, delil olarak öne sürülmüştür. İnsanlar, gece-gündüz yeryüzündeki ürünleri yedikleri ve yararlandıkları halde, onları hiç önemsemiyorlar, fakat gafletten kurtulup dikkat edecek olurlarsa, o zaman, bu mahsulü veren tarlaların, zengin bağ ve bahçelerin, üzerlerinde akan ırmak ve derelerin hiçbirinin kendi kendine oluşmadığını anlayacaklardır. Tüm bunların ardında, Alemlerin Rabbi olan Allah'ın hikmet ve kudreti gizlidir.

Yeryüzünün hakikati, yapısı ve ne tür elementlerden müteşekkil olduğu hakkında düşünün. Yeryüzü kendi kendine birşey yaratmaya kadir değildir. Bu elementleri ayrı ayrı da incelerseniz, bir terkip halinde de incelerseniz, onların kendi kendilerine can verebildiklerini göremezsiniz. Öyleyse bu cansız topraktan bunca bitkinin meydana gelmesi nasıl mümkün olmaktadır? Araştırdığınız takdirde birkaç sebep olduğunu görürsünüz. Şayet bu sebepler var olmasaydı hayat da olmazdı.

1) Yeryüzünün bazı bölgelerinde, toprağın üstündeki satıhta, bitkiler için gıda vazifesi gören bazı maddeler vardır. Bitkilerin köklerini salabilmeleri ve bazı gıdaları alabilmeleri için, bu üst satıh daha yumuşaktır.

2) Yeryüzünde çeşitli durumlarda akan suların içinde bazı maddeler vardır. Bu maddeler suyun içinde bulunmakla, bitkilerin gıda almalarını sağlarlar. Bitkiler bu suyu kökleri vasıtasıyla yerin altından alırlar.

3) Arzın üstündeki hava, dünyayı semavi afetlerden koruduğu gibi, ayrıca bulut olarak yağmurun yağmasını da sağlar. Bitkilerin canlılığını sürdürebilmeleri ve büyümeleri için gerekli olan bazı gıdalar da hava içerisinde bulunmaktadır.

4) Ayrıca bitkilerin münasip bir sıcaklık ve mevsimde ortaya çıkmaları güneş ve yeryüzü arasındaki dengeli ilişki sayesinde olmaktadır.

Bu dört temel unsurun (onların neden olduğu daha birçok hadise vardır) biraraya gelmesiyle bitkilerin yaşaması mümkün olmaktadır. Bütün bu şartlar önceden hazırlanarak, ayrı tohumlardan ayrı cinste bitkiler çıkmıştır. İşte toprak, su, hava ve mevsim unsurları münasip bir şekilde biraraya geldiği zaman, bitkiler büyümeye ve gelişmeye başlarlar. Her tohumdan aynı cinste çıkan bitki ve ağaçlar soya dayalı ortak özellikler taşırlar. Ayrıca bu bitki ve ağaçlar birkaç değil sayısız çeşitte yaratılmışlardır. Böylece bu sayısız çeşitteki bitkiler, insanlar ve hayvanlar için, gıda, elbise, ilaç ve daha birçok ihtiyacı karşılamaktadırlar.

Bu hayret verici nizam hakkında, inat ve taassuba saplanmamış bir insan düşünecek olursa eğer, bütün bu nizamın kendiliğinden olmadığına ve bu ihtişamın ardında hikmete dayalı bir plan olduğuna, vicdanı hemen şehadet edecektir. Öyleki o hikmet sayesinde toprak, su, hava ve mevsimler münasip bir dengeye göre biraraya gelmişler ve böylece insanların, hayvanların ve bitkilerin ihtiyaçları yaratılmıştır. Akıl sahibi hiçbir insan, böylesine muazzam bir nizamın sadece bir tesadüf eseri olduğunu düşünemez.

Dolayısıyla bunları birkaç ilahın yaratmadığı ortaya çıkıyor. Toprak, hava, su, güneş, bitkiler, hayvanlar ve insanlar da olmak üzere hepsinin yaratıcısı ve Rabbi tek olan Allah'dır. Şayet bunların herbirisinin ayrı ayrı Rabbi olsaydı bu muazzam nizam, o denli ince ilişkilerle oluşmuş bir sistem haline gelemezdi. Yine milyonlarca yıldız, böylesine bir birliktelik olmadan akıp gidemezdi.
Tevhid hakkında deliller serdedildikten sonra, "Bunlar şükretmiyorlar mı?" diye buyuruluyor. Yani hayatlarını sürdürebilmeleri için gereken herşeyin yaratılmış olmasına rağmen, onlar başkalarına şükrediyorlar ve bir çöp bile yaratmaya muktedir olamayan şeylere secde ve ibadet ederek, nankörlükte bulunuyorlar.


36- Yerin bitirmekte olduklarından, kendi nefislerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden bütün çiftleri yaratan (Allah çok) yücedir.

Yani, O her ayıptan münezzehdir. O'nda hiçbir zaaf ve eksiklik olmadığı gibi ortağı da yoktur. Müşrikler Allah'a ortak koştukları için bu deliller öne sürülmüştür. Çünkü şirk koşmak - Allah'a sığınırız- Allah'da bir zayıflık ve noksanlık var demektir. Güya o ortaklar, Allah'ın eksik yönlerini tamamlayacak ve O'na yardım edeceklerdir. Yine onlar, Allah'ı dünyadaki hükümdarlar gibi zannederek kendisinin vezir ve müşavirlere muhtaç olduğunu ve sevgili veliaht ve yakınlarının hükümranlığına karışabileceklerini tasavvur ederler. Böylesine cahilce tasavvurlar olmasaydı, şirk de olmazdı. Bu nedenden ötürüdür ki Kur'an'ın çeşitli yerlerinde Allah'ın müşriklerin iftira ettikleri tüm ayıp, zaaf ve noksanlıklardan, pak ve münezzeh olduğu bildirilmiştir.

Bunlar Tevhid hakkında öne sürülmüş delillerdir. Daha önce zikredilmiş olan bazı gerçekler, burada tekrarlanıyor. Çevrenizde gece gündüz sürekli gördüğünüz şeyler üzerinde dikkatle düşündüğünüz takdirde bile, tevhid akidesine ulaşabilirsiniz. Erkek ve kadının birleşmesinden insan meydana geliyor, hayvanların da dişili-erkekli yaratılmasından onların nesli devam ediyor. Bitkiler de aynı kanunlara bağlıdırlar. Hatta cansız maddelerde de, farklı unsurlar biraraya gelerek, mürekkeb varlıklar oluşuyor. Sözgelimi maddenin temel yapısında bulunan pozitif ve negatif elektronların biraraya gelişiyle birlikte elektrik ortaya çıkmaktadır. Nitekim kâinatın yapısında bulunan tüm maddeler pozitif ve negatif olmak üzere bir çiftten ibarettir. Yani kâinat o kadar hassas ve dengeli bir şekilde inşa edilmiştir ki, akıl sahibi hiçbir insan tüm bunların bir tesadüf sonucu meydana geldiğini söyleyemez. Ayrıca bunca sayısız çiftin biraraya gelerek oluşturduğu bu muazzam nizam, birkaç yaratıcının eseri olamaz. Bu çiftleri biraraya getirmek suretiyle çeşit çeşit mahluku yaratmak, Allah'ın birliğinin apaçık bir ispatıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder