30 Aralık 2009 Çarşamba

Maun Suresi

Meal (Mustafa İslamoğlu)

1. Allah'a karşı borçluluk sorumluluğunu tümden inkar eden birini tasavvur edebilir misin!

2. İşte böyle biridir yetimi itip kakan, 3. ve yoksulu doyurmaya gayret etmeyen.

4. İşbu yüzden, olmaz olsun (böyle) ibadet edenler! 5. Bu gibiler, ibadetin hakiki amacından gafil görünmektedirler. 6. Bunlar öyle kimseler ki, (ibadeti) gösteriye dönüştürürler, 7. ama en küçük yardımı bile esirgerler.



Tefsir(Vehbe Zuhayli)

"Dini yalan sayanı gördün mü?" Ey Muhammed! Gördün mü o hesap ve cezayı yalanlayanı?

"İşte o yetimi iter kakar. Yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur." Odur yetimi hakkından dolayı şiddetle iten, kabaca azarlayan, hakkına zulme­dip ona iyilikte bulunmayan. Cahiliye Arapları kadınları ve çocukları mi­rasçı yapmazlardı.

Mala hırsından dolayı kendisini, ailesini ve başkalarını muhtaç olan miskini yedirmeye teşvik etmez: "Hayır. Siz bilakis yetime iyilik etmezsiniz. Yoksula yedirmek için birbirinizi teşvik etmiyorsunuz." (Fecr, 89/17-18).

"Şu namaz kılıp duranların vay haline! Onlar namazlarından gafil­dirler." Bazan göstermelik olarak namaz kılan ama, namazlarından gafil olan münafıklara yazıklar olsun, azap olsun! Onunla ilgilenmezler, kılsa-lar da namazlarından sevap beklemezler, terkedince de cezadan çekinmez­ler. Vakti geçse bile onlar önemsemezler. Müminlerle beraber oldular mı ri­ya için kılarlar, onlarla değil iseler kılmazlar.

Namazlarında gafildirler, dememiştir. Çünkü namaz içindeki kasten yapılmayan hata, mağfiret edilmiş, bağışlanmıştır. Vaktini bilerek geciktir­me veya ciddi bir şekilde kıhnmamasından dolayı ile namazlarından gafil­dirler, demiştir. Ayette de: "Onlar namaza kalktıkları vakit üşene üşene kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar." buyurulmuştur. "Namaz kılanlar" sözünün, onların da namazla mükellef oluş itibarı ile namazı terkedenlere de kullanılması caizdir.

"Onlar riyakârların ta kendileridir." O namazlarından gafil olanlar, kıldıklarında da insanlara riya yapanlardır. Veya, yaptıkları bütün iyi amellerde övülmeleri için insanlara riya yaparlar.

İmam Ahmed, Abdullah b. Amr'dan rivayet ediyor. Rasulullah (s.a.) buyurdular ki: "Kim amelini insanlara işittirirse Allah da onu halkının ku­lağına düşürür, onu hakir kılar, küçük düşürür."

"Maunu da menederler onlar." İnsanların gündelik hayatlarında bir­birlerine ödünç alıp verdikleri küçük şeylerdir.

O münafıklar Rablerine ibadeti güzelce yapmadıkları gibi, O'nun ya­rattıklarına da iyilik yapmazlar. Yararlanılıp iade edilecek bir şeyi vermek bile olsa yanaşmazlar.

Nesai ve diğerleri Abdullah b. Mesud'dan rivayet ettiler: Her iyilik sa­dakadır. Biz Rasulullah (s.a.) zamanında maunu kap ve tencerenin emanet verilmesi olarak sayardık.

2 yorum:

  1. En-Nûr: Allah göklerin ve yerin nûrudur. O'nun nûru içinde kandil bulunan bir oyuk(tan yayılan ışığa) benzer. O kandil ki sırça fânûs içindedir; o fânûs ki, inci (gibi parıldayan) bir yıldızdır sanki! Ve o kandilin yakıtı, ne doğuda ne de batıda eşine rastlanmayan mübarek bir zeytin ağacından alınmaktadır. Ve o ağacın yağı [öyle arı-duru, öyle parlak ki] neredeyse ateş değmeden de ışık verecek: Nûr üstüne nûr! Allah, [erişmek isteyeni] nûruna eriştirir; işte [bunun içindir ki] Allah insanlara örnekler vermektedir; çünkü her şeyi bütün boyutlarıyla [yalnızca] Allah bilir.(Nûr-35)

    Gerek duyguya ait ve gerekse akıl ve idrake ait her çeşit karanlıkların zıddı olan vicdan ve sezgide ortaya çıkan dış ve iç tecellî ve doğuşların hepsine de nur denilir.

    Allah, göklerin ve yerin nurudur. Bütün âlemi meydana koyan, kâinatı gösteren, hakikati bildiren, gözleri gönülleri şenlendiren O'dur. O olmasaydı, hiçbir şey bulunmaz, hiçbir hakikat sezilmez, hiçbir neşe duyulmazdı.

    Her şeyin ortaya çıkışı ve bilinmesi ancak O'nun açığa çıkarması ve bildirmesiyledir. Nur'un özelliği de ortaya çıkma, parlama ve bulunmadır. O halde açıkça ortaya çıkar ki, gerçekte mutlak nur, Allah Sübhânehû ve Teâlâ'dır. Ve O'ndan başkasına nur demek mecazdır.

    Her şey, göze açık ışık ile göründüğü gibi, yine batınî basirete de her şey Allah ile gözükür. Allah'ın nuru her şey ile beraber bulunur da fark edilmez. Ancak bunda diğerinden bir farklılık vardır: Görünen nurun güneşin batması ile kaybolup gizlendiği düşünülür. Fakat her şeyin kendisi ile ortaya çıktığı ilâhî nurun batması veya kaybolması düşünülemez ve değişmesi imkansız olduğundan eşya ile daima beraber kalır. Ayırmakla delil getirmek yolu, kesilmiş olur. Onun kaybolmasını düşünsen gökler ve yerler yıkılır, kendinden geçersin.

    Her şey, bazı zaman değil, her vakitte O'na hamd ile tesbih eylediklerinden ayrılık kalkmış, gizli yol kalmıştır. Zira marifette görünen yol, eşyayı zıddıyla tanımaktır. Bundan dolayı, hiç zıddı olmayan ve hiç değişmeyenin gizli kalması uzak görülmemelidir. Onun gizliliği, açıklığının şiddetindendir. Açıklığının şiddetinden dolayı yaratıklardan gizlenen ve nurunun parlaması sebebiyle onlara karşı perdelenen Allah'ın şanı ne yücedir!

    YanıtlaSil