6 Şubat 2012 Pazartesi

Kıyâme Suresi

1. KIYAMET Günü'nü tanıklığa çağırırım!

“Onu tanıklığa çağırarak”, yani Kıyamet Günü'nden sanki meydana gelmiş gibi söz ederek, yukarıdaki ifade, o günün gelip çatacağının kesinliğini bildirmeyi amaçlamaktadır.

2. İnsan vicdanının kınayan sesini tanıklığa çağırırım!

Lafzen, “[kendi-kendini] kınayan nefsi”: yani, insanın kendi kusurlarının ve eksikliklerinin farkında oluşunu.

3. İnsan, [onu tekrar diriltip] kemiklerini yeniden bir araya getiremeyeceğimizi mi sanıyor?



4. Hayır, kesinlikle! Onu parmak uçlarına kadar yeniden var etmeye kâdiriz!



5. Ama yine de insan, önüne serilmiş olan şeyi inkara kalkışır,



6. ve [istihzâ ile] sorar: “Şu Kıyamet Günü ne zaman gelecekmiş?”



7. Ama [o Gün,] gözler korku ile açıldığında,



8. ve ay karanlığa gömüldüğünde,



9. ve güneş ile ay bir araya getirildiğinde,

Yani, ikisinin de ışıklarını kaybetmesi, yahut ayın güneşe çarpması durumunda.

10. o Gün insan haykıracak: “(Eyvah!) Nereye kaçayım?”



11. Hayır! Bir sığınak yok [senin için, ey insan]!



12. O Gün bütün yolların varış yeri, Rabbinin katı olacak!



13. O Gün insana, yaptığı ve yapmadığı her şey bildirilecek:

Lafzen, “insanın önüne koyduğu ve arkasında bıraktığı”, yani yaptığı veya ihmal ettiği iyi ve kötü her şey (Zemahşerî).

14. hayır, aslında insan, kendi aleyhine şahitlik yapacak,



15. mazeretler bulup kendi (yaptıkları)nı gizlemeye çalışsa bile.

Karş. 24:24(o Gün ki, kendi dilleri, elleri ve ayakları bütün [bu] yaptıklarını [açığa vurarak] onların aleyhine şahitlik edecektir!), 36:65(O Gün ağızlarına mühür vuracağız, fakat elleri dile gelecek ve ayakları [hayatta iken] yapmış oldukları her şeye tanıklık edecektir.) yahut 41:20-22(ve onlar (ateşe) yaklaştıklarında, kulakları, gözleri ve derileri onlara karşı tanıklık yapacak ve onların [yeryüzünde] yaptıklarını anlatacaklar.Derilerine soracaklar: “Neden aleyhimize tanıklık yaptınız?” Onlar da: “Her şeye konuşma imkanı veren Allah, bize [de] vermiştir: Sizi yoktan var eden O'dur, [şimdi] yine O'na döndürülüyorsunuz.Ve kulaklarınız, gözleriniz yahut deriniz size karşı tanıklık yapmasın diye [günahlarınızı] gizlemeye çalışanlardan olmadınız: üstelik, Allah'ın yaptıklarınız hakkında fazla bir şey bilmediğini sandınız.)

16. [VAHYİN sözlerini tekrarlarken] dilini hızla oynatıp durma:

Lafzen, “Onu hızla söylemek için dilini oynatıp durma” -buradaki zamir, vahyin sözlerine işaret etmektedir. Bu ara pasajı (16-19. ayetleri) doğru anlamak için, 20:114'deki ilgili pasaj(Öyleyse, [bil ki] Allah, var olan her şeyin ötesindeki yüceler yücesidir; mutlak ve nihaî egemenlik sahibi, mutlak ve nihaî Gerçek'tir; dolayısıyla, Kur’an'ın vahyi sana bütünüyle ulaştırılmadan önce onun hakkında (görüş bildirmekte) tezlik gösterme; fakat [daima] “Ey Rabbim, benim ilmimi artır!” de.) ve buna ait 101. not ile birlikte okumak gerekir. Bu her iki pasaj da ilk bakışta vahyin nazil olduğu sırada vahyedilen sözleri tekrarlamadığı takdirde onları unutabileceğinden korktuğu rivayet edilen Hz. Peygamber'e hitab etmektedir. Ama her ikisi, aynı zamanda daha geniş bir içeriğe de sahiptir, çünkü Kur’an'ı okuyan, dinleyen veya inceleyen her mümini ilgilendirmektedir. 20:114'de, Kur’an'ın tek tek ayetlerinden veya ifadelerinden aceleyle -ve bu nedenle hatalı olabilecek- sonuçlar çıkarmamamız emredilmiştir, çünkü Kur’an mesajının ancak tümü ile incelenmesi halinde onun hakkında doğru bir anlayış sahibi olabiliriz. Diğer taraftan bu pasaj, her kelimenin ve ifadenin anlamını en kapsayıcı şekilde düşünebilmek ve mekanik bir tekrarlamadan farkı olmayan, daha da önemlisi, onu okuyan, anlatan veya dinleyen kişiyi, Kur’an'ın mesajını anlamadan -ve hatta yeterince önem vermeden- sadece dilinin ses güzelliği ile tatmin olmaya sevk eden bir tür aceleciliğe mani olmak için ilahî kelâmın yavaşça ve ağır ağır hazmedilerek okunması ihtiyacını vurgulamaktadır.

17. çünkü onu [senin kalbine] yerleştirmek ve [gerektiğinde] okutturmak Bizim işimizdir.

Yani, “Sana onu hatırlatmak ve onun zihin ve kalp ile okunmasını sağlamak Bize düşer”. Önceki notta işaret edildiği gibi, Kur’an, ancak düşünerek, sanki bölünmez bir bütünmüş gibi okunması halinde (doğru) anlaşılabilir, yoksa sadece ahlakî ilkeler, kıssalar ve bölük-pörçük kurallar kolleksiyonu olarak değil.


18. Böylece, onu telaffuz ettiğimiz zaman, kelimelerini [bütün zihnini vererek] takip et:

Lafzen, “onun okunuşunu takip et”, yani kelimelerde dile gelen mesajını. Kur’an'ı vahyeden ve insana onu anlama yeteneği bahşeden güç Allah olduğundan, onun “okunuşu”nu da Kendisine izafe etmektedir.

19. sonra onun anlamını açıklamak da Bize düşer:



20. [ÇOĞUNUZ] bu geçici hayatı seviyorsunuz,



21. ama öteki dünyayı [ve Hesap Günü'nü] hiç düşünmüyorsunuz!



22. Bazı yüzler o Gün mutlulukla parlayacak,



23. Rablerine bakarken;



24. ve o Gün bazı yüzler ümitsizlikle kararacak,



25. çatırdatan bir felaketin başlarına gelmek üzere olduğunu bilerek.



26. NE ZAMAN Kİ, [son nefes ölen birinin] boğazına gelip düğümlenir,



27. ve insanlar: “[onu kurtaracak] bir hekim yok mu?” diye sorarlar;

Lafzen, “Kimdir bir hekim” [yahut “bir efsuncu]?” Benzer bir ifade, 28:71-72'de geçer.(De ki: “Hiç düşündünüz mü: Allah geceyi üzerinizde Kıyamet Günü'ne kadar sürekli kılacak olsa, söyleyin, Allah dışında size ışık getirebilecek başka bir tanrı var mı? O halde, artık [gerçeğin sesine] kulak vermeyecek misiniz?” De ki: “Hiç düşündünüz mü: Allah gündüzü üzerinize Kıyamet Günü'ne kadar sürekli kılacak olsa, söyleyin, Allah dışında, bağrında dinlendiğiniz geceyi size (geri) getirebilecek başka bir tanrı var mı? Peki, artık [gerçeği] görmeyecek misiniz?” )


28. kendisi de bilir ki bu ayrılma vaktidir,



29. ve ölüm sancıları ile örülmektedir:

Lafzen, “ayaklar ayaklara dolaşmakta” -“yaşanmakta olan hayatın... ömrün son demiyle birleşmesinden doğan sıkıntıyı” gösteren deyimsel bir ifade (Lane IV, 1471, hem Kâmûs'dan hem de Tâcu'l-‘Arûs'dan naklen). Zemahşerî tarafından işaret edildiği gibi, sâk (lafzen, “baldır”), çoğu zaman mecazî olarak “zorluk”, “sıkıntı” veya “şiddet” (şiddeh) anlamlarında kullanılır; meşhur kâmeti'l-harbu ‘ale's-sâk “savaş şiddetle başladı” ifadesi, bunun bir örneğidir (Tâcu'l-‘Arûs).

30. işte o zaman gidişinin Rabbine doğru olduğunu hisseder!

Lafzen, “sürüklenme Rabbine doğru olacaktır”, yani geç kalınmış bir pişmanlıkla (bkz. müteakip üç ayet). Yukarıda “o zaman” olarak çevrilen ifade, lafzen, “o gün” şeklindedir; ama yevm terimi, çoğu zaman deyim olarak, süresi ne olursa olsun “zaman” anlamında kullanılır.


31. [Artık son pişmanlık fayda etmez: ] çünkü [yaşadığı sürece] hakikati kabul etmedi ve [aydınlığa kavuşmak için] namaz kılmadı;



32. tam tersine, hakikati yalanladı ve [ondan] uzaklaştı,



33. ve sonra böbürlenerek geldiği yere döndü.

Lafzen, “toplumuna”: yani, sosyal çevresinin maddeciliğinden kaynaklanan, insanın “kendi-kendine yeterli” olduğu ve bu nedenle ilahî bir rehberliğe ihtiyaç duymadığı şeklindeki küstahça inanca (karş. 96:6 [Gerçek şu ki insan fütursuzca azar..]).

34. [Ama ey insan, akibetin geliyor her dakika] yakınına, daha da yakınına,



35. yakınına, daha da yakınına!



36. İNSAN, başıboş bırakılacağını ve dilediği gibi hareket edebileceğini mi sanır?



37. O, bir zamanlar [sadece] akıtılan bir meni damlası değil miydi,



38. ve sonra döllenmiş hücre; bu safhada Allah [onu] yaratmış ve olması gerektiği gibi şekil vermişti,

Allah'ın insanı bir kan pıhtısı haline geldikten sonra yarattığının vurgulanması, (başlangıçta) basit bir organizmayı “ruh” ile donatmasının mecazî bir ifadesidir. Ayrıca bknz: 91/7: İnsan benliğini düşün ve onun nasıl (yaratılış) amacına uygun şekillendirildiğini.. ve 87/2: O ki, [her şeyi] yaratmakta ve amacına uygun şekiller vermektedir.

39. ve ondan iki cinsi, erkeği ve dişiyi var etmişti?



40. Öyleyse, Allah, ölüyü hayata yeniden döndüremez mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder