4-
Eğer seni yalanlıyorlarsa, senden önceki peygamberler de yalanlandı. (En
sonunda bütün) İşler Allah'a döndürülür.
Yani, bu hususta onlar karar vermeye yetkili
değildirler. Yalancının kim olduğuna karar vermek Allah'ın elindedir. Sonunda
O, yalancının kim olduğunu açıklayacak ve onu cezalandıracaktır.
5- Ey insanlar, hiç şüphesiz Allah'ın
va'di haktır, öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcı(lar) da, sizi
Allah ile (Allah'ın adını kullanarak) aldatmasın.
"Va'd" ile ahiretin va'dedilmesi
kastolunmaktadır. Ayrıca buna yukarıda işaret edilmişti. O gün tüm işler
Allah'a döndürülecektir.
Yani, onlar yaptıklarının hesabını vermeyeceklerini ve dünyada nasıl rahat bir
hayat geçiriyorlarsa orada da aynısını bulacaklarını zannetmekle başka bir
yanlışa düşmüş oluyorlar.
"Şeytan"lar, insanlara; "Allah yoktur veya Allah bu dünyayı
yaratmış ama bu dünya ile hiçbir ilgisi kalmamış. Ya da Allah kâinatın haliki
ve sahibidir, fakat vahiy ve risalet uydurma şeylerdir" diye telkinde
bulunurlar. Yine, bazılarına derler ki: "Allah Gafur ve Rahim'dir, siz ne
yaparsanız yapın, O sizleri affeder" veya "Şu kimseler Allah indinde
o kadar güçlüdürler ki, sizleri mutlaka kurtarırlar."
6- Gerçek şu ki, şeytan sizin
düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edinin. O, kendi grubunu, ancak
çılgınca yanan ateşin halkından olmağa çağırır.
7- O küfredenler; onlar için şiddetli bir azab vardır. İman edip salih
amellerde bulunanlar ise; onlar için de bir bağışlanma ve büyük bir ecir
vardır.
Yani, Allah, onların hatalarını sadece affetmekle
kalmayacak ve onların yaptıkları iyiliklerin karşılıklarından daha fazlasını
kendilerine verecektir.
8- Kötü olarak yapıp-ettikleri kendisine
çekici-süslü kılınıp da onu güzel gören mi (Allah katında kabul görecek)? Artık
şüphesiz Allah, dilediğini saptırır, dilediğini de hidayete eriştirir. Öyleyse,
onlara karşı nefsin hasretlere kapılıp gitmesin. Gerçekten Allah, yapmakta
olduklarını bilendir.
Yukardaki iki paragrafta da sıradan insanlar muhatab
alınıyordu. Şimdi ise bu paragrafta Rasûlullah'ı (s.a) , yenilgiye uğratabilmek
için tüm güçlerini sarfeden, küfrün önderleri muhatap alınıyor.
Yani, bazı kimseler, iyilik ve kötülük arasındaki farkı idrak etmelerine
rağmen, hep kötü işler yaparlar. Bu gibi insanlar bazı zamanlar vicdanlarının
sesine kulak verince, doğru yola girerler. Çünkü hâlâ birtakım hatalar içinde
bulunsalar da, fıtratları tamamen bozulmamıştır. Fakat bazı kimseler de iyilik
ve kötülük arasındaki farkı idrak bile edemezler. Öyle ki, kötülüğü medeniyetin
ve kültürün bir simgesi olarak taşırlar. İyiliği gericilik olarak görürlerken
fısk ve fücur'u da ilericilik kabul ederler. Doğru yol onların nazarında bir
sapma iken, sapıklık onlar için doğru yoldur.
İşte böyle kimseler için nasihat faydasızdır. Çünkü bunlar için iyilik ve
kötülüğü ayırdetmek mümkün olmadığından, kendilerini ıslah etmezler ve
nasihatten yüz çevirirler. Bir davetçi bu gibi kimselerin peşinden boşuna
koşmamalı, onun yerine iyi ve kötüyü fark edebilen ve kalbleri Hakk'a tamamen
kapanmamış kimselere gitmelidirler.
İlk cümlede Allah, "hidayet vermek ve dalâlete düşürmek benim
elimdedir" diye buyurmuştu. Bu, kötülükte ısrar eden, iyi ve kötüyü
ayırdedebilme yeteneğini kaybeden kimselere, Allah'ın hidayet nasip etmeyip,
onları kendi hallerine bıraktığı ve onların bu halde yollarına devam
ettiklerini apaçık göstermektedir. Bundan dolayı Allah, Hz. Peygamber'e (s.a)
bu gibi insanların peşini bırakmasını, artık onlardan ümidini keserek
üzülmemesini ve sabretmesini söylüyor. Çünkü onlar dalâlet içinde
kalacaklardır.
Burada iki nokta dikkat çekmektedir: Birincisi, burada sıradan insanlara değil,
Rasûlullah'ı (s.a) ve İslam davetini başarısızlığa mahkum edebilmek için her
hileye başvuran Mekke'nin ileri gelenlerine hitap edilmektedir. Bu insanlar Hz.
Peygamber'in (s.a) insanları neye davet ettiğini ve onun iyi yolda,
kendilerinin ise kötü yolda olduklarını pekâlâ biliyorlardı. Fakat buna rağmen
Hz. Peygamber'i (s.a) yenilgiye uğratmak ve kendi kötülükleri üzerinde direnmek
için, böyle bir yol tutuyorlar ve kötülüğü iyiliğin üzerine çıkarmaya
çalışıyorlardı. Onlar Hz. Peygamber'e (s.a) karşı yalan, hile, iftirada
bulunuyorlarsa da, kendi yalanlarını çok iyi biliyorlardı. Halbuki Rasûlullah
(s.a) davetini sürdürürken, muhaliflerinin yaptığı gibi, asla aynı yollara
başvurmamıştır. Fakat yine de, muhalifleri bu çirkin tavırlarında ısrar
etmekten çekinmemişlerdir. Demek ki, artık onlar için iyiliği kabul etmek
sözkonusu değildir ve kötülük onların fıtratı haline gelmiştir.
Dikkat çeken diğer bir nokta da şudur: Şayet Allah
gerçekleri sadece kendi elçisine -Hz. Muhammed'e (s.a) - anlatmak istemiş
olsaydı, ileri gelenlerin dalâlet içinde olduklarını anlatmak için açık bir
ayete gerek kalmaz, bunu başka bir şekilde bildirirdi. Ancak halka açıklamak
için şunlar bildiriliyor: "Sizler, toplumunuzun ileri gelenleri olan bu
kimselere uyuyor ve peşlerinden gidiyorsunuz. Oysa onların ahlâklarının ne kadar
bozuk olduğu ve tavırlarının yanlışlığı apaçık ortadadır.
Bu cümle içerisinde dolaylı bir tehdit vardır: "Allah yaptıklarınızdan
haberdardır. Hakim ve yüce olan Allah, tüm yaptıklarınızı görmektedir. Ve
sizler bu davranışlarınızdan ötürü azaba uğrayacaksınız."
9- Allah, rüzgârları gönderir, onlar da
bulutu kaldırır, böylece biz onu ölü bir beldeye sürükleriz; onunla, yeri
ölümünden sonra diriltiriz. İşte (ölümden sonra) dirilip-yayılma da böyledir.
Bu akılsızlar kıyametin mümkün olmayacağını zannetmektedirler.
Ve bu düşüncelerinden dolayı gaflet içindedirler. Güya onlar, Allah'ın
huzurunda hesap vermeyeceklerdir. Fakat onların bu düşünceleri yanlıştır.
Kıyamet günü Allah'ın bir işareti ile gelmiş-geçmiş tüm ölüler
diriltileceklerdir. Tıpkı yağmurdan sonra bitkilerin canlandığı ve eski
köklerin filizlendiği gibi.
10-
Kim izzeti istiyorsa, artık bütün izzet Allah'ındır. Güzel söz O'na yükselir,
salih amel de onu yükseltir. Kötülükleri tasarlayıp düzenleyenler ise; onlar
için şiddetli bir azab vardır. Onların tasarladıkları 'boşa çıkıp bozulur'.
Mekke'nin ileri gelenleri (büyüklenerek ve cehalet
içinde) Hz. Muhammed'in (s.a) davetini kabul ettikleri takdirde, kendilerinden
şeref ve izzetin gideceği, dolayısıyla Araplar üzerinde bir tesirlerinin
kalmayacağı düşüncesindeydiler. Bundan dolayı Allah, "Bana isyan ettiğiniz
için sizin izzet ve şerefiniz zaten yok olmuştur" diye buyurdu. Gerçek izzet ve şeref Allah'a tabi olmakta
ve O'na itaat etmektedir. Bu izzet ve şeref sadece dünyada değil ahirette de
söz konusudur. Eğer Allah'a itaat ederseniz böyle bir izzet ve şerefe nail
olursunuz. Yüz çevirdiğiniz takdirde ise zillet içinde kalırsınız.
İzzet ve şerefi elde edebilmek için söylenmiş ifsad edici ve habis söz hiçbir
zaman yükselmez. Ancak O'nun yanında en doğru pak, temiz ve hakîkate mebni söz,
samimi ve salih itikad yükselir. Bu sözü yükselten insanın amelleridir. Şayet söz ile birlikte amel yoksa, o söz
Allah'ın indinde makbul olmaz. Sözün yükselebilmesi için salih amellerin
kuvveti gerekir.
Kur'an'a göre salih söz ile salih amelin
birbirine sıkı bir şekilde bağlı olması çok dikkate değerdir. Hiçbir amel
arkasında salih bir akide olmadıkça makbul değildir. Yine hiçbir salih akide,
onu tasdik eden salih bir amel olmadıkça makbul değildir. Yine hiçbir salih
akide, onu tasdik eden salih bir amel olmadıkça itimada layık değildir.
Şayet bir kimse lisanen, "Allah'tan başka ilah yoktur ve ancak O ibadete
layıktır" diyor, fakat yaşantısında Allah'tan başka şeylere kulluk
ediyorsa, bu söz onun amelini yalanlar. Ayrıca bir kimse lisanen içkinin haram
olduğunu ifade ediyor buna rağmen içki içiyorsa, o kimsenin sözlerini ne halk
ne de Allah kabul eder.
11-
Allah, sizi topraktan yarattı, sonra bir damla sudan. Sonra da sizi çift çift
kıldı. O'nun bilgisi olmaksızın, hiç bir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz da. Ömür sürene,
ömür verilmesi ve onun ömründen kısaltılması da mutlaka bir kitapta (yazılı)
dır. Gerçekten bu, Allah'a göre kolaydır.
Burada hitab sıradan insanlara yöneltilmiştir.
Yani, ilk olarak insan topraktan yaratılmış ve daha sonra nutfe (sperm) ile nesiller
devam etmiştir.
Her insanın ömrü o daha doğmadan tayin edilmiştir. Allah insanın ne kadar bir
ömür süreceğini kararlaştırmıştır. Demek ki ömrün uzun ya da kısa olması
Allah'ın takdirine göredir. Akılsız bazı kişiler; "Çok önceden çocuklar
erken yaşlarda ölüyorlardı, ancak şimdi tıp ilerlediği için, çocuklar erken
yaşlarda ölmüyorlar. Yine daha önce insanların ömrü kısa iken, şimdi tıp
ilerlediği için insanın ömrü uzamıştır" diyorlar. Kur'an'ın söylediklerini
yalanlamaya çalışan bu iddia; şayet biz bir kimsenin iki yıllık bir ömrü
kaldığını bilebilecek bir ilme sahip olabilirsek ve o şahsın ömrünün birgün
daha uzatıldığını görebilirsek, işte o zaman geçerli olabilir. Böyle bir ilme
de kimse sahip olmadığı ve olamayacağı için, hiçkimsenin Kur'an'ın bu açıklamasına
karşı bir delil getirmesi mümkün değildir. İstatistiklere göre şimdi çocuk
ölümlerinin öncekilere nazaran azaldığının ve insanların ömürlerinin eskisinden
daha uzun olduğunun tespit edildiği söyleniyorsa, bu insanların Allah'ın
takdirini değiştirmeye kadir oldukları anlamına gelmez. Muhtelif devirlerde
insanlara muhtelif süreler tayin edildiği daha akla yatkın değil midir? Ve bu
Allah'ın bir hikmetidir. Yani falan devirdeki insanların bir hastalığın ilacını
bulmaları sağlanacak, falan devirde de yaşayan insanların hayatının idamesi
için herhangi bir vesile bağışlanacaktır.
Sayısız mahlukat için, ayrı ayrı tafsilat vermek Allah için hiç de güç
değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder