30 Haziran 2012 Cumartesi

Furkân Suresi 67-71 Ayetleri Mevdudi Tefsiri


67- Onlar, harcadıkları zaman, ne israf ederler, ne de kısarlar; (harcamaları,) ikisi arasında orta bir yol olur.

Allah'ın gerçek kulları, harcamada bulunurken terazinin dilini tam ortada tutarlar. Ne gerekli harcamalarının sınırını aşarak israfta bulunurlar, ne de para biriktirip yığmak için acınacak durumlara düşerler; yalnız tutumludurlar. Hz. Peygamber'in (s.a) izleyicilerinin, kendilerini Arabistan'ın şehvetlerini doyurmada alabildiğine harcayan zenginleriyle, paralarını hayırlı yerlere kısan cimrilerinden ayıran niteliklerden biri de buydu.

İslâm'a göre şunlar israftır:

1) Gayri meşru yerlerde en küçük miktarda da olsa harcamada bulunmak,
2) Meşru yollarda kendi kaynaklarının dışına taşmak, ya da zevk için harcamada bulunmak,
3) Allah için değil de gösteriş için infakta bulunmak.

Öte yandan, kendisinin ve ailesinin ihtiyaçları için kendi mevki ve imkanları ölçüsünde harcamada bulunmamak, ya da hayırlı işler için parayı kısmak ise cimriliktir. İslâm'ın öngördüğü yol, terazinin dilini ortada tutmaktır. Bu konuda Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: "Yaşayışta "itidal" üzere olmak, hikmet işaretidir." (Ahmed, Taberani) . 


68- Ve onlar, Allah ile beraber başka bir ilâh'a tapmazlar. Allah'ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa 'ağır bir ceza ile' karşılaşır.

Gerçek kullar üç büyük günahtan sakınırlar: Şirk, katl ve zina. Bizzat Hz. Peygamber (s.a) bu günahların ağırlığı konusunda uyarıda bulunmuştur. Abdullah İbn Mes'ud'un rivayetine göre, kendisine en kötü günahlar sorulduğunda şu cevabı vermişlerdir:

1) Seni yaratmış olan Allah'a bir şeyi denk tutmak

2)Rızık korkusuyla çocuğunu öldürmek,

3) Komşunun karısıyla zina etmek. (Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesaî, Ahmed).

Büyük günahların yalnızca bunlar olmadığı açıktır. Fakat bu üçü, o zamanki Arap toplumunda işlenen günahların en yaygınları olduğundan, özellikle belirtilmişlerdir.

Şirk'ten kaçınmanın, gerçek kulların meziyetleri arasında sayılması konusunda, şirki bir kötülük saymayan kafirlere karşı, bunun neden bir fazilet olarak sunulduğu sorulabilir. Bunun cevabı şudur: Her ne kadar şirke dalmış da görünseler, Araplar'ın şirk doktrini üzerinde şüpheleri vardı. 

Tarihlerinde bunun örneği pek çoktur. Sözgelimi Ebrehe, Mekke'yi kuşattığı zaman, Kureyş Kabe'nin kurtulması için putlarına değil, Allah'a yalvarmıştı. Bu olayla ilgili şiirleri "fil halkı"nın helak edilmesinin, putlarının yardımından değil, Allah'ın gücünden ve tabiat üstü bir müdahaleden ileri geldiğine inandıklarını gösteren delillerle doludur.

Kureyş ve Arap putperestleri, Ebrehe Mekke yolunda Taif'e vardığında Taif halkının, en büyük putları "Lat"ın tapınağını yıkar korkusuyla Kabe'yi yıkması için kendisine yardım ettiklerini, hatta kılavuzlar vererek tepelerden Mekke'ye geçirdiklerini biliyorlardı. Bu olay Araplara öylesine dokunmuştu ki, bundan sonra yıllarca baş kılavuzun mezarını taşa tutmaya devam ettiler.

Ayrıca Kureyş ve diğer Araplar inançlarını İbrahim Peygamber'e (a.s) dayandırırlar, dinî ve sosyal adetleriyle Hac ibadetlerine İbrahim'in dininin bir parçası olarak bakarlardı. İbrahim Peygamber'in (a.s) putlara değil, Allah'a ibadet ettiğini de biliyorlardı. İçlerinde puta tapıcılığın ne zaman başladığını ve hangi putun nereden, ne zaman ve kim tarafından getirildiğini gösteren gelenekleri ve hikayeleri de vardı.

Sıradan Arabın, putlarına fazla saygı duymadığı da bir gerçektir. Hatta, onlardan hakaretle söz ettiği, istek ve duaları yerine gelmediğinde takdimlerini geri aldığı da olurdu. Sözgelimi, anlatıldığına göre, babasının öldürülmesinin intikamını almak isteyen bir Arap, putu Zü'l-Halase'nin tapınağına gider ve fal oku atar. Cevap, niyetinden vazgeçmesi şeklinde olur. Bunun üzerine Arap kızar ve bağırır: "Ey Zü'l-Halase! Sen benim yerimde olsan ve baban da öldürülmüş olsaydı, katillerin cezalandırılması gerektiğini söylemez miydin?"

Bir başka Arap, bereket vermesini istemek üzere develerini Sa'd isimli ilahının tapınağına getirir. Bu ise, üzerine kurban kanları sürülmüş uzun boylu bir puttur. Kendisini görünce develer ürker ve o yana-bu yana kaçışmaya başlarlar. Arap öylesine kızar ki, putu taşlamaya başlar ve bağırır: "Allah seni helâk etsin! Senden develerime bereket istemeye geldim, fakat sen hepsini elimden aldın."

Kökenleri hakkında kirli hikayelerin anıldığı bazı putlar vardı. Örneğin, anlatıldığına göre, heykelleri Safa ile Merve'ye konmuş bulunan Asaf ve Naile, aslında bir erkek ve kadın olup mukaddes Kabe içinde zina etmişler ve ceza olarak Allah kendilerini taşlaştırmıştı. Böylesi ilâhlara tapınan hiç kimse, kalbinden onlara karşı hiç bir saygı besleyemezdi.

Bütün bunlardan kolayca anlaşılabileceği üzere, Araplar Allah'a ibadetin değerini kalblerinde duyuyorlar, fakat bir yandan bu kalbi duyuşu, eski adetler ve cahiliye hayat ve değer anlayışı bastırırken, bir yandan da Kureyş'in öncü "dini" sınıfı, büyük çıkarları gereği Allah'a ibadet aleyhine halk arasında önyargılar üretiyordu. Bunlar Arabistan'daki öncülüklerine son vermekle sonuçlanacağı için putperestlikten vazgeçmezlerdi. Dolayısıyla, şirkten kaçınma ve bir Allah'a ibadet etme, kalblerinde bunun kendilerine rağmen doğru olduğunu bilen ve hisseden kafirlerin karşı çıkışlarından korkmayan Rasulullah'ın (s.a) izleyicilerinin bir üstünlük alameti olarak anılmaktadır.


69- Kıyamet günü, azab ona kat kat arttırılır ve o içinde aşağılanmış olarak temelli kalır.

Burada şu iki anlam da mümkündür: 1) Onun cezası hiç bitmeyecek ve tekrarlana tekrarlana devam edecektir. 2) Küfür, şirk ve tanrıtanımazlık günahlarına ek olarak katl, zina ve diğer günahları da işlemiş olanlar, isyanları ve her bir günahları karşılığında tekrar tekrar cezalandırılacaklardır. Büyük-küçük tüm günahları için sorguya çekilecekler ve bunlardan hiç biri bağışlanmayacaktır. Sözgelimi her bir katl ve her bir zina eylemi için ayrı bir ceza sözkonusu olacaktır.


70- Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amellerde bulunup davranan başka; işte onların günahlarını, Allah iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.

Bu, tevbe edip kendilerini düzeltenler için bir müjdedir. Çünkü, ayet 70'te ifade edilen "genel af"tan yararlanacaklardır. Gerçek kullar tarafından büyük bir nimet olarak karşılanmıştır bu. Çünkü, pek azı dışında İslâm'ı kabul edenlerin hepsi "cahiliye" günlerinde, bu günahlardan uzak değildiler ve dolayısıyla ayet 68-69'daki tehditle dehşete kapılmışlardı. Fakat bu af kendilerini rahatlatmakla kalmadı, aynı zamanda ümitlendirdi.

İçten tevbe eden ve yollarını düzelten kişilerin durumları, hadis kitaplarında geçmektedir. Sözgelimi, İbn Cerir ve Taberani, Ebu Hureyre'den şunu rivayet ederler: "Bir gün Mescid-i Nebevî'de yatsı namazını kılıp da eve döndüğümde kapıda duran bir kadın gördüm. Kendisine selam verip odama girdim ve kapıyı kapayarak nafile ibadetime koyuldum. Bir süre sonra, kadın kapıyı çaldı, açtım ve kendisine ne istediğini sordum. Bir sorunu olduğunu söyledi. Zina etmiş, gebe kalmış, doğan çocuğunu da öldürmüştü. Günahının bağşılanma ihtimalinin olup olmadığını öğrenmek istiyordu. Olumsuz cevap verdim. Üzüntüyle geri döndü ve feryad ediyordu: "Ah! Bu güzel vücut ateş için yaratılmış!" Ertesi sabah, namazdan sonra, geceki olayı Hz. Peygamber'in (s.a) huzurunda naklettim. Şöyle buyurdular:

"Çok yanlış bir cevap vermişsin Ebu Hüreyre, "Allah'ın yanısıra bir başka ilah çağırmayanlar... ancak tövbe eden ve iman eden ve salih amel işleyen hariç" ayetini okumadın mı?" Hz. Peygamber'den (s.a) bunu duyunca kadını aramaya çıktım ve yatsı vaktinde kendisine rastladım. Kendisine müjdeyi verdim ve sorusuna Hz. Peygamber'in (s.a) vermiş olduğu cevabı anlattım. Hemen secdeye kapandı ve kendisine bağışlanma yolu açan Allah'a şükretti. Sonra tövbe etti ve bir cariyesini oğlu ile birlikte azad etti."

Kaynaklarda yaşlı bir adam için de benzer bir olay anlatılmaktadır. Bu adam Hz. Peygamber'e (s.a) gelerek şöyle der: "Ey Allah'ın Rasûlü! Hayatım hep günah içinde geçti, yapmadığım günah kalmadı; o kadar ki, günahlarım dünyadaki bütün insanlara bölüştürülecek olsa, hepsi helâk olur. Bağışlanmam için hiçbir yol yok mu?" Hz. Peygamber (s.a) "İslâm'a girdin mi?" diye sorar. Adam "Şehadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur ve Muhammed Allah'ın Rasûlüdür." cevabını verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) "Var git, Allah çok bağışlayıcıdır ve senin kötülüklerini iyiliklere çevirme gücüne sahiptir." der. Adam, "Bütün suç ve günahlarımı da mı?" diye sorar ve Hz. Peygamber (s.a) "Evet, bütün suç ve günahlarını" karşılığını verir. (İbni Kesir).

Burada iki anlam sözkonusudur: 1) İçten tövbe ettiği zaman, iman ve Allah'a itaat hayatına başlar ve Allah'ın rahmet ve yardımıyla, küfür halindeki kötülüklerin yerine iyi ameller işlemeye koyulur ve kötülüklerinin yerini iyilikleri alır. 2) Yalnızca geçmişteki kötülükleri silinmekle kalmaz, ayrıca amel defterine, Rabbi'ne isyanı bırakıp O'na itaat yolunu benimseyen bir kul olarak yazılır. Sonra, geçmiş günahlarına üzülüp tevbe ettikçe, daha çok salih ameller hanesine kaydolunur. Çünkü, günahtan tevbe etmek ve af dilemek bizzat salih bir ameldir. Böylece, amel defterinde iyilikleri bütün kötülüklerini bastırır ve böyle bir kişi yalnızca ahirette cezadan kurtulmakla kalmaz, aynı zamanda Allah'ın büyük nimetlerine de kavuşur.


71- Kim tevbe eder ve salih amellerde bulunursa, gerçekten o, tevbesi (ve kendisi) kabul edilmiş olarak Allah'a döner.

Yani, sonunda herkes Allah'a döner. Çünkü, yalnızca Allah insanın son ve gerçek sığınağıdır. Yalnızca O, insanı iyi amelleri dolayısıyla mükafatlandırabilir veya kötü amelleri nedeniyle cezalandırabilir. Yalnızca, O, Rahman'dır ve Rahim'dir; pişmanlığa afla karşılık verir ve içten tevbe edip doğru tavırlar takınılarak düzelindiği takdirde, geçmiş hatalarından dolayı kişiyi cezalandırmaz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder