6- "Bir de şu
gerçek var: İnsanlardan bazı erkekler, cinlerden bazı adamlara sığınırlardı.
Öyle ki, onların azgınlıklarını arttırırlardı."
İbn
Abbas'ın beyanına göre, cahiliyye döneminde Araplar, harap bir yerde geceleyin
konaklamak istediklerinde "Biz bu vadinin sahibi olan cine sığınırız"
diye nida etmekteydiler. Cehalet döneminden buna benzer pekçok rivayet vardır.
Örneğin, eğer bedevilerin konaklamakta olduğu yerde su ve bitki biterse o zaman
suyun ve yeşilliğin bulunduğu başka bir yer aramaya başlarlar ve bulduklarında
hemen topluluğa haber verirlerdi.
Ve topluluk yeni yere daha yerleşmeden önce şöyle söylerdi: "Bu vadinin rabbine sığınırız ki o bizi her türlü afetten korusun." Bunların inancına göre, her harabe yer cinlerin tasarrufu altındadır. O cinlere sığınmazlarsa o cin veya cinler onlara eziyet verecektir. Burada iman eden cinlere şu husus işaret edilmektedir: "Yer yüzünün halifesi insanoğlu Allah'ı bırakarak onlara sığınmaya başladığında onların kibirleri, gururları azmış ve küfre düşmüşler ve onlara daha fazla eziyet etmeye başlayarak sapıklıkta daha cüretkâr olmaya başlamışlardır."
7- "Ve onlar, sizin de sandığınız gibi Allah'ın hiç kimseyi kesin olarak diriltmeyeceğini sanmışlardı."
Burada
"... Allah'ın hiç kimseyi diriltmeyeceğini..." cümlesi
kullanılmaktadır. Bunun iki anlamı olabilir. İlki, yukarıda mealde verdiğimiz
gibidir. İkincisi, yani Allah, ölümden sonra hiç kimseyi tekrar
diriltmeyecektir. Çünkü kelimeler şumüllü olarak kullanılmaktadır. Şu anlama
gelebilir; insanlar gibi cinlerde de hem risaleti ve hem de ahireti inkar
edenler bulunmaktaydı. Fakat bir ileriki ibareye bakıldığında birinci anlam
daha tercihe şayandır. Çünkü bu iman eden cinler kendi kavimlerine
"Allah'ın başka bir Rasul göndermeyeceği düşünceniz yanlış çıktı.
Gökyüzünün kapılarının üzerimize kapanması gösteriyor ki Allah bir Rasul daha
göndermiştir" diyorlardı.
8- "Doğrusu biz
göğü yokladık; fakat onu güçlü koruyucular ve şihablarla kaplı (doldurulmuş)
bulduk."
9- "Oysa gerçekten biz, dinlemek için onun oturma yerlerinde otururduk. Ama şimdi kim dinleyecek olsa, (hemen) kendisini izleyen bir şihab bulur.
Bu
sebepten cinler, yeryüzünde ne büyük bir hadise meydana gelmiş ki haberleri
korumak için çok sıkı denetim alınmış, bunun tahkikatı içerisindeydiler.
"Şimdi artık gökyüzünden haber almaya bir fırsat bulamıyor, her yerden
takip edilerek kovuluyoruz" diyorlardı.
10- "Doğrusu bilmiyoruz; yeryüzünde olanlara bir kötülük mü istendi, yoksa Rableri kendileri için (doğru olana iletici) bir hayır mi diledi?"
Bundan
anlaşılıyor ki, semada bu gibi olağanüstü denetimler iki sebepten dolayı
alınıyordu. Birisi, Allah'ın (c.c) yeryüzüne insanlara göndermeyi
kararlaştırdığı azabın gelmekte olduğunu insanlardan dost olduklarına haber
vermesinler diyedir. İkincisi, Allah (c.c) yeryüzüne bir Rasul göndermiştir.
İşte hem O'nu korumak ve hem de O'na göndermekte olduğu mesajlara şeytanların
müdahale etmemesi ve daha Peygamber'e ulaşmadan evvel haberlerinin olmaması
için böyle sıkı tedbirler alınmıştı. Bu yüzden cinler semada böyle sıkı
tedbirler ve her yönden atılan yıldızlar görmelerinden sonra bu iki hadiseden
hangisinin vuku bulduğu konusunda düşünmeye başladılar. Ya Allah aniden bir
topluluk üzerine azab indirmiştir veya dünyaya yeni bir Rasul
göndermiştir." İşte bunun arayışı içerisindeydik ki bu doğru yolu gösteren
hayretengiz kelâmı işittik. O zaman Allah'ın azabı yerine, mahlukata doğru yolu
göstermek için bir elçi gönderildiğini anladık."
İzah
için bkz. el-Hicr 16-18; Andolsun,
biz gökte burçlar kıldık ve onu gözleyenler için süsledik. Ve onu her
kovulan şeytandan koruduk. Ancak kulak hırsızlığı yapan olursa, onu da
parlak bir ateş izler.
"Biz
burçları bakanlar için süsledik." "Bu kürelerden her birine parlak
bir yıldız veya gezegen yerleştirdik ve onların güzel görünmelerini
sağladık." Başka bir deyişle: "Biz sınırsız olan evreni, sönük, viran
ve korkunç yapmadık, bilakis herkes onda hayret verici bir düzen ve ahenk
bulur. Ondaki görüntüler o denli çarpıcıdır ki hepsi gönülleri ve zihinleri
büyüler. Evrenin bu mükemmel yapısı, onun yaratıcısının sadece büyük ve hikmet
sahibi olduğunun değil, aynı zamanda büyük bir sanatkar olduğunun da göstergesi
ve delilidir." Kur'an'da yaratıcının bu yönü Secde suresi ayet 7'de
belirtilmektedir: " (O Allah ki) yarattığı herşeyi güzel yapandır."
Bu
küreler o denli korunmuşlardır ki hiçbir şeytan onlara ulaşamaz. Çünkü cinleri
de içeren tüm şeytanlar dünyanın içinde bulunduğu küre ile sınırlıdırlar.
Onların bu kürede yaşayanların ayrıca diğer kürelere geçme kabiliyetleri
yoktur. Bu, çok yaygın olan bir yanlış anlamayı ortadan kaldırmak üzere
zikredilmiştir. Sıradan insanlar, eskiden olduğu gibi bugün de şeytan ve
arkadaşlarının evrende her yere gidebileceğine inanmaktadırlar. Bunun tam
tersine Kur'an, şeytanların belirli bir sınırı aşamayacaklarını ve sınırsız bir
güce sahip olmadıklarını bildirmektedir.
Bu,
gökten haber aldıklarını söyleyen kahinler, büyücüler, münzeviler ve
sihirbazların boş iddialarında bir cevap niteliğindedir. Kur'an onların
görünmeyen şeyler (gayb) hakkında hiçbir bilgi almaya muktedir olmadıklarını
söyler. Şeytanlar yine de kulak hırsızlığı yapmaya çalışırlar. Çünkü onlar yapı
itibariyle meleklere insanlardan daha yakındırlar. Fakat gerçekte çok az bir
bilgi elde edebilirler.
Arapçada
(şihab-ı mübin) kelimesi sözlükte "parlak bir ateş şulesi" anlamına
gelir. Aynı şey Saffat suresi, 10. ayette (şihab-ı sakib) "karanlığı delip
geçen alev" olarak adlandırılmıştır. Bu bir "meteor" olabilir de
olmayabilir de. Çünkü bunun "kozmik ışın" gibi herhangi bir ışın veya
henüz keşfedilmemiş daha kuvvetli bir ışın türü olabilir. Her ne ise, eğer
şeytanları kovalayan "parlak ateş şulesi"ni meteor olarak kabul
edersek, sayısız denecek kadar çok miktarda, evrende bizim bulunduğumuz kürenin
etrafında koruyucu bir duvar oluşturmaktadırlar. Teleskop yardımıyla yapılan
bilimsel gözlemler, uzaydan yerin atmosferine "yağmur" gibi
milyarlarca meteorun düştüğünü göstermektedir. Böyle bir manzara Kuzey
Amerika'nın doğu bölgelerinde 13 Kasım 1833'de gözlenmiştir. Bu o denli güçlü
bir koruyucu duvar teşkil etmektedir ki, şeytanların başka bir küreye geçmesi
imkansızlaşmaktadır. (Bakınız. Britanıca Ansiklopedisi, 1946, Cilt: 15, Sahife:
337-339)
Yukarıda anlatılanlar yardımıyla "burçlar"ın hayali bir resmi gözönüne getirilebilir. Her ne kadar bir küreyi diğerinden ayıran gözle görülür "duvarlar" yoksa da Allah her küreyi, birini diğerinden ayıran görünmez "duvarlar"la korumaktadır. Meteor yağmurlarına rağmen "gezegenimizin" hala güvenlikte olmasının nedeni işte budur. Çünkü meteorlar, bizim küremizin koruyucu duvarını aşar aşmaz küle dönüşmektedirler. Fakat bazen uzaydan gelen bir meteor, yaratıcının kudretini yeryüzündekilere hatırlatmak üzere dünyaya düşmektedir. Örneğin, bunların en büyüklerinden birinin ağırlığı 645 pound (292, 830 kg.) dır. Eğer yeryüzü "burçlar"la korunuyor olmasıydı, bu kayan yıldızlar (meteorlar) nedeniyle uzun yıllar önce helak olurdu. Kur'an'ın "büruc" dediği işte bu koruyucu duvarlar (burçlar) dır.
Yukarıda anlatılanlar yardımıyla "burçlar"ın hayali bir resmi gözönüne getirilebilir. Her ne kadar bir küreyi diğerinden ayıran gözle görülür "duvarlar" yoksa da Allah her küreyi, birini diğerinden ayıran görünmez "duvarlar"la korumaktadır. Meteor yağmurlarına rağmen "gezegenimizin" hala güvenlikte olmasının nedeni işte budur. Çünkü meteorlar, bizim küremizin koruyucu duvarını aşar aşmaz küle dönüşmektedirler. Fakat bazen uzaydan gelen bir meteor, yaratıcının kudretini yeryüzündekilere hatırlatmak üzere dünyaya düşmektedir. Örneğin, bunların en büyüklerinden birinin ağırlığı 645 pound (292, 830 kg.) dır. Eğer yeryüzü "burçlar"la korunuyor olmasıydı, bu kayan yıldızlar (meteorlar) nedeniyle uzun yıllar önce helak olurdu. Kur'an'ın "büruc" dediği işte bu koruyucu duvarlar (burçlar) dır.
es-Saffat
10; Ancak (sözü hırsızlama) çalıp-kapan olursa,
artık onu da delip geçen 'yakıcı bir alev' izler (ve yok eder).
Bu
ayetin tazammun ettiği anlamı iyice kavrayabilmek için Rasûlullah'a (s.a)
peygamberlik geldiği dönemde, Araplar arasında kehanetin çok makbul olduğunu
bilmek gerekir. Öyle ki o dönemde her yer adeta gaybten haber getirenler, gayb
hakkında bilgi verenler ile kaynıyordu. Araplar kendi geçmiş ve gelecekleri
hakkında haber veren bu kimselere inanırlardı.
Bu kimseler de (kahinler) , cin ve şeytanların emirleri altında olduklarını ve kendilerine gaybten haberler getirdiklerini iddia ediyorlardı. Hz. Peygamber'e (s.a) ilk kez vahiy geldiğinde, o böyle bir atmosferde Kur'an'ın ayetlerini tebliğ etti ve bu ayetlerin kendisine, Allah tarafından ve bir melek aracılığıyla geldiğini söyledi. Bunun üzerine kafirler Hz. peygamber'e (s.a) "kahin" demeye başladırlar. Öyle ki şeytanın kahinlere haber getirdiği gibi Hz. Peygamber'e de getirdiğini, onun da bu bilgileri kendilerine vahy diye aktardığını iddia ettiler. Kur'an bu iddiaları şu şekilde cevaplamıştır. "Şeytan kesinlikle değil Mele-î A'lâ'ya yaklaşmak, Alem-i Bâlâ'ya bile giremez. Şayet şeytan Mele-i A'lâ'ya yaklaşmak için çabalayacak olsa, hemen onu delici bir ateş kovalar."
Bir diğer anlamı da şöyle olabilir: "Allah'ın emriyle melekler kâinatı idare etmekdetirler. Dolayısıyla onlar şeytan'ın kendilerine müdahalesinden korunmuşlardır. Şeytan bırakın onlara müdahale etmeyi, yanlarına bile yaklaşamaz."
el-Mülk
5; Andolsun, biz en yakın olan göğü (dünya
göğünü) kandillerle süsleyip-donattık ve bunları, şeytanlar için
taşlama-birimleri (rücûm) kıldık. Onlar için çılgınca yanan ateşin azabını
hazırladık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder