1 Temmuz 2012 Pazar

Furkân Suresi 72-77 Ayetleri Mevdudi Tefsiri


72- Ki onlar, yalan şahidlikte bulunmayanlar, boş ve yararsız sözle karşılaştıkları zaman onurlu olarak geçenlerdir.

Burada da iki anlam vardır: 

1) Bir mahkeme vs. de aslında gerçek dışı ve en azından şüpheli olduğu zaman, yalanı doğru çıkarmak için yalancı şahitlikte bulunmazlar, 

2) Yalan, sahtekarlık veya kötülüğe seyirci kalma niyeti taşımazlar. 

Bu anlamda her günah, her ayıp, her hile ve her aldatma bir yalan ve sahtekârlıktır. Allah'ın gerçek bir kulu bunu yalan bilir ve güzel görünümlü "sanat" biçimlerinde sunulsa bile ondan kaçınır.

Arapça "lağv" kelimesi, her türlü boş, yararsız ve anlamsız şeyi içine alır ve bu meyanda "yalan"ı da kapsar. Gerçek kullar "lağv"a rasladıklarında, sanki bu pislik yığınıymış gibi vakarla geçerler. 

Ahlâksızlık, iğrenç sözler ve terbiyesizlik kiriyle zevklenmek için oralarda eğlenmedikleri gibi, herhangi bir tür "kir"i duymamak, görmemek veya bu kire bulaşmamak için bilerek ve kasıtlı olarak kirin bulunduğu yerlere gitmezler. 

Daha fazla ayrıntı için bkz. Müminun 3. Ayet: Onlar, 'tümüyle boş' şeylerden yüz çevirenlerdir.

"Lağv" , sözlük anlamıyla saçma, boşuna ve hiçbir şekilde kişinin hayattaki amacına ulaşmasında yararı olmayan şey demektir. Müminler böylesi şeylere önem vermezler ve hiç bir eğilim ve ilgi duymazlar. Bu tür şeylere dalındığını gördüklerinde hemen uzaklaşırlar ve titizlikle bunlardan kaçınırlar, ya da bunlara bütünüyle ilgisiz kalırlar. 

Şüphesiz müminlerin önde gelen niteliklerindendir bu. Mümin her an omuzlarında sorumluluğunun yükünü hisseden kişidir; dünya onun için bir imtihan yeri ve hayat da bu imtihan için ayrılmış sınırlı bir süredir. Tüm zihni, bedeni ve ruhuyla imtihan kağıdına eğilen bir öğrenci örneği, bu duygu da mümini tüm hayatı boyunca ciddi ve sorumluluk içinde davranmaya yöneltir.

Nasıl imtihan salonundaki öğrenci her anının geleceği için ne kadar önemli ve etkili olduğunun bilincindeyse ve bu bilinçle en ufak bir anını bile boşa harcamak eğilimi göstermezse, aynı şekilde mümin de hayatının her anını yararlı ve nihaî sonuca götürücü işlerle geçirir. O kadar ki, eğlenme ve dinlenme konularında bile, kendini hayatta daha yüce hedeflere hazırlayıcı ve zamanı boşa geçirtmeyecek seçimlerde bulunur. Bunun yanısıra, mümin doğru düşünür, pak ve temiz tabiatlıdır ve halis zevkler sahibidir. Ahlâk dışı şeylere karşı herhangi bir eğilim taşımaz o. Yararlı ve doğru söz söyler, gevezelik etmez ince bir şakacılığı vardır, ama bu hiçbir zaman alay, eğlence, güldürmece ve taklit cinsinden değildir. 

Kulakların koğuculuk, gıybet, çekiştirme, iftira, yalan, iğrenç şarkı ve müstehcen sözlerden uzak kalamadığı bir toplum, mümin için bir işkence kaynağıdır. Va'd edilen cennetin bir özelliği de, ".... orda boş ve yararsız hiçbir şeyin duyulmayacağı" değil midir?


73- Onlar, kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığı zaman, onun üstünde sağır ve körler olarak kapanıp kalmayanlardır.

Allah'ın gerçek kulları, uyarı için kendilerine okunduğunda Allah'ın ayetlerine karşı kör ve sağırlar gibi davranmazlar. Ayetlerin öğretilerine sağır kulaklarla yönelmedikleri gibi, gözlemlemeleri istenen ayetler karşısında gözlerini kapamazlar; tam tersine, ayetler onları derinden etkileyerek harekete geçirir. Kendilerine emredileni yaparlar ve yasaklardan kaçınırlar.


74- Ve onlar: "Rabbimiz, bize eşlerimizden ve soyumuzdan, gözün aydınlığı olacak (çocuklar) armağan et ve bizi takva sahiplerine önder kıl," diyenlerdir.

Gerçek kulların en belirgin özelliği, Allah'a duaya istekli olmalarıdır. Ayet 65'te kendi kurtuluşları, ayet 74'te ise eşleri ve çocukları için duaları anılmaktadır: "Rabbimiz, eşlerimizi ve çocuklarımızı gerçek müminler yap ki, muttaki ve bizim için rahatlık ve esenlik kaynağı olsunlar." Onların bu duaları, Allah'ın gerçek kullarının, sevdikleri için dünya zevklerini değil, ahiretteki kurtuluşlarını düşündüklerini göstermektedir. Bu özelliğin burada, gerçek kulların mesaja içten inandıklarını göstermek için anıldığını belirtmeliyiz. Bu yüzden, onlar sevdiklerinin imanıyla bu derece ilgilenmektedirler. Yine, müminlerin yakınlarının ve sevdiklerinin bir çoğunun, o zaman daha henüz, İslâm'ı kabul etmemiş oldukları da hatırda tutulmalıdır. Eğer bir erkek İslâm'a girmişse, karısı hâlâ bir kafirdi; eğer bir genç İslâm'a girmişse, anne-babası ve kardeşleri hâlâ küfürde idiler veya tersi bir durum sözkonusuydu. Bu yüzden, gerçek kullar ne zaman cehennemin dehşetli halinin sureti gözlerinin önüne gelse, onlar için ağlar ve dua ederlerdi.

Yani, "Takva, dindarlık ve salih amellerde üst olalım; muttakilere rehberlik edelim ki, dünyada fazilet ve takvayı yaymada onlara öncülük yapalım." 

Yeri gelmişken, gerçek kulların bu özelliğinin, birbirleriyle dünyevî iktidar ve servet yarışı ve rekabetine giren kafirlerin durumuyla tam bir tezat teşkil ettiği belirtilmelidir. Ama ne yazık kı, günümüzde bazıları bu ayeti yanlış yorumlamakta ve bundan siyasal liderlik için adaylığın, hoş görülüp tavsiye edildiği sonucunu çıkarmaktadırlar. Onlara göre ayetin anlamı şöyledir: "Rabbimiz, bizi muttakilerin yöneticisi kıl."


75- İşte onlar, sabretmelerine karşılık (cennetin en gözde yerinde) odalarla ödüllendirilirler ve orda esenlik dileği ve selamla karşılanırlar.

Sabr kelimesi, burada en kapsamlı anlamında kullanılmıştır. Gerçek kullar, hakkın, gerçeğin düşmanlarının işkencelerine cesaretle göğüs geriyor, yeryüzünde Allah Yolu'nun yerleşmesi mücadelesinde kararlı ve azimli davranıyor; içten, korkusuzca ve dünyevi kayıp ve mahrumiyet konusunda hiç bir endişe taşımadan Allah'ın emirlerini yerine getiriyor ve Şeytan'ın ve nefsin her türlü iğvalarına karşı duruyorlardı.

"Yüksek köşk" diye tercüme ettiğimiz yüksek bir konak, malikane olup kelime genellikle iki katlı bir evin "üst katı" için kullanılır. Fakat bu konudaki gerçek şudur ki, dünyada insanların yaptığı en yüksek binalar, Hindistan'daki Tac Mahal ve New York'un gökdelenleri bile Cennet'in "yüce konaklar"nın çirkin bir müsveddesinden başka birşey değildir. Bu konaklar öylesine muhteşem, yüce ve güzeldir ki, insan zihni onların ihtişamını hayal bile edemez.


76- Orda ebedi olarak kalıcıdırlar; o, ne güzel bir karargâh ve ne güzel bir konaklama yeridir.

77- De ki: "Sizin duanız olmasaydı, Rabbim size değer verir miydi? Fakat siz gerçekten yalanladınız; artık (bunun azabı da) kaçınılmaz olacaktır."

Allah'ın gerçek kullarına vaad edilen büyük mükafatlara zıt olarak kafirlere yapılan bu uyarıyla şöyle denmektedir: "Yardım ve himaye için Allah'a dua etmez ve O'na ibadette bulunmazsanız, O'nun yanında hiç bir değer ve öneminiz olmayacak ve sizden müstağni olduğu, hiç bir şekilde yardımınıza muhtaç bulunmadığı için, size hiç itibar etmeyecektir. Size rahmetiyle davranması için, kendisine dua etme fırsatı tanıması, şüphesiz kendi yararınızadır. Bunu da yapmazsanız, diğer yaratıklarla aranızda hiçbir fark kalmaz."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder