20 Kasım 2012 Salı

Şu’arâ Suresi 83-102 Ayetleri S. Kutub Tefsiri


83- Ya Rabbi, bana yararlı bilgi ve egemenlik ver ve beni iyi kullarının arasına kat.

84- İlerdeki kuşaklar arasında doğruluğun sözcüsü olmamı nasip eyle.

85- Beni bol nimetli cennette sürekli kalanlardan eyle.

86- Babamı affeyle. Çünkü o sapıklardandır.

87- İnsanların yeniden dirilecekleri gün beni mahcup etme.

88- Ki, o gün, insana ne malı ve ne de evlatları yarar sağlamaz.

89- Yalnız temiz kalple Allah'ın huzuruna gelen kurtulur.


Bütün bir duanın içinde yeryüzünün, dünyanın nimetlerinden hiçbiri yer almıyor. Hatta vücud sağlığı bile. Bu, yüce ufuklara yönelen bir duadır. Arınmış duygular onu harekete itmektedir. Allah'ı tanıyan ve bu nedenle onun dışındaki her şeyi değersiz, basit gören, verdiklerinin tadını damağında hissettiği için daha fazlasını isteyen, tadına vardığı ve dilediği ölçüde korku ve ümit halı içinde derinleşen bir kalbin duasıdır.

"Ya Rabbi, bana yararlı bilgi ve egemenlik ver ve beni iyi kullarının arasına kat "

Sağlıklı değerler ile saçma değerleri birbirinden ayırmamı sağlayacak ve beni daha kalıcı gerçeklere ulaştıracak bir yolun başına getirecek olan hikmeti ver bana.

"Beni iyi kullarının arasına kat.

Bu sözü yumuşak huylu, içini Allah'a açan, şerefli peygamber Hz. İbrahim söylüyor. Bu ne alçak gönüllülük! Bu ne hassasiyet! Bu ne kusur işlemekten endişe etme duygusu! Bu ne kalbleri evirip-çeviren Allah korkusu! Allah'ın salih kullarına katılmaya karşı bu ne büyük arzu! Rabb'inin, kendisini iyi işlerde başarılı kılması vasıtası ile salih kullara katması konusunda ne coşkun bir beklenti bu!

"İlerdeki kuşaklar arasında doğruluğun sözcüsü olmamı nasip eyle"

Süreklilik isteğinin kendisini sürüklediği bir duadır bu. Kendi soyu ile değil, inancı ile sürekli olmayı istiyor. Rabbinden diliyor ki, ilerdeki kuşaklara doğru bir söz nasip etsin. Kendilerini Hakk'a, gerçeğe çağırsın. Arı, duru ve kolay olan Hz. İbrahim dinine çağırsın. Herhalde bu Hz. İbrahim'in başka yerde yaptığı duanın aynısıdır. Nitekim Hz. İbrahim oğlu Hz. İsmail ile birlikte Ka'be'nin duvarlarını yükseltirken şöyle diyordu: "Hani İbrahim ile İsmail Ka'benin duvarlarını yükseltirlerken şöyle dua etmïşlerdi: "Ey Rabbimiz, yaptığımızı kabul et. Hiç şüphesiz sen her şeyi işiten ve bilensin. Ey Rabbimiz, ikimizi de sana teslim olanlardan eyle, soyumuzdan da sana teslim olan bir ümmet çıkar, bize ibadet yollarımızı göster, tevbelerimizi kabul buyur: Hiç şüphesiz sen tevbeleri kabul edensin ve çok merhametlisin. Ey Rabbimiz, içlerinden onlara senin ayetlerini okuyacak, Kitabı ve hikmeti öğretecek, kendilerini kötülüklerden arıtacak bir peygamber gönder. Hiç şüphesiz sen azizsin ve hikmet sahibisin."

Yüce Allah O'nun isteğini yerine getirdi. Duasını kabul etti. İlerideki kuşaklar arasında doğruluğun sözcüsü yaptı. O kuşaklar arasından insanlara Allah'ın ayetlerini okuyan, onlara kutsal kitabı ve hikmeti öğreten, ruhlarını kötülüklerden arındıran peygamber gönderdi. Onun isteğinin kabul edilmesi binlerce sene sonra gerçekleşmişti. Bu, insanlara göre hesaplandığında; uzun bir zaman olsa da, Allah katında belirlenen bir zamandır. Hikmeti gereği olarak bu zaman geldiğinde kabul edilen dua bu zamanda gerçekleşir.

"Beni bol nimetli cennette sürekli kalanlardan eyle."

Daha önce de, kendisini salih amellere muvaffak etmek suretiyle salih kullarına katmasını Rabbinden dilemişti. Zaten salih ameller, kendisini onların saflarına götürüp katacaktı. Nimet cenneti ise Allah'ın salih kullarının varacakları cennettir.

"Babamı affeyle. Çünkü o sapıklardandır".

Hz. İbrahim -selam üzerine olsun- babasından o kadar ağır sözler işitmesine ve ağır tehdidine maruz kalmasına rağmen ona böyle davranıyor. Çünkü daha önce babasını bağışlanması için ona dua edeceğine söz vermişti. Böylece sözünü yerine getirdi. Kur'an'ı Kerim'in başka ayetlerinde akraba bile olsalar müşrikler için af dilemenin caiz olmadığı açıklanmıştır. Hz. İbrahim'in babası için af dilemesinin ona verdiği bir sözden kaynaklandığı ifade edilmiştir. "Fakat babasının bir Allah düşmanı olduğunu kesinlikle anlayınca onunla ilişkisini kesti" (Tevbe suresi 114) Yakınlığın, soy yakınlığı değil, inanç yakınlığından ibaret olduğunu anlamıştır. Bu da, İslami eğitimin apaçık ilkelerinden biridir. Her şeyin başında gelen bağ, Allah yolundaki bağlılığın sembolü olan inanç bağıdır. İnsanoğlunun iki bireyi arasında, inanç temeline dayanmadan herhangi bir bağ oluşturulamaz. Bu bağ çözüldükten sonra diğer bağlar kendiliğinden çözülür. İnsanlar birbirlerinden öyle uzak düşerler ki, artık hiçbir bağ, hiçbir yakınlık fayda vermez.

"İnsanların yeniden dirilecekleri gün beni mahcup etme.
"Ki, o gün insana ne malı ve ne de evlatları yarar sağlamaz".
"Yalnız temiz kalple Allah'ın huzuruna gelen kurtulur."

Hz. İbrahim'in -selam üzerine olsun- "İnsanların yeniden dirilecekleri gün beni mahcup etme" sözünden O'nun ahiret gününün korkusunu ne derece hissettiğini, Rabbinden ne kadar utandığını, O'nun huzurunda rezil olmaktan ne kadar endişe ettiğini, O'nu gereği gibi tanımamaktan ne derece korktuğunu anlayabiliyoruz. Hâlbuki o şerefli bir peygamberdir. Ayrıca "Ki, o gün insana ne malı ve ne de evlatları yarar sağlamaz. Yalnız temiz kalple Allah'ın huzuruna gelen kurtulur" sözlerinden kıyamet gününün gerçeğini ne ölçüde anladığını, değerlerin gerekliliğini nasıl kavradığını fark ediyoruz: Buna göre, kıyamet gününde, samimiyet, kalbin tamamını Allah'a açma samimiyeti, kalbi her türlü yabancı duygudan, hastalıktan, başka amaçtan arındırma, onu şehevi ihtiraslardan ve sapmalardan temizleme, Allah'ın dışındaki şeylere bağlılıktan özgür kılma samimiyeti dışında başka hiçbir değer yoktur. İşte kalbe, değer ve itibar kazandıran temizlik, selamet budur. "Ki o gün insana ne malı ve ne de evlatları yarar sağlamaz." Yeryüzünde insanların, köpeklerin leşlere saldırdığı gibi üzerine atıldıkları bu geçici, kof değerler o gün hiçbir yarar sağlamaz ve ahiret terazisinde hiçbir ağırlık sahibi olmaz!

Tam bu esnada Hz. İbrahim'in kendisinden sakındığı kıyamet sahnelerinden biri sergilenmektedir sanki gözlerinin önünde. Ona bakıyor ve gerçekten görüyor. Sonra ürkek bir içtenlikle Rabb'ine yöneliyor, duasını yapıyor:


90- O gün, cennet, kötülüklerden sakınanların yakınına getirilir.

91- Cehennem de sapıkların gözleri önünde dikilir.

92- Sapıklara denir ki; "Hani vaktiyle taptığınız sözde ilahlar?”

93- "Allah'ı bir yana bırakarak ilah edindiğiniz putlar? Şimdi size yardım edebiliyorlar, ya da kendilerini kurtarabiliyorlar mı?"

94- Düzmece ilahlar ile sapıklar baş aşağı cehenneme atılırlar.

95- Şeytanın bütün askerleri de.

96- Orada birbirleri ile tartışmaya tutuşarak derler ki,

97- "Vallahi bizler apaçık bir sapıklığa saplanmıştık."

98- "Çünkü sizleri âlemlerin Rabb'ine denk tutmuştuk."

99- "Bizi ağır suçlular yoldan çıkarmışlardır. "

100- "Şimdi bizim bir şefaatçimiz yok. "

101- "Cana yakın bir dostumuz da yok."

102- "Ah keşke, bir daha dünyaya dönebilsek de mü'minlerden olsak."


Cennet yaklaştırıldı ve Rabb'inin azabından endişe eden takva sahiplerine gösterildi: Cehennem sapıkların gözlerinin önüne getirildi. Yolu şaşıran, kıyamet gününü yalan sayan, zalimler için ortaya kondu. Onlar şimdi Cehennem'in bir sahnesi üzerinde duruyorlar. Azarlamaları, feryatları işitiyorlar. Pat pat aşağı cehenneme atılmadan önce bunları seyrediyorlar. Bu duruş sırasında Allah'ın dışında taptıkları ilahtan sorguya çekiliyorlar. Bu konu, Hz. İbrahim ile milletinin kıssası. Hz. İbrahim ile onlar arasında, onların taptıkları tanrılar hakkında meydana gelen tartışma ile at başı gitmektedir. Onlar bugün sorguya çekiliyorlar. "Sapıklara denir ki, hani vaktiyle taptığınız sözde ilahlar? Allah'ı bir yana bırakarak ilah edindiğiniz putlar?" Onlar neredeler? "Şimdi size yardım edebiliyorlar, ya da kendilerini kurtarabiliyorlar mı?" Onlardan bir cevap alınmaz. Onların cevap vermeleri zaten beklenmez de. Bu, azarlama ve kınama amacı ile yöneltilen bir sorudur. "Düzmece ilahlar ile sapıklar baş aşağı cehenneme atılırlar. Şeytanın bütün askerleri de". Pat pat! Kelimelerin ses tonlarından onların, itişme, kakışma, çaresiz ve düzensiz olarak ateşe düşme, gürültülerini sanki duyar gibi oluyoruz. Pat pat seslerinden kaynaklanan baş aşağı düşüş seslerini işitiyor gibiyiz. Tıpkı bir nehrin göçerttiği bir yarın arkasından toprak yığınlarının yıkılması gibi. Bu, taşıdığı anlamı kendi ses tonu ile canlandıran bir sözcüktür. Onlar şaşkınlar, sapıklardır. Onlarla birlikte bütün sapıklar pat pat oraya döküleceklerdir. Onlar ve "Şeytanın bütün askerleri de" Aslında hepsi de İblis'in askerleridir. Bu, önce bir ayrıntıyı ifade edip sonra genel ifadeye varma sanatıdır.

Sonra Cehennemde onlara kulak veriyoruz. Onlar ilah diye taptıkları putlara diyorlar ki, "Vallahi bizler apaçık bir sapıklığa saplanmıştık. Çünkü sizleri âlemlerin Rabb'ine denk tutmuştuk." Allah'a taptığımız gibi sizlere de taptık; ya Allah ile birlikte ve ya O'nu bir yana bırakarak. Şimdi zaman ve fırsat geçtikten sonra onlar böyle alıkoyanlara atıyorlar. Sonra ayrılıyorlar. "Artık iş işten geçmiştir", bunu anlıyorlar. Bundan sonra sorumlulukların yükümlülüklerin sonucunu paylaştırmanın bir yararı yok. "Şimdi bizim bir şefaatçimiz yok. Cana yakın bir dostumuz da yok." Ne yardımcı, aracı olabilecek ilahları ne de fayda verecek dostlar var artık. Geçmiş için bir aracı koymak mümkün olmadığına göre, acaba tekrar dünyaya dönüp orada kaçırdığımız fırsatları değerlendiremez miyiz? "Ah keşki bir daha dünyaya dönebilsek de mü'minlerden olsak." Bu bir temenni, dilek olmaktan öteye geçmiyor. Bu kıyamet günüdür. Artık ne dönüş ne de aracılık yok!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder