12-
İki deniz bir değildir. Şu, tatlı, susuzluğu keser ve içimi kolay; şu da, tuzlu
ve acıdır. Ancak her birinden taze et yersiniz ve takınmakta olduğunuz süs
eşyalarını çıkarırsınız. O'nun fazlından aramanız ve umulur ki şükretmeniz için
gemilerin onda (denizde) suları yara yara akıp gittiğini görürsün.
13-
(Allah,) Geceyi gündüze bağlayıp-katar, gündüzü de geceye bağlayıp-katar;
güneşi ve ayı emre amade kılmıştır, her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp
gitmektedir. İşte bunları (yaratıp düzene koyan) Allah, sizin Rabbinizdir; mülk
O'nundur. O'ndan başka tapmakta olduklarınız ise, 'bir çekirdeğin incecik
zarına' bile malik olamazlar.
Yani, günün aydınlığı
yavaş yavaş azalmaya başladığında, gecenin karanlığı artmaya başlar ve sonunda
tamamen karanlık bastırır. Nitekim gece sonunda ufukta önce hafif bir aydınlık
meydana gelir ve sonra yavaş yavaş ortalık aydınlanmaya başlar.
Burada "Ketmir" kelimesi geçmektedir.
"Ketmir" Arapçada hurmanın
çekirdeği üzerindeki çok ince olan zar için kullanılır. Fakat buradaki kullanış
sebebi, müşriklerin mabudlarının hakir birşeye bile sahip olmadıklarına işaret
içindir. Bu nedenden ötürü ben bu kelimeyi lafzî olarak değil, mecazî olarak
tercüme ettim.
14-
Eğer onlara dua ederseniz, duanızı işitmezler, işitseler bile size cevap
veremezler. Kıyamet gününde ise, sizin şirk koşmanızı tanımayacaklardır. (Bunu
her şeyden) Haberi olan Allah gibi sana (hiç kimse) haber vermez.
Bu onların, sizin
davetinizi işitmedikleri, ya da "evet" veya "hayır"
şeklinde bir tercih yaptıkları halde cevap vermedikleri anlamına gelmez. Sözgelimi
bir memura bir konu hakkında müracaatta bulunduğunuzda, o memurun sizin
müracaat ettiğiniz konu ile bir alâkası yoksa, müracaatınız bir anlam ifade
etmez. Çünkü o memur "evet" ya da "hayır" deme yetkisine
sahip olmadığı için, kendisinden bir cevap alamazsınız. Ama aynı müracaat yetki
sahibi birine yapılmış olsaydı, müracaatınız değerlendirilir ve kabul edilse
de, edilmese de bir işleme tabi tutulurdu.
Yani, onlar, "Biz
Allah'ın ortaklarıyız, bize kulluk edin demedik. Bizim bunlardan haberimiz bile
yoktu. Bizi Allah'a ortak koşuyorlarmış, bize dua ediyorlarmış, farkında bile
değildik. Nitekim onların duaları ve adakları bize ulaşmadı"
diyeceklerdir.
Buradaki "haberdar" ifadesi ile Allah kastolunmaktadır. Belki bazı kimseler akıl yoluyla ve mantıken, Allah'a ortak koşulan putların ne kadar zavallı olduklarını bilebilirler ama Allah, o sahte putların acizliğinden tam anlamıyla haberdardır. Kıyamet günü ise onlar, acizliklerini bizzat itiraf edeceklerdir.
15- Ey insanlar, siz Allah'a (karşı fakir olan) muhtaçlarsınız; Allah ise, Ganiy (hiç bir şeye ihtiyacı olmayan) dır, Hamîd (övülmeye layık) tır.
Yani, Allah'ın size muhtaç
olduğu şeklinde yanlış bir düşünceye kapılmayın. Sizlerin inanıp-inanmaması
Allah için bir anlam ifade etmez. O'nun takdiri herşeye rağmen vuku bulacaktır,
sizler O'na ibadet etmeseniz de, O birşey kaybetmez, lakin sizler yaşadığınız
her saniye içerisinde O'na muhtaçsınız. Hayatınızı idame ettirebilmek için
muhtaç olduğunuz imkanları, Allah Teâla sizlerin emrine vermemiş olsa, bir an
bile ayakta kalamazsınız. Allah'a ibadet etmenizin emredilmesi yine sizin
yararınızadır. Çünkü sizlerin dünyada ve ahiretteki iyiliğiniz buna bağlıdır.
Yoksa Allah'ın kaybedeceği birşey yoktur.
"Gani", Herşeye sahip ve herkesten müstağni olan, fakat hiçbir şeye muhtaç olmayan demektir. Allah hiç kimsenin kendisine "hamd" edip etmemesine muhtaç değildir. O zaten kendisine hamd edilmiş olandır.
Burada "Gani" ve "Hamid" sıfatlarının her ikisi
birden kullanılmıştır. Çünkü Gani olan bir kimse servet sahibi de olsa
başkaları onun malından faydalanamayabilir, o takdirde bu kimse ganidir ama
hamid değildir. Ancak, kendisi başkalarından faydalanmadığı halde, başkalarının
kendisinden faydalandığı kimse, Gani ve Hamid'tir. İşte Allah, hem Gani'dir,
hem de Hamid'tir. Tüm mahlukat O'na muhtaç olduğu ve O'ndan faydalandığı için
her hamd ve şükür O'na aittir.
16- Dileyecek olsa, sizi giderir (yok eder) ve yepyeni bir halk getirir.
17- Bu, Allah'a göre güç değildir.
Yani, sizler kendi
gücünüze dayanarak dünyaya gelmediniz. Şayet Allah dilerse, sizleri bir işareti
ile yok eder ve sizin yerinize başka bir kavim getirir. Bunun için "ne" olduğunuzu bir düşünün ve başka
kavimlerin kötü sonuçlarına neden olan bu tavırdan vazgeçin. Bir kavim hakkında
menfi bir karar çıktığı takdirde, kâinattaki hiçbir kuvvet bunun
gerçekleşmesine engel olamaz.
18-
Hiç bir günahkâr bir başka günahkârın günahını yüklenemez. Eğer yükü ağır olan
kimse (bir başkasını) onu taşımaya çağırsa, -bu, onun yakın-akrabası da olsa-
kendisine ondan hiç bir şey yükletilmez. Sen, yalnızca gayb ile Rablerinden
'içleri titreyerek-korkmakta' olanları ve dosdoğru namazı kılanları
uyarıp-korkutursun. Kim temizlenip-arınırsa, artık o, kendi nefsi için
temizlenip-arınmıştır. Sonunda dönüş Allah'adır.
"Yük" ifadesi ile amellerin sonuçları kastolunuyor. Yani, Allah
katında herkes yaptıklarından sorumlu tutulacak ve hiçkimse bir başkasının
yaptıklarından mesul olmayacaktır. Bir şahsın başka birini kurtarmak için onun
yerini almasına da imkan yoktur. Bu ifade, Mekkeli müşriklerin, Müslüman olan
yakınlarına, "Dininizden vazgeçin ve atalarınızın dinine dönün. Kıyamet
gününde biz sizin günahlarınızı yükleniriz" sözlerine atfen
kullanılmıştır.
Yukarıdaki cümlede; hiçkimsenin başka bir kimseden dolayı ceza görmeyeceğini ve herkesin kendi hesabını yine kendisinin vereceğini bildiren Allah'ın adaleti hakkında söz edilmiştir. Başkalarının sorumluluklarını taşıyacaklarını iddia edenler, yalan söylemektedirler. Kıyamet günü kendi yaptıklarının hesabını verdiklerinde, kendilerini bile kurtaramadıklarını göreceklerdir. O gün kardeş kardeşden, baba oğuldan kaçacaktır ve hiç kimse bir başkası ile ilgilenmeyecektir.
Yani, inatçılık edenler, senin tebliğinden asla faydalanamazlar, ancak Allah'tan korkan, O'nun önünde eğilen kimseler bu çağrıya kulak verirler ve hidayete sadece onlar ererler.
19- Kör olanla (basiretle) gören bir değildir;
20- Karanlıklara aydınlık,
21- Gölge ile sıcaklık da.
22- Diri olanlarla ölüler de bir değildir. Gerçekten Allah, dilediğine işittirir; sen ise kabirlerde olanlara işittirecek değilsin.
Bu benzetmelerle, müminler
ve kafirlerin şimdiki ve istikbaldeki hayatları arasındaki fark açıklanmak
isteniyor. Bir grup (kafirler) kâinattaki tüm varlığın hangi hakikate işaret
ettiğini görmemektedirler, çünkü gözleri kapalıdır. Diğer grup (müminler) Allah'ın
birliğini ve insanoğlunun Allah'ın indindeki sorumluluğunu her zerrede idrak
etmektedirler, çünkü basiret sahibidirler.
Birinciler cehalet, zan,
vehim ve karanlıklar içindedirler ve Rasülullah'ın (s.a) getirdiği aydınlıktan
bilerek kaçmaktadırlar. İkinciler ise, basiret sahibi oldukları için, Hz.
Peygamber'in (s.a) getirdiği aydınlığı hemen görürler. Müşriklerin takip
ettikleri yolun felakete, Rasülullah'ın (s.a) davet ettiği yolun ise hayır ve
felaha götürdüğünü anlarlar.
Bu iki grup insan aynı
yolun takipçileri değildirler. Dolayısıyla bunların hayat karşısındaki
takındıkları tavrın aynı olması ve hayatlarının sonunda yok olup gitmeleri
mümkün müdür? Kötülüğe ceza, iyiliğe mükâfat verilmeyecek midir? Onlara
"Gölgenin serinliği ile, güneşin şiddetli sıcağının bir olmadığı"
söylenerek, bir grubun ateşte yanacağı, diğer grubun ise Allah'ın rahmetinin
gölgesinde serinleyeceği hatırlatılıyor. Yani, sizler her iki grubun sonlarının
aynı olacağını sanmakla büyük bir yanılgı içindesiniz.
Son olarak, müminler diri
ve zinde kimselere benzetilirken, inatçı kafirler de ölüye benzetilmiş. Yani
mümin öyle kimsedir ki, onda duygu, idrak, anlayış, şuur vardır ve vicdanı
iyilik ve kötülüğü ayıracak derecede hassastır. Kafirler ise tam aksine
inatçılığa gömülmüştür ve onların hali karanlıklar içinde kalmış bir körden
daha beter olduğu gibi, kendisinde hiçbir duygudan eser kalmamış ölüye
benzerler.
Allah dilerse taşlara bile anlama özelliği verir. Ancak Hz. Peygamber'in (s.a) görevi bu değildir ve o, sadece tebliğ eder. Onun tebliğini, idrakleri, duyguları ve vicdanları hassas olan ve göğüsleri vicdanlarına bir mezar olmayan kimseler anlarlar. İşte Rasülullah (s.a) ancak böyle kimseleri doğru yola iletir. Çünkü Hakka karşı sağır ve kör gibi davranan kimseler, Hakkı duyamazlar. Fakat kim o makul sözü dinlerse, ancak o Hakkı kabul eder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder