5 Temmuz 2012 Perşembe

Fâtır Suresi 4-11 Ayetleri Tefsiri - Mevdudi


4- Eğer seni yalanlıyorlarsa, senden önceki peygamberler de yalanlandı. (En sonunda bütün) İşler Allah'a döndürülür.

Yani, bu hususta onlar karar vermeye yetkili değildirler. Yalancının kim olduğuna karar vermek Allah'ın elindedir. Sonunda O, yalancının kim olduğunu açıklayacak ve onu cezalandıracaktır.


5- Ey insanlar, hiç şüphesiz Allah'ın va'di haktır, öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile (Allah'ın adını kullanarak) aldatmasın.


"Va'd" ile ahiretin va'dedilmesi kastolunmaktadır. Ayrıca buna yukarıda işaret edilmişti. O gün tüm işler Allah'a döndürülecektir.

Yani, onlar yaptıklarının hesabını vermeyeceklerini ve dünyada nasıl rahat bir hayat geçiriyorlarsa orada da aynısını bulacaklarını zannetmekle başka bir yanlışa düşmüş oluyorlar.


"Şeytan"lar, insanlara; "Allah yoktur veya Allah bu dünyayı yaratmış ama bu dünya ile hiçbir ilgisi kalmamış. Ya da Allah kâinatın haliki ve sahibidir, fakat vahiy ve risalet uydurma şeylerdir" diye telkinde bulunurlar. Yine, bazılarına derler ki: "Allah Gafur ve Rahim'dir, siz ne yaparsanız yapın, O sizleri affeder" veya "Şu kimseler Allah indinde o kadar güçlüdürler ki, sizleri mutlaka kurtarırlar."



6- Gerçek şu ki, şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edinin. O, kendi grubunu, ancak çılgınca yanan ateşin halkından olmağa çağırır.


7- O küfredenler; onlar için şiddetli bir azab vardır. İman edip salih amellerde bulunanlar ise; onlar için de bir bağışlanma ve büyük bir ecir vardır.


Yani, Allah, onların hatalarını sadece affetmekle kalmayacak ve onların yaptıkları iyiliklerin karşılıklarından daha fazlasını kendilerine verecektir.


8- Kötü olarak yapıp-ettikleri kendisine çekici-süslü kılınıp da onu güzel gören mi (Allah katında kabul görecek)? Artık şüphesiz Allah, dilediğini saptırır, dilediğini de hidayete eriştirir. Öyleyse, onlara karşı nefsin hasretlere kapılıp gitmesin. Gerçekten Allah, yapmakta olduklarını bilendir.


Yukardaki iki paragrafta da sıradan insanlar muhatab alınıyordu. Şimdi ise bu paragrafta Rasûlullah'ı (s.a) , yenilgiye uğratabilmek için tüm güçlerini sarfeden, küfrün önderleri muhatap alınıyor.

Yani, bazı kimseler, iyilik ve kötülük arasındaki farkı idrak etmelerine rağmen, hep kötü işler yaparlar. Bu gibi insanlar bazı zamanlar vicdanlarının sesine kulak verince, doğru yola girerler. Çünkü hâlâ birtakım hatalar içinde bulunsalar da, fıtratları tamamen bozulmamıştır. Fakat bazı kimseler de iyilik ve kötülük arasındaki farkı idrak bile edemezler. Öyle ki, kötülüğü medeniyetin ve kültürün bir simgesi olarak taşırlar. İyiliği gericilik olarak görürlerken fısk ve fücur'u da ilericilik kabul ederler. Doğru yol onların nazarında bir sapma iken, sapıklık onlar için doğru yoldur.


İşte böyle kimseler için nasihat faydasızdır. Çünkü bunlar için iyilik ve kötülüğü ayırdetmek mümkün olmadığından, kendilerini ıslah etmezler ve nasihatten yüz çevirirler. Bir davetçi bu gibi kimselerin peşinden boşuna koşmamalı, onun yerine iyi ve kötüyü fark edebilen ve kalbleri Hakk'a tamamen kapanmamış kimselere gitmelidirler.


İlk cümlede Allah, "hidayet vermek ve dalâlete düşürmek benim elimdedir" diye buyurmuştu. Bu, kötülükte ısrar eden, iyi ve kötüyü ayırdedebilme yeteneğini kaybeden kimselere, Allah'ın hidayet nasip etmeyip, onları kendi hallerine bıraktığı ve onların bu halde yollarına devam ettiklerini apaçık göstermektedir. Bundan dolayı Allah, Hz. Peygamber'e (s.a) bu gibi insanların peşini bırakmasını, artık onlardan ümidini keserek üzülmemesini ve sabretmesini söylüyor. Çünkü onlar dalâlet içinde kalacaklardır.


Burada iki nokta dikkat çekmektedir: Birincisi, burada sıradan insanlara değil, Rasûlullah'ı (s.a) ve İslam davetini başarısızlığa mahkum edebilmek için her hileye başvuran Mekke'nin ileri gelenlerine hitap edilmektedir. Bu insanlar Hz. Peygamber'in (s.a) insanları neye davet ettiğini ve onun iyi yolda, kendilerinin ise kötü yolda olduklarını pekâlâ biliyorlardı. Fakat buna rağmen Hz. Peygamber'i (s.a) yenilgiye uğratmak ve kendi kötülükleri üzerinde direnmek için, böyle bir yol tutuyorlar ve kötülüğü iyiliğin üzerine çıkarmaya çalışıyorlardı. Onlar Hz. Peygamber'e (s.a) karşı yalan, hile, iftirada bulunuyorlarsa da, kendi yalanlarını çok iyi biliyorlardı. Halbuki Rasûlullah (s.a) davetini sürdürürken, muhaliflerinin yaptığı gibi, asla aynı yollara başvurmamıştır. Fakat yine de, muhalifleri bu çirkin tavırlarında ısrar etmekten çekinmemişlerdir. Demek ki, artık onlar için iyiliği kabul etmek sözkonusu değildir ve kötülük onların fıtratı haline gelmiştir. 


Dikkat çeken diğer bir nokta da şudur: Şayet Allah gerçekleri sadece kendi elçisine -Hz. Muhammed'e (s.a) - anlatmak istemiş olsaydı, ileri gelenlerin dalâlet içinde olduklarını anlatmak için açık bir ayete gerek kalmaz, bunu başka bir şekilde bildirirdi. Ancak halka açıklamak için şunlar bildiriliyor: "Sizler, toplumunuzun ileri gelenleri olan bu kimselere uyuyor ve peşlerinden gidiyorsunuz. Oysa onların ahlâklarının ne kadar bozuk olduğu ve tavırlarının yanlışlığı apaçık ortadadır.

Bu cümle içerisinde dolaylı bir tehdit vardır: "Allah yaptıklarınızdan haberdardır. Hakim ve yüce olan Allah, tüm yaptıklarınızı görmektedir. Ve sizler bu davranışlarınızdan ötürü azaba uğrayacaksınız."



9- Allah, rüzgârları gönderir, onlar da bulutu kaldırır, böylece biz onu ölü bir beldeye sürükleriz; onunla, yeri ölümünden sonra diriltiriz. İşte (ölümden sonra) dirilip-yayılma da böyledir.


Bu akılsızlar kıyametin mümkün olmayacağını zannetmektedirler. Ve bu düşüncelerinden dolayı gaflet içindedirler. Güya onlar, Allah'ın huzurunda hesap vermeyeceklerdir. Fakat onların bu düşünceleri yanlıştır. Kıyamet günü Allah'ın bir işareti ile gelmiş-geçmiş tüm ölüler diriltileceklerdir. Tıpkı yağmurdan sonra bitkilerin canlandığı ve eski köklerin filizlendiği gibi.


10- Kim izzeti istiyorsa, artık bütün izzet Allah'ındır. Güzel söz O'na yükselir, salih amel de onu yükseltir. Kötülükleri tasarlayıp düzenleyenler ise; onlar için şiddetli bir azab vardır. Onların tasarladıkları 'boşa çıkıp bozulur'.

Mekke'nin ileri gelenleri (büyüklenerek ve cehalet içinde) Hz. Muhammed'in (s.a) davetini kabul ettikleri takdirde, kendilerinden şeref ve izzetin gideceği, dolayısıyla Araplar üzerinde bir tesirlerinin kalmayacağı düşüncesindeydiler. Bundan dolayı Allah, "Bana isyan ettiğiniz için sizin izzet ve şerefiniz zaten yok olmuştur" diye buyurdu. Gerçek izzet ve şeref Allah'a tabi olmakta ve O'na itaat etmektedir. Bu izzet ve şeref sadece dünyada değil ahirette de söz konusudur. Eğer Allah'a itaat ederseniz böyle bir izzet ve şerefe nail olursunuz. Yüz çevirdiğiniz takdirde ise zillet içinde kalırsınız.

İzzet ve şerefi elde edebilmek için söylenmiş ifsad edici ve habis söz hiçbir zaman yükselmez. Ancak O'nun yanında en doğru pak, temiz ve hakîkate mebni söz, samimi ve salih itikad yükselir. Bu sözü yükselten insanın amelleridir. Şayet söz ile birlikte amel yoksa, o söz Allah'ın indinde makbul olmaz. Sözün yükselebilmesi için salih amellerin kuvveti gerekir.


Kur'an'a göre salih söz ile salih amelin birbirine sıkı bir şekilde bağlı olması çok dikkate değerdir. Hiçbir amel arkasında salih bir akide olmadıkça makbul değildir. Yine hiçbir salih akide, onu tasdik eden salih bir amel olmadıkça makbul değildir. Yine hiçbir salih akide, onu tasdik eden salih bir amel olmadıkça itimada layık değildir. Şayet bir kimse lisanen, "Allah'tan başka ilah yoktur ve ancak O ibadete layıktır" diyor, fakat yaşantısında Allah'tan başka şeylere kulluk ediyorsa, bu söz onun amelini yalanlar. Ayrıca bir kimse lisanen içkinin haram olduğunu ifade ediyor buna rağmen içki içiyorsa, o kimsenin sözlerini ne halk ne de Allah kabul eder.


11- Allah, sizi topraktan yarattı, sonra bir damla sudan. Sonra da sizi çift çift kıldı. O'nun bilgisi olmaksızın, hiç bir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz da. Ömür sürene, ömür verilmesi ve onun ömründen kısaltılması da mutlaka bir kitapta (yazılı) dır. Gerçekten bu, Allah'a göre kolaydır.

Burada hitab sıradan insanlara yöneltilmiştir.

Yani, ilk olarak insan topraktan yaratılmış ve daha sonra nutfe (sperm) ile nesiller devam etmiştir.


Her insanın ömrü o daha doğmadan tayin edilmiştir. Allah insanın ne kadar bir ömür süreceğini kararlaştırmıştır. Demek ki ömrün uzun ya da kısa olması Allah'ın takdirine göredir. Akılsız bazı kişiler; "Çok önceden çocuklar erken yaşlarda ölüyorlardı, ancak şimdi tıp ilerlediği için, çocuklar erken yaşlarda ölmüyorlar. Yine daha önce insanların ömrü kısa iken, şimdi tıp ilerlediği için insanın ömrü uzamıştır" diyorlar. Kur'an'ın söylediklerini yalanlamaya çalışan bu iddia; şayet biz bir kimsenin iki yıllık bir ömrü kaldığını bilebilecek bir ilme sahip olabilirsek ve o şahsın ömrünün birgün daha uzatıldığını görebilirsek, işte o zaman geçerli olabilir. Böyle bir ilme de kimse sahip olmadığı ve olamayacağı için, hiçkimsenin Kur'an'ın bu açıklamasına karşı bir delil getirmesi mümkün değildir. İstatistiklere göre şimdi çocuk ölümlerinin öncekilere nazaran azaldığının ve insanların ömürlerinin eskisinden daha uzun olduğunun tespit edildiği söyleniyorsa, bu insanların Allah'ın takdirini değiştirmeye kadir oldukları anlamına gelmez. Muhtelif devirlerde insanlara muhtelif süreler tayin edildiği daha akla yatkın değil midir? Ve bu Allah'ın bir hikmetidir. Yani falan devirdeki insanların bir hastalığın ilacını bulmaları sağlanacak, falan devirde de yaşayan insanların hayatının idamesi için herhangi bir vesile bağışlanacaktır.


Sayısız mahlukat için, ayrı ayrı tafsilat vermek Allah için hiç de güç değildir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder