15 Mayıs 2012 Salı

Cin Suresi 6-10 Ayetleri Tefsiri - Mevdudi


6- "Bir de şu gerçek var: İnsanlardan bazı erkekler, cinlerden bazı adamlara sığınırlardı. Öyle ki, onların azgınlıklarını arttırırlardı."

İbn Abbas'ın beyanına göre, cahiliyye döneminde Araplar, harap bir yerde geceleyin konaklamak istediklerinde "Biz bu vadinin sahibi olan cine sığınırız" diye nida etmekteydiler. Cehalet döneminden buna benzer pekçok rivayet vardır. Örneğin, eğer bedevilerin konaklamakta olduğu yerde su ve bitki biterse o zaman suyun ve yeşilliğin bulunduğu başka bir yer aramaya başlarlar ve bulduklarında hemen topluluğa haber verirlerdi.

Ve topluluk yeni yere daha yerleşmeden önce şöyle söylerdi: "Bu vadinin rabbine sığınırız ki o bizi her türlü afetten korusun." Bunların inancına göre, her harabe yer cinlerin tasarrufu altındadır. O cinlere sığınmazlarsa o cin veya cinler onlara eziyet verecektir. Burada iman eden cinlere şu husus işaret edilmektedir: "Yer yüzünün halifesi insanoğlu Allah'ı bırakarak onlara sığınmaya başladığında onların kibirleri, gururları azmış ve küfre düşmüşler ve onlara daha fazla eziyet etmeye başlayarak sapıklıkta daha cüretkâr olmaya başlamışlardır."


7- "Ve onlar, sizin de sandığınız gibi Allah'ın hiç kimseyi kesin olarak diriltmeyeceğini sanmışlardı."

Burada "... Allah'ın hiç kimseyi diriltmeyeceğini..." cümlesi kullanılmaktadır. Bunun iki anlamı olabilir. İlki, yukarıda mealde verdiğimiz gibidir. İkincisi, yani Allah, ölümden sonra hiç kimseyi tekrar diriltmeyecektir. Çünkü kelimeler şumüllü olarak kullanılmaktadır. Şu anlama gelebilir; insanlar gibi cinlerde de hem risaleti ve hem de ahireti inkar edenler bulunmaktaydı. Fakat bir ileriki ibareye bakıldığında birinci anlam daha tercihe şayandır. Çünkü bu iman eden cinler kendi kavimlerine "Allah'ın başka bir Rasul göndermeyeceği düşünceniz yanlış çıktı. Gökyüzünün kapılarının üzerimize kapanması gösteriyor ki Allah bir Rasul daha göndermiştir" diyorlardı.


8- "Doğrusu biz göğü yokladık; fakat onu güçlü koruyucular ve şihablarla kaplı (doldurulmuş) bulduk."

9- "Oysa gerçekten biz, dinlemek için onun oturma yerlerinde otururduk. Ama şimdi kim dinleyecek olsa, (hemen) kendisini izleyen bir şihab bulur.

Bu sebepten cinler, yeryüzünde ne büyük bir hadise meydana gelmiş ki haberleri korumak için çok sıkı denetim alınmış, bunun tahkikatı içerisindeydiler. "Şimdi artık gökyüzünden haber almaya bir fırsat bulamıyor, her yerden takip edilerek kovuluyoruz" diyorlardı.


10- "Doğrusu bilmiyoruz; yeryüzünde olanlara bir kötülük mü istendi, yoksa Rableri kendileri için (doğru olana iletici) bir hayır mi diledi?"

Bundan anlaşılıyor ki, semada bu gibi olağanüstü denetimler iki sebepten dolayı alınıyordu. Birisi, Allah'ın (c.c) yeryüzüne insanlara göndermeyi kararlaştırdığı azabın gelmekte olduğunu insanlardan dost olduklarına haber vermesinler diyedir. İkincisi, Allah (c.c) yeryüzüne bir Rasul göndermiştir. İşte hem O'nu korumak ve hem de O'na göndermekte olduğu mesajlara şeytanların müdahale etmemesi ve daha Peygamber'e ulaşmadan evvel haberlerinin olmaması için böyle sıkı tedbirler alınmıştı. Bu yüzden cinler semada böyle sıkı tedbirler ve her yönden atılan yıldızlar görmelerinden sonra bu iki hadiseden hangisinin vuku bulduğu konusunda düşünmeye başladılar. Ya Allah aniden bir topluluk üzerine azab indirmiştir veya dünyaya yeni bir Rasul göndermiştir." İşte bunun arayışı içerisindeydik ki bu doğru yolu gösteren hayretengiz kelâmı işittik. O zaman Allah'ın azabı yerine, mahlukata doğru yolu göstermek için bir elçi gönderildiğini anladık." 

İzah için bkz. el-Hicr 16-18; Andolsun, biz gökte burçlar kıldık ve onu gözleyenler için süsledik. Ve onu her kovulan şeytandan koruduk. Ancak kulak hırsızlığı yapan olursa, onu da parlak bir ateş izler.

"Biz burçları bakanlar için süsledik." "Bu kürelerden her birine parlak bir yıldız veya gezegen yerleştirdik ve onların güzel görünmelerini sağladık." Başka bir deyişle: "Biz sınırsız olan evreni, sönük, viran ve korkunç yapmadık, bilakis herkes onda hayret verici bir düzen ve ahenk bulur. Ondaki görüntüler o denli çarpıcıdır ki hepsi gönülleri ve zihinleri büyüler. Evrenin bu mükemmel yapısı, onun yaratıcısının sadece büyük ve hikmet sahibi olduğunun değil, aynı zamanda büyük bir sanatkar olduğunun da göstergesi ve delilidir." Kur'an'da yaratıcının bu yönü Secde suresi ayet 7'de belirtilmektedir: " (O Allah ki) yarattığı herşeyi güzel yapandır."

Bu küreler o denli korunmuşlardır ki hiçbir şeytan onlara ulaşamaz. Çünkü cinleri de içeren tüm şeytanlar dünyanın içinde bulunduğu küre ile sınırlıdırlar. Onların bu kürede yaşayanların ayrıca diğer kürelere geçme kabiliyetleri yoktur. Bu, çok yaygın olan bir yanlış anlamayı ortadan kaldırmak üzere zikredilmiştir. Sıradan insanlar, eskiden olduğu gibi bugün de şeytan ve arkadaşlarının evrende her yere gidebileceğine inanmaktadırlar. Bunun tam tersine Kur'an, şeytanların belirli bir sınırı aşamayacaklarını ve sınırsız bir güce sahip olmadıklarını bildirmektedir.

Bu, gökten haber aldıklarını söyleyen kahinler, büyücüler, münzeviler ve sihirbazların boş iddialarında bir cevap niteliğindedir. Kur'an onların görünmeyen şeyler (gayb) hakkında hiçbir bilgi almaya muktedir olmadıklarını söyler. Şeytanlar yine de kulak hırsızlığı yapmaya çalışırlar. Çünkü onlar yapı itibariyle meleklere insanlardan daha yakındırlar. Fakat gerçekte çok az bir bilgi elde edebilirler.
Arapçada (şihab-ı mübin) kelimesi sözlükte "parlak bir ateş şulesi" anlamına gelir. Aynı şey Saffat suresi, 10. ayette (şihab-ı sakib) "karanlığı delip geçen alev" olarak adlandırılmıştır. Bu bir "meteor" olabilir de olmayabilir de. Çünkü bunun "kozmik ışın" gibi herhangi bir ışın veya henüz keşfedilmemiş daha kuvvetli bir ışın türü olabilir. Her ne ise, eğer şeytanları kovalayan "parlak ateş şulesi"ni meteor olarak kabul edersek, sayısız denecek kadar çok miktarda, evrende bizim bulunduğumuz kürenin etrafında koruyucu bir duvar oluşturmaktadırlar. Teleskop yardımıyla yapılan bilimsel gözlemler, uzaydan yerin atmosferine "yağmur" gibi milyarlarca meteorun düştüğünü göstermektedir. Böyle bir manzara Kuzey Amerika'nın doğu bölgelerinde 13 Kasım 1833'de gözlenmiştir. Bu o denli güçlü bir koruyucu duvar teşkil etmektedir ki, şeytanların başka bir küreye geçmesi imkansızlaşmaktadır. (Bakınız. Britanıca Ansiklopedisi, 1946, Cilt: 15, Sahife: 337-339)
Yukarıda anlatılanlar yardımıyla "burçlar"ın hayali bir resmi gözönüne getirilebilir. Her ne kadar bir küreyi diğerinden ayıran gözle görülür "duvarlar" yoksa da Allah her küreyi, birini diğerinden ayıran görünmez "duvarlar"la korumaktadır. Meteor yağmurlarına rağmen "gezegenimizin" hala güvenlikte olmasının nedeni işte budur. Çünkü meteorlar, bizim küremizin koruyucu duvarını aşar aşmaz küle dönüşmektedirler. Fakat bazen uzaydan gelen bir meteor, yaratıcının kudretini yeryüzündekilere hatırlatmak üzere dünyaya düşmektedir. Örneğin, bunların en büyüklerinden birinin ağırlığı 645 pound (292, 830 kg.) dır. Eğer yeryüzü "burçlar"la korunuyor olmasıydı, bu kayan yıldızlar (meteorlar) nedeniyle uzun yıllar önce helak olurdu. Kur'an'ın "büruc" dediği işte bu koruyucu duvarlar (burçlar) dır.

es-Saffat 10; Ancak (sözü hırsızlama) çalıp-kapan olursa, artık onu da delip geçen 'yakıcı bir alev' izler (ve yok eder). 

Bu ayetin tazammun ettiği anlamı iyice kavrayabilmek için Rasûlullah'a (s.a) peygamberlik geldiği dönemde, Araplar arasında kehanetin çok makbul olduğunu bilmek gerekir. Öyle ki o dönemde her yer adeta gaybten haber getirenler, gayb hakkında bilgi verenler ile kaynıyordu. Araplar kendi geçmiş ve gelecekleri hakkında haber veren bu kimselere inanırlardı.

Bu kimseler de (kahinler) , cin ve şeytanların emirleri altında olduklarını ve kendilerine gaybten haberler getirdiklerini iddia ediyorlardı. Hz. Peygamber'e (s.a) ilk kez vahiy geldiğinde, o böyle bir atmosferde Kur'an'ın ayetlerini tebliğ etti ve bu ayetlerin kendisine, Allah tarafından ve bir melek aracılığıyla geldiğini söyledi. Bunun üzerine kafirler Hz. peygamber'e (s.a) "kahin" demeye başladırlar. Öyle ki şeytanın kahinlere haber getirdiği gibi Hz. Peygamber'e de getirdiğini, onun da bu bilgileri kendilerine vahy diye aktardığını iddia ettiler. Kur'an bu iddiaları şu şekilde cevaplamıştır. "Şeytan kesinlikle değil Mele-î A'lâ'ya yaklaşmak, Alem-i Bâlâ'ya bile giremez. Şayet şeytan Mele-i A'lâ'ya yaklaşmak için çabalayacak olsa, hemen onu delici bir ateş kovalar."

Bir diğer anlamı da şöyle olabilir: "Allah'ın emriyle melekler kâinatı idare etmekdetirler. Dolayısıyla onlar şeytan'ın kendilerine müdahalesinden korunmuşlardır. Şeytan bırakın onlara müdahale etmeyi, yanlarına bile yaklaşamaz."

el-Mülk 5Andolsun, biz en yakın olan göğü (dünya göğünü)  kandillerle süsleyip-donattık ve bunları, şeytanlar için taşlama-birimleri (rücûm) kıldık. Onlar için çılgınca yanan ateşin azabını hazırladık.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder