5 Mayıs 2012 Cumartesi

A'raf Suresi 161-165 Tefsiri - Mevdudi

161, 162 - Onlara: "Bu şehirde oturun, ondan istediğiniz yerden yiyin, 'dileğimiz bağışlanmadır' deyin ve kapısından secde ederek girin, (biz de) hatalarınızı bağışlayalım. İyilik yapanların (armağanlarını) arttıracağız" denildiğinde,  onlardan zulme sapanlar, sözü kendilerine söylenenden başka bir şeyle değiştirdiler. Biz de bunun üzerine zulme sapmaları dolayısıyla gökten 'iğrenç bir azab' indirdik.

İsrailoğulları tarihinden, yukarıda zikredilen Allah'ın lütuf ve ihsanlarına karşılık, yapmış oldukları ve sonunda onları yavaş yavaş en feci yıkıma görüten bazı ihanet ve isyan olayları anlatılmaktadır.

Şehrin adı henüz belirlenememiştir. Bu olay, İsrailoğulları, Sina Yarımadası ile Kuzey Arabistan arasında gezindiği sırada meydana geldiği için, büyük bir ihtimalle oralarda bir şehir olması gerekir. Ürdün'ün doğusunda, Erina şehrinin tam karşısında Şittim olması da muhtemeldir. Kitab-ı Mukaddes'e göre İsrailoğulları Hz. Musa'nın (a.s.) son yıllarında bu şehri fethettiler ve sefahete düştüler. Sonunda Allah onlara veba şeklinde bir azap gönderdi ve içlerinden yirmi dört bin kişi öldü. (Sayılar 25: 1-9) 


Onlara, şehre barbar ve acımasız despotlar gibi değil, Hz. Muhamed'in (s.a.s) Mekke'nin fethinde yaptığı gibi Allah'tan korkarak, boyun eğip alçak gönüllü bir şekilde girmeleri emredilmişti.
"Hıttatun" iki anlam çağrıştırır: "Şehre; 1) Allah'tan günahlarınızın bağışlanmasını dileyerek, 2) Genel af ilân edip, yerlileri öldürmekten ve ganimet talan etmekten kaçınarak girin."



163- Bir de onlara deniz kıyısındaki şehri (n uğradığı sonucu) sor. Hani onlar cumartesi (yasağını çiğneyerek) haddi aşmışlardı. 'Cumartesi günü iş yapma yasağına uyduklarında', balıkları onlara açıktan akın akın geliyor, 'cumartesi günü iş yapma yasağına uymadıklarında' ise, gelmiyorlardı. İşte biz, fıska sapmaları dolayısıyla onları böyle imtihan ediyorduk.

Araştırmacılar burada adı geçen yerin, yeni İsrail siyonist devletinin aynı isimle inşa ettiği bir limanı bulunan ve Ürdün'ün meşhur Akabe limanına yakın bir mesefadeki Eileh, Elat (veya Elot) yerleşim bölgesine işaret ettiği görüşündedirler. Bu liman şehri Sina Yarımadası'nın doğusu ile Arabistan'ın batısında, Akabe körfezinin ucundadır. Burası İsrailoğulları'nın parlak dönemlerinde çok önemli bir ticaret merkezi idi. Ve Hz. Süleyman (a.s.) bu şehri Kızıldeniz'deki donanması için merkez liman yapmıştı.


Burası ile alâkalı olay, Yahudilerin ne dinî, ne de tarihî kitaplarında zikredilmemiş fakat, Kur'an-ı Kerim'in burada ve Bakara suresinde anlattıkları onun Kur'an'ın vahyi sırasında, İsrailoğulları arasında bilinen bir şehir olduğunu göstermektedir. Bundan dolayı, Medine Yahudileri, Yüce Peygamber (s.a) 'e her konuda karşı gelme fırsatını hiçbir zaman kaçırmadıkları halde, bu haberin doğruluğu konusunda itiraz edemediler.



"Sebt (Cumartesi)" İsrailoğulları için, haftanın kutsal günüdür. Rabb, Musa'ya "İsrailoğullarına söyle, benim sebt günlerimi gerçekten tutacaksın, çünkü o, sizinle benim aramda nesillerdir süren bir alemettir... Onu bozan muhakkak öldürülecektir, o günde her kim iş işlerce o can, kavminin içinden atılacaktır... Ve nesillerince sebti ebedi bir ahit olarak İsrailoğulları tutacaklar." (Çıkış, 31: 12-16) 


Fakat evlerde ateş yakarak, kölelerini ve cariyelerini kullanarak ve dünyalık herhangi bir iş için verilen ölüm cezalarını bu günde ifa ederek bu anlaşmaya karşı geldiler. O kadar ki, Peygamber Yeremya (M.Ö. 628-586)'nın devrinde yüklerini bilhassa cumartesi günü Kudüs'ün kapılarından geçirerek taşırlardı. Ve bu yüzden Yeremya peygamber "Eğer beni dinlemezseniz, o zaman onun kapılarında ateş tutuşturacağım ve Yeruşalim saraylarını eritip bitirecek ve sönmeyecek" diyerek onları tehdit etmek zorunda kalmıştı. (Yeremya 17: 21-27) 

Aynı şekilde peygamber Hezekiel (M.Ö. 595-536)'da tüm bir ulus olan Yahudilerin Rabbın sebtine karşı gösterdikleri hürmetsizliği "milli bir cürüm" olarak ilân etmişti. (Hezekiel, 20: 12-24) . Bu alıntılardan da anlaşılıyor ki, Kur'an'ın bu ayetinde mevzubahis olan Sebt gününe karşı lakaytlık büyük bir ihtimalle bu dönemde olmuştur.


Allah, kullarını çeşitli şekillerde imtihan eder. İnsanlardan bir kısmının, ilâhî kanuna itaatten yüz çevirdiğini, küfr ve itaatsizliğe karşı eğilimin daha da arttığını ve bunların sayılarının da çoğaldığını gördüğünde Allah, bu kimselerde çok cazip gelen iğva edici ve saptırıcı şeylere götüren kapıları önlerine açar. Böylece onların, kötü niyetleri açığa çıkar ve sadece gerekli fırsat ve imkân bulamadıklarından bir türlü yapamadıkları bu tip suçları işlerler.



164- Onlardan bir topluluk: "Allah'ın kendilerini yıkıma uğratmak veya şiddetli bir azaba uğratmak istediği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?" dediğinde "Rabbinize karşı bir özür için ve bir ihtimal sakınabilirler, diye" dediler.

165- Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında ise, biz de kötülükten sakındıranları kurtardık. Zulme sapanları yaptıkları fısk dolayısıyla pek zorlu bir azab ile yakalayıverdik.

Bu husus, sözkonusu şehirde üç çeşit insan olduğunu gösterir: Birinciler, ilâhî kanun ve düzenlemelere açıkça ve küstahça karşı gelenlerden oluşan grup. Bunları, ilâhî kanunlara bizzat karşı gelmeyen, fakat dinî değerlere karşı gösterilen yıkıcı hakeretlere sessiz kalan ve birinci gruba nasihat edenlere de "o kanun tanımızlara herhangi bir nasihatta bulunmanın hiçbir yararı yoktur" diyen insanlar izlemekte. Son grup ise, son derece cesaret ve vakar ile şereflenmiş ve ilâhî kanuna açıkça karşı gelmeye hiçbir müsamaha gösteremeyen yukarıdaki iki grubun dışında kalan diğer insanlardır. Bunlar, o kanuna aykırı hareket edenleri belki doğru yola yeniden dönerler diye, veya en azından bu zalimleri uyarmak konusunda üzerlerine düşeni yaptıklarını, Rableri katında gösterebilecekleri bir amelleri olsun diye, onları iyilik yapmaya ve kötü işlerden uzak durmaya çağırırlar. Ve, Allah'ın korkunç belası o şehire geldiğinde bu cezadan kurtarılmış olanlar sadece bu son gruba mensup olanlardı. Kur'an'a göre, bizzat kötülüğün ortadan kaldırılmasına çalışmış oldukları için onlar, gelen bu afetten kurtarıldı. Diğer iki grup ise, günah işleyenlerden sayılmak suretiyle ve suçlarının yapısı ve yaygınlık derecelerine göre cezalandırıldılar.


Bazı müfessirler ikinci grubun, kurtarılan insanlar arasında mı, yoksa cezalandırılanlar arasında mı olduklarının kesinlikle söylenemeyeceğini ifade ederler. Çünkü Kur'an'ın bu konudaki ifadesi serahatli değildir. İbn Abbas'tan (r.a) gelen bir rivayete göre kendisinin önceleri, ikinci grubun cezalandırılanlar arasında yer alacağı görüşünde iken daha sonra, talebesi İkrime'nin iknasıyla sözkonusu grubun, kurtulanlar arasında sayılması gerektiği görüşüne sahip olduğu söylenilmektedir.


Ancak Kur'an-ı Kerim'in ifadelerini derin olarak düşündüğümüzde onun ilk görüşünün daha doğru olduğunu hissederiz. Çünkü bir belâ anında, buna hedef olan şehrin sadece iki gruba ayrılmış olduğu açıktır. Bir grup musibete uğratılanlardan, diğer grub da bu afetten kurtarılanlardandır. Kur'an'ın kurtarılan grubun kötülüğü nehyedenlerden meydana geldiği hususundaki ifadesi açık olduğuna göre, diğer iki grubun cezaya çarptırılanlar arasında yer almış olması gerekmez mi? Bu istidlâl, "Rabbinize karşı bir mazerat sunabilmek için" ifadesi ile ve daha sonraki ayetlerle de desteklenmekte. Bundan da açıkça anlaşıldığı gibi, Allah'ın kanununa pervasızca karşı gelindiği şehrin, kötülüğe karşı koyanların dışındaki tüm ahalisini O'nun azabı yakalamıştır. Demek ki, bir kimse sadece Allah'ın şeriatına karşı gelmemek ve pasif kalmakla kurtulamaz aksine fazileti hakim kılmak ve fenalığı ortadan kaldırmak için bütün gücünü bizzat ortaya koymalıdır. Bu, Kur'an'ın diğer bölümleri ve hadislerle de desteklenmektedir. Çünkü toplumsal suçlarla ilgili Allah'ın sünneti budur. Kur'an-ı Kerim şöyle buyurur: "(Öyle) bir fitneden sakının ki, o aranızdan yalnız haksızlık edenlere ulaşmakla kalmaz". (Enfal, 25) . Bu ayeti açıklama mahiyetinde Yüce Peygamber (s.a} şöyle der: "Yapabilme ve engel olabilme durumunda olmalarına rağmen, gözleri önünde açıkça işlenen günahlara göz yumdukları ve bunlara hiçbir hoşnutsuzluk tepkisi göstermedikleri sürece, günahkârların günahı yüzünden Allah bütün bir toplumu cezalandırır. İnsan topluluğu böyle bir duruma düştüğü zaman Allah, suçlularla beraber bunlara göz yumarak, müsamaha gösterenleri de aynı muameleye tabi tutar."


Ayrıca, söz konusu olan ayetlerden anlaşıldığına göre, Allah'ın cezası o şehre iki bölümde gönderilmişti. Bunların birincisi"bela", ikincisi de "aşağılık maymunlar olunuz" diye ifade edilen azab idi. Biz, birinci şekildeki bela ile yukarıda geçen gruplardan hem birincilerin, hem de ikincilerin; fakat ikinci şekilde ise sadece birinci gruptakilerin cezalandırılmış olduğu kanaatindeyiz. (En doğrusunu Allah bilir. Görüşümde isabet ettiysem bu Allah'tandır, yanıldıysam bendendir. Allah Gafur ve Rahim'dir).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder