83-
Ya Rabbi, bana yararlı bilgi ve egemenlik ver ve beni iyi kullarının arasına
kat.
84-
İlerdeki kuşaklar arasında doğruluğun sözcüsü olmamı nasip eyle.
85-
Beni bol nimetli cennette sürekli kalanlardan eyle.
86-
Babamı affeyle. Çünkü o sapıklardandır.
87-
İnsanların yeniden dirilecekleri gün beni mahcup etme.
88-
Ki, o gün, insana ne malı ve ne de evlatları yarar sağlamaz.
89-
Yalnız temiz kalple Allah'ın huzuruna gelen kurtulur.
Bütün bir duanın içinde
yeryüzünün, dünyanın nimetlerinden hiçbiri yer almıyor. Hatta vücud sağlığı
bile. Bu, yüce ufuklara yönelen bir
duadır. Arınmış duygular onu harekete itmektedir. Allah'ı tanıyan ve bu
nedenle onun dışındaki her şeyi değersiz, basit gören, verdiklerinin tadını damağında hissettiği için daha fazlasını isteyen,
tadına vardığı ve dilediği ölçüde korku ve ümit halı içinde derinleşen bir
kalbin duasıdır.
"Ya Rabbi, bana
yararlı bilgi ve egemenlik ver ve beni iyi kullarının arasına kat "
Sağlıklı değerler ile
saçma değerleri birbirinden ayırmamı sağlayacak ve beni daha kalıcı gerçeklere
ulaştıracak bir yolun başına getirecek olan hikmeti ver bana.
"Beni iyi kullarının
arasına kat.
Bu sözü yumuşak huylu,
içini Allah'a açan, şerefli peygamber Hz. İbrahim söylüyor. Bu ne alçak
gönüllülük! Bu ne hassasiyet! Bu ne kusur işlemekten endişe etme duygusu! Bu ne
kalbleri evirip-çeviren Allah korkusu! Allah'ın salih kullarına katılmaya karşı
bu ne büyük arzu! Rabb'inin, kendisini iyi işlerde başarılı kılması vasıtası
ile salih kullara katması konusunda ne coşkun bir beklenti bu!
"İlerdeki kuşaklar
arasında doğruluğun sözcüsü olmamı nasip eyle"
Süreklilik
isteğinin kendisini sürüklediği bir duadır bu. Kendi soyu ile değil, inancı ile sürekli
olmayı istiyor. Rabbinden diliyor ki, ilerdeki kuşaklara doğru bir söz
nasip etsin. Kendilerini Hakk'a, gerçeğe çağırsın. Arı, duru ve kolay olan Hz.
İbrahim dinine çağırsın. Herhalde bu Hz. İbrahim'in başka yerde yaptığı duanın
aynısıdır. Nitekim Hz. İbrahim oğlu Hz. İsmail ile birlikte Ka'be'nin
duvarlarını yükseltirken şöyle diyordu: "Hani İbrahim ile İsmail Ka'benin
duvarlarını yükseltirlerken şöyle dua etmïşlerdi: "Ey Rabbimiz,
yaptığımızı kabul et. Hiç şüphesiz sen her şeyi işiten ve bilensin. Ey
Rabbimiz, ikimizi de sana teslim olanlardan eyle, soyumuzdan da sana teslim
olan bir ümmet çıkar, bize ibadet yollarımızı göster, tevbelerimizi kabul
buyur: Hiç şüphesiz sen tevbeleri kabul edensin ve çok merhametlisin. Ey
Rabbimiz, içlerinden onlara senin ayetlerini okuyacak, Kitabı ve hikmeti
öğretecek, kendilerini kötülüklerden arıtacak bir peygamber gönder. Hiç
şüphesiz sen azizsin ve hikmet sahibisin."
Yüce Allah O'nun isteğini
yerine getirdi. Duasını kabul etti. İlerideki kuşaklar arasında doğruluğun
sözcüsü yaptı. O kuşaklar arasından insanlara Allah'ın ayetlerini okuyan,
onlara kutsal kitabı ve hikmeti öğreten, ruhlarını kötülüklerden arındıran
peygamber gönderdi. Onun isteğinin kabul edilmesi binlerce sene sonra
gerçekleşmişti. Bu, insanlara göre hesaplandığında; uzun bir zaman olsa da,
Allah katında belirlenen bir zamandır. Hikmeti gereği olarak bu zaman
geldiğinde kabul edilen dua bu zamanda gerçekleşir.
"Beni bol nimetli
cennette sürekli kalanlardan eyle."
Daha önce de, kendisini
salih amellere muvaffak etmek suretiyle salih kullarına katmasını Rabbinden
dilemişti. Zaten salih ameller, kendisini onların saflarına götürüp katacaktı.
Nimet cenneti ise Allah'ın salih kullarının varacakları cennettir.
"Babamı affeyle.
Çünkü o sapıklardandır".
Hz. İbrahim -selam üzerine
olsun- babasından o kadar ağır sözler işitmesine ve ağır tehdidine maruz
kalmasına rağmen ona böyle davranıyor. Çünkü daha önce babasını bağışlanması
için ona dua edeceğine söz vermişti. Böylece sözünü yerine getirdi. Kur'an'ı
Kerim'in başka ayetlerinde akraba bile olsalar müşrikler için af dilemenin caiz
olmadığı açıklanmıştır. Hz. İbrahim'in babası için af dilemesinin ona verdiği
bir sözden kaynaklandığı ifade edilmiştir. "Fakat babasının bir Allah
düşmanı olduğunu kesinlikle anlayınca onunla ilişkisini kesti" (Tevbe suresi
114) Yakınlığın, soy yakınlığı değil, inanç yakınlığından ibaret olduğunu
anlamıştır. Bu da, İslami eğitimin apaçık ilkelerinden biridir. Her şeyin
başında gelen bağ, Allah yolundaki bağlılığın sembolü olan inanç bağıdır.
İnsanoğlunun iki bireyi arasında, inanç temeline dayanmadan herhangi bir bağ
oluşturulamaz. Bu bağ çözüldükten sonra diğer bağlar kendiliğinden çözülür.
İnsanlar birbirlerinden öyle uzak düşerler ki, artık hiçbir bağ, hiçbir
yakınlık fayda vermez.
"İnsanların yeniden
dirilecekleri gün beni mahcup etme.
"Ki, o gün insana ne
malı ve ne de evlatları yarar sağlamaz".
"Yalnız temiz kalple
Allah'ın huzuruna gelen kurtulur."
Hz. İbrahim'in -selam
üzerine olsun- "İnsanların
yeniden dirilecekleri gün beni mahcup etme" sözünden O'nun ahiret
gününün korkusunu ne derece hissettiğini, Rabbinden ne kadar utandığını, O'nun
huzurunda rezil olmaktan ne kadar endişe ettiğini, O'nu gereği gibi
tanımamaktan ne derece korktuğunu anlayabiliyoruz. Hâlbuki o şerefli bir
peygamberdir. Ayrıca "Ki, o gün insana ne malı ve ne de evlatları
yarar sağlamaz. Yalnız temiz kalple Allah'ın huzuruna gelen
kurtulur" sözlerinden kıyamet gününün gerçeğini ne ölçüde anladığını,
değerlerin gerekliliğini nasıl kavradığını fark ediyoruz: Buna göre, kıyamet
gününde, samimiyet, kalbin tamamını Allah'a açma samimiyeti, kalbi her türlü
yabancı duygudan, hastalıktan, başka amaçtan arındırma, onu şehevi
ihtiraslardan ve sapmalardan temizleme, Allah'ın
dışındaki şeylere bağlılıktan özgür kılma samimiyeti dışında başka hiçbir değer
yoktur. İşte kalbe, değer ve itibar kazandıran temizlik, selamet
budur. "Ki o gün insana ne malı ve ne de evlatları yarar
sağlamaz." Yeryüzünde
insanların, köpeklerin leşlere saldırdığı gibi üzerine atıldıkları bu geçici,
kof değerler o gün hiçbir yarar sağlamaz ve ahiret terazisinde hiçbir
ağırlık sahibi olmaz!
Tam bu esnada Hz.
İbrahim'in kendisinden sakındığı kıyamet sahnelerinden biri sergilenmektedir sanki
gözlerinin önünde. Ona bakıyor ve gerçekten görüyor. Sonra ürkek bir içtenlikle
Rabb'ine yöneliyor, duasını yapıyor:
90-
O gün, cennet, kötülüklerden sakınanların yakınına getirilir.
91-
Cehennem de sapıkların gözleri önünde dikilir.
92-
Sapıklara denir ki; "Hani vaktiyle taptığınız sözde ilahlar?”
93-
"Allah'ı bir yana bırakarak ilah edindiğiniz putlar? Şimdi size yardım
edebiliyorlar, ya da kendilerini kurtarabiliyorlar mı?"
94-
Düzmece ilahlar ile sapıklar baş aşağı cehenneme atılırlar.
95-
Şeytanın bütün askerleri de.
96-
Orada birbirleri ile tartışmaya tutuşarak derler ki,
97-
"Vallahi bizler apaçık bir sapıklığa saplanmıştık."
98-
"Çünkü sizleri âlemlerin Rabb'ine denk tutmuştuk."
99-
"Bizi ağır suçlular yoldan çıkarmışlardır. "
100-
"Şimdi bizim bir şefaatçimiz yok. "
101-
"Cana yakın bir dostumuz da yok."
102-
"Ah keşke, bir daha dünyaya dönebilsek de mü'minlerden olsak."
Cennet yaklaştırıldı ve
Rabb'inin azabından endişe eden takva sahiplerine gösterildi: Cehennem
sapıkların gözlerinin önüne getirildi. Yolu şaşıran, kıyamet gününü yalan
sayan, zalimler için ortaya kondu. Onlar şimdi Cehennem'in bir sahnesi üzerinde
duruyorlar. Azarlamaları, feryatları işitiyorlar. Pat pat aşağı cehenneme
atılmadan önce bunları seyrediyorlar. Bu duruş sırasında Allah'ın dışında
taptıkları ilahtan sorguya çekiliyorlar. Bu konu, Hz. İbrahim ile milletinin
kıssası. Hz. İbrahim ile onlar arasında, onların taptıkları tanrılar hakkında
meydana gelen tartışma ile at başı gitmektedir. Onlar bugün sorguya
çekiliyorlar. "Sapıklara denir ki, hani vaktiyle taptığınız sözde
ilahlar? Allah'ı bir yana bırakarak ilah edindiğiniz putlar?" Onlar
neredeler? "Şimdi size yardım edebiliyorlar, ya da kendilerini
kurtarabiliyorlar mı?" Onlardan bir cevap alınmaz. Onların cevap
vermeleri zaten beklenmez de. Bu, azarlama ve kınama amacı ile yöneltilen bir
sorudur. "Düzmece ilahlar ile sapıklar baş aşağı cehenneme atılırlar.
Şeytanın bütün askerleri de". Pat pat! Kelimelerin ses tonlarından
onların, itişme, kakışma, çaresiz ve düzensiz olarak ateşe düşme, gürültülerini
sanki duyar gibi oluyoruz. Pat pat seslerinden kaynaklanan baş aşağı düşüş
seslerini işitiyor gibiyiz. Tıpkı bir nehrin göçerttiği bir yarın arkasından
toprak yığınlarının yıkılması gibi. Bu, taşıdığı anlamı kendi ses tonu ile
canlandıran bir sözcüktür. Onlar şaşkınlar, sapıklardır. Onlarla birlikte bütün
sapıklar pat pat oraya döküleceklerdir. Onlar ve "Şeytanın bütün
askerleri de" Aslında hepsi de İblis'in askerleridir. Bu, önce bir
ayrıntıyı ifade edip sonra genel ifadeye varma sanatıdır.
Sonra Cehennemde onlara
kulak veriyoruz. Onlar ilah diye taptıkları putlara diyorlar
ki, "Vallahi bizler apaçık bir sapıklığa saplanmıştık. Çünkü sizleri âlemlerin
Rabb'ine denk tutmuştuk." Allah'a taptığımız gibi sizlere de taptık;
ya Allah ile birlikte ve ya O'nu bir yana bırakarak. Şimdi zaman ve fırsat
geçtikten sonra onlar böyle alıkoyanlara atıyorlar. Sonra ayrılıyorlar.
"Artık iş işten geçmiştir", bunu anlıyorlar. Bundan sonra
sorumlulukların yükümlülüklerin sonucunu paylaştırmanın bir yararı
yok. "Şimdi bizim bir şefaatçimiz yok. Cana yakın bir dostumuz da
yok." Ne yardımcı, aracı olabilecek ilahları ne de fayda verecek
dostlar var artık. Geçmiş için bir aracı koymak mümkün olmadığına göre, acaba
tekrar dünyaya dönüp orada kaçırdığımız fırsatları değerlendiremez
miyiz? "Ah keşki bir daha dünyaya dönebilsek de mü'minlerden
olsak." Bu bir temenni, dilek olmaktan öteye geçmiyor. Bu kıyamet
günüdür. Artık ne dönüş ne de aracılık yok!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder