16 Şubat 2012 Perşembe

Beled Suresi - Tefsir (1-2) (Mevdudi)

Adı: Birinci ayet'teki "beled" kelimesi sureye isim olmuştur.

Nüzul zamanı: İçeriği ve üslubu, Mekke döneminin başlangıcında nazil olan surelere benzemektedir. Ama surenin içindeki bir işaret, bu sürenin nüzul zamanının, Mekkeli kafirlerin Rasulüllah'a düşman kesilerek O'na karşı her türlü zulmü ve haksızlığı reva gördükleri döneme denk düştüğünü göstermektedir.

Konu: Bu surede geniş bir konuya kısa kısa cümlelerle, özet olarak değinilmiş ve konu toparlanmıştır. Bu da Kur'an-ı Kerim'in icazıdır ki hakkında koca bir kitap yazılabilecek büyük bir konu, bu küçük surede kısa kısa cümlelerle ve müessir ifadeyle beyan edilmiştir. Surenin konusu, insanın dünyadaki yerini anlatmak ve aynı zamanda Allah'ın insan için iki yol olarak saadet ve şekaveti açık bıraktığını belirtmektedir. İnsana, bu iki yolu görmek ve takip etmek imkanı da yaratılmıştır. Saadet yolunu takip ederek güzel bir sona varmak veya şekavet ederek kötü sona ulaşmak insanın gayretine bağlıdır.

Önce Mekke şehrine ve onun içinde bulunan Rasulullah'ın üzerindeki musibetlere yemin edilerek, Rasulullah nazarında bütün Ademoğlu'nun vaziyeti; dünyanın insan için bir dinlenme yeri olmadığına delil olarak ileri sürülmüştür. İnsan bu dünyaya meşakkat içinde gelmiştir. Aynı konuyla ilgili olan Necm Suresinin 39. ayeti (ve insana uğrunda çaba gösterdiği dışında bir şey verilmeyecektir) ile birleştirecek olursak, insanın istikbalinin, bu dünyadaki çalışmasına ve meşakkatine bağlı olduğu anlaşılmaktadır.

Bundan sonra insanın yanlış düşüncesi olan "bu dünyada sadece insanın varlığı vardır ve ondan üstün güç yoktur. İnsandan hesap da sorulmayacaktır" inancı düzeltilmektedir.

Daha sonra, insanın pek çok cahiliye tasavvurlarından biri olan, bu dünyada büyüklük ve fazîlet için ne gibi yanlış ölçüler kabul edildiği misal olarak ileri sürülmüştür. Bazı şahislar büyüklük için gösteriş olarak yığınlarca mal sarfeder. İsraf ettiği mal ile kibirlenir, halk da ona özenir. Halbuki onu gözeten Zat, kazandığı malı hangi yol ile kazandığını, ne niyetle ve hangi maksatla sarfettiğini gözetlemektedir.
Bundan sonra Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur: Biz insana ilmî vasıtalar ve düşünme yeteneği vererek onun önünde iyi ve kötü olmak üzere iki yol açtık. Bir yol onu ahlâkî alçaklığa götürür ve onu izlemek için hiçbir gayrete de ihtiyacı yoktur. Tersine nefsini dünyevi lezzetlere bırakması yeterlidir. İkinci yol ise ahlâkî yüksekliğe ulaştırır. Bu yoldaki zor geçitlerden geçebilmesi için kendi nefsine cebretmesi gerekir. İnsan, zaafı nedeniyle bu zor geçitten geçmek yerine, aşağı düşmeyi tercih eder.

Sonra Allah, o zor geçidin ne olduğunu açıklamaktadır. Bu geçit, insanın oradan geçerek yükselebileceği yoldur. O zor geçit: İnsanın gösteriş, kibir ve riya için mal sarfetmeyi bırakarak; malı yetimlere, miskinlere yardım için sarfetmektir. Allah'a ve onun dinine iman ederek iman edenler topluluğuna katılmaktır. Böyle insanlardan oluşan bir cemiyet kurulmalı ve mensupları birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye etmeli, insanlara merhamet göstermelidirler. Bu yolda yürüyenler Allah'ın rahmetine layık olurlar. Tersine öbür yolu izleyenlerin sonu ise, içinden çıkış yolu bulunmayan cehennem ateşidir.


بِسْــــــــــــــــــمِ اﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

1- Hayır; bu şehre yemin ederim,
2- Ki sen, bu şehirde oturmakta iken,


Söze "değil" ile başlayarak daha sonra yemin edilmesinin anlamı: Güya önce bir konu tartışılmaktaydı. O reddedilerek şöyle buyurulmaktadır; "değil, sizin dediğiniz gibi değildir. Fakat filan filan üzerine yemin ederim ki asıl şey şudur." Burada şöyle sorulabilir: Reddedilen şey neydi? Bu soruya sonraki muhteva delalet etmektedir. Mekke'deki kafirler şöyle diyorlardı: Bizim hayatımızda hiçbir sapıklık yoktur. Dünyadaki hayat sadece yeyip, içmek ve eğlenmek, sonra da ölmektir. Hz. Muhammed (s.a) bizim bu hayat şeklimize boşuboşuna yanlış ve sapık demekte ve bizi korkutmaktadır. Bir de yaptıklarımızın hesabının sorulacağını, ceza ya da mükafaat verileceğini boşuna söylemektedir.

Yani Mekke şehri. Burada şehre niçin yemin edildiğini açıklamaya ihtiyaç yoktur. Mekkeliler bu şehrin tarihçesini iyi biliyorlardı. Daha önce çöl olan, dağlar arasında susuz, bitkisiz bir vadiydi. Hz. İbrahim, hanımı ile kundaktaki çocuğunu hiçbir güvence olmadan burada bırakmıştı. O zamanlarda inşa edilen "beyt"e insanlar hacc için çağrıldıklarında, çevresinde bunu duyacak hiç kimse yoktu. Ancak daha sonra bu şehir bütün Arabistan'ın merkezi olmuş ve haram kılınmıştı. Asırlardır anarşi içinde yaşayan Arabistan'da bundan başka emin bir yer yoktu.

Müfessirler buradaki kelimenin üç anlama geldiğini açıklamışlardır. Birincisi, sen bu beldede mukimsin. Senin burada bulunman dolayısıyla şehrin azameti artmıştır. İkincisi, bu şehir haramdır ama bir zaman gelecek, belli bir süre için burada harb olacaktır. Üçüncüsü, bu şehirde vahşi hayvanları öldürmek, ağaçları kesmek Arablar indinde haramdı. Burada her şey emin sayılırdı. Hal böyleyken senin emniyetin yoktur. Sana eziyet vermek ve hatta seni öldürmeyi planlamak helâl sayılmaktadır. Kelimenin anlamı açısından bu üç tefsir de imkan dahilinde olmasına rağmen, ilerideki konuyu düşünürsek anlaşılıyor ki ilk iki mananın konuyla ilgisi yoktur. Ancak üçüncü anlam burada uygun düşmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder