38-
Bir süre sonra büyücüler belirli bir günün kararlaştırılan saatinde bir araya
geldiler.
39-
Halka da dediler ki, haydi toplanın bakalım.
40-
Toplanın da eğer büyücüler galip gelirlerse onların peşinden gideriz.
İfadeden halk kitlelerinin
nasıl dolduruşa getirilip duygularının sömürüldüğü kendiliğinden ortaya
çıkıyor. "Halka da dediler ki, haydi toplanın bakalım. Toplanın da
eğer büyücüler galip gelirlerse onların peşinden gideriz.”
Büyücülerin
İsrailoğulları'ndan olan Musa'ya karşı zaferlerini gözetlemek için toplanır
mısınız? Sakın o günden geri kalalım demeyin! Halk kitleleri sürekli olarak bu
tür işler için toplatılırlar. Bu halk kitleleri zalim yöneticilerinin
kendilerini aldattıklarını, kendileriyle oynadıklarını, bu tür yarışlar,
törenler ve toplantılar ile kendilerini meşgul ettiklerini, böylece kendilerine
uygulanan zulüm, baskı ve kötü hayat şartlarını unutturmak istediklerini
anlamazlar. İşte Mısırlılar da bu şekilde toplandılar. Büyücüler ile Hz. Musa -selam
üzerine olsun- arasındaki yarışı seyretmek için!
Sonra yarışma öncesinde
gerçekleşen büyücülerin Firavun huzurundaki sahnesi geliyor. Galip geldikleri takdirde
alacakları ücret ve mükâfatı dolgun buluyorlar. Firavun onlara bol bol ücret
sağlayacağını ve şerefli tahtının yakınlarından olacaklarına söz veriyor!
41-
Büyücüler gelince Firavun'a: "Eğer biz yenecek olursak herhalde bize bir
ödül verilecek değil mi?” dediler.
42-
Firavun “Evet, yakın adamlarım arasına gireceksiniz” dedi.
İşte burada azgın Firavun'un
kendilerinden destek aldığı ücretli topluluğun asıl kimliği de ortaya çıkıyor.
Bunlar bütün ustalıklarını, maharetlerini kendilerini bekleyen ücret
karşılığında satıyorlar. Bunların inançla, hiçbir ilgileri yoktur. Sorunla da
ilgileri bulunmuyor. Ücret ve çıkar
dışında, kendilerini ilgilendiren bir olay yoktur. İşte her yerde ve her zaman
zalim, azgın iktidar sahiplerinin kullandıkları kişiler de bu tür kişilerdir!
Şimdi onlar insanları
aldatmak için sergiledikleri oyunlarının, ustalıklarının ve emeklerinin
karşılığını alacaklarını sağlama bağlamış bulunuyorlar. İşte Firavun da onlara
ücretin fazlasını söz veriyor. Her birinin kendisinin yakınları arasına
gireceklerini söz veriyor. Ki o hem kraldır hem de ilahlık iddiasında bulunan
bir azgındır.
Sonra büyük yarışma ve onu
izleyen büyük gelişmeler sahnesi geliyor.
43-
Musa, "Ne atacaksanız atın, hünerinizi gösterin bakalım" dedi.
44-
Büyücüler, "Firavun'un ululuğuna andolsun ki, üstün gelen taraf biz
olacağız" diyerek iplerini ve değneklerini attılar.
45-
Arkasından Musa değneğini atınca, değnek büyücülerin bütün göz
boyayıcılıklarını yutuverdi.
46-
Bunun üzerine bütün büyücüler secdeye kapandılar.
47-
Ve "bütün varlıkların Rabbine inandık.
48-
Musa ile Harun'un Rabbine” dediler.
49-
Firavun, "ben izin vermeden O'na inandınız, öyle mi? Hiç kuşkusuz O size
büyücülüğü öğreten elebaşınızdı. Ama yakında başınıza neler geleceğini
öğreneceksiniz. Andolsun ki, sağlı-sollu birer el ve ayağınızı kesecek ve
arkasından hepinizi asacağım" dedi.
50-
Büyücüler de dediler ki, "zararı yok, nasıl olsa Rabb'imize döneceğiz.
51-
Bizler ilk inananlar olduğumuz için Rabb'imizin kusurlarımızı bağışlayacağını
umarız."
Sahne normal ve sakin bir
şekilde başlıyor. Baştan beri Hz. Musa'nın üzerinde bulunduğu gerçeğe tam
güveni olduğu, meydanları dolduran, elde ettikleri maharetin en üstün
marifetlerini ortaya koymaya hazırlanan büyücülerin topluluklarından,
arkalarında yer alan Firavun ve yandaşlarından ve onların etraflarını kuşatan
saptırılmış, aldatılmış, halk kitlelerinden etkilenmediği anlaşılıyor. Hz.
Musa'nın bu kendine güveni önce sözü onlara bırakmasında ortaya çıkıyor.
Musa, “Ne atacaksanız atın, hünerinizi gösterin
bakalım” dedi.
İfadenin kendisinde bile,
bir aşağılama ve hafife alma olduğu gözlenmektedir. "Ne atacaksanız
atın, hünerinizi gösterin dedi" Aldırmadan, önemsemeden, herhangi bir
sınır koymadan.
Büyücüler, maharetlerinin
en büyük kozlarını, tuzaklarının en büyüklerini ortaya koydular. Firavunun adı
ve şerefi ile meydana atıldılar.
"Büyücüler,
"Firavun'un ululuğuna andolsun ki, üstün gelen taraf biz olacağız"
diyerek iplerini ve değneklerini attılar".
Onların iplerinin ve
sopalarının ne oldukları burada A'raf ve Taha surelerinde anlatıldığı gibi
anlatılmıyor. Böylece Hakka duyulan güven ve sebatın gölgesi olduğu gibi
korunuyor. Hemen Hak ile batıl arasındaki yarışmanın sonucuna geçiliyor. Zira
bu surenin asıl amacı budur.
"Arkasından
Musa değneğini atınca, değnek büyücülerin bütün göz boyayıcılıklarını
yutuverdi."
Büyücülerin ileri
gelenlerinin beklemedikleri dehşet verici olay meydana geliyor. O güne kadar
içinde yaşadıkları ve tam anlamı ile öğrendikleri sanatlarının en büyük ürününü
ortaya koymaya çalışmışlar, büyücülerin yapabileceklerinin en büyüğünü
yapmışlardı. Üstelik onlar büyük bir gruptu. Her yerden toplatılıp getirilen
büyük bir topluluktu. Musa ise tekti. Yanında sadece Asası vardı. Buna rağmen
Asası onların uydurduklarını birden yutuvermişti. Yutuvermek, yemenin en çabuk
şeklidir. Onlar şimdiye kadar büyüde göz boyamanın esas olduğunu biliyorlardı.
Fakat şimdi bu Asa onların iplerini ve sopalarını gerçekten yutuyordu. Hiçbir
izleri kalmıyordu. Eğer Hz. Musa'nın yaptığı da büyü olsaydı, onlara ve
insanlara Hz. Musa'nın yılanının onları yuttuğu hayal halinde gösterildikten
sonra ipleri ve sopaları ortada kalırdı. Fakat onlar bakıyorlar ve bunların
izlerine bile rastlamıyorlardı!
İşte bu durumda artık
tartışma götürmeyen apaçık gerçeğe boyun eğmemek için kendilerine hâkim
olamıyorlar. Çünkü onlar herkesten daha çok onun gerçek olduğunu biliyorlardı:
"Bunun
üzerine bütün büyücüler secdeye kapandılar."
"Ve
bütün varlıkların Rabb'ine inandık; Musa ile Harun'un Rabb'ine” dediler.
Onlar az önce paralı
askerlerdi. Ustalıklarına karşı Firavun'dan karşılık bekliyorlardı. Bir inanç
ve problem sahibi değillerdi. Yalnız kalblerine dokunan gerçek onları birden
değiştirmişti. Benliklerini titreten bir sarsılıştı bu. Birden onları her şeyden
vazgeçirmişti. Ruhlarının derinliklerine, kalblerinin merkezine ulaşmıştı.
Oranın üzerini kaplayan sapıklığın tortularını silip götürmüştü. Onları
tertemiz yapıp diriltmiş, Hakka boyun eğer hale getirmiş, imanla onarmıştı. Hem
de kısa bir zaman diliminde. Bir de bakıyoruz ki, onlar gayri ihtiyari secdeye
kapanıyorlar. Dilleri depreniyor. Apaçık yakın bir ifade ile iman gerçeğini haykırıyorlar.
"Ve
bütün varlıkların Rabb'ine inandık; Musa ile Harun'un Rabb'ine” dediler.
İnsanın kalbi gerçekten
hayret edilecek bir varlıktır. Merkezine ulaşan tek bir dokunuş bile onu kökten
değiştirebilir. Allah'ın peygamberi -salât ve selam üzerine olsun- doğru
söylemiştir: "Her kalb Rahman'ın
iki parmağı arasındadır. Dilerse onu düzeltir (doğrultur) dilerse eğriltir
(saptırır)" (Buhari-Müslim) İşte bu şekilde paralı asker olan
büyücüler, mü'minlere, seçkin mü'minlere dönüştüler. Hem de yığınlarca halk
kitlelerinin, Firavun'un ve kurmaylarının gözleri önünde ve işitecekleri bir
şekilde... Azgın, zalim bir iktidarın karşısında apaçık iman etmelerinin ne
gibi sonuçları ve cezaları olacağını düşünmeden, zorba iktidar sahibinin ne söyleyeceğine
ve ne yapacağına aldırmadan, bu imana gelmeyi gerçekleştirdiler.
Bu beklenmedik değişikliğin
Firavun ve kurmayları üzerinde şok etkisi yapmış olması gerekir. Firavun'un
piyonları halk kitlelerini toplamış, onları bu yarışı izlemek için toplarlarken
onları hazırlamış, şartlandırmışlardı. İsrailoğulları'ndan olan Musa'nın büyücü
olduğu, büyüsü ile kendilerini yurtlarından çıkarmak istediği, iktidar ve
yönetimi kendi kavmine vermek istediği, Firavun tarafından toplanan büyücülerin
onu mağlup edecekleri ve onun tezini çürütecekleri yalanına inanmaya hazır hale
getirilmişlerdi... Sonra bu halk kitleleri işte görüyorlar ki, büyücüler
Firavun'un adı ve şerefi ile atacaklarını atıyorlar. Hâlbuki onlar az önce ona
hizmet etmek için gelen, onun ücretinde gözü olan ve onun şerefi ile işe
koyulan paralı askerleriydi!
Bu, Firavun'un tahtını
tehdit eden bir değişiklikti. Zira bu tahtın üzerinde kurulduğu dini efsaneyi
(mitolojiyi) ilahlık veya tanrıların oğlu olma efsanesini tehdit ediyordu. Bazı
asırlarda bu tur dini efsaneler yaygınlık kazanmıştır. Bunlar da işte o dindeki
büyücülerdi. Büyücülük kutsal bir meslekti. Bu sanat, ülke çapında, sadece
tapınakların kâhinlerine serbestti. İşte onlar da şimdi Âlemlerin Rabbine, Musa
ve Harun'un Rabbine iman ediyorlardı. Halk kitleleri inançları noktasında kâhinlerin
peşinde giderlerdi. Kâhinler de böylece onları oyalarlardı. Artık Firavun'un
tahtının dayanağı sadece bire inmişti. Bu da kaba kuvvetti. Bu kaba kuvvet ise,
inanç olmadan bir tahtı ayakta tutamaz ve bir rejimi koruyamaz.
Biz Firavun ve etrafındaki
kurmaylarının bu korku ve endişelerinin nedenini kestirebiliyoruz. Yeter ki, bu
gerçeği doğru anlayıp değerlendirebilelim. Kâhin ve büyücü olarak gelip böyle
açık, net, etkileyici, bir biçimde iman etmeleri kabul ederek ve gönülden boyun
eğip bağlanarak, secdeye kapanmadan edemeyen bu kitlenin iman etmelerini
düşündüğümüzde, Firavun ve kurmaylarının korkusunu haklı buluruz.
İşte bu sırada Firavun'un
cinleri tepesine çıkmıştır. Öfke dolu tehdidini savurmuş, işkence ve intikama
başvurmuştur. Öncelikle büyücüleri Musa ile işbirliği yaparak kendisine ve
milletine karşı komplo düzenlemekle suçlamıştır!
Firavun:
"Ben izin vermeden O'na inandınız, öyle mi? Hiç kuşkusuz O size büyücülüğü
öğreten elebaşınızdı. Ama yakında başınıza neler geleceğini öğreneceksiniz.
Andolsun ki, sağlı-sollu birer el ve ayağınızı kesecek ve arkasından hepinizi
asacağım dedi."
"Ben size izin
vermeden ona inandınız öyle mi?" Siz ona inandınız dememiş, onların
bu hareketini kendisi izin vermeden Musa'ya teslim olma şeklinde
değerlendirmiştir. Bu iradesine sahip, hedefini bilen, sonucu kendisi
hazırlayan, her şeyini kendisi planlayan birinin manevralarına benzer bir
hareket tarzıdır. Onun kalbi büyücülerin
kalbine dokunan mesajı hissetmemiştir. Zaten zorbaların, zalimlerin
kalbleri ne zaman bu tür aydınlatıcı dokunuşları hissetmiştir ki? Sonra o, bu
tehlikeli dönüşümü etkisiz bırakmak için, büyücüleri anında suçlamaya başlıyor. "Hiç
kuşkusuz o size büyücülüğü öğreten elebaşınızdı." Bu gerçekten hayret
edilecek suçlamadır. Yegâne yorumu da şu olabilir: Aynı zamanda kâhin olan bu
büyücülerden bazıları, Firavun onu evlat edindiği için sarayda Musa'nın
eğitimini üstlenmişlerdi. Veya Hz. Musa'nın bazen tapınaklarda onlarla baş başa
kaldığı oluyordu. İşte Firavun, Hz. Musa ile büyücüler arasındaki bu uzak
ilişkiye sığınıyor. Ayrıca bu ilişkiyi de ters yüz ediyor: "O sizin
öğrencinizdir" diyeceği yerde "O sizin elebaşınızdır" diyor.
Böylece halk kitlelerinin gözünde işin önemini ve dehşetini arttırmaya
çalışıyor!
Tehditlerini savurduktan
sonra mü'minleri bekleyen acımasız işkence ile korkutmaya başlıyor.
"Ama yakında başınıza
neler geleceğini öğreneceksiniz. Andolsun ki, sağlı sollu birer el ve ayağınızı
kesecek ve arkasından hepinizi asacağım" dedi.
İşte bütün zorbaların
tahtının ve şahsının tehlikede olduğunu hissettiklerinde başvurdukları aptalca
çözüm budur. Kalbleri ve vicdanları titremeden öfke, katı yüreklilik ve
iğrençlikle bu cinayete başvururlar. Bu, söylediklerini anında uygulayabilme
gücü olan azgın ve zorba, Firavun'un sözüdür.. Peki, bu söz karşısında
aydınlığı gören, inanmış kesimin sözü ne olacak bakalım!
Bu,
Allah'ı bulan ve bu buluştan sonra artık neleri kaybedeceğine kulak vermeyen,
bunlara aldırmayan kalbin sözüdür. Allah ile temasa geçen,
izzetin zevkine eren kalp artık azgın iktidar sahiplerine değer vermez. Ahireti kazanma peşinde olan kalbi, bu
dünya işlerinin ne azı, ne de çoğu ilgilendirmez.
"Büyücüler dediler
ki, zararı yok. Nasıl olsa Rabb'imize döneceğiz. Bizler ilk inananlar olduğumuz
için Rabb'imizin kusurlarımızı bağışlayacağını umarız."
Zararı yok. Sağlı sollu
birer el ve ayağımızın kesilmesi önemli değil. Asılmanın ve işkencenin önemi
yok. Öldürüleceğimize ve şehid edileceğimize aldırış etmiyoruz. Önemi yok,
çünkü biz Rabbimize dönüyoruz. Artık biz Rabbimize döndükten sonra bu
yeryüzünde ne olursa olsun. Bizi ilgilendiren, olmasını umduğumuz tek şey: "Rabbimizin günahlarımızı
bağışlamasıdır." "Müminlerin ilkleri olduğumuz için" Herkesten
önce bu mesaja sarıldığımız için.
Aman Allah'ım! İman
vicdanları aydınlatınca, ruhları coşturunca gönüllere huzur doldurunca, çamur
balçığını yücelerin yücesine yükseltince, kalbleri zenginlik, bolluk ve azık
ile doyurunca ne dehşet verici güce dönüşüyor, yeryüzündeki her şeyi ne kadar değersiz, basit ve önemsiz hale
getiriyor.
Anlatımın seyri içinde bu
parlak edebi güzelliğin üzerine, perde kapanıyor. Daha fazla bir şey
anlatılmıyor. Böylece sahnenin hayranlık veren güzelliği ve derin etkisi olduğu
gibi kalıyor. Bu anlatım ile Mekke'de
zorluğa, sıkıntıya ve işkenceye katlanan, bunlara göğüs geren ruhlar, gönüller
eğitiliyordu. Azgınlığa, zulme ve işkenceye karşı koyan her inanç sahibi de
onunla eğitilir.
Bundan sonra ise yüce
Allah inanan kullarını yönlendiriyor. Firavun ise, komplosunu hazırlıyor ve bütün
ordularını topluyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder