22 Kasım 2012 Perşembe

Şu’arâ Suresi 103-110 Ayetleri S. Kutub Tefsiri


103- Kuşku yok ki, bu olaydan alınacak dersler vardır. Onların çoğunluğu inanmamış kimselerdi.

104- Ve yine kuşku yok ki, senin Rabb'in üstün iradeli ve merhametlidir.


Bu, daha önce bu surede anlatılan Ad, Semud ve Lut kavminin sonlarının sergilenişinden sonra verilen yorumun aynısıdır. İlahi mesajları yalan sayanların başına gelenleri anlatan ayetlerden sonra da bu yorum yer almıştır. Kıyamet sahnelerinden biri olan bu sahne surenin akışı içinde ilahi mesajı yalan sayanların dünyadaki akıbetleri yerine verilmiştir. Zira bununla Hz. İbrahim'in ve bütün bir şirkin sonu tasvir ediliyor. Surenin bütün kıssalarında asıl ders ve ibret alınacak nokta da budur. Kur'an'daki kıyamet sahneleri somut bir realite gibi sunulur. Okundukları zaman sanki gözler onları seyreder, duygular onları hisseder, vicdanları onlarla sarsılır, titrer. Tıpkı insanların gözlerini fal taşı gibi açan, dikkatle seyredilen cezalandırma, yok etme örnekleri gibi.

Anlatım tarihsel açıdan Hz. Musa'nın kıssasını ele aldıktan sonra Hz. İbrahim'in kıssasına geçtiği gibi Hz. İbrahim'in kıssasından da Hz. Nuh'un kıssasına geçiyor. Tarihsel açıdan geriye gidiyor. Burada tarihsel çizgiyi izlemek amaçlanmamıştır. Amaç şirk ve ilahi mesajı yalanlamanın sonucundan alınacak ibrettir, derstir.

Hz. Nuh'un kıssası da Hz. Musa ve Hz. İbrahim'in kıssaları gibi Kur'an'ın değişik surelerinde ele alınmaktadır. Daha önce A'raf suresinde bu kıssa peygamberler ve peygamberlikler tarihinin seyir çizgisi içinde ele alınmıştı. Hz. Âdem’in Cennet'ten yeryüzüne indirilişinden bu yana gelen peygamberlerin mesajları tarih süreci içinde ele alınırken bu kıssaya kısaca yer verilmişti. Hz. Nuh'un milletini tevhide çağrısı, dehşet verici bir günün azabına karşı onları uyarması, milletinin kendisini sapıklıkla itham etmesi, milletinin kendileri gibi bir insanı Allah'ın elçi olarak kendilerine göndermesine hayret edişi, Hz. Nuh'u yalanlamaları ve bu nedenle boğulmaları ile Hz. Nuh ve onunla birlikte iman edenlerin kurtuluşu detaylara inilmeksizin anlatılmıştı.

Hz. Nuh hikâyesi Yunus Suresinde kısaca sunulmuştu. Peygamberliğinin son dönemleri, milletinin meydan okuyuşu ve onu yalanlamaları, kendisinin ve yanında bulunan inanmışların kurtuluşu, diğerlerinin ise boğdurulmaları kısaca verilmişti.

Hud suresinde ise, Tufan, gemi ve Tufandan sonrası ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştı. Boğulanlar arasında bulunan oğlu hakkında Rabb'ine dua edişi, tevhid inancı etrafından kendisi ile milleti arasında meydana gelen tartışması geniş biçimde açıklanmıştı.

Hz. Nuh'un kıssası, Mü'minun suresinde de anlatılmıştı. Orada Hz. Nuh'un milletini bir olan Allah'ı tanımaya çağırışı, onların ise, onun kendileri gibi bir insan olması, kendileri üzerine bir üstünlük kurmak istediği, Allah bir elçi göndermek istediğinde bir meleği elçi olarak gönderebileceği gerçekleri ile reddedişleri ve onu bunlardan dolayı delilik ile suçlayışları, sonra Hz. Nuh'un Rabbine yönelerek yardımını dileyişi anlatılmış ve gemi ve tufan'a kısa bir işareti bulunulmuştu.

Bu kıssa genellikle Ad, Semud, Lut toplumu, Medyen halkı kıssalarının sıralandığı bir dizi kıssa içinde ele alınmaktadır. Bu surede de aynı yöntem izlenmiştir. Kıssanın burada ele alınan kısmı ise özellikle Hz. Nuh'un kendi toplumunu Allah tan korkmaya çağırması, doğru yola gelmelerine karşılık kendilerinden hiçbir ücret talep etmeyeceğini açıklaması, ileri gelenlerin kendilerinden tiksindiği, fakir mü'minleri yanından kovmayı red etmesi, bu sorun aynı zamanda Hz. Muhammed'in -salat ve selam üzerine olsun- Mekke'de tıpkısı ile karşılaştığı bir meseleydi, kendisini toplumundan uzaklaştırmasını Rabb'ine niyazda bulunması, yüce Allah'ın O'nun bu dileğini kabul ederek ilahi mesajı yalan sayanları suda boğması, inananları ise kurtarması, üzerinde yoğunlaşmaktadır.

"Nuh'un soydaşları peygamberlerini yalanladılar."

İşte bu sondur. Kıssanın sonu. Önce onunla başlamaktadır ki, ta baştan onu ön plana çıkarsın. Sonra detaylara iniyor.

Hz. Nuh'un toplumu Hz. Nuh'tan başkasını yalanlamadıkları halde onların peygamberleri yalanladıkları ifade ediliyor. Çünkü öz itibariyle peygamberlik birdir. Allah'ı birleme çağrısıdır. Sadece O'na kulluk mesajıdır. Bu ilkeyi yalanlayan biri bütün peygamberleri yalanlamış olur. Zira bu onların hepsinin çağrısıdır. Kur'an da bu gerçeği vurgular ve onu pek çok yerde değişik biçimlerde ifade eder. Çünkü bu, İslam inancının ana ilkelerinden biridir. Bütün ilahi çağrılar onu içerir. Bu ilkeye göre insanlar iki kampa ayrılır: Mü'minler kampı, kâfirler kampı. Tarihteki bütün peygamberliklerde ve bütün asırlarda bu kamplar varlığını sürdürmüşlerdir. Buna göre Müslüman bakar ki, Allah tarafından gönderilen her dine ve her inanç sistemine inanan ümmet kendisinin de ümmetidir. Tarihin ta ilk şafağından tevhidin son dini İslam’ın parlamasına kadar bütün dönemlerde bu gerçek hiç değişmemiştir. Diğer kamp ise, her milletin ve dinin kâfirleridir. Buna göre mü'min bütün peygamberlere iman eder, peygamberlerin hepsine saygı gösterir. Çünkü onların hepsi bir olan mesaja, tevhid mesajına çağıran elçilerdir.

Müslümanın değer yargılarına göre insanlık ırklara, renklere ve yalanlara göre kamplara ayrılamaz. Sadece doğruluk, gerçek taraftarı, yanlışlık ve eğrilik taraftarı diye kamplara ayrılırlar. Müslüman, her yerde ve her zaman hak taraftarlarının yanında haksızlığın karşısındadır. Müslümanın bilincinde değerler, ırk, renk, dil, vatan, günlük hayattaki ve tarihin derinliklerine gömülmüş yakınlıklar tutkusu, asabiyatının üstüne çıkar. Yükselir, sadece bir değer oluşturur. Bu da herkesin kendisinden sorgulandığı ve hepsinin ona göre değerlendirildiği iman değeridir.


105- Nuh'un soydaşları peygamberlerini yalanladılar.

106- Hani kardeşleri Nuh, onlara dedi ki, Siz hiç Allah'tan korkmaz mısınız?

107- "Ben size gönderilmiş, güvenilir bir Allah elçisiyim."

108- "Öyleyse Allah'tan korkunuz ve çağrıma uyunuz."

109- "Ben bu çağrı hizmetime karşılık sizden herhangi bir ücret istemiyorum, benim çabamın karşılığını verecek olan alemlerin Rabb'idir."

110 "O halde Allah'tan korkunuz ve çağrıma uyunuz."


Hz. Nuh'un, milleti tarafından red edilen, yalan sayılan çağrısı budur işte. Halbuki Hz. Nuh onların kardeşiydi. Kardeşliğin gereği barışa, tatmine, imana ve tasdiğe götürmesiydi. Yalnız onun toplumu bu bağa dikkat edip değer vermedi. Siz hiç Allah'tan korkmaz mısınız? İşlediğinizin cezasından korkmaz mısınız? Kalbleriniz Allah korkusunu ve ürpertisini hissetmez mi? dediğinde, kardeşleri olan Hz. Nuh'un çağrısına karşı kalbleri yumuşamadı.

Takvaya dikkat çekip ona yönlendirmek bu surede sürekli biçimde vurgulanıyor. Yüce Allah Hz. Musa'yı Firavun ve milletine bir elçi olarak gönderdiğinde O'nu takvaya çağırmakla görevlendirmişti. Hz. Nuh da milletini ona çağırdı. Hz. Nuh'tan sonra gelen peygamberlerin hepsi de milletlerini Allah'tan korkmaya çağırdılar.

"Ben size gönderilmiş güvenilir bir Allah elçisiyim."

Hainlik yapmam. Aldatmam. Hile yapmam. Açıklanması istenen yükümlülüklerde hiçbir şeyi ne arttırırım ne de eksiltirim.

"O halde Allah'tan korkunuz ve çağrıma uyunuz."

Böylece onlara tekrar Allah'tan korkmayı hatırlatıyor. Bu sefer bu korkuyu belirliyor ve onu yüce Allah'a izafe ediyor. Bununla onların kalbleri itaate ve teslim oluşa doğru hareketlendirilmek isteniyor.

Sonra onlara dünya ve nimetleri konusunda güvence veriyor. Onları Allah'ın dinine çağırmakla kendisi bir çıkar sağlayacak değildir. Kendilerine doğru yolu gösterdiği için bir ücret, bir mükâfatta istememektedir. Mükâfatını, insanları dinine çağırmakla yükümlü tutan âlemlerin Rabb'inden talep etmektedir. Bu çağrı karşılığında hiçbir ücret istenmediğine dikkat çekilmesi sağlıklı bir çağrının sürekli olarak ücretsiz olması gerektiğini ortaya koymaktadır. İşte bu, İslam dininin çağrısı ile, insanların alışageldiği diğer çağrılar arasındaki temel farklardan biridir. Diğer sözde dini çağrılarda, kahinler ve din adamları insanların mallarını ceplerine indirmek için, dini, bir sömürü aracı olarak kullanırlar. Kâhinler ve dini asıl amacından saptırmış olan din adamları sürekli olarak çeşitli yollarla malları sömürmenin kaynaklarından biri olmuşlardır. Gerçek anlamdaki Allah'a çağrı ve bu çağrının öncüleri ise, daima çıkardan uzak duran salt kimselerdir. Doğru yola çağırma karşılığında ücret almazlar. Onların ücretlerini vermek âlemlerin Rabb'inin işidir.

Burada insanlara ücret ve sömürü açısından güvence verildikten sonra tekrar takva ve itaat istenmektedir kendilerinden: "Allah'tan korkunuz ve çağrıma uyunuz". Yalnız buna rağmen onlar kendisine hayret verici bir itirazla karşılık veriyorlar. Bu, insanlığın her peygambere karşı ileri sürdüğü tarih boyunca tekrarlanan bir itirazdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder