20 Aralık 2009 Pazar

Asr Suresi

Bir çoğumuzun ezberinde olan, Kur'ân-ı Kerim'in en kısa surelerin­den birisi olmakla manası Kur'ân'ın bir özeti durumundaki ve Asr Suresi diye isimlendirilen bu sûre Mekke'de nazil olmuş, üç ayettir.



1- Asra yemin olsun ki,

2- Şüphesiz insan zarardadır.

3- Ancak, iman edip ameli salih işleyenler, hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadırlar.


İki dünyada Allah'ın rızasına nail olabilmek için neler yapmamız ge­rektiğini özet bir şekilde formüle etmiş bu sure. Biz de bu sureyi dili­mizle okuyor, kalbimizle tasdik(iman) ediyoruz. Eğer bunları yaşaya­cak olursak, iki dünyada da mutluluğa ereceğimizi, zarardan kurtula­cağımızı Allah bize haber veriyor.

Rabbim bu sureye de yine yeminle başlıyor. Ve Asr'a yemin ediyor.

"Asr"ı, kelime olarak biz Türkçemizde kullanırız. Hepimiz Peygamberimizin yaşadığı çağa "Asr-ı Saadet" diyoruz. Öyle bir asır ki, şairin dediği gibi;

-Gül alırlar, gül satarlar,

-Gülden terazi yaparlar,

-Gülü gül ile tartarlar,

-Çarşı-pazarı güldür gül.

Bütün mutlulukların birlikte olduğu Efendimizin çağına, bu ismi kul­lanıyoruz. Asr; "çağ" manasına geliyor, ikindi vakti manasına geliyor, bir insanın ömrü manasına geliyor, topyekün çağlar manasına geliyor. Hangi manaya alırsak alalım Asr kelimesi her halükarda zamanla ala­kalı bir kelimedir. Yani Allah (c.c) zamana yemin ediyor. Bir başka ifa­deyle Allah (c.c) hem bir asra, hem de bütün zamana yemin ederek zamanın değerini bize anlatmış oluyor.

Ömür, Rabbimizden bize verilen bir sermayedir. Bu sermayenin sa­yısı da Rabbimizin katında bellidir. İnsana verilen en değerli sermaye­dir. Ama insanoğlunun da en az değer verdiği sermayedir. Aldığımız her nefes ömrümüzden bir şeyler alıp götürmektedir. Öyleyse serma­yeyi bize veren Allah, verdiği bu sermayeyi geriye alıyor. Rabbim ver­diği bu sermayenin kârını bize bağışlıyor.

Yani beş dakikalık zaman içerisinde Allah'ın rızası için neler yapmışsak, o bizim kârımız olarak kalacaktır ve Rabbim katında o değer­lendirilecektir. Rabbimin ne kadar "Latîf," ne kadar "Rauf," ne kadar "Rahîm" olduğunu böyle anlıyoruz. Zaten Rabbim şöyle buyurur; "İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır" Biz zamanımızı çok iyi değerlendirmeliyiz.

Fahreddin-i Razi (Rahmetullah'ı aleyh) tefsirinde diyor ki; "ben za­manın değerini pek anlıyamazdim. "Vel-Asr " suresini okurdum da manayı gönlüme yer ettiremezdim. Bir gün çarşıda buz satıcısı gördüm. Şöyle bağırıyordu; "sermayesi her an eriyen bu zata acıyın." Ömür sermayesi her nefeste eriyor. Nasıl ki buzun üzerine sıcak nefesinizi üfürdüğünüzde buzu eritiyorsunuz, aynı şekilde çıkan ve giren her ne­feste siz de eriyorsunuz. Öyleyse bu nefesler boşa gitmemeli. Bu ne­feslerle bir şeyler kazanılmak ve ahirette Allah'ın (c.c) huzurunda bu nefeslerle kazandığımız sevabın mükafatını görmeliyiz. Ziya Paşa'da;

-Dehrin ne safa var sim üzerinde -İnsan bırakır hepsini hıyn-i seferinde demiş.

Yani bu çağın içerisinde altın kazanmışsın gümüş kazanmışsın, ipekler giymişsin ne fayda var. Bir gün bir sefer başladığında bunların hepsini geride bırakıp gideceksin diyor.

Ahirete doğru bir gün bir sefer başlayacak. Öyleyse bu yolculuğa hazırlıklı olalım. Mehmet Akif de şöyle demiş.

-Neden geçsin sefaletlerle, hayketlerle ezmanın

-Neden azmin süreksiz, yok mudur Allah'a, imanın?

Yani zamanın boş şeylerle, sefaletlerle, insanı yarın pişman edecek şeylerle niye geçsin. Eğer Allah'a imanın varsa azmedeceksin, azimle bir şeyler yapacaksın. Zamanı sefaletle değil ibadetle, itaatla Hakka ve halka hizmetle geçireceksin.

En değerli sermayemiz zamanımız. Milyarları kaybetseniz geriye kazanabilirsiniz. Ancak hiçbir insan, milyar veya trilyonlarını verse, ömründen bir saniyeyi geriye getirebilecek durumda değildir. Onun için her anınızı ayrı değerlendireceksiniz.

Değerli ilim adamlarından birisinin yanına bir başkası ziyarete gel­miş. Demiş ki, "Efendim sizinle görüşmek, konuşmak, hoşça vakit ge­çirmek istiyorum." O da demiş ki; "Dışarıya çık, güneşi durdur sonra gel, seninle hoşça bir vakit geçirelim." Her anın her zamanın kendisine has işi vardır. Şimdi sen geleceksin beni meşgul edeceksin, meşgul et­tiğin zaman içerisinde okuyacağım kitabı bir daha okuyamam." Ama efendim ben gittikten sonra okursun" Sen gittikten sonraki zamanın kendine has işi var," diyor.

Atalarımız da, "bu günün işini yarına bırakma" demişler. Niye? Yarının kendine has bir işi vardır da ondan. O zaman sen bu günü zayi etmiş oluyorsun. Çünkü yaşla beraber iş de büyür. İlişkiler çoğalır, va­kit azalır. Yaşlandıkça gücün azalır ama yükün çoğalır. Bazıları der ki; "40 yaşma geldikten sonra ben ibadetlerimi yaparım." Peki 40 yaşına geleceğinin garantisi ne? 40 yaşının kendine has görevlerinin olduğunu niye unutuyorsun? Onun için Arab şairlerinden Ahmet Şevki şöyle demiş;

Dekkatü Kalbi'l-Meri kailetün lehü

İnnel hayate dekaiku ve sevânî

Ferfa' li nefsike bade mevtike li zikraha

Fe zikrun lil insani umrun sânî

Kalbinin tiktaklarını dinle, o sana şöyle söylüyor. Diyor ki; ey insan hayat dakikalardan ve saniyelerden ibarettir. Kendin için ölümünden sonra nefsinin zikrini yükselt.

Çünkü insan için anılmak ikinci bir ömürdür. Yani öldükten sonra da anılacak işler yapmalıyız. Sana hayır dua ettirecek işler yaparsan ikinci ömre geçmiş olursun. Bunu İbrahim (a.s) da Rabbinden istiyor zaten; "Ya Rabbi! Benden sonra gelecekler katında benim adımı yükselt. Ben hayırla, doğrulukla yad edileyim." Yani benden sonra gelen in­sanlar arasında iyilikle anılan bir insan olayım. İkinci bir ömre geçeyim diyor. Hz. İbrahim ikinci bir ömrü hak eden insanlardandır. Biz hergün namazımızda "Allahümme salli barik" dualarında onu hayırla yad edi­yoruz.

Peygamberimiz bir hadislerinde ne güzel ifade etmiş; "Allah'ın in­sanlara lütfettiği iki nimet vardır ki, bir çok insan bu nimeti değerlendir­mede aldanmışlardır. O nimetler de sıhhat ve boş zamandır." Sıhhatinin değerini ancak hastalandığı zaman anlıyor insanlar. Boş zamanlarını da değerlendiremiyor.

Malımızı alıp-satarken aldanmıyoruz. Çünkü buna dikkat ediyorsunuz. Doların, markın fiyatlarını takip ediyorsunuz. Peki burada aldansanız ne olur? Sermayeden zarar etmiş olursunuz. Ama o sermayenin telafisi mümkün. Fakat o dükkanınızda otururken geçirdiğiniz boş za­manınızın yok olup gittiğinin farkına varıyor musunuz?

İmam Buhari'nin hadis rivayet ettiği şeyhlerden Muhammed b. Dîkendî'nin hayatını anlatırken, Aynî diyor ki; "Muhammed hadis ya­zardı. Yani kendi şeyhinden hadis yazardı. Hadis yazarken kalemi kı­rıldı. Kaleminin ucunu düzeltmek için bıçağını çıkarıp düzeltmeye kalksa zaman geçecek ve üstadının rivayetine yetişemiyecek. O anda demiş ki; bir kalem verene bir dinar vereceğim. Yani çok değerli bir paraya bir kalem veriyor. Bunu anlayabilmek için kolej veya üniversite imtihanındaki çocuğunuzun durumunu göz önüne getirin. Yanında ye­dek kalem bulunduruyor, çünkü soru çok ve zor ama zaman dar.

Biz zamanlarımızı çok iyi değerlendirecek ve iflas etmemeye gayret edeceğiz. Peygamberimiz; Müflis kimdir? demiş. Sahabede; "Ya Rasulallah; Müflis mal alıp-satarken sermayesini de kaybeden insandır." demişler. Peygamberimiz ise şöyle cevap vermiş: "Kıyamet gününde iyi amelleri kötü amellerinden az gelen, haklarını yediği insanlar gelip hak­larını aldığında, kendisinin iyi amelleri kalmayan insandır."

İman edenler de ömürlerini kaybediyorlar, onlar da ölüyorlar. Ancak iman eden bu can ve tenini bu değersiz dünyadan değerli bir yere nak­letmek suretiyle kazanıyor. Bunlar kazançlı tacirlerdir. Kur'ân'ın tabi­riyle "Allah ile alış-veriş yapan" insanlardır.

Herkes Allah'a iman ediyor. İnkâr ediyorum diyen bir avuç insan var bu memlekette. Ama onlar da kendilerine göre bir ilah buluyorlar. Allah'a iman etmek; Allah'ın Kur'ân'ında ve Peygamberimizin sahih sünnetinde açıkladığı şekilde olur. Ama bakıyoruz ki; bazı insanlar di­yorlar ki; "biz Allah'a iman ediyoruz. Allah yeri ve göğü yaratmıştır, bizi de yaratmıştır. Ancak Allah gök işlerine karışır, yer işlerine biz karışırız. Allah bizim vücudumuzu yönetir ama Allah'ı bizim sosyal ha­yatımıza müdahale ettirmeyiz" demek Allah'a inanmamak demektir.

Mekke müşrikleri Allah'ın varlığına iman ediyorlardı. Peki niye kafir oluyorlardı? Allah'ın varlığına iman eden bu insanlar yönetimlerine Allah'ın müdahalesini kabul etmiyorlardı. Peygamberin (s.a.v) getirdiği Kur'ân'a göre yaşamak istemiyorlardı. Neden? Çünkü çıkarları zedele­niyordu.

İmandan sonra amel. Ayet imanın yeterli olmadığını ifade ediyor. "İman ettik deyivermekle bırakılıvereceğinizi mi zannettiniz?" diyor Allah (c.c). İman ettikten sonra imanın gereğini de yapmak gerekiyor. Amel-i salih nedir? Allah'ın kitabında ve Peygamberin sahih sünnetinde ifadesini bulan ibadetler ve muamelattır. Bunu yapanlar za­rardan kurtulmuşlardır diyor Allah (c.c). İman bir çekirdektir ama amel de onun çiçeğidir.

İman ettik deyip de imanın gereği olan ibadet ve muamelatı Kur'ân'a ve sünnet-i seniyyeye göre yapmazsanız kimseyi kandıramazsınız. Ne melekleri kandırabilirsiniz, haşa ne de Allah'ı kandırabilirsiniz.

Kurtuluşun üçüncü reçetesi de; hakkı tavsiye etmek. Hakkı tavsiye edenler de zarardan kurtulmuşlardır. Hüsran içerisinde değillerdir diyor Allah (c.c). Hakkı tavsiye eden kişinin, onu yapması gerektiğini ifade etmek için önce iman, sonra ameli salih, sonra tavsiye denmiş. Kişi kendisinin yapmadığı bir şeyi tavsiye ederse faydası az olur.

Hak; Cenab-ı Hakk'ın isimlerinden birisidir. O zaman mana şöyle olur. Allah (c.c)'ı tavsiye edenler kurtuluşa erenlerdir, zarardan kurtu­lanlardır. Emri tutulacak biri varsa, O Allah (c.c)'dır. Yasaklarından kaçınılacak birisi varsa, O Allah (c.c)dır. Yolunda ölünecek biri varsa, O Allah (c.c)'dır. Sevileceklerin başında Allah vardır. Sonra Peygamber Efendimiz.

İnsanlar mutlak surette bir tavsiyede bulunurlar, Allah'ı tavsiye edemeyenler, insanı tavsiye ederler. Filanı çok iyi tanı, filanın yolundan yürü, filanın emirlerine dikkat et, yasakladıklarından sakın. Filansız olmaz diye birilerine gönderiyorlar. Peki nerede O filan? Diyor ki, "Öldü." Ölen insan, hastalanan insan tavsiye edilmez.

Hak; bir de Kur'ân'ın adıdır. "Rabbinizden gelen bir Hakk'dır" buyu­ruyor Allah (c.c). Öyle olunca mana şu şekilde olur. "Kur'ân'ı tavsiye edenler."

Hak; doğru anlamına da gelir. "Allah'ın va'di haktır yani doğrudur" diyor Allah (c.c). O zaman mana "birbirlerine doğruyu tavsiye edenler kurtuluşa erenlerdir" şeklinde olur.

Hak; bir de adalet manasına gelir. "İnsanlar arasında adaletle hük­met" diyor Allah (c.c). Yani insanlar kendi aralarında birbirle­rine adaleti tavsiye ederler.

Allah'ın haklarını tavsiye etmek gerekir, kul haklarını tavsiye etmek gerekir. Kul hakkıyla Rabbim huzuruna varmamak konusunda insanlar birbirlerini uyarmalıdır. Nefsinin de haklarını insanlar birilerine hatır­latmalıdırlar.

Sabrı tavsiye edenler kurtulmuşlardır. Allah'ı tavsiye ederseniz, yani "bir tek Allah'a kulluk edeceksiniz" derseniz, birileri karşınıza dikilecektir. Sizi yerinizden, yurdunuzdan edebilir ve sürgüne gönde­rebilir. Sizi hapse atabilir. Sizi şehit edebilir, size işkence yapabilir, size her türlü dünyevi azabı tattırmaya yönelebilir. Ama bütün bunlara sabredenler, karşılığında cenneti göreceklerdir.

İbrahim (a.s) alevi göklere varan ateşi gördüğünde Allah'a sığınmış, Allah'a güvenmiş, Rabbim de O'nun ateşini gülistana çevirivermiştir. Bu bir sabırdır.

İbadet karşısında sabır, yasaklara karşı sabır, kafirin bütün zulmünü gördüğü halde, Allah'ın cennetini ve rahmetini görerek, O'nun zulmüne sabretmek. Sabretmek demek, zillet içerisinde yaşamak, boyun eğmek, sünepe sünepe dolaşmak değildir. Sabır, izzetini korumak demektir.

Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurur; "cihadın en efdali zalim sulta­nın karşısına geçip hak sözü söylemektir."

Sabrı ben şöyle özetliyorum: Timur'a demişler ki; "yahu her harbi kazanıyorsun. Bu ne iştir? Yıldırım Beyazıt'ı mağlub ettin. Bu ne haldir?" demişler. Timur, soruyu soran adama demiş ki; "parmağını ver" Adamın parmağını alıp kendi ağzına götürmüş, kendi parmağını da adamın ağzına götürmüş. İkimizde ısıracağız. Harb bir ısırma sanatı­dır." demiş. Ve ikiside ısırmaya başlamışlar.

Bir süre sonra Timur'un karşısındaki adam dayanamayınca "aaaü" demiş ve bağırmak için ağzını açmış. Timur elini adamın ağzından çekmiş. Ama adamın parmağını ısırmaya devam etmiş. Bir müddet daha bağırttıktan sonra bırakıvermiş.

Demiş ki; "İşte sabır budur. "Aaa" demek sana fayda vermez, bana fayda verir. İşte sabır budur. Yani belalara karşı, ibadetlere karşı sabır, haramlara karşı sabır, helallara karşı sabır. İşkenceye karşı sabır, Allah'ın lütfettiği nimetlere karşı da sabır. İlim öğrenmeye karşı da sa­bır. Üniversite öğretim üyesi bir dostum; "İngiltere ve Amerika'daki profösörlerin yarısından fazlası geri kalmış ülkelerin insanlarından oluşuyor" demişti. Çünkü bütün sosyal ihtiyaçları, devlet tarafından ga­ranti altında olan bir ingiliz delikanlısı gençliğinin baharında gönlünce eğlenmek varken, kütüphane köşelerinde binlerce kitap ve arşiv belge­lerinden doktora tezi çıkarmaya yöneltiliyor. Çünkü o bir sabır işidir.

Öğretmek, öğrenmekten daha çok sabır isteyen bir iştir. Siyasette sabır, çünkü hasımlarınız her türlü yalanı, iftirayı atacaklar. Sizi siyaset sahnesinden atacaklar. Efendimize yapılan iftiralardan birini Nur suresi haber veriyor. Efendimiz sabırla yoluna devam ediyor.

Bir insan iman eder ve bu imanı; amel halinde elinde, gözünde, gön­lünde bütün azalarında çiçek açacak olursa, her yerde Allah'ı insanlara anlatır, hak olan Kur'ân'ı öğretir ve İslâm'ı yaşamak için insanlara tav­siye ederse ve bu yaşantı içerisinde helalları yaşamaya, haramlardan kaçınmaya, ibadetleri hakkıyla yerine getirmeye, yasaklardan kaçın­maya sabredecek olursa,işte bu insan hayatını kurtarmış, Allah'ın naim cennetlerini kazan­mış, dünyada izzet ve devlet, ahirette de cenneti hak etmiş olur.

3 yorum:

  1. Resulullah (sav) buyurdular ki: "Nefsim kudret elinde olan Zat`a yemin ederim ki, eğer siz hiç günah istemeseniz, Allah sizi toptan helak eder; günah işleyen, arkadan da istiğfar eden bir kavim yaratır ve onları mağfiret ederdi."

    YanıtlaSil
  2. Ebu`d-Derda (ra)`yı işittim. Demişti ki: "Resulullah (sav)`ı işittim, şöyle buyurdu: "Müşrik olarak ölenle, bir müslümanı haksız yere öldüren hariç, Allah bütün günahları affedebilir."

    YanıtlaSil