13 Şubat 2012 Pazartesi

Kâf Suresi - Tefsir (1-15)

بِسْــــــــــــــــــمِ اﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

1. Kâf. DÜŞÜN bu yüce ve özlü Kur’an'ı!

Bu ayet, ve yemin edatının, kendisinden sonra belirtilen gerçeğe ya da gerçeğin kanıtına ağırlık kazandırmak için -tanıklığa çağrıda olduğu üzere- (“Allah'a andolsun!” ifadesinde olduğu ölçüde) yemin kadar ağır ve güçlü bir iddia ve isbat manası ifade edecek surette ikinci kullanıldığı yerdir. (İlki: Müddesir 32)


2. Onlar içlerinden bir uyarıcının kendilerine gelmesine şaştılar; 2 ve bu hakikat inkarcıları: “Ne tuhaf bir şey bu!” diyorlar, 3. “Neden [ve nasıl olur da] biz öldükten ve toz-toprak haline geldikten sonra [yeniden diriliriz]? Bu, gerçekleşmesi mümkün ve muhtemel olmayan bir dönüştür!”

Bu ayet, toplumun, ilahî bir mesajın “kendi içlerinden biri”, yani kendileri gibi ölümlü biri tarafından tebliğ edilmesini “tuhaf görmeleri”nin Kur’an'da ilk defa geçtiği ayettir. Bu, şüphesiz, ilk bakışta Mekkeli müşriklerin Muhammed (s)'in çağrısına karşı takındıkları olumsuz tutuma bir gönderme olup, daha sonra Kur’an'ın başka yerlerinde de pek çok kez tekrarlanması dolayısıyla sözkonusu tarihsel göndermenin ötesine geçen bir boyut da kazanmaktadır. Bu gönderme beşerî gelişmenin herhangi bir safhasında bulunan insanların çoğunda var olan bir eğilime, hitab ettiği kitle ile aynı sosyal ve kültürel arka planı paylaşan bir kişi tarafından tebliğ edildiği ve -Kur’an'da olduğu gibi- özellikle insanın aklına ve ahlakî duyusuna hitab ettiği için herhangi bir esrarlı olağan-dışılık taşımayan dinî tebligata karşı beslenen güvensizlik eğilimine işaret etmektedir. İşte bundan ötürü Kur’an, toplumun, “[diğer ölümlüler gibi] yiyip içen ve çarşı pazar dolaşan” (25:7 (Ama onlar yine de şöyle diyorlar: “Bu nasıl peygamber ki [diğer ölümlüler gibi] yiyip içiyor, çarşı-pazar dolaşıyor? Onunla beraber bir uyarıcı olarak [görünür] bir melek gönderilseydi ya!), ayrıca bkz. 25:20 ([EY MUHAMMED,] Biz senden önce de yiyip içen, çarşıda pazarda dolaşan [ölümlü] insanların dışında kimseyi elçi olarak göndermedik. [Böyle yaparak, ey insanlar,] kiminizi kiminiz için bir imtihan vesilesi kıldık [ki,] sabredecek misiniz, (bunu kendiniz de göresiniz; yoksa,) Allah zaten her şeyi olduğu gibi görmektedir!)) bir Peygamber'e “itiraz”ını açıkça zikretmektedir.
Bu vecîz pasaj, şüpheye yer bırakmayacak şekilde, her yeni peygamberin kural olarak başlıca iki amaçla gönderildiğine işaret etmektedir: birincisi, vahiy yoluyla insanoğluna ahlakî bir mesaj ulaştırmak ve böylece doğruyla eğriyi ya da hakla bâtılı birbirinden ayırmaya yarayan bir ölçü, bir kıstas ortaya koymak; ve ikincisi de, bu risalet olgusunu, insanların önüne, onların peygamberin getirdiği mesaja karşı tepkilerinde kendini açığa vuracak olan manevî ve ahlakî tercih ve kavrayışlarını -yani, bu mesajın doğru ve ilahî menşeli olduğunu tefrik etmek için “tabiatüstü” belirtilere, birtakım mucizelere ihtiyaç duymadan mesajı kendi muhtevası içinde aklî kıstaslarla değerlendirmeye istekli olup olmadıklarını- sınamak için bir vesile olarak çıkarmak. Dolaylı olarak, en derin anlamı içinde bu pasaj, sadece peygamberlerin değil, fakat her insanın, toplumsal varlığıyla, toplumun öteki üyeleri için, onların ahlakî tercih ve kavrayışlarının ortaya çıkmasını sağlayan bir imtihan vasıtası olduğunu îma etmektedir.



4. Biz toprağın onların bedenlerini nasıl çürütüp yok ettiğini iyi biliriz, çünkü katımızda şaşmaz bir sicil vardır.

Lafzen, “yerin onlardan ne eksilttiğini” -Allah'ın yeniden diriltme vaadinin, ölü bedenlerin dağılıp çürümesi gerçeğini tamamen hesaba katmakta olduğuna işaret. Sonuçta, yeniden dirilme, “yeni bir yaratma/yoktan var etme” gibi olacaktır (karş. 10:4 (Hepiniz topluca O'na döneceksiniz: bu Allah'ın, gerçekleşmesi kaçınılmaz olan sözüdür, çünkü O [insanı] bir kere yarattıktan sonra buna sonuna kadar devam ediyor ki, imana erişip iyi ve yararlı işler, eylemler ortaya koyanları adaletle ödüllendirsin. Hakkı inkara yeltenenleri ise, hakkı inat ve ısrarla reddetmelerinden ötürü yakıcı bir umutsuzluk içkisi ve can yakıcı bir azap beklemektedir.), 21:104 (O Gün gökleri sayfaları dürer gibi düreceğiz; [ve] âlemi ilk kez nasıl yarattıysak onu yeniden yine öyle yaratacağız; gerçekleştirilmesini kendi üzerimize aldığımız bir sözdür bu: şüphesiz, Biz [her şeyi] yapabilecek güçteyiz!), 30:11 ([İNSANI] yoktan var eden Allah sonra ona yeniden can verecektir ve sonunda hepiniz yine O'na döndürüleceksiniz.), 85:13 (O'dur [insanı] yoktan var eden ve sonra yeniden hayata getiren.)) Bu da, bütün organik tabiatta görülen sürekli yaratma ve yeniden-yaratma sürecini çağrıştırmaktadır (karş. 10:34 (De ki: “O sizin tanrılaştırdığınız varlıklar arasında [hayatı] yoktan var edip de sonra onu tekrar tekrar yaratan var mı?” De ki: “[Ancak] Allah'tır, [bütün karmaşıklığıyla hayatı] yoktan var eden ve sonra tekrar tekrar yaratan. Hal böyleyken, nasıl oluyor da, yanlış hükmediyorsunuz!” ), 27:64 (Peki, yaratılışı ilk defa başlatan ve sonra da onu aralıksız devam ettirip, yenileyen kimdir? Ve kimdir, sizi gökten ve yerden rızıklandıran? Allah'la beraber başka bir tanrı, öyle mi? De ki: “Eğer ileri sürdüğünüz iddiaya gerçekten inanıyorsanız getirin o zaman delilinizi!”), 30:27 ([Bütün hayatı] yoktan var eden, sonra onu yeniden vücuda getiren O'dur : Bu O'nun için pek kolaydır; çünkü O, göklerde ve yerde mevcut olan bütün yüceliklerin özü ve esasıdır ve yalnız O kudret ve hikmet sahibidir.)).


5. Buna rağmen onlar, [yeniden dirilmeyi inkar edenler,] ne zaman kendilerine tebliğ edildiyse hakikati yalanladılar; ve şimdi bir şaşkınlık içindeler.

Onlar ölümden sonraki hayat düşüncesini peşinen (a priori) reddettiklerinden dolayı bir şaşkınlık içindeler: insan hayatına ilişkin “neden” ve “niçin” sorularına yeterli cevap verememeleri, insanların kaderlerinin birbirinden farklı olması ve tabiatın görünürdeki duygusuz ve kör acımasızlığı, onları şaşırtır: bu problemler, ancak bedenî “ölüm”den sonra hayatın devam edeceğine ve böylece, bütün yaratılışın/oluşun gerisinde bir plan ve amacın yattığına inanmakla çözülebilir.


6. Onlar tepelerindeki gökyüzüne hiç bakmıyorlar mı: onu nasıl inşa ettik, güzelleştirdik ve nasıl bütün kusurlardan, eksikliklerden arındırdık?

Lafzen, “ve onun hiçbir çatlağı [yahut “yarığı”] yoktur”.



7. Ve yeryüzü ki; Biz onu genişletip yaydık, üzerine sağlam dağlar yerleştirdik ve üstünde her cins güzel bitki yeşerttik, 8. isteyerek Allah'a yönelen her insana bir basiret ve uyarı vesilesi olarak.

9. Biz gökten bereketli bir su indiririz ve onunla bahçelerin yeşerip büyümesini sağlarız, ve ekin tarlalarının, 10. ve salkım salkım meyveleriyle uzun hurma ağaçlarının, 11. insanlara tahsis edilmiş rızk olarak; ve bun[lar]la ölü toprağa hayat veririz; işte [insanın] ölümden [sonra] yeniden vücuda gelmesi de böyle [olacak]tır.

12. Bu [şimdi yeniden dirilmeyi inkar ede]nlerden önce Nûh'un kavmi de bu hakikati yalanladı ve Ress ve Semûd halkı da, 13. ‘Âd, Firavun ve Lût'un kardeşleri,


“Kardeşler” (ihvân) terimi, burada aynı görüşleri yahut aynı çevreyi paylaşan bir insan grubunu ifade eden mecazî bir ifadedir. Atıfta bulunulan halk Hz. Lût'un sosyal çevresini oluşturduklarından (karş. 7:83 (Bunun üzerine o'nu ve geride kalanlar arasında bulunan karısı dışında yandaşlarını kurtardık.) veya 11:77-83 (VE ELÇİLERİMİZ Lût'a geldiğinde, kendilerini koruyacak gücü olmadığını görerek onlar hesabına derin bir kaygı duydu ve “Zor bir gün, bu!” diye belirtti, (kaygısını). Ve [çirkin arzularla] eve doğru sürüklenen kavmi seğirterek ona geldiler; bunlar, daha önce de hep [buna benzer] çirkin işler işleyip durmuşlardı. (Lût): “Kavmim! İşte kızlarım!” dedi, “Onlar [erkeklerden] daha uygun olur sizler için! Allah'tan korkun da konuklarıma [saldırarak] beni rüsvay etmeyin! Aranızda hiç mi aklı başında kimse yok? “Sen de biliyorsun ki senin kızlarında gözümüz yok” dediler, “Sen, aslında bizim neyin peşinde olduğumuzu çok iyi bilirsin!” “N'olurdu, size karşı koyabilecek gücüm olsaydı!” diye hayıflandı, “ya da sırtımı dayayabileceğim bir dayanak!” [Bunun üzerine melekler:] “Ey Lût, bak, biz senin Rabbinin elçileriyiz! (Korkma,) [düşmanların] sana asla ilişemeyecekler! Artık, ailenle beraber gecenin bir vaktinde yola çık; aranızdan kimse arkasına bakmasın, karının dışında [ailenden kimse arkada kalmasın]: çünkü, bil ki, onların başına gelecek olan onun da başına gelecek. Onlar için belirlenmiş vakit tam da (bu) sabah; eh, sabah da zaten yaklaşmadı mı? Ve böylece hükmümüz vaki olunca bu [günahkar şehirlerin] altını üstüne getirdik; ve önceden yazılmış bir cezanın infazı için üzerlerine birbiri ardından püskürtü halinde sert taşlar yağdırdık. O taşlar ki, [günaha gömülüp gitmiş böyle toplumları tepelemek için] Rabbinin katında hazırlanmış, işaretlenmiştir. O taşlar ki, zalimlerin başından hiç eksik olmaz!)), manevî/ahlakî kavramları ve eğilimleri Hz. Lût'unkinden tamamen farklı olmasına rağmen o'nun “kardeş”leri olarak tanımlanmışlardır.



14. ve [Medyen'in] yemyeşil vadilerinin sakinleri ve Tubbe‘ halkı: onların hepsi elçileri yalanladılar; ve bunun üzerine [onları] uyardığım şey başlarına geldi.

“Tubbe‘ halkı” ile ilgili olarak bkz. 44:37 (Yoksa onlar, [aynı] günahları işlediklerinden dolayı yok ettiğimiz Tubbe‘ halkından ve onlardan önce yaşamış olanlardan daha mı iyiydiler? :“Tubbe‘” adı, bütün Güney Arabistan'ı yüzyıllar boyu yönetmiş ve sonuçta M.S. 4. yüzyılda Habeşliler tarafından devrilmiş olan güçlü Himyer krallarına takılan bir addır. Bunlar, Kur’an'ın başka bir yerinde (50:14 (ve [Medyen'in] yemyeşil vadilerinin sakinleri ve Tubbe‘ halkı: onların hepsi elçileri yalanladılar; ve bunun üzerine [onları] uyardığım şey başlarına geldi.)), yeniden dirilme ve Allah'ın yargılaması hakikatini inkar eden bir topluluk olarak zikredilmiştir.
). “Yemyeşil vadilerin sakinleri”, 26:176 ([VE] O AĞAÇLI vadinin halkı da kendilerine gönderilen elçiyi yalanladılar.) ve devamından anlaşıldığı gibi, Medyen (Tevrat'taki Midian) halkıdır. Onların kıssası Kur’an'ın değişik yerlerinde anlatılmıştır. En ayrıntılı olanı için bkz. 11:84-95 (VE MEDYEN halkına da kardeşleri Şuayb'ı [gönderdik. onlara:] “Ey kavmim! [yalnızca] Allah'a kulluk edin!” dedi, “(Çünkü) sizin O'ndan başka tanrınız yok. Ve [birbirinizle olan alış verişinizde] ölçüyü tartıyı eksik tutmayın. Gerçi [şimdi] sizi refah ve zenginlik içinde görüyorum; ama, doğrusu sizin için, [dehşetiyle] kuşatacak bir Gün'ün azabından korkuyorum! Bunun içindir ki, ey kavmim, ölçüyle tartıyla yaptığınız alış verişte dürüst ve duyarlı olun; insanları kendi hakları olan şeylerden yoksun bırakmayın; ve kötülüğü yayarak yeryüzünde karışıklık çıkarmayın. Eğer [O'na] inanıyorsanız, Allah'ın bıraktığı şey sizin için en hayırlısıdır! (Bütün bu sınırları kendiniz gözetin,) ben sizin üzerinizde bir bekçi değilim”. “Ey Şuayb!” dediler, “(Şu) senin dua [alışkanlığın] mı, atalarımızın tapınageldiği şeyleri bırakmamız ve malımız mülkümüz üzerine keyfî tasarruflarda bulunmamamız yönünde bizi uyarmanı zorunlu kılıyor? Çünkü, [biz] sen[i] aslında yumuşak başlı, aklı başında biri [olarak biliriz]. (Şuayb:) “Ey kavmim!” diye karşılık verdi, “Ne dersiniz, ya ben Rabbimden apaçık bir kanıta dayanıyorsam, ya beni kendi katından güzel bir rızıkla rızıklandırmışsa, [söyleyin, o zaman, başka nasıl davranabilirim?] Hem ben, sizden yapmamanızı istediğim şeyi, sizin hilafınıza yapmak istiyor da değilim. Ben sadece gücümün elverdiği kadar ıslah etmek istiyorum; ama (bunda ne kadar) başarı göstereceğim bütünüyle Allah'a bağlıdır. Ben O'na güvenip dayanıyor ve her zaman, her konuda O'na yöneliyorum!” “Ey kavmim! Benimle ayrı yol tutmanız sakın sizi günaha sürüklemesin; yoksa Nûh halkının, Hûd halkının, Salih halkının başına gelen sizin de başınıza gelir; ve [hatırlayın ki,] Lût kavmi sizden fazla uzak değil! Öyleyse günahlarınız için Rabbinizden bağışlanma dileyin ve sonra da tevbe ve pişmanlık içinde O'na yönelin! Çünkü O acıyıp-esirgeyenlerin en yücesi, sevginin kaynağı, gözesidir!” [Fakat soydaşları o'na:] “Ey Şuayb! Söylediklerinden pek bir şey anlamıyoruz” dediler, “ayrıca aramızda ne kadar zayıf olduğunun da açıkça farkındayız; eğer ailen olmasaydı seni mutlaka öldüresiye taşlardık! Öyle ya, bizim üstümüzde bir gücün, bir nüfûzun yok ki!” (Şuayb:) “Ey kavmim! Aileme olan saygınız Allah'a olandan daha mı fazla? Ki O'nu, arkanıza atıp unutabileceğiniz bir şey gibi görüyorsunuz! Muhakkak ki, benim Rabbim [sınırsız bilgi ve kudretiyle] yapıp-ettiğiniz her şeyi biliyor-kuşatıyor!” dedi. “Bunun içindir ki, ey kavmim, artık [bana karşı] gücünüz neye yetiyorsa onu yapın; çünkü, bilin ki, ben [Allah yolunda] eyleme devam edeceğim: zamanı gelince, alçaltıcı, rüsvay edici bir azabın [aramızdan] kimin payına düşeceğini ve [aramızdan] kimin yalancı olduğunu öğreneceksiniz! Gözleyin öyleyse, [olacak olanı]; ve bilin ki, ben de sizinle birlikte gözlüyorum!” Ve derken, hükmümüz vaki olunca, katımızdan bir rahmetle Şuayb'ı ve o'nunla aynı inancı paylaşanları kurtardık; zulüm ve haksızlık içinde olanları ise bir sayha, bir gürlemeyle tepeledik; öyle ki, kendi evlerinde cansız yere yığılıp kaldılar, sanki daha önce hiç orada yaşamamışlar gibi. İşte böyle silinip gitti Medyen [halkı], tıpkı Semûd [halkının] silinip gittiği gibi.).




15. O halde, Biz[im] yoktan var etme ile yorgun düş[tüğümüz nasıl düşün]ülebilir? Hayır, ama bazı insanlar yeni bir yaratma[nın mümkün olduğun]dan [hâlâ] şüphe duymaktalar!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder