103-
Kuşku yok ki, bu olaydan alınacak dersler vardır. Onların çoğunluğu inanmamış
kimselerdi.
104-
Ve yine kuşku yok ki, senin Rabb'in üstün iradeli ve
merhametlidir.
Bu, daha önce bu surede
anlatılan Ad, Semud ve Lut kavminin sonlarının sergilenişinden sonra verilen
yorumun aynısıdır. İlahi mesajları yalan sayanların başına gelenleri anlatan ayetlerden
sonra da bu yorum yer almıştır. Kıyamet sahnelerinden biri olan bu sahne
surenin akışı içinde ilahi mesajı yalan sayanların dünyadaki akıbetleri yerine
verilmiştir. Zira bununla Hz. İbrahim'in ve bütün bir şirkin sonu tasvir
ediliyor. Surenin bütün kıssalarında asıl ders ve ibret alınacak nokta da
budur. Kur'an'daki kıyamet sahneleri somut bir realite gibi sunulur.
Okundukları zaman sanki gözler onları seyreder, duygular onları hisseder,
vicdanları onlarla sarsılır, titrer. Tıpkı insanların gözlerini fal taşı gibi
açan, dikkatle seyredilen cezalandırma, yok etme örnekleri gibi.
Anlatım tarihsel açıdan
Hz. Musa'nın kıssasını ele aldıktan sonra Hz. İbrahim'in kıssasına geçtiği gibi
Hz. İbrahim'in kıssasından da Hz. Nuh'un kıssasına geçiyor. Tarihsel açıdan
geriye gidiyor. Burada tarihsel çizgiyi izlemek amaçlanmamıştır. Amaç şirk ve
ilahi mesajı yalanlamanın sonucundan alınacak ibrettir, derstir.
Hz. Nuh'un kıssası da Hz.
Musa ve Hz. İbrahim'in kıssaları gibi Kur'an'ın değişik surelerinde ele
alınmaktadır. Daha önce A'raf suresinde bu kıssa peygamberler ve
peygamberlikler tarihinin seyir çizgisi içinde ele alınmıştı. Hz. Âdem’in
Cennet'ten yeryüzüne indirilişinden bu yana gelen peygamberlerin mesajları
tarih süreci içinde ele alınırken bu kıssaya kısaca yer verilmişti. Hz. Nuh'un
milletini tevhide çağrısı, dehşet verici bir günün azabına karşı onları
uyarması, milletinin kendisini sapıklıkla itham etmesi, milletinin kendileri
gibi bir insanı Allah'ın elçi olarak kendilerine göndermesine hayret edişi, Hz.
Nuh'u yalanlamaları ve bu nedenle boğulmaları ile Hz. Nuh ve onunla birlikte
iman edenlerin kurtuluşu detaylara inilmeksizin anlatılmıştı.
Hz. Nuh hikâyesi Yunus
Suresinde kısaca sunulmuştu. Peygamberliğinin son dönemleri, milletinin meydan
okuyuşu ve onu yalanlamaları, kendisinin ve yanında bulunan inanmışların
kurtuluşu, diğerlerinin ise boğdurulmaları kısaca verilmişti.
Hud suresinde ise, Tufan,
gemi ve Tufandan sonrası ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştı. Boğulanlar
arasında bulunan oğlu hakkında Rabb'ine dua edişi, tevhid inancı etrafından
kendisi ile milleti arasında meydana gelen tartışması geniş biçimde
açıklanmıştı.
Hz. Nuh'un kıssası,
Mü'minun suresinde de anlatılmıştı. Orada Hz. Nuh'un milletini bir olan Allah'ı
tanımaya çağırışı, onların ise, onun kendileri gibi bir insan olması, kendileri
üzerine bir üstünlük kurmak istediği, Allah bir elçi göndermek istediğinde bir
meleği elçi olarak gönderebileceği gerçekleri ile reddedişleri ve onu bunlardan
dolayı delilik ile suçlayışları, sonra Hz. Nuh'un Rabbine yönelerek yardımını
dileyişi anlatılmış ve gemi ve tufan'a kısa bir işareti bulunulmuştu.
Bu kıssa genellikle Ad,
Semud, Lut toplumu, Medyen halkı kıssalarının sıralandığı bir dizi kıssa içinde
ele alınmaktadır. Bu surede de aynı yöntem izlenmiştir. Kıssanın burada ele
alınan kısmı ise özellikle Hz. Nuh'un kendi toplumunu Allah tan korkmaya
çağırması, doğru yola gelmelerine karşılık kendilerinden hiçbir ücret talep
etmeyeceğini açıklaması, ileri gelenlerin kendilerinden tiksindiği, fakir
mü'minleri yanından kovmayı red etmesi, bu sorun aynı zamanda Hz. Muhammed'in
-salat ve selam üzerine olsun- Mekke'de tıpkısı ile karşılaştığı bir meseleydi,
kendisini toplumundan uzaklaştırmasını Rabb'ine niyazda bulunması, yüce
Allah'ın O'nun bu dileğini kabul ederek ilahi mesajı yalan sayanları suda
boğması, inananları ise kurtarması, üzerinde yoğunlaşmaktadır.
"Nuh'un soydaşları
peygamberlerini yalanladılar."
İşte bu sondur. Kıssanın
sonu. Önce onunla başlamaktadır ki, ta baştan onu ön plana çıkarsın. Sonra
detaylara iniyor.
Hz. Nuh'un toplumu Hz.
Nuh'tan başkasını yalanlamadıkları halde onların peygamberleri yalanladıkları
ifade ediliyor. Çünkü öz itibariyle peygamberlik birdir. Allah'ı birleme
çağrısıdır. Sadece O'na kulluk mesajıdır. Bu ilkeyi yalanlayan biri bütün
peygamberleri yalanlamış olur. Zira bu onların hepsinin çağrısıdır. Kur'an da
bu gerçeği vurgular ve onu pek çok yerde değişik biçimlerde ifade eder. Çünkü
bu, İslam inancının ana ilkelerinden biridir. Bütün ilahi çağrılar onu içerir.
Bu ilkeye göre insanlar iki kampa ayrılır: Mü'minler kampı, kâfirler kampı.
Tarihteki bütün peygamberliklerde ve bütün asırlarda bu kamplar varlığını
sürdürmüşlerdir. Buna göre Müslüman bakar ki, Allah tarafından gönderilen her
dine ve her inanç sistemine inanan ümmet kendisinin de ümmetidir. Tarihin ta
ilk şafağından tevhidin son dini İslam’ın parlamasına kadar bütün dönemlerde bu
gerçek hiç değişmemiştir. Diğer kamp ise, her milletin ve dinin kâfirleridir.
Buna göre mü'min bütün peygamberlere iman eder, peygamberlerin hepsine saygı
gösterir. Çünkü onların hepsi bir olan mesaja, tevhid mesajına çağıran
elçilerdir.
Müslümanın değer
yargılarına göre insanlık ırklara, renklere ve yalanlara göre kamplara
ayrılamaz. Sadece doğruluk, gerçek taraftarı, yanlışlık ve eğrilik taraftarı
diye kamplara ayrılırlar. Müslüman, her yerde ve her zaman hak taraftarlarının
yanında haksızlığın karşısındadır. Müslümanın bilincinde değerler, ırk, renk,
dil, vatan, günlük hayattaki ve tarihin derinliklerine gömülmüş yakınlıklar
tutkusu, asabiyatının üstüne çıkar. Yükselir, sadece bir değer oluşturur. Bu da
herkesin kendisinden sorgulandığı ve hepsinin ona göre değerlendirildiği iman
değeridir.
105-
Nuh'un soydaşları peygamberlerini yalanladılar.
106-
Hani kardeşleri Nuh, onlara dedi ki, Siz hiç Allah'tan korkmaz mısınız?
107-
"Ben size gönderilmiş, güvenilir bir Allah elçisiyim."
108-
"Öyleyse Allah'tan korkunuz ve çağrıma uyunuz."
109-
"Ben bu çağrı hizmetime karşılık sizden herhangi bir ücret istemiyorum,
benim çabamın karşılığını verecek olan alemlerin Rabb'idir."
110
"O halde Allah'tan korkunuz ve çağrıma uyunuz."
Hz. Nuh'un, milleti
tarafından red edilen, yalan sayılan çağrısı budur işte. Halbuki Hz. Nuh
onların kardeşiydi. Kardeşliğin gereği barışa, tatmine, imana ve tasdiğe
götürmesiydi. Yalnız onun toplumu bu bağa dikkat edip değer vermedi. Siz
hiç Allah'tan korkmaz mısınız? İşlediğinizin cezasından korkmaz mısınız?
Kalbleriniz Allah korkusunu ve ürpertisini hissetmez mi? dediğinde, kardeşleri
olan Hz. Nuh'un çağrısına karşı kalbleri yumuşamadı.
Takvaya dikkat çekip ona
yönlendirmek bu surede sürekli biçimde vurgulanıyor. Yüce Allah Hz. Musa'yı
Firavun ve milletine bir elçi olarak gönderdiğinde O'nu takvaya çağırmakla
görevlendirmişti. Hz. Nuh da milletini ona çağırdı. Hz. Nuh'tan sonra gelen
peygamberlerin hepsi de milletlerini Allah'tan korkmaya çağırdılar.
"Ben size gönderilmiş
güvenilir bir Allah elçisiyim."
Hainlik yapmam. Aldatmam.
Hile yapmam. Açıklanması istenen yükümlülüklerde hiçbir şeyi ne arttırırım ne
de eksiltirim.
"O halde Allah'tan
korkunuz ve çağrıma uyunuz."
Böylece onlara tekrar
Allah'tan korkmayı hatırlatıyor. Bu sefer bu korkuyu belirliyor ve onu yüce
Allah'a izafe ediyor. Bununla onların kalbleri itaate ve teslim oluşa doğru
hareketlendirilmek isteniyor.
Sonra onlara dünya ve
nimetleri konusunda güvence veriyor. Onları Allah'ın dinine çağırmakla kendisi
bir çıkar sağlayacak değildir. Kendilerine doğru yolu gösterdiği için bir
ücret, bir mükâfatta istememektedir. Mükâfatını, insanları dinine çağırmakla
yükümlü tutan âlemlerin Rabb'inden talep etmektedir. Bu çağrı karşılığında
hiçbir ücret istenmediğine dikkat çekilmesi sağlıklı bir çağrının sürekli
olarak ücretsiz olması gerektiğini ortaya koymaktadır. İşte bu, İslam dininin
çağrısı ile, insanların alışageldiği diğer çağrılar arasındaki temel farklardan
biridir. Diğer sözde dini çağrılarda, kahinler ve din adamları insanların
mallarını ceplerine indirmek için, dini, bir sömürü aracı olarak kullanırlar. Kâhinler
ve dini asıl amacından saptırmış olan din adamları sürekli olarak çeşitli
yollarla malları sömürmenin kaynaklarından biri olmuşlardır. Gerçek anlamdaki
Allah'a çağrı ve bu çağrının öncüleri ise, daima çıkardan uzak duran salt
kimselerdir. Doğru yola çağırma karşılığında ücret almazlar. Onların
ücretlerini vermek âlemlerin Rabb'inin işidir.
Burada insanlara ücret ve
sömürü açısından güvence verildikten sonra tekrar takva ve itaat istenmektedir
kendilerinden: "Allah'tan korkunuz ve çağrıma uyunuz". Yalnız
buna rağmen onlar kendisine hayret verici bir itirazla karşılık veriyorlar. Bu,
insanlığın her peygambere karşı ileri sürdüğü tarih boyunca tekrarlanan bir
itirazdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder