1-
Ta, sin, mim.
2-
Bu ayetler, açık anlamlı Kitabın ayetleridir.
Burada verilen kopuk
harfler, bu surenin de bir bölümünü oluşturduğu apaçık Kitabın ayetlerine
dikkat çekmek içindir. Bu harfler, vahyi yalanlayanların elleri altında
olmalarına rağmen onlar bu harflerden bu apaçık Kitabın bir benzerini
yapamamaktadırlar. Surede, bu Kitaptan yoğun biçimde söz edilmektedir.
Girişinde, sonucunda, bu kitaptan bahsedilmektedir. Zaten Kur'an'da bu kopuk
harfler ile başlayan bütün surelerin özelliği budur.
Bu uyarıdan sonra
müşriklerin tutumlarına üzülen, kendisini ve Kur'an-ı Kerim'i yalanlamalarına
içerleyen Allah'ın elçisi Hz. Muhammed'e -salat ve selam üzerine olsun- hitap
ediliyor. Kendisi teselli ediliyor, yüklendiği işi kolaylaştırılıyor. Onlar
için üzülmemesi gerektiği belirtiliyor. Çünkü yüce Allah dileseydi, zorla iman
etmelerini, zorla imana boyun eğmelerini sağlayabilir, kaba kuvvetle iman
etmelerini garanti edecek bir ayet (mucize) gönderebilirdi.
3-
Ey Muhammed, onlar mü'min olmuyorlar diye neredeyse canına kıyacaksın.
4-
Eğer dilesek onlara gökten bir mucize indiririz de karşısında boyunları eğik
kalır.
Ayetlerin ifade üslubunda
Hz. Peygamber -salat ve selam üzerine olsun- onların iman etmemelerine
sıkıldığından ve üzüldüğünden azarlanıyor gibidir. İfade de bu özellik vardır.
"Ey
Muhammed, onlar mü'min olmuyorlar diye neredeyse canına kıyacaksın."
Ayeti kerimede geçen
"Bahi'un-nefs" kavramı
kendisini öldürmek demektir. Bu ifade Resulullah'ın -salat ve selam üzerine
olsun- onların ilahi mesaj yalanlamalarına ne kadar üzüldüğünü tasvir
etmektedir. Zira o bu yalanlamadan sonra onların başına gelecekleri kesin
biçimde bilmektedir. Bu nedenle onlar adına içi yanmaktadır. Çünkü onları
kendisinin ailesi, aşireti ve milletidir. İçi daralmaktadır. Bu durumda Rabbi
ona acımakta, öldürücü üzüntüsünü hafifletmektedir. İşini kolaylaştırmakta ve
ona demektedir ki: Onları imana getirmek senin görevin ve yükümlülüğün
değildir. Eğer onları imana zorlamak isteseydik, biz zorlayabilirdik. Onun
karşısında imandan başka bir çareye başvuramayacakları mağlup edici bir ayet
indirirdik. Böyle bir durumda onların boyun eğiş halleri, somut bir tablo
halinde ayette ifadesini bulmaktadır. "Eğer
dilesek onlara gökten bir mucize indiririz de karşısında boyunları eğik
kalır." Boyunları bükülmüş, eğilmiş vaziyettedir. Sanki bu
onların kendilerinden ayrılmayan halleridir. Hep böyle kalıp duracaklardır!
Fakat yüce Allah, bu son
peygamberliğin yanında bir de mağlup edici bir ayetin (mucizenin) olmasını
dilememiştir. Yüce Allah bu son risaletin mucizesi olarak Kur'an'ı vermiştir.
Eksiksiz bir hayat programı olarak Kur'an'ı, her yönden mucize olan Kur'anı…
Kur'an, ifade yapısı ve
edebi ahengi ile bir mucizedir. Çünkü pek çok özellikleri, değişmeyen ve
farklılık göstermeyen bir düzeyde ve bir noktada bütünleştirmeye dayanmaktadır.
İnsanın işleri ve eylemlerinde ise durum değişiklik ve farklılık
göstermektedir. Bir tek insanın işinde yükselme, alçalma, güçlenme, zayıflama
rahat biçimde gözlemlenmekte, durum değişmektedir. Hâlbuki bu Kur'an'ın ifadeye
ilişkin özellikleri tek bir uyuma ve tek bir düzeye dayanmaktadır. Üstelik bu
uyum ve düzey hiç değişmeyen bir sabitliğe sahiptir. Bu da halleri değişikliğe
uğramayan kaynağının değişmezliğini ortaya koymaktadır.
Kur'an, düşünce yapısı,
bölümlerinin ahengi ve mükemmelliği ile de mucizedir. Orada ne bir eksikliğe ne
de bir tesadüfe yer yoktur. Bütün buyrukları ve yasamaları aynı noktada
buluşmakta, uyum içine girmekte ve birbirini tamamlamaktadır. İnsan hayatını
bütün olarak ele almakta, kuşatmakta, ihtiyaçlarına cevap vermekte ve
yönlendirmektedir. Bu kuşatıcı, kapsamlı programın en ufak bir bölümü diğer
bölümü ile çelişmemekte ve insanın fıtratına herhangi bir noktada aykırı
düşmemektedir. Onun ihtiyaçlarına cevap vermekten aciz kalmamaktadır. Bütün
direktifleri ve yasamaları tek bir eksene, tek bir kulpa bağlanmaktadır. Bunlar
arasında öyle bir uyum var ki, insanın sınırlı deneyiminin bu noktaya ulaşması
mümkün değildir. Bunu ortaya koymak için sınırsız yer ve zamanın sınırları ile sınırlandırılmamış
bir bilgi ve deneyime ihtiyaç vardır. İşte ancak böyle bir bilgi ve deneyimle
mesele bu ölçüde kuşatılabilir ve ancak onunla bunun gibi bir düzenleme
yapılabilir.
Kalpler ve ruhlara
rahatlıkla ulaşması, alıcı cihazlarına dokunması, kapalı olan cihazlarına,
etkilenme ve sinyallere karşılık verme hassasiyetini kazandırması, ruhların ve kalplerin
açmazlarını ve problemlerini hayret verici bir kolaylık ve çabuklukla çözmesi,
onları kendi metoduna uygun biçimde, karmaşıklığa, dolaylı anlatıma ve
demagojiye başvurmadan, basit dokunuşlarla eğitmesi ve yönlendirmesi ile de
Kur'an bir mucizedir.
Yüce Allah Kur'an-ı
Kerim'i bu son risaletin mucizesi kılmayı dilemiştir. İnsanların boyunlarını
büken, baş eğmelerini sağlayan ve onları teslim olmaya zorlayan, maddi güce
dayalı bir mucize ile bu son dini desteklemeyi dilememiştir. Çünkü bu son din,
bütün milletlere, bütün kuşaklara açıktı. Herhangi bir yerde ve zaman diliminde
yaşayan kapalı bir risalet değildir. Bu nedenle son dinin mucizesinin de yakın-uzak
bütün ümmetlere ve kuşaklara açık olması uygun düşüyordu. Maddi olan harikalar
ise, ancak kendisini görenlerin boyunlarını bükmelerini sağlamaktadır. Bundan
sonra ise dilden dile dolaşan bir hikâye olmakta, gözle görülen bir gerçek
olmaktan çıkmaktadır. Kur'an ise, işte şimdi üzerinden tam on üç asırdan fazla
bir zaman geçmesine rağmen bütün insanlığa açık bir kitaptır. Belirlenmiş bir
hayat programıdır. Bugün yaşayan insanlar eğer O’nu kendilerine rehber
seçerlerse, hayatlarını onun ilkeleri üzerinde kurabilirler. Bu durumda Kur'an
onların bütün ihtiyaçlarına cevap verebilecektir. Onları daha güzel bir
dünyaya, daha yüce ufuklara, daha örnek bir sonuca götürecektir. Bizden sonraki
insanlar da onda bizim görmediğimiz pek çok şeyi göreceklerdir. Zira Kur'an'ın metodu, her isteyene
ihtiyacı kadar vermektir. Doğal olarak onun kaynağı kurumaz. Sürekli
yenilenir. Ne yazık ki, insanlar bu yüce ve büyük hikmeti yeterince
anlayamamışlardır. Bu nedenle kendilerine gönderilen bu yüce Kur'an'dan zaman
zaman yüz çevirmişlerdir:
5-
Onlar son derece merhametli olan Allah'ın kendilerine gönderdiği her yeni
uyarıya burun kıvırarak set çevirirler.
Burada Yüce Allah'ın
"Rahman" ismi anılarak bu
Kur'an'ı onlara göndermekle insanlara ne denli büyük rahmet ve lütufta bulunduğuna
işaret edilmektedir. Onların bu rahmet kaynağından yüz çevirişleri ise, bütün
çirkinliği. İle ortaya çıkmaktadır. Çünkü onlar, bu rahmet kaynağına aşırı
derece muhtaç oldukları halde kendilerine gönderilen rahmetten yüz çeviriyor,
onu reddediyor ve kendilerini ondan mahrum ediyorlar!
Allah'ın kitabından ve
rahmetinden böylece yüz çevirişleri verildikten sonra Allah'ın azabı ve
cezasına ilişkin bir tehdit yer alıyor:
6-
Onlar yalanladılar. Fakat alay konusu ettikleri gerçeklerin somut olayları ile
yakında yüz yüze geleceklerdir.
Bu, öz biçimde ifade
edilen kapalı ve korkunç bir tehdittir. Ayetin ifade tarzında onların
kendilerine yöneltilen tehditlerle alay etmelerine uygun düşen alaylı bir ifade
yer almaktadır. Alay konusu ettikleri gerçeklerin somut olayları ile yakında
yüz yüze geleceklerdir.
Kendisi ile alay ettikleri
azabın haberleri kendilerine gelecektir! Aslında onlar asla bu konuya ilişkin
haberler alamayacaklardır. Sadece azabın
kendisini tadacaklardır. Bu haberleri, onların kendileri oluşturacaklar.
İnsanlar onların başına gelenleri birbirlerine aktaracaklardır. Onlar
tehditleri alay aldıkları için, bu korkunç tehdit ile birlikte kendileri ile
alay edilmektedir!
Onlar
olağanüstü bir mucize istiyorlar. Ama etraflarını kuşatan, Allah'ın çarpıcı
ayetlerinden habersiz duruyorlar. Hâlbuki bunlar açık bir kalb, görebilen bir duygu için yeterlidir. Bu
hayret verici evrenin her sayfası, her tablosu, kalbleri yatıştıran, huzura
kavuşturan bir mucizedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder