14 Temmuz 2012 Cumartesi

Meryem Suresi Girişi ve 1-9 Ayetleri Mevdudi Tefsiri


Nüzul Zamanı: Bu sure Habeşistan'a hicretten önce nazil olmuştur. Sahih hadislere göre, Hz. Cafer (r.a) , Necaşi, muhacirleri sarayında topladığı zaman onun huzurunda bu sûrenin 1-40. ayetlerini okumuştur.

Tarihsel Arka-Planı: O dönemin şartlarına Kehf Suresi'nin giriş bölümünde de kısaca değinmiştik. Burada daha çok bu ve benzeri surelerin anlamını kavramamıza yardımcı olacak ayrıntılara yer vermek istiyoruz. 

Kureyş'in ileri gelenleri İslâmî hareketi alay ve küçümseme ile, tehditler yaparak, iftiralar atarak bastıramayacaklarını anlayınca işkence, maddi baskı ve ekonomik kısıtlamalara baş vurdular. Yeni müslümanları kabilelerinden ayırıyor, onlara işkence yapıyor, onları açlığa mahkum ediyor, hatta İslâm'dan vazgeçmeleri için onlara fiziksel baskı ve acı uyguluyorlardı. Bu işkencenin en zavallı kurbanları ise fakirler, köleler ve Kureyş'e sığınan yabancılardı. Örneğin, Bilal, Amir bin Füheyra, Ummi Ubeys, Zinnire, Ammar bin Yasir ve onun anne-babası. Bu zavallı insanlar dövülüyor, hapsediliyor aç ve susuz bırakılıyor ve Mekke'nin kaynar kumları üzerinde sürükleniyorlardı. Çoğu kimse vasıflı işçileri çalıştırıyor ve yaptıkları işin karşılığını vermiyordu. Buna örnek olarak Buhari ve Müslim'de yer alan Habbab b. Eret olayını gösterebiliriz.

"Mekke'de demircilik (nalbantlık) yapıyordum; bir keresinde As ibn Vail'in bir işini yaptım. Paramı almaya gittiğimde "Muhammed'den vazgeçmedikçe sana ücretini ödemeyeceğim" dedi.

Aynı bağlamda Habbab derki: "Bir gün Nebi (s.a) Kabe'nin gölgesinde oturuyordu. Ona gittim ve "Ey Allah'ın Rasûlu! İşkence son sınırına ulaştı. Niçin Allah'a dua etmiyorsun?" Nebi (s.a) buna çok kızdı. Dedi ki: "Sizden önce geçen müminler sizden daha çok acı çektiler. Onların kemikleri demir taraklarla tarandı, başları testere ile kesildi, fakat yine de imanlarından dönmediler. Seni temin ederim ki, Allah dinini tamamlayacaktır ve öyle bir zaman gelecek ki bir kimse Sana'dan Hadramut'a kadar yolculuk yapacak ve Allah'dan başka korkulacak hiçbir kimse ile karşılaşmayacaktır. Fakat siz sabırsızlığa düşüyorsunuz." (Buhari) 

Şartlar artık dayanılmaz hale geldiğinde, Peygamber (s.a) Peygamberliğinin 5. yılının Recep ayında ashabına şöyle bir tavsiyede bulundu: "Habeşistan'a hicret edebilirsiniz, çünkü orada hiç kimsye haksızlık yapılmasına izin vermiyen bir kral vardır. Onun ülkesinde hayır vardır. Allah size bu beladan bir kurtuluş verinceye kadar orada kalabilirsiniz."

Bundan sonra ilk planda 11 erkek ve 4 kadın Habeşistan'a doğru yola çıktılar. Kureyşliler onları sahile kadar takip etti, fakat Müslümanlar Şuaybiye limanında hemen Habeşistan'a gidecek olan bir gemiye rastladılar(rastlatıldılar) ve kurtuldular. Birkaç ay sonra bir grup mümin daha Habeşistan'a hicret etmiş ve sayıları, Kureyş'ten 83 erkek ve 11 kadın, Kureyşli olmayanlardan da 7 kişiye ulaşmıştı. Bundan sonra Mekke'de Peygamber'le (s.a) birlikte sadece 40 kişi kalmıştı.

Bu hicretten sonra Mekke'de "onları yakalayın" diye büyük bir feryat başladı. Çünkü Kureyşli her aile bu olaydan olumsuz bir şekilde etkilenmişti. Bir oğul, bir damat, bir kız, bir kızkardeş veya bir erkek kardeş kaybetmeyen hemen hemen hiç bir aile yoktu. Mesela, muhacirler arasında Ebu Cehil'in, Ebu Süfyan'ın ve müslümanlara yaptıkları işkencelerle meşhur Kureyş'in diğer ileri gelenlerinin yakın akrabaları da vardı. Örneğin Ebu Cehil'in kardeşi, Selma bin Hişam ve yeğeni Hişam bin Ebi Huzeyfe, Ayyaş bin Ebi Rabeyye, Ümmü Seleme, Ebu Süfyan'ın kızı Ümmü Habibe, Utbe'nin oğlu ve Hind'in kardeşi Ebu Huzeyfe, Suheyl bin Amr'ın kızı Sehile vs. Bu nedenle bazılarının İslâm'a düşmanlığı daha da artarken, bazıları bundan etkilenerek İslâmı kabul ediyordu. 

Mesela bu hicret Hz. Ömer üzerinde çok derin etkiler yaratmıştı. Onun akrabalarından biri olan Hasme'nin kızı Leyla şöyle anlatıyor: "Kocam Ambr b. Rebia gitmişti, ben de hicret için eşyalarımı hazırlıyordum. O sırada Ömer geldi ve ben yolculuk için hazırlanmakla meşgulken beni seyretmeye başladı. Sonra "Sen de mi hicret edeceksin?" dedi. Ben de: "Evet, Allah'a andolsun siz bize çok işkence ettiniz. Fakat Allah'ın geniş arzı bizim için açıktır. Şimdi Allah'ın bize barış ve huzur ihsan edeceği bir yere gidiyoruz." diye cevap verdim. O zaman Ömer'in yüzünde o güne dek görmediğim bir duygu ifadesi gördüm. Sadece "Allah sizinle beraber olsun" dedi ve gitti."

Hicretten sonra Kureyşliler toplantılar yaptılar ve Ebu Cehil'in üvey kardeşi Abdullah ibni Ebi Rebia'yı ve Amr b. As'ı Necaşi'yi muhacirleri Mekke'ye geri iade etmeye ikna etmek üzere değerli hediyelerle Habeşistan'a göndermeye karar verdiler. Hz. Ümmü Seleme (Nebi'nin hanımlarından biri) muhacirler arasındaydı ve olayın bu kısmını şöyle anlatmıştır: "Kureyş'in bu iki akıllı sözcüsü Habeşistan'a ulaştıklarında değerli hediyeleri Necaşi'nin sarayındaki adamları arasında dağıttılar ve onları Necaşi'yi muhacirleri geri vermeye teşvik etmeleri için ikna ettiler. Daha sonra Necaşi'nin huzuruna çıktılar, ona da değerli hediyeler verip: "Şehrimizden bazı akılsız insanlar ülkenize sığınmış, liderlerimiz bizi, bu insanları geri iade etmenizi rica etmek üzere size gönderdiler. Bu sapıklar bizim inancımızdan döndüler, sizin dininize de girmediler, fakat yeni bir din icad ettiler," dediler. Onlar konuşmalarını bitirir bitirmez, saray adamları onları destekledi ve: "Biz onları memleketlerine geri göndereceğiz, çünkü kendi kavimleri onları daha iyi bilir. Onları burada barındırmamız doğru değil." Kral buna sinirlendi ve yeterli bir araştırma yapmadan onları geri vermeyeceğim. Bu insanlar başka bir ülkeye değil de benim ülkeme sığındıkları ve buraya barınmaya geldikleri için onlara ihanet etmeyeceğim. İlk önce onlara haber gönderip daha sonra bu insanların onlar hakkında öne sürdükleri suçlamaları araştıracağım. Sonra son kararımı vereceğim" dedi. Bundan sonra Kral, Peygamber'in (s.a) ashabına haber gönderdi ve onları sarayına çağırdı.

Muhacirler Kral'ın gönderdiği haberi duyunca toplandı ve Kral'a ne söyleyeceklerini tartıştılar. Sonunda şu karara vardılar: "Kral'a Peygamberimizin (s.a) öğrettiklerini, ona hiçbir şey ekleyip eksiltmeden, bildirelim ve bizi ülkesinde barındırma veya dışarı atma kararını ona bırakalım." Saraya geldiklerinde Kral hemen onlara şu soruyu yöneltti: "Kavminizin dininden çıkıp, ne benim inandığım dine, ne de varolan dinlerden hiçbirine girmediğinizi biliyorum. İnandığınız bu yeni dinin ne olduğunu bilmek istiyorum." Bunun üzerine Cafer ibn Ebi Talib Muhacirler adına önceden hazırlanmadığı bir konuşma yaptı.

"Ey Kral! Biz cehalete batmış ve sapıtmıştık. İşte o zaman Muhammed (s.a) bize Allah'ın Rasûlü olarak geldi ve bizi islah etmek için elinden geleni yaptı. Fakat Kureyşliler ona uyanlara işkence etmeye başladılar. Biz de bu işkence ve acılardan kurtulmak amacıyla sizin ülkenize geldik." 

Bu konuşmadan sonra Kral: "Allah tarafından sizin peygamberinize gönderilen vahiyden bir bölümünü oku!" dedi. 

Bunun üzerine Cafer, Meryem suresinin Yahya ve İsa (a.s) ile ilgili kıssayı anlatan bölümünü okudu. Kral bunu dinledi ve ağlamaya başladı, o denli ağladı ki sakalları gözyaşından ıslandı. Cafer (r.a) okumasını bitirdiğinde: "Muhakkak bu söz İsa'ya indirilen aynı kaynaktan geliyor. Allah'a andolsun sizi bunların eline teslim etmeyeceğim" dedi.

Ertesi gün Amr b. As, Necaşi'ye gitti ve şöyle dedi: "Onlara bir haber daha gönder ve onların Meryem oğlu İsa ile ilgili inançlarını sor, çünkü onlar onun hakkında kötü şeyler söylüyorlar." Kral tekrar muhacirlere haber gönderdi. Muhacirler o zamana kadar Amr'ın düzenini öğrenmişlerdi. Tekrar bir araya geldiler ve Kral, Hz. İsa ile ilgili soruyu sorduğunda ne cevap vereceklerini tartıştılar. İçinde bulundukları durumun çok kritik olmasına ve hepsinin de bundan korkmalarına rağmen, bu konuda Allah'ın ve Rasûlü'nün kendilerine öğrettiği gerçekleri söylemeye karar verdiler. Saraya gittiklerinde, Kral onlara Amr İbn As'ın teklif ettiği soruyu sordu. Bunun üzerine Cafer b. Ebi Talib ayağa kalktı ve hiç tereddüt göstermeden cevap verdi: "O Allah'ın bir kulu ve elçisiydi. O bir Ruh ve Allah'ın Meryem'e ilka ettiği bir kelimesi idi" Kral yerden bir çöp aldı ve "Allah'a andolsun! İsa, sizin söylediğinizden ancak şu çöp kadar farklıdır" dedi. Bundan sonra Kral, Kureyş'in gönderdiği elçilere döndü ve: "Ben rüşvet kabul etmem", dedi. Daha sonra muhacirlere dönerek: "Burada huzur ve güvenlik içinde kalabilirsiniz." dedi.

Anafikir ve Konular: Bu tarihsel arka-planı göz önünde bulundurursak, bu surenin muhacirlere Habeşistan'a yapacakları yolculuk için bir "erzak" olarak indirildiği anlaşılmaktadır. Surede sanki onlara şöyle denilmektedir: "Siz işkence çeken muhacirler olarak kendi ülkenizi bırakıp bir Hıristiyan memleketine sığınıyorsunuz. Fakat buna rağmen sahip olduğunuz bilgilerden hiçbirini gizlememelisiniz. Bu nedenle Hz. İsa'nın, Allah'ın oğlu olmadığını, Hıristiyanlara apaçık ilan etmelisiniz."

(1-40) ayetler, İsa (a.s) ve Yahya (a.s) kıssaları anlatıldıktan sonra (41-50) ayetlerde İbrahim'in (a.s) kıssasına değinilmektedir. Bu da muhacirlere bir teselli sunmaktadır, çünkü İbrahim de (a.s) onlar gibi babası, ailesi ve kavmi tarafından yapılan işkencelerle memleketinden ayrılmaya zorlanmıştır.

Bu bir taraftan muhacirlerin Hz. İbrahim'in izinden yürüdükleri ve aynı o Peygamber gibi iyi bir akibete kavuşacakları anlamına gelmektedir. Diğer taraftan bu Mekke'li müşriklere, kendilerinin müslümanların ataları ve liderleri olan İbrahim'e (a.s) işkence yapan insanların konumunda oldukları, oysa müminlerin Hz. İbrahim'in konumunda oldukları söylenmek istenmektedir.

Daha sonra (51-65) ayetlerde Hz. Muhammed'in (s.a) daha önce peygamberlerin getirdiği aynı hayat tarzını tebliğ ettiğini fakat onlara uyanların sonradan sapıttıklarını vurgularcasına diğer bazı peygamberlere de değinilmektedir.

Son bölümde (66-98) Mekkeli müşriklerin kötü tavırları sert bir şekilde eleştirilirken, müminlere hak düşmanlarının tüm çabalarına rağmen kendilerinin başarılı olacakları ve insanların en çok sevileni olacakları konusunda müjde verilmektedir.

1- Kâf, He, Ye, Ayn, Sâd.

2- (Bu,)  Rabbinin kulu Zekeriya'ya rahmetinin zikridir.

Harun'un (a.s) torunlarından biri olan Hz. Zekeriyya'nın (a.s) konumunu anlayabilmek için İsrailoğulları arasında yaygın olan rahiplik geleneği ile ilgili bilgiye sahip olmak gerekir.


Filistin'in fethinden sonra topraklar Yakub'un (a.s) zürriyetinden olan 12 kabile arasında miras olarak dağıtıldı. 13. kabile olan Levi'lere de dini hizmetler ve görevler emanet edildi. Levi'liler arasında da "en mukaddes şeyleri takdis etmek, Rabbin önünde buhur yakmak, ona hizmet eylemek ve ebediyyen onun ismiyle mübarek kılmak üzere" seçilen aile Harun'un (a.s) oğulları idi. Diğer Levi'lilerin mabede girmesine izin verilmiyordu. "Çünkü onların vazifesi Rab evinin hizmeti için avlularda, odalarda ve bütün mukaddes şeyleri temizlemekte Allah Evinin hizmet işinde Harunoğulları'nın yanında bulunmak... ve sebt günlerinde, aybaşlarında ve belli bayramlarda yapılan bütün takdimeleri Rabbe arzetmekti."

Harunoğulları 24 aileye bölünmüştü ve bu 24 aile sıra ile Rabbin evine hizmet ediyorlardı. Bu ailelerden biri Zekeriyya'nın (a.s) liderliğindeki Abiya ailesi idi. Bu nedenle ailesinin sırası geldiğinde mabede gidip buhur yapmak Zekeriyya'nın (a.s) göreviydi. (ayrıntılar için bkz. I. Tarihler 23-24) 


Karşılaştırma için bkz. Âl-i İmran 33-37. ayetler ve bunlarla ilgili notlarda yer alan Zekeriyya kıssası:

Âl-i İmran 33-40:  Gerçek şu ki, Allah; Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini alemler üzerine seçti; Onlar birbirlerinden (türeme tek) bir zürriyettir. Allah işitendir, bilendir.  Hani İmran'ın karısı: "Rabbim, karnımda olanı, 'her türlü bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturulmuş olarak' Sana adadım, benden kabul et. Şüphesiz işiten, bilen Sensin Sen." demişti. Fakat onu doğurduğunda -Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bilirken- dedi ki: "Rabbim, doğrusu bir kız (çocuğu) doğurdum. Erkek ise, kız gibi değildir. Ona Meryem adını koydum. Ben, onu ve soyunu o taşa tutulmuş şeytandan Sana sığındırırım." Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabulle kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriya'yı da ona sorumlu kıldı. Zekeriya, ne zaman mihraba girdiyse, yanında bir yiyecek buldu: "Meryem, sana nerden bu?" deyince, "Bu, Allah katındandır. Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız rızık verendir" dedi. Orada Zekeriya Rabbine dua etti: "Rabbim bana katından tertemiz bir soy armağan et. Doğrusu Sen, duaları işetensin" dedi.  O mihrapta namaz kılmakta iken, melekler ona seslendi: "Allah, sana Yahya'yı müjdeler. O, Allah'tan olan kelimeyi (İsa'yı) doğrulayan, efendi, iffetli ve salihlerden bir peygamberdir." Dedi ki: "Rabbim, bana gerçekten ihtiyarlık ulaşmışken ve karım da kısır iken nasıl benim bir oğlum olabilir?" "Böyledir" dedi, "Allah dilediğini yapar." 

Hıristiyanların sapık olmalarının asıl nedeni, Hz. İsa'yı (Allah'ın kulu ve Rasûlü olarak değil) , Allah'ın oğlu ve İlâhlığa ortak olarak kabul etmeleridir. Bu nedenle bu büyük hata, gerçek ve doğru İslâm'ı anlamalarına yardım edecek bir tarzda düzeltiliyor. Bölüme girişin, Hz. Adem'in, Hz. Nuh'un, İbrahim ailesinden ve İmran ailesinden gelen peygamberlerin (Allah'ın selamı hepsinin üzerine olsun) hepsinin insan olduğunun ve hiçbirinin "Allah" olmadığının teyid edilmesiyle başlamasının nedeni işte budur. Onların tek farkı, Allah'ın onları, dinini yaymaları ve dünyayı ıslah etmeleri için seçmiş olmasıydı.


Eğer "İmran'ın kadını" ile "İmran'ın karısı" kastediliyorsa, bu, 33. ayette adı geçen İmran'dan başka biri olmalı. Bu durumda büyük dedelerinden sonra Hz. Meryem'in babasının bu adı aldığı sonucuna varılır. Fakat eğer İmran'ın kadını ile İmran ailesinden herhangi bir kadın kastediliyorsa, Hz. Meryem'in annesinin İmran soyundan gelen bir kadın olduğu ortaya çıkar. Bu görüşlerden birini tercih edebilecek sahih bilgiye sahip değiliz. Bazı Hıristiyan kaynaklarında Hz. Meryem'in babasının Iaachim olarak geçmesine rağmen, tarih, Hz. Meryem'in babasının kim olduğunu ve annesinin hangi aileye mensup olduğunu bildirmez. Fakat eğer Hz. Meryem ile Hz. Yahya'nın annesi Elisabeth'in kuzen oldukları görüşü doğru kabul edilirse (Luka 1;36) , o zaman "İmran'ın kadını", İmran ailesinden bir kadın anlamına gelecektir.

Luka İncili (1;5) , Hz. Zekeriya'nın (a.s.) karısı Elisabeth'in "Harun'un kızlarından" olduğunu, yani İmran'ın kızı veya İmran'ın kadını olduğunu söyler, O halde Harun'un kız kardeşi Miriyam ile bakire Meryem'i birbirine karıştırma gibi bir hata sözkonusu değildir. Çocukları dedelerinin adıyla anmak yaygın bir gelenektir. Bu nedenle açıklamalardan her biri kabul edilmeye değer. Bununla birlikte burada yapılan bu tartışma, yani İmran gerçekten Meryem'in babasının ismi mi, yoksa dedelerinden biri mi tartışması, asıl konu olan Hz. İsa'nın mücizevi doğumunu açıklamada herhangi bir fark yaratmaz.


Hz. Meryem'in annesi bununla şunu kasdetmiştir: "Eğer erkek olsaydı daha iyi olabilirdi; çünkü kadın birçok doğal zayıflıklar ve toplumsal kısıtlamalarla sınırlandırılmıştır ve bir din adamı (priest) olamaz. Bu nedenle benim çocuğumu adadığım amaca bir erkek çocuk daha uygun düşerdi."


Bu olay, Hz. Meryem rüşde erdiğinde ve gece gündüz Allah'a ibadetle meşgul olduğu Mâbed'e (Kudüs) kabul edildiğinde meydana gelmiştir. O'nun koruyuculuğunu üstlenen Hz. Zekeriya (a.s.) büyük bir ihtimalle Hz. Meryem'in teyzesinin kocası idi ve Mâbed'in koruyucularından biri idi. O, Eski Ahid'e göre öldürülen Zekeriya Peygamber'le (a.s.) aynı kişi değildir.

Arapça bir kelime olan "mihrab", camilerde imam için hazırlanan bir makam (ibadet edilen oyuk bir yer) anlamına gelir. Fakat burada bu kelime, manastırları ve kiliseleri birbirine bağlayan ve yerden biraz yüksek olarak inşa edilen hücreler için kullanılmıştır. Bu yerler, ibadet edilen yerlerin koruyucuları olan ve kendini zahidçe ibadete veren kimseler için hazırlanmıştır. Hz. Meryem de bu hücrelerden birinde kendini ibadete veriyordu.



3- Hani o, Rabbine gizlice seslendiği zaman.

4- Demişti ki: "Rabbim, şüphesiz benim kemiklerim gevşedi ve baş, yaşlılık aleviyle tutuştu; ben sana dua etmekle mutsuz olmadım."

5- "Doğrusu ben, arkamdan gelecek yakınlarım adına korkuya kapıldım, benim karım da bir kısır (kadın) dır. Artık bana kendi katından bir yardımcı armağan et."

Yani "Akrabalarım, yani Abiya ailesi içinde bana emanet edilen görevi üstelenebilecek dini ve ahlâkî bakımdan düzgün hiçbir kimse göremiyorum."


6- "Bana mirasçı olsun, Yakup oğullarına da mirasçı olsun. Rabbim, onu (kendisinden) razı olunan(lardan) kıl."

Yani, "Ben sadece bana varis olacak oğul için değil, aynı zamanda Yakub ailesinin doğru yolunu devralacak bir varis için dua ediyorum."


7- (Allah buyurdu:) "Ey Zekeriya, şüphesiz biz seni, adı Yahya olan bir çocukla müjdelemekteyiz; biz bundan önce ona hiç bir adaş kılmamışız."

Luka incilinde bu şöyle ifade edilmiştir: "Akrabandan bu adda kimse yoktur." (Luka. I, 61) 


8- Dedi ki: "Rabbim, karım kısır (bir kadın) iken, benim nasıl oğlum olabilir? Ben de yaşlılığın son basamağındayım."

9- (Ona gelen melek:) "İşte böyle" dedi. "Rabbin dedi ki: -Bu benim için kolaydır, daha önce sen hiç bir şey değil iken, seni yaratmıştım."

Bu karşılıklı konuşma, Allah'ın dilediğini yapabileceğini, yaşlı bir adamla kısır bir kadına çocuk verebileceğini, aynı şekilde bir bakireyi de çocuk sahibi kılabileceğini vurgulamaktadır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder